Makale

KUR AN IŞIĞINDA AZINLIKLARIN HAK ve HÜRRİYETLERİ

KUR AN IŞIĞINDA AZINLIKLARIN HAK ve HÜRRİYETLERİ

Doç. Dr. Osman CİLÂCI
Süleyman Demire! Üniv. İlâhiyat Fak. Öğretim Üyesi

İlahî kitapların sonuncusu olan Kur’ân-ı Kerim’in mesajı yalnız Müslümanlara değil, bütün insanlığa şamildir. Kur’ân bir çok âyetlerinde, İslam dışındaki din mensubu bu azın­lıkların ferdi ve İçtimaî hukuklarına, aynen Müslümanların hukuku gibi yer vermiş, onların hak ve hürriyetlerini teminat altına almıştır, ö)

İslam nazarında insanlar yaratılış açısından eşittir, çünkü insanlık Hz. Adem’den, Hz. Adem de topraktan ya­ratılmıştır. İslam’ın bu prensipten ha­reketle en mükemmel bir hukukî sis­temi temelleştirdiğini anlamak zor olmayacaktır. Çünkü Kur’ân bütün in­sanların, nerede yaşarlarsa yaşasınlar, aynı kökten geldikleri anlayışını daima ön planda tutmuştur.

Meseleye bu açıdan baktığımız

zaman, İslam’a göre Müslümanların lehine olan hukukî müeyyide ve dü­zenlemelerin azınlıkların da lehine, Müslümanların aleyhine olan du­rumların zimmilerin de aleyhine ol­duğu görülecektir. İslam’ın temel prensipleri arasında yer alan bu ger­çeği Kur’ân-ı Kerim bir çok âyetiyle vurgulamıştır.1 (2) 3

Kur’ân nazarında yaratıkların en şereflisi olan insan, aynı zamanda yer­yüzünde Allah’ın vekili, halifesidir/3)

Bir ülkede hakim unsurların dı­şında kalan, ekseriyeti teşkil etmeyen ve ötekilerden sayıca az olanlar an­lamına gelen azınlıkların hukukunu Kur’ân-ı Kerim diğer dinler me- yanında korumuş, teminat altına al­mıştır .(4) 5 6 Bunun çok güzel örnekleri ta Hz. Peygamber (s.a.s.)’den günümüze bütün İslam toplumlarında görüldüğü ve dünya hukuk otoritelerince sözlü ve yazılı olarak çeşitli platformlarda ifade edildiği halde, ne hazindir ki bu konu, çoğu kez İslam aleyhine kul­lanılmak istenmiştir. Halbuki İslam azınlıkların her tülü hukukî sta­tülerinin korunarak farklılıkların ön­lenmesinde "Gerçekten Allah size, emanetleri ehil olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi em­reder..." ® âyetini hukukun vaz­geçilmez bir ilkesi kabul etmiştir.

Tarihte ilk Medine Antlaşması diye anılan, Hz. Peygamber (s.a.s.)’le gayr-i müslimler arasında ger­çekleştirilen muahade de karşılıklı şe­kilde hukukî statüler tesbit edilmiş, Müslümanlarla Yahudilerin birlikte cemiyet teşkil ettikleri, Yahudilerin dinlerinin kendilerine, Müslümanların dinlerinin de kendilerine ait olduğu vurgulanmıştır/®

Medine Site Devleti Anayasası da denilen bu metin, İslam tarihinde genel hak ve görevleri tesbit eden ilk yazılı anayasa olması itibariyle hukuk tarihi açısından önemli bir belgedir.(7) 8 9

Bu tarihî metnin bir diğer adı Medine Vesikası’dır.

, Yine aynı şekilde Hz. Peygamber (s.a.s.)’in Necran Hristiyanlarıyla®, Halid b. Velid’in Hire halkı ile, Hz. Ebu Ubeyde’nin Şam Hristiyanlarıyla yaptığı anlaşmalar günümüze kadar intikal etmiş bulunmaktadır.®

Sadece birkaçını zikrettiğimiz bu belgeler her şeyden önce İslam’ın insan şahsiyetine, hak ve hürriyet mef­humuna ne kadar önem verdiğini gös­termektedir.

