Makale

EVRENSEL DİNLERİN İNSAN HAKLARINA BAKIŞI

EVRENSEL DİNLERİN İNSAN HAKLARINA BAKIŞI

Prof. Dr. Ömer Faruk HARMAN
Marmara Üniv. İlahiyat Fak. Öğretim Üyesi

A- HAK KAVRAMI:

Hak kavran., sözlükte "gerçek, sabit ve doğru olmak, gerekmek, bir şeyi gerçekleştirmek" anlamlan ya­nında "buyurmak, bir kanunla sabit hale getirmek; Tanrı veya insanlara karşı ödev, hukuk, imtiyaz" manalarına da gelmektedir.

Hak kelimesi adâlet; adaletin veya geleneğin gerektirdiği 21 veya kişiye tanıdığı şey, gerçek ve doğru olan şey, gerçeğe uygunluk, anlamlarında da kullanılmaktadır.

Kur’an’da, hadislerde ve diğer İslami kaynaklarda hak kelimesi di­ğerleri yanında "korunması, gö­zetilmesi ya da sahibine ödenmesi gerekli olan maddi veya manevi imkan, pay, eşya ve menfaatler; görev, sorumluluk, borç” gibi anlamlarda da kullanılmıştır.

Hukukta, "ferdin korunmasını is­teme konusunda yetkili sayıldığı, hu­kuken tanınmış menfaat", diğer bir ifa­deyle "hukuk tarafından korunan ve bu korumadan yararlanılması ferdin iradesine bırakılan menfaat" şeklinde tanımlanmaktadır ki bu tanımda hem şahıslara hukuk düzeni tarafından ta­nınan bir irade kudreti veya ha­kimiyeti hem de hukuk tarafından ko­runan menfaat unsurları yer almaktadır. Ancak hem iradeyi esas alan yorum hem de menfaati esas alan tanım tenkid edilmiştir.

Başka bir ifadeyle hak, kişiye sahip olduğu menfaati korumak üzere hukuk düzenince tanınmış olan irade kudretidir.

Haklar çok değişik şekillerde sı­nıflandırılmışlardır. Haklar, ait ol­dukları hukuk dalına göre kamu hu­kukundan doğan haklar ve özel hukuktan doğan haklar olmak üzere iki büyük bölüme ayrılır. Kamu hak­lan kişinin toplumla ve devletle olan ilişkilerinden doğan haklardır. Kamu haklarının klasik ve geleneksel türleri kişisel haklarla siyasal haklardır. Ki­şisel haklar kişinin belirli yaşama alanlarının mahfuz (saklı) tutulmasına ilişkin haklardır. Kişinin maddi ve ma­nevi varlığıyla ilgili olan ve bu var­lığın geliştirilmesi amacını taşıyan ki­şisel hakların başlıcaları; kişi ve konut dokunulmazlığı, hususi hayatın giz­liliği, din ve vicdan özgürlüğü, ha­berleşme özgürlüğü, düşünce ve ifade özgürlüğü, vs.dir. Siyasal haklar ise devlet yönetimine katılmayı amaç­layan (yurttaşlık, seçme, seçilme, kamu hizmetlerine girme hakkı gibi) haklardır. Diğer taraftan sosyal ve ekonomik alanlarda da kişilerin sahip olmaları gereken (mülkiyet, çalışma, sözleşme, öğrenim, sağlık, sosyal gü­venlik gibi) haklar söz konusudur.

Özel hukuktan doğan haklar da:

* Mutlak ve nisbî

* yalın-yenilik doğuran

*devredilebilen-devredilemeyen haklar olmak üzere, çeşitli ba­kımlardan sınıflandırılmaktadır.

İslam hukukunda ise haklar:

a) Allah hakkı

b) Kul hakkı şeklinde ikiye ay­rılmış olmakla birlikte bir kısım fiil ve hükümler hem kul hem de Allah hak­kını ilgilendirdiğinden zorunlu olarak karma nitelikli haklar şeklinde üçüncü bir gruptan söz edilmiş hatta bu üçün­cü grup da kendi arasında Allah hak­kının veya kul hakkının galip oluşuna göre ikiye ayrılmıştır.