İnsan hürriyeti problemi, yüz­yıllardır, hem filozofların, hem de ke- lamcıların çok ciddi şekilde meşgul olduklan bir meseledir. Bu probleme en kesin çözümü yine Kur’ân-ı Kerim getirmiş ve "Biz insanı en güzel bi­çimde yarattık." (l0) buyurmuştur.

Kur’ân-ı Kerim’in en fazla üzerinde durduğu konuların başında insanın şahsiyeti gelmektedir.

_ Denebilir ki, İlâhî kitaplar içinde insan hak ve hürriyetlerine en geniş şekilde yer veren, bu hürriyetleri en geniş kapsamı ile teminat altına alan yegane İlahî kitap Kur’ân-ı Kerim ol­muştur. "İnsanların hakkı olan şeyleri kısmayın. Yeryüzünde bozgunculuk ya­parak karışıklık çıkarmayın"^ bu­yuran da Kur’ân-ı Kerim’dir.

Arapça "hürr" kökünden gelen ve yapma bir mastar olan hürriyet "Köle olmayan" demektir.

Hukuk, Tarih, İktisat, Sosyoloji vb. disiplinlerde birbirinden ayrı şekilde terim manaları taşıyan "hürriyet" ke­limesi umumiyetle "Zorlama bu­lunmaması", "dilediğini yapan kim­senin durumu" vb. anlamlarını ifade etmektedir. İnsan hürriyeti kavramı daha çok "hak" kelimesi ile bü­tünleşerek kullanılmaktadır.11 12 (13) 14 15 16

Hangi hukuk sistemi olursa olsun, bu sistemin öncelikle üzerinde dur­ması gereken en önemli husus, kişinin "hak ve hürriyeti" problemi olmalıdır. Bu yapılmadığı, kişinin hak ve hür­riyetleri teminat altına alınmadığı tak­dirde, diğer hukukî düzenlemelerin gerçekleştirilme-si mümkün değildir.

Kur’ân-ı Kerim’in en önemli bir diğer özelliği, bütün beşeriyete hi- tabederek, İslam dışındaki dinlere de mesajını ulaştırmasıdır. Davet me­

todunda şiddet ve zorlamaya asla yer vermeyen Kur’ân, tebliğinde "Dinde Hürriyet" i esas almış, "Dinde zor­lama yoktur...düsturu ile bunu pekiştirmiş, İslam dışındaki azın­lıkların varlığını kabul ederek Hz. Peygamber (s.a.s.)’e "Sen iman et­melerine düşkün olsan bile yine de in­sanların çoğu iman edecek de­ğillerdir." (,5> buyurmuştur.

İşte İslam’ın uyguladığı ve ge­liştirdiği bu tolerans iklimi, İslam top- lumlarında yaşayan azınlıkların kendi hür iradeleriyle Müslüman olmalarını sağlamıştır.

Kur’ân-ı Kerim prensip olarak "Mümin olanlar, Yahudi olanlar, Sâbiiler, Hristiyanlar, Mecusiler ve Müşrik olanlara gelince, muhakkak ki Allah bunlar arasında Kıyamet gü­nünde hükmünü verir. Çünkü Allah her şeyi hakkıyla bilendir." âyeti ile altı çeşit dinî topluluğun mev­cudiyetine dikkatimizi çekmiştir. Bu bir bakıma İslam ve İslam dışındaki dinlerin Kur’ân açısından zik­redilmesidir. Bazı müfessirlere göre Kur’ân-ı Kerim, bazı âyetleriyle Hin­duizm, Budizm, Şintoizm, Caynizm, Konfüçyanizm ve Taoizm dinlerine de atıfta bulunmuştur.

Kur’ân-ı Kerim, Müslümanların gayr-i müslim azınlıklarla her türlü ilişkilerinin barış ilkesine dayanması gerektiğini müteaddid âyetlerinde dile getirmiş, "Sizinle din uğrunda sa­vaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çı­karmayanlara iyilik etmekten ve on­lara adaletle davranmaktan Allah sizi menetmez-âyetiyle, barış ik­limini bozmaya Müslümanların değil, onların düşmanlıklarının sebep ola­cağını açıklamıştır.

Kur’ân-ı Kerim’in din ve vicdan hürriyeti konusunda üzerinde durduğu önemli noktalardan biri de, azın­lıklara, İslam Dini’ne girmeleri için herhangi bir baskı uygulamaya asla il­tifat etmeyişidir. "De ki, Hak Rab- binizdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin" (’8) âyeti tek ba­şına bu gerçeği ifadeye kafidir.

Her siyasi ve sosyal sistem gibi İslam da kendi mensuplarıyla ya­bancılar arasında bir ayırım yapar. Bu ayırımda iki karakteristik hususiyet vardır; .

1- İslam ideolojisini kabul etmek suretiyle bu engeli aşma kolaylığı.

2- Bu dünya işlerine ait hususlarda iki grup arasında mevcut olan eşit­sizlik. (*9)

Değerli alim Prof. Dr. Muhammed Hamidullah’ın burada vurgulamak is­tediği husus, bir bakıma "Ya Mu­hammed! De ki: Ey Kafirler! Ben sizin tapmakta olduklarınıza tapmam. Şu anda siz de benim kulluk ettiğime kul­luk etmiyorsunuz. Ben de sizin tap­tıklarınıza asla tapacak değilim. Öyle ya siz de benim kulluk ettiğime kulluk etmezsiniz. O halde sizin dininiz size, benim dinim bana" W âyetleriyle ifade edilen İslam’ın temel taşlandır.

Bir sulh dini olmak açısından İslam’ın gerek idaresi altında, gerek komşuluk münasebetleri yönünden gayr-i müslümlerle gâyet dostane mü­nasebetler kurduğu tarihen tesbit edil­miş bir gerçektir. Ancak konumuzla doğrudan alakası olmaması sebebiyle bu noktaya girmeyeceğiz.17 18 19 20 (21)

Şu noktayı da özellikle be­lirtmeliyiz ki, İslam’ın azınlıklara ba­kışı ve onlar hakkındaki hukukî dü­zenlemeleri, çoğu zaman Müslümanlar aleyhine kullanılmış, İslam’ı tenkit etmek isteyenler bu ko­nuya, aleyhte bir materyal bulacakları zannı ile el atmışlardır.

Burada öncelikle Müslümanlara düşen görev, bu konuda da Allah’ın Kitabı’nda ve Rasulü’nün (s.a.s.) sün­netinde buyurulan hususlan en ince ayrıntılarına kadar açıklamaktır.

Gerçekte "Azınlıklar" terimini bir Müslümanın gönül rahatlığı içinde kullandığını söylemek oldukça zordur; ayrıca bu terimin İslam’ın ruhuna tam manasıyla uygun olmadığını da ifade etmeliyiz. Kur’ân-ı Kerim, gayr-i müs­lim de denilen Yahudi ve Hristiyanları "Ehlu’l-kitap", Hadis-i Şerifler de "Ehlü’z-zimme" tarifleriyle ifade et­miştir. Müslümanlar arasında yay­gınlık kazanarak literatürlerine giren bu iki terim, fıkıh kitaplarında ve onunla ilgili düzenlemelerde aynı şe­kilde yer almıştır. Bu bakımdan hangi inanca bağlı olurlarsa olsunlar, bütün gayr-i müslimler bu iki terimin şü­mulü içinde incelenmiştir.

İslam’ın ruhunda "çoğunluk" ve "azınlık" terimleri, Batıkların anladığı anlamda bir yer işgal etmediği gibi, konumuz olan "azınlıklar" terimi de "Ehlü’z-zimme" ile tam olarak bağ­daşmamaktadır. Batıkların kullandığı şekilde "Etnik" (ırki) ekalliyetleri ifade etmek için İslam ter­minolojisinde özel bir terim bulmak da oldukça zordur. Terminolojiden kaynaklanan bu zorluğa rağmen gü­nümüz ilahiyatçı ilim adamları "azın­lık" terimini "Ehl-i zimme" kar­şılığında kullanmaktadır. Batıklara

hitap açısından bir bakıma bu tür kul­lanım zorunluluk arzetmektedir.