1) Allah hakları:

Bütün haklar Allah’a ait olduğu halde bazı haklar özellikle ona izafe edilmiştir.

a) İman ve ibadetler gibi yalnızca ona ait olanlar,

b) Fertlerden ziyade toplumun menfaatini ilgilendiren haklar.

Allah haklarını hiçbir kul af ve ıskat edemez.

Allah haklan (hukukullah) sekiz gruba ayrılmaktadır.

1) İbadetler

2) Vergi niteliği de taşıyan iba­detler: Sadaka-i Fıtır

3) İbadet niteliği de taşıyan ver­giler: Öşür ,

4) Ceza niteliği de taşıyan vergiler: Haraç, cizye

5) Tam cezalar: Hırsızlık, zina, içki içme gibi suçlara verilen cezalar

6) Sınırlı cezalar

7) İbadet niteliği de taşıyan ce­zalar: Keffaretler

8) İbadet, vergi veya ceza manası taşımamakla birlikte bizzat Allah hakkı olarak gereken nevi şahsına münhasır haklar: Ganimet ve ma­denlerden alınan beşte birlik devlet hakları .

2) Kul hakları:

a) Umumi kul hakları: Toplumun ortaklaşa vücuda getirdiği veya or­taklaşa sahip bulunduğu varlık ve im­kanlardan faydalanma haklan, Sağlık, eğitim-öğretim, adalet vs. Bunlardan herbir ferdin istifade etme hakkı var­dır.

b) Hususi kul haklan: Bir kimsenin işi, eşi ve özel mülkü üzerindeki hak­lan şahsa mahsus, başkasının ortaklığı bulunmayan haklardır.

Bu tasnifin dışında bir de Karma haklar vardır ki, ne sadece fertlere ne de topluma aittir. Bazan biri, bazan da diğeri ağır basar. İnsanın ruh ve beden sağlığını, hürriyet ve servetini ko­rumak, seçme-seçilme, devlet ida­resine fiil ve fikri ile katılma hakları Allah hakkının ağır bastığı haklardır. Diğer taraftan kısas, katıksız Allah haklan içinde sayılmamakta, kul hak­kının ağır bastığı karma hak olarak te­lakki edilmektedir/2)

Hakkın dört unsuru bulunmaktadır:

a) Hakkın konusu: Genelde maddi bir mal, menfaat veya bir şahıs üze­rindeki yetki şeklinde ortaya çıkar.

b) Hak sahibi: Hakkın aktif süjesi olup muamelat hukuku alanında hak sahibi kural olarak insandır.

c) Hakkın borçlusu: Hakkın pasif süjesi olup genelde mükellef adıyla anılan kişi veya kişilerdir.

d) Hakkın meşruiyeti: Dinin hukuk düzeninin bu hakkı tanımış olması veya yasaklamamış bulunmasıdır/3 4)

Hakkın menşei: İslâm hukuk dü­şüncesinde hak ister öncelikli olarak ferdin yararına tealluk eden özel bir hak (kul hakkı), ister toplum yararının baskın bulunduğu umuma ait bir hak (Allah hakkı) olsun, varlığı ve meş­ruiyeti temelde şer’i hükme bağlıdır. İslâm hukukçuları öteden beri insanın sırf insan olması sebebiyle haklara sahip bulunduğu veya hakkın men- şeinin toplum olduğu tarzında bir açıklama yerine, hakların esasen Allah’ın insanlara bir bağışı ve lutfu olduğunu ifade ederler.