İslam, Müslümanlığı kabul eden azınlıkları başkalarından, ayırt etmek için İçtimaî birtakım düzenlemelere gitmek lüzumunu duymamıştır. Çünkü onlar artık İslam toplumunun birer fer­didir. Nitekim Selman (el-Farisî), Su- heyb (er-Rumî), Bilal (el-Habeşî) vb. Müslümandırlar ve onlarla diğer (Haşimî, Kureşî) Arap arasında hiçbir fark gözetilmez. İslam nazarında on­ların, kalb ile tasdikten sonra Kelime-i Şahadet’i getirerek dil ile ikrarları önem taşımaktadır. Artık o andan iti­baren onlar için temiz bir sayfa açıl­mıştır. Bundan sonraki ferdî ve İç­timaî hukukları aynen Müslümanların durumları gibi cereyan edecektir.

İslam devleti hakimiyeti altında yaşayan "dinî azınlıkların umumî bir adı olan "Ehlü’z-zimme" teriminin ta Hz. Peygamber (s.a.s.)’den beri kul- lanılageldiğini ifade etmiştik. Nitekim, "Bu Allah ve Rasulü’nden Yuhanna b. Ravbe ve Eyle halkı için bir eman- dır... Onlar için Allah’ın zimmeti ve Allah Rasulü Muhammed’in zimmeti vardır..." (22) sözlerinde bu açıkça vurgulanmıştır.

Gerçekte “dinî azınlıklar" terimi insan türünün birliği açısından ayrı bir önem taşımaktadır. "Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık.

Birbirinizi tanıyasınız diye milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah katında en üstününüz takvası en fazla ola- nınızdır." <23> âyet-i kerimesi bunu net bir şekilde açıklamaktadır. Aynı ma­nayı teyit etmek bakımından . Dikkat edin! Ne bir Arabın Acem’e, ne bir Acem’in Arab’a, ne bir kızıl ten­linin siyaha, ne de bir siyahın kızıl tenliye, takvadan başka hiçbir üs­tünlüğü yoktur.” 23 (24) hadis-i şerifi de bu gerçeği ifade etmektedir.

İnsan türünün birliğini, eşitliğini, dinin birliği ve birbirini takip edişini en net bir şekilde açıklayan Kur’ân-ı Kerim, diğer din mensubu "azın­lıklara”, Müslümanlara tanıdığı hak­ların tamamını vermiştir. İşte bundan dolayıdır ki, Kur’ân, "Onların hidâyeti sana bir görev değildir. Fakat Allah dilediğine hidâyet eder" <25 26> âyet-i ke­rimesi ile, bir bakıma hidâyet olayına dikkatimizi çekmete, bunun Allah’a ait olduğunu açıklamaktadır. Rasul de olsa hidâyete ulaştırma veya ta­hakkümde bulunma kudreti ve zannını Allah, hiç kimseye vermemiştir.

Kur’ân-ı Kerim’in bütün insanlığa tanıdığı geniş din ve vicdan hür­riyetinin tatbikatı Allah Rasulü (s.a.s.)nün Yemen halkı ile, "Kim Ya­hudiliği ya da Hristiyanlığı üzerinde ise, o kimse ondan döndürülemez...” (26)^ Necranlılarla "Malları, canları, ırzları ve dinleri... ellerinin altındaki az veya çok her şey hakkında Allah’ın ahdi ve Allah Rasulü Nebi Mu-

hammed’in zimmeti vardır. Hiçbir uskuf uskufluğundan, hiçbir rahip ra­hipliğinden, hiçbir kahin ka­hinliğinden edilemez" -27) 28 şeklindeki antlaşmasıyla belgelenmiş bu­lunmaktadır. Aynı şekilde Hz. Ömer de Benu Tağlib Hristiyanlarına, "Kendi dinleri dışında başka bir dine zorlanmayacaklar" (28^ şeklinde Hz. Peygamber (s.a.s.)’in teminatına ben­zer bir teminat vermiştir.

Meseleye bu prespektiften ba­kıldığında kıtal ve cihad âyetlerinin düşmanlığı ve din hürriyeti engellerini ortadan kaldırmak için nazil olduğu görülür. "Allah din hususunda sizinle savaşmayan ve sizi yurdunuzdan çı­karmayan kimselere iyilik yapmanızı ve onlara karşı adil davranmanızı ya­saklamaz...” (29) âyeti de buna işaret etmektedir.

Kişi hak ve hürriyetlerine en geniş şekilde yer veren "Andolsun ki biz in- sanoğullarını şerefli kıldık..."(30) yüce ilkesini prensip edinen İslam, çeşitli ırk, din, dil ve kültürlerden oluşmasına rağmen hiçbir şekilde azınlıkların hukukî statülerini, onların aleyhine bir uygulama ile tahrip etmemiş, bununla ilgili bir hukukî düzenleme ge­tirmemiştir.

Günümüzde Müslüman ülkelerdeki azınlıklar, ümmet kavramı içinde va­tandaşlığın gerektirdiği eşitliği ger­çekleştirmek gayesiyle, Müs­lümanlarla birlikte yaşamlarını sürdürmekte, İlahî ve Nebevî kay­naktan oluşan ulvî ortamda İslam’ın himayesinde güven ve huzur içinde yaşamaktadırlar. Nitekim Hz. Pey­gamber (s.a.s.)’in, önünden geçmekte olan bir Yahudi cenazesi için durduğu görülmüş, bu davranışının sebebi so­rulduğunda:

- O bir insan değil midir? cevabını vermiştir/31

Halife Hz. Ömer b. el-Hattab, di­lenmekte olan yaşlı bir Yahudiye dev­let hâzinesinden maaş bağlayarak şöyle demiştir: "Allah’a yemin olsun ki onun gençliğini tüketir, sonra da yaş­lılığında terkedersek ona karşı ada­letli ve insaflı davranmış olmayız." (32)

İslam, her fırsatta azınlıklar için hür ve emniyetli bir hayat ortamının kapılarını ardına kadar açmış, on­lardan, kabiliyet ve istidatları öl­çüsünde (vezir, bürokrat, şair, edip, alim, tabip, ziraatçi, sanatkar, filozof vb.) yetişmesine zemin hazırlamış,

sonra da bu elemanlara devletin her kademesinde, hatta en kritik mev­kilerde görev vermekte beis gör­memiştir.

Bilindiği üzere, zekat, İslam’ın rü­künlerinden biridir, yalnız şartları haiz olan Müslümanlardan alınır. "Kafi gel­mek, karşılığını vermek, ödemek” ma­nalarına gelen cizye (Baş Vergisi) ise, İslam devletinde gayr-i müslim teb’a ile yapılan zimmet anlaşması so­nucunda erkeklerden alınır. Kadınlar, ergenlik çağma gelmeyen çocuklar, yaşlılar, rahip ve rahibeler cizyeden muaftırlar. Miktarı zamana, alındığı bölgeye, ferdî ve müşterek oluşuna göre farklılıklar arzeden Cizye, 1856 Islahat Fermanı ile Osmanlı İm- paratorluğu’nca kaldırılmıştır.31 32 (33)

Bir Hristiyan olan Thomas Ar- nold’un Cizye hakkındaki, "Bu vergi bazılarının bizi inandırmak istedikleri gibi İslam inancını kabule ya­naşmadıkları için bir ceza olarak Hristiyan olan azınlıklara konmuş de­ğildir" tesbiti cidden manidardır.

Bununla beraber "Haraç "in aksine Cizye, Müslümanlığı kabul eden zım- milerden alınmaz. Wellhausen’in, "Başlangıçta İslamiyeti kabul eden zımmilerin, haraç da dahil olmak üzere hiçbir malî mükellefiyete tabi tu­tulmadıkları" şeklindeki iddiası İlmî mesnetten mahrumdur. Hz. Pey­gamber (s.a.s.) Muaz b. Cebel’i Yemen’e vali olarak gönderirken O’na her yetişkin erkekten cizye alması ta­limatım vermiştir.