Hukukun, toplumda beşeri iliş­kileri adalete uygun olarak düzene koyma ve fertlerin hak ve sorumlulukları arasında denge kurma fonksiyonu göz önünde tutulunca, hak kavramının hukuk telakkisiyle birlikte beşeri ilişkileri ve insan toplumlarının tarihi kadar, hatta kavramın fikri ve felsefi boyutu ölçü alınırsa insanlık ta­rihi kadar uzun bir geçmişe sahip ol­duğu söylenebilir. Fert ve toplumların her yönüyle hak ve sorumluluklarının belirlenmesi ve dengelenmesi ilahi dinlerin de ana konularından birini teşkil etmektedir/5^

B- İNSAN HAKLARI:

İnsan haklan günümüzün en fazla tartışılan konularından biridir. Hukuk sistemleri, siyasi rejimler, felsefi ve dini ekoller, insanın kişiliğine bağlı olarak dokunulmaz, vazgeçilmez ve başkalarına devredilmez bazı hak ve hürriyetlerinin olduğunu kabul et­mektedir; ancak insan haklarının ma­hiyeti ve sınırları konusunda henüz tam bir fikir birliği sağlanamamıştır/6)

İnsan hakları insanlara ait, tabii haklardır. İstisnasız herkes insan hak­larına eşit bir şekilde sahiptir. İnsan hakkı ve hukuk devleti terimleri 18. yüzyılın sonlarında ve 19. yüzyılın başlarında Batı düşünce çevçevesinde ortaya çıkmıştır.5 6 (7) Hukuk öğretisinde insan haklan yerine genelde temel haklar, temel özgürlükler, kamu öz­gürlükleri tabirleri tercih edilmekte ve kullanılmaktadır. Uluslararası söz­leşmeler dilinde ise genelde kullanılan

ya da seçilen terim insan hakları tam­lamasıdır/8)

İnsan haklarını:

a) Klasik Haklar

b) İktisadi ve İçtimaî haklar şek­linde ikiye ayırmak; klasik haklan ise hayat, özgürlük ve mülkiyet haklan şeklinde tesbit genellikle kabul edil­mektedir. Bunlar içinde ilk ve temel hak hayat hakkıdır. Dünyaya gelen her insan yaşamak ve yaşayabilmek için gerekli eylemleri yapmak haklarına sahiptir. Özgürlük ve mülkiyet hakları da hayat hakkından türemektedir ve onun tabiî uzantılarıdır.(9)

Günümüzde insan hakları denilince terim yalnızca klasik hakları ifade et­memekte, genellikle iktisadi ve sosyal hakları da kapsayacak anlamda kul­lanılmaktadır.

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin (1948) de ilk 21 maddesi klasik hakları, diğer dokuz madde ise iktisadi ve sosyal hakları ih­tiva etmektedir. Ana hatlarıyla bu bil­diri insanların yaşam haklarını, eşit­liğini, mülkiyeti, düşünce, vicdan ve din özgürlüğünü içermektedir.

Diğer bir ifadeyle insan hakları doktrininde temel hak ve hürriyetler insanın:

a) Vücut bütünlüğüne yönelik olanlar

b) Düşünce ve inançlara yönelik olanlar

c) Ekonomik ve sosyal nitelikli olanlar diye üç temel grupta top­lanmaktadır.

Kişi dokunulmazlığı, zorla ça­lıştırma yasağı, işkence yasağı, beden bütünlüğünün korunması, yaşama, se­yahat ve yerleşme haklan birinci grup­ta yer alan haklardandır. Düşünceyi açma ve yayma hürriyeti, basın ve yayın hakkı, ilim ve sanat hakkı, inanç ve ibadet hakkı, siyasi düşünce ve ka­naat hakkı, demek kurma, siyaset yapma ve siyasi partilere girme hakkı ikinci grupta yer alan haklardandır. Mülkiyet hakkı, çalışma hakkı, sosyal güvenlik hakkı, sağlık hakkı, çevre hakkı, sağlıklı yaşama hakkı gibi hak ve hürriyetler ise üçüncü grupta yer alan haklardandır.(10) 11

Diğer taraftan moral değerler; in­sanın şeref ve üstünlüğünü belirten in­sani değerler, temel insan haklarının temel unsurlarındandır.