Gerçekte Zekat ve Cizye dinî dü­şüncenin bir in’ikasıdır. Bir zillet ifa­desi olmakla beraber Cizye, Müs­lümanların Zekat’ına mukabil sayılabilir. Askere alınanlardan Cizye düşmektedir.

Kur’ân’a göre, Ehl-i Kitap’ın zen­ginlerden, onların himayeleri kar­şılığında alınan Cizye, zamanın şart­larına göre kaldırılabilmektedir. Eğer azınlık mensubu bir kişi ölür veya Cizye ödemede gecikirse bu borçlar mirasçılardan alınmaz.(34) 35 36

Cizye’nin, azınlıkların askerlik yü­kümlülüğünden kurtulmaları için kon­duğu, Necran Hristiyanlarıyla yapılan sözleşmeden de pekala çıkarılabilir. (35) İslam, bu ahval ve şeraitte azın­lıkların hak ve hürriyetlerini ko­rumuştur. Nitekim, Müslümanlardan biri tarafından öldürülen zımminin du­rumu Hz. Peygamber (s.a.s.)’e intikal ettirilince;

- "İçinizde onun emniyetini sağ­lamaya en yetkili olanınız benim " di­yerek kısası emretmiş, katil de bunun üzerine öldürülmüştür. (3Ğ) Buna ben­zer bir vak’a Hz. Ömer zamanında ce­

reyan etmiş, o da Hz. Peygamber (s.a.s.)’in uygulamasına benzer bir uy­gulamada bulunmuştur.(37)

İslam, azınlıkların gözetilerek hi­mayelerini ve haklarına do- kunulmamasını emretmekle kalmamış, vatandaşlığın yanı sıra onların "Allah ve Rasulü’nün zimmetinde oluşları" şeklindeki izafi konumlarını da temel bir ilke olarak baş tacı etmiştir.

İslam, azınlıkların korunması ve ayırımcılığın önlenmesi konusunun Birleşmiş Milletler İnsan Haklan Ko- misyonu’nca 1947 yılında gündeme getirilmesinden 1400 küsür yıl önce onlann her türlü hak ve hürriyetlerini garanti altına almıştır.

İslam’da zulmün hiç bir çeşidine, etnik kökeni ve dini ne olursa olsun, izin verilmemiş, buna herhangi bir geçit sağlanmamıştır.(38)

İslam’ın hükümran olduğu ül­külerdeki azınhklann seçme ve se­çilme haklarının bulunduğu, her türlü İdarî tasarrufta söz sahibi oldukları, mahallî ve yerel meclis üyeliklerine seçilerek Müslümanlarla eşit statüde görev yapabildikleri bilinen bir ger­çektir. Ne Kur’ân ne de Sünnet’te, - azınlıkların kendi anadillerini, dini er­kanlarını, kültürlerini, gelenek ve gö­reneklerini giyim kuşam ve ya­şayışlarını vb. muhafazayı engelleyen amir bir hüküm bulmak mümkündür.

Ayrıca İslam’ın bugün "azınlıklar" olarak tanımlanabilecek kişiler için tüm hukuk özerkliği öngören tek hukuk düzeni olduğu söylenebilir. Bu konuda A. von Kremer şöyle yazıyor; "Azınlıklar hemen hemen mükemmel bir hukuk özerkliğine sahiptir. Zira hükümet onlara kendi iç işlerinin ida­resini bırakmıştı ve dini önderleri, yal­nızca aynı dine mensup olanları il­gilendiren durumlarda hakimlik görevini yüklenebiliyorlardı.”

İslam’ın azınlıklara tanıdığı her sa­hadaki hak ve hürriyetleri Osmanlı İmparatorluğu da aynen ve arttırarak devam ettirmiştir. Bir defasında Yavuz Sultan Selim Rumların bir dav­ranışına kızmış, Müslüman olmalarını, aksi takdirde şehri terk etmelerini is­temişti. Bunun üzerine Şeyhülislam Zembilli Ali Cemali Efendi, fermanın İslam’a uygun bir tatbikat ola­mayacağını söylemiş, Yavuz Sultan Selim de bu kararından vazgeçmiştir. (40)

İslam’ın gayr-i müslimlere verdiği

hak ve hürriyetleri en geniş şekilde ül­kesinde yaşayan azınlıklara uygulayan Osmanlı İmparatorluğu’ndan sonra Türkiye Cumhuriyeti Devleti de, hiç kısıntı yapmaksızın azınlıklara karşı toleransını en üst düzeye çıkarmıştır. Aşağıda okuyacağınız satırlar, Ermeni Patriği Dinlerarası İlişkiler Sorumlusu Mesrop Mutafyan’ın 11 Haziran 1997 tarihindeki beyanatından aynen alın­mıştır:

"Türkiye’de yaşayan Ermeni asıllı azınlıkların ruhanî merkezi olan İs­tanbul Ermeni Patrikliği, Fatih Sultan Mehmet Han tarafından 1461 yılında verilen dinî hürriyet ve toleransın 536. yılını kutlayacaktır. Ben şahsen bir ki­lise tarihçisi olarak böyle bir olaya Dinler Tarihi’nin başka hiçbir say­fasında rastlamadım."

Aynı şekilde ülkemizde yaşayan Bulgarlar, Sultan I. Abdülmecid’in 27 Şubat 1870’de İstanbul’da yaşayan Bulgar azınlığa tanıdığı müstakil ki­lise kurma izninin 125. yılını 27 Şubat 1995’te büyük bir coşku ile kut­lamışlardır.

Hemen belirtelim ki Osmanlı İm­paratorluğu (1299-1923) çok etnik ve dinî kökeni farklı azınlıkları, şefkatli bir baba gibi bünyesinde barındıran dünyanın en uzun ömürlü im­paratorluğudur. Böyle bir uygulama ile bu kadar uzun ömür süren ikinci bir imparatorluk gösterilemez.

Bütün bu tesbitler ışığında di­yebiliriz ki İslam, Müslüman-Azınlık ayırımı yapmaksızın, idaresi altındaki bütün vatandaşlara karşı tam an­lamıyla hak ve hürriyetler vermiş, hiç­bir ferdini mağduriyete uğratmayacak hukukî düzenlemeler getirmiş, sis­temini hiçbir zaman statik bir temel

üzerine bina etmemiştir. "Ezmanın ta- ğayyürü ile ahkamın tağayyür ede­ceği" ilkesini Mecelle’de mad- deleştirmeden çok önceleri de, ruhen ve fikren bu felsefenin muakkibi ol­muştur. İşte bundan dolayıdır ki, İslam’ın hoşgörü ikliminde, Müs­lümanlarla birarada yaşayan azın­lıklardan hiçbir ferdin mem­nuniyetsizliği görülmemiştir. İhtidaların bir sebebi de burada aran­malıdır. 4,