İnsan Hakları ve Hukuk Devleti te­rimleri her ne kadar XIX. yüzyılın ba­şında batıda ortaya çıkmışsa da bu, insan haklarının daha önce olmadığı anlamına gelmez. Batı’da uzun mü­cadelelerden sonra ancak geçen yüz­yılda ifadelendirilen bu haklar, aslında dinlerin moral öğretilerinde var olan ilkelerden kaynaklanmaktadır. Bütün büyük dinler ve kültürler bir takım hakların mevcudiyetini asırlardan beri kabul edegelmişler, ancak uy­gulamadaki eksiklik ve aksaklıklar se­bebiyle hayata geçirilemeyen bu hu­suslar, son zamanlarda beynelmilel platformlarda seslendirilmeye baş­lanmıştır.

İnsanın şeref ve haysiyeti, üs­tünlüğü, insan hakkı, adalet, hukuk (=adalet) devleti kavramlarını in­sanlığa veren ilahi vahiy, dolayısıyla dindir.

C- EVRENSEL DİNLER

Dinler, çok çeşitli şekillerde ve farklı kriterlere göre tasnife tabi tu­tulmuşlardır. Dinlerin tasnifi, din bi­limlerinin veya dinler tarihinin temel görevlerinden biridir, ancak kriterlerin farklı oluşu, farklı tasnif şemalarının ortaya çıkmasıyla neticelenmektedir. Bu tasnif türlerinden biri de dinlerin:

İlkel, Milli, Evrensel, olmak üzere bir ayrıma tabi tutulmasıdır. Tebliğini sa­dece belli bir etnik gruba, millete veya coğrafi bölgeye değil de bütün in­sanlığa yönelten, onları davet eden, doktrinini ve mesajını insanlara yayan dinlere evrensel veya misyoner dinler denilmektedir/l2) Gustave Mensching dinleri: milli ve evrensel olarak ikiye ayırmakta, evrensel dinlerin özel­liklerini şu şekilde tesbit etmektedir:

1) Evrensel din bütün insanlığa hitap eder.

2) Genişleme yeteneği çok faz­ladır.

3) Evrensel dinin konusu ferdin vicdanıdır.

4) Evrensel din, dini uluslararası hale getirme çabasıdır.

Milli dinler, bir milletin ruhani malı olduğu, bu milletin hududunu aş­madığı halde bazen milli dinlerden bir dünya dini çıkmaktadır. Yalnız ya- hudilere mahsus bir dinden Hris- tiyanlığın, Hindistanın milli dininden, Asya’nın büyük bir kısmına yayılan Budizm’in ortaya çıkması gibi/13)

Genelde kabul edildiği şekliyle Hindû ve Konfiçyüsçü toplumlar milli birliklerdir, fakat İslam, Budizm ve Hristiyanlık geniş bir milletler ve halklar kalabalığına şâmildir/l4) 15 Bu­nunla birlikte klasik Hinduizmin (M.Ö. V, M.S. X. asırlar) mis­yonerliğe yer veren bir din olduğu

ileri sürülmektedir. Etnik bir din oluşu ve doğuma dayanan bir kast sis­teminin mevcudiyeti nedeniyle, dı­şarıdan birinin Hinduizm’e girişinin mümkün olmadığı görüşünün yanında, Hinduizm’in Güneydoğu Asya’ya ya­yılış gerçeği klasik Hinduizm’in mis­yoner bir din olduğu kanaatinin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.(l5)

D- EVRENSEL DİNLER VE İNSAN HAKLARI

1) Yahudilik te İnsan Hakları:

Yahudi-hristiyan geleneğinde in­sanın değeri kavramı, onun Tanrı su­retinde yaratılmış olması doktriniyle birleştirilmiştir. Tevrat’ta insanın, Tanrı’nın suretinde yaratıldığı be­lirtilmekte (Tekvin 1/26-27); denizin balıklarına, gökyüzünün kuşlarına ve sığırlara ve bütün yeryüzüne ve yerde sürünen her şeye hakim olması, yer­yüzünü kendisine tabi kılması bek­lenmektedir. (Tekvin 1/26,28)

İnsanın Tanrı’nın suretinde ya­ratıldığı imajı, Rabbinik öğretide in­sanla ilgili temel konudur. Bu açıdan insan, diğer bütün yaratıkların fev- kindedir ve yaratılışın nihai amacını temsil eder. Zaten yaratılış kıssasına göre de insan, bütün varlıklardan sonra veya diğer bütün varlıklar insan için yaratılmıştır (Tekvin, 1-2).

Rabbinik geleneğe göre, bir insanı kurtaran herkesi kurtarmış; birini öl­düren de herkesi öldürmüş gibi ol­maktadır. <16) Tevrat’ta: "Komşunu ken­din gibi seveceksin" denilmektedir (Levililer, 19/18).

Rabbiler insan ve Tanrı arasındaki ilişkiyi, aynı zamanda insanın yer­yüzüne bağlı oluşu açısından da ele al­mışlardır. İnsan bir yanıyla da dün­yaya aittir. İnsanı ilahi olanla birleştiren, onu daha değerli pozisyona getiren şey ise Tevrat’ı tatbik et­mesidir/17 18)

Diğer varlıklar arasında yalnızca insan Tann’nın şuurunda olmaya muk­tedirdir. Tanrı’nın nuru onun ruhunda mündemiçtir. Bu sebepledir ki ona, evrenin üzerinde tam hakimiyet ve­rilmiştir (Tekvin 1/26-28). Rabbinik literatüre göre Tanrı’ya eş olan yal­nızca insandır. (]8)

Rabbinik düşünce bütün varlıkların insanın hayrına yaratıldığını kabul eder. Onun, en son yaratılmasının se­bebi diğer varlıklara egemen olu­şundan dolayıdır/19 20) İnsan me­leklerden de üstündür.(20)

2) Hristiyanlıkta İnsan Haklan

Yahudilikte olduğu gibi Hris- tiyanlıkta da insanın değeri kavramı, onun Tanrı suretinde yaratılmış olması doktriniyle birleştirilmiştir. Günahkar yaratılmış olması bile onun değerli oluşuna zarar vermez. Dolayısıyla Kosmos’un, insan ve ilahi varlıklar için yaratıldığı kabul edildi. Or­taçağlar boyunca panteistik felsefenin gelişmesi insanı daha değerli bir ko­numa getirdi ve insan, Tanrı’nın özün­den bir parça olarak görüldü/21)

Katolik kilisesi insanın değerini ve Tanrı huzurundaki durumunu de­ğerlendirirken onu tabii ve ulvi olmak üzere iki yönden ele almaktadır. İn­sanın tabii yönü onun biyolojik ve psi­kolojik kısmını, ulvi yönü ise Tanrı’dan aldığı inayeti gös­termektedir. İnsan ancak Tanrı’nın ina­yeti ile değerli bir varlık haline gel­mektedir. İnsanın tabiî yönü asli günahla bir batağa düşmüşse bile ulvi yönü ile ebedi kurtulmuşluğa erişir.

Kilise uzun süre insan haklarını görmezden gelmiştir. XIX. Yüzyılda kilise ortak çıkarları ve sosyal nizamı bozar gerekçisiyle bireyi ön plana çı­kartan liberal insan hakları anlayışını reddetmiştir. Papalar insan haklarını onaylamayı, mutlak değerleri göreceli hale getirecek endişesiyle kabul et­memişlerdir. Bu çatışma Tanrısız bir medeni dünya veya özgürlüksüz bir hristiyan dünya olarak da takdim edil­miştir.

İnsan haklan konusunda Katolik kilisesindeki köklü değişiklik, Papa Jean XXIII ve II. Vatikan konsilince olmuştur. Bunun delili Papa’nın "Pacem in terris” tamimi ve II. Va­tikan konsilinin "Dini özgürlük dek­larasyonu" dur ki, her insana özgürce dinini seçme hakkını tanımaktadır. Ancak daha önceleri Katolik ki­lisesinin insan haklarına karşı tavrı menfi idi.