(1) Osmanlı İmparatorluğu’nun imparatorluk hu­dutları dahilinde zenci esir satışını yasaklayan kanunu 1889 yılında yayımlamış olması, insan hak ve hürriyetleri açısından önemli bir ha­disedir.
(2) Bkz. Maide, 8; En’am, 152; Tevbe, 29; MUm- tehine,8.
(3) Bkz. Bakara, 30; En’am 165; Fatır, 39; Yunus, 14; Sa’d, 26.
(4) M. Hamidullah, İslam Devlet İdaresi, çev. Kemal Kuşçu, İst. 1963, s. 242 vd; Ahmet Özel, İslam Hukukunda Ülke Kavramı, İst. 1982, s. 75.
(5) Nisa, 58. Bu ayet-i kerimedeki emanet ve ada­lete riayet emri ebedî ve genel bir düsturdur.
(6) Muhammed Hamidullah, Vesaik, Beyrut, 1979, s. 61; İslam Peygamberi, çev. S. Tuğ, İst., 1967,1,131.
(7) Ahmet Akgündüz, İslam Anayasası, İst. 1989, s. 37; Maruf Devaiibi, İslamda Delvet ve İk­tidar, çev. Mehmet S. Hatipoğlu, İst. 1985, s. 45; A. Reşid Tumagil, İslamiyet ve Milletler Hukuku, İst. 1972, s. 244.
(8) Vesaik,s. 180-181.
(9) Geniş bilgi için bkz. Levent Öztürk, İslam Toplumunda Birarada Yaşama Tecrübesi, İst. 1995.
(10) Tin, 4.
(11) Şuara, 183.
(12) ibn Manzur, Lisanü’l-arab, "hurr" mad. Beyrut. 1969.
(13) Abdulkerim Osman, İslam’da Fikir ve İnanç Hürriyeti, çev. Ramazan Nazlı, İst. trz; M. Said Yazıcıoğlu, Maturidi ve Nesefi’ye Göre İrade Hürriyeti, Ank. 1988.
(14) Bakara, 256.
(15) Yusuf, 103. Ayrıca bkz. Yunus, 99; Kasas, 56; Enam, 35; Nahl, 125.
(16) Hac, 17. ’
(17) Mümtehine, 8.
(18) Kehf, 29.
(19) Muhammed Hamidullah, İslam Anayasa Hukuku, çev. M. Sabrı Kiiçükaşçı, İst. 1995, s. 209.
(20) Kafinin, 1-6.
(21) Geniş bilgi için bkz. Yusuf Kardavi, Gayru’i- müslimin fı’l-miictemai’l-İslami, Beyrut, 1985; İslam Peygamberi, 1,366 vd.
(22) İbn Sa’d, et-Tabakatü’i-kübra, Beyrut,
1976,1,289.
(23) Hucurat, 13.
(24) Ahmet b. Hambel, Müsned, Kahire, 1968, V, 411.
(25) Bakara, 272.
(26) Ebu Ubeyde, Kitabu’l-emval, Kahire, 1970, s. 35.
(27) Ebu Yusuf, Kitabu’I-harac, Şam, 1970, s. 72.
(28) Kitabu’l-emval, s. 36.
(29) Mümtehine, 8. Aynı konuyu teyit etmesi açı­sından ayrıca bkz. Bakara, 190,193,194.
(30) İsra, 70. Bu yüceltme, insan türü içindir; sa­dece Müslümanlara has değildir. Irkları ve dinleri farklı, Müslümanların dışında kalan bütün insanları ihata etmektedir.
(31) Buhari, Sahih, II, 158; Müslim, Sahih, VII.
29. Hadis-i Şerif sahih ve muttefekun aleyh’tir.
(32) Kitabu’l-harac.s. 144.
(33) Bazı İslam hukukçuları Cizye’yi “Koruma vergisi" olarak adlandırmışlardır.
(34) Mevdudi, İslamic Law and Constitution, Karaşı, 1955, s. 76.
(35) Said Ramazan, İslam Hukuku, çev. Bayram Çam, İst. 1988, s. 171.
(36) Ali b. Ömer ed-Darekudni, es-SUnen, tah, A. Haşim Yemani, Medine, 1966,11,165.
(37) Zeylai, Nasbu’r-raye li ehadisi’l-hidaye, Ka­hire, 1938, IV, 336; Mustafa Fayda, Hz. Ömer Zamanında Gayr-i Müslitnler, İst. 1989, s. 67.
(38) Bkz. Bakara, 124, 258; Nisa, 168, 169; Maide, 15; En’am, 21, 129, 135; A’raf, 44; Tevbe, 109; Hud, 18, 100, 102; Yusuf, 23.
(39) İslam Hukuku, s. 187.
(40) Necati Öner, İnsan Hürriyeti, İst. 1982, s. 99; Bilal Eryılmaz, Osmanlı Devletinde Gayr-i Müslim Tebanın Yönetimi, İst. 1990, s. 26-31.
(41) Geni; bilgi için bkz. Osman Çetin, Sicillere Göre Bursa’da İhtida Hareketleri, Ank. 1994.