Hristiyanlığm insan haklarına ba­kışını, teolojik temeli ve tarihi seyri içinde şu şekilde tesbit etmek müm­kündür:

İnsan hakları denilince anlaşılan temel unsurlar özgürlük, eşitlik ve sos­yal hayata iştiraktir. İştirak unsuru gü­venlik ve mülkiyet unsurlarını da ge­rektirmektedir. Eğer insan haklarının temel yapısı bu üç unsura irca edi­liyorsa, o takdirde insan hakları dokt­rini ile Kitâb-ı Mukaddes ve Hris- tiyanhğın insana bakışı arasında uyum vardır.

İnsanın onurunun temeli Kitab-ı Mukaddes’de Tanrı’nın suretinde ya­ratılmış olmasına dayandırılmaktadır (Tekvin 1/26). Bu demektir ki Tanrıya karşı gelmeden, küfür irtikap etmeden insan haklarına saldırılamaz, çünkü insan Tanrı suretinde yaratılmıştır ve dolayısıyla insan hayatı kutsallık ka­zanmıştır. Yine Tevratta insan kanı dökmek, onun Tanrıyla olan ilişkisiyle bağlantılı kılınmıştır: "Her kim adam kanı dökerse onun kanı adam eliyle dökülecektir; çünkü Allah kendi su­retinde adamı yaptı" (Tekvin 9/6).

İnsanın Tanrı suretinde ya­ratılması, bütün insanların kendi ara­larında eşit oluşlarının temelidir. Do­layısıyla monoteizmle insan hakları arasında zaruri bir bağ vardır. Tan­rının suretinde yaratılan insan, işlediği günah sebebiyle Tanrı huzurunda hak­kını kaybetmiş, Musa şeriatı da dahil hiçbir vasıtayla Tanrı huzurunda ken­dini haklı gösteremeyen insan, ancak İsa Mesih’in ölümü ve dirilişi suretiyle ilahi adaleti karşılıksız olarak ka- zanabilmiştir. Dini cemaatten atı­lanlara karşı davranışı ile İsa, her in­sanın -günahkar bile olsa- Tanrı huzurunda haysiyetini muhafaza et­tiğini göstermiştir/22)

Hz. İsa sonrasında insan hakları karşısında Katolik kilisesinin tavrını üç merhalede ele almak mümkündür:

a) Kilise ve Devlet Anlaşması:

İlk üç asır boyunca antik dünyanın insan hakları kavramına karşılık hris- tiyanhğın özgürlük mesajı etkili ola­madı. Pek çok hristiyan dini öz­gürlüklerini savunmak için öldüler. IV. asrın başlarında hristiyanlık ser­besti kazandı ancak devlet dini ol­duktan sonra Hristiyan sezarların kontrolüne geçti. Kilise ve Devlet ara­sında gizli anlaşma oldu ve im­paratorların politikası kilisenin birliği ve yayılmasını desteklediğinde, pis­koposlar devlet gücünü heretik ve şiz- matiklere karşı kullanıyorlardı.

Kilise Babaları döneminde dinî öz­gürlük, Katolik Kilisesi lehine be­lirleniyordu. İmparatorların, siyasi bir­lik için zorunlu gördükleri dinî birlik, piskoposlarca hristiyan imanının temel bir zorunluluğu olarak ele alınıyor, bunun sağlanması için devletin yar­dımına müracaatta tereddüt gös­terilmiyordu.

Büyük teolog St. Augustin inatçı Donatistlere karşı güç kullanımı haklı görüyordu. O, Incil’deki ifadeyi (Luka 14/23), yegane kurtarıcı hakikat için dış baskı kullanımını haklı göstermek üzere yorumluyordu. Madem ki İsa Mesih’te bildirilen hakikat, bütün in­sanlığın kurtuluşu için gereklidir, o halde insanları bu hakikatte tutmak

için bütün bu araçlar veya ona tabi kıl­mak için baskı yapmak gereklidir.

İşte bu düşünce "zorunlu hakikat" ideolojisinin doğmasına sebep ol­muştur ki bunun, sonraki hristiyanlık tarihinde çok kötü neticeleriyle kar­şılaşılmaktadır.

Kilisenin durumu, hristiyan kral­ların menfaatiyle çakıştığı ölçüde "Ki­lise dışında kurtuluş yoktur" aksiyonu milyonlarca insanın ölmesini haklı gösterecek ideolojik destek hizmeti gördü.(23)

Patristik döneme göre Ortaçağ çok daha müsahamasızdı. Yahudi ve müs- lümanlara, belli ölçüde vicdan öz­gürlüğü tanınmakla birlikte, heretik ve şizmatiklere karşı mutlak to­leranssızlık vardı. XI. yüzyıldan iti­baren ölüm cezası, vaftiz olduktan sonra dinden çıkanlar için carî uy­gulama oldu. XII. yy.’da Papa IX. Grégoire Kral II. Frederic’le mutabık kalarak engizisyonu, inatçı he- retiklerle mürtedlere karşı ateşte ya­kılmayı tesis etti.

St. Thomas d’Aquin, Mesih’e iman özgürlüğünü kabul etmekte ve fakat bunu terketme özgürlüğünü ta­nımamaktadır. O şöyle demektedir: "İmanı kucaklamak irade işidir fakat kabul edilen imanda devam etmek zo­runluluk işidir."

Bütün ortaçağ boyunca dini alan­daki bu özgürliiksüzlük devam et­miştir.

b) Liberalizmi Aforoz:

Fransız ihtilali ve 26 Ağustos 1789’da ilan edilen insan ve vatandaş haklan deklarasyonu, Katolik kilisesi ile insan hakları ilişkisi tarihinde yeni bir dönemi başlatmıştır.

Deklarasyon, insanın kutsal, dev­redilemez tabii haklarını tanıyordu. Bu haklar hürriyet, mülkiyet, emniyet ve baskıya mukavemet idi. Onuncu madde hiç kimsenin dini düşünce de dahil; bütün düşünceleri sebebiyle te­dirgin edilemeyeceğini, Onbirinci madde düşünce ve kanaatlerin ser­bestçe bildirilebileceğini belirtiyordu.

Bu ilk bildiriye karşı XVIII. ve XIX. yüzyıl papaları bu tür fikirleri aforoz ettiler. Papa IV. Paul, 1789 Be­yannamesinin redaktörlerini mahkum etmiştir. Papa’nın ifadesinde iki husus dikkati çekmektedir ki, bunlar; temel özgürlük hakkının aşırı bir özgürlük olarak telakki edilmesi ve hristiyanların özgürlük için mücadelesinin ancak katolik anlamda dini özgürlüğü savunma için sözkonusu olduğudur.

XIX. asır boyunca papalar, modem zamanların kötü ideolojisi olarak ge­çersiz kabul edilen liberalizme karşı verip veriştirmeye ara vermediler. XVI. Grégoire, 1832’deki Mirari; IX. Pie de Quanta cura (1864) ge­

nelgesinde vicdan özgürlüğünü talep etmeyi sayıklamak, yayın öz­gürlüğünü iğrenç olarak nitelediler.

Bir taraftan kilise düzeni ile sosyo- politik düzenin karışması, Ortodoksluk ve birlik için şiddet kullanımını haklı kılması diğer taraftan kilisenin, mutlak hakikate sahip olduğu kanaati kiliseyi, hakikatin hakları için insan haklarını fedaya şevketti.

c) Katolik Kilisesinin İnsan Haklarını Kabul ve Des­teklemesi:

II. Vatikan Konsilinde katolik ki­lisesi resmen insan haklarını kabul etti. Gaudium et Spes’de: "Kendisine emanet edilen İncil gereği kilise insan haklarını ilan etmektedir. Kilise, bu haklara yeni bir açılım veren za­manımız dinamizmine büyük önem vermektedir" denilmektedir. Dignitatis humanoe ise dini düşünce öz­gürlüğünü kabul etmektedir. .

Bu deklarasyondan önce de Jean XXIII, 1948 İnsan Hakları Be­yannamesini Pacem in terris adlı ge­nelgesinde onaylamıştır. Ondan önce Pie XI ve Pie XII’de insan hakları le­hine büyük dönüşümü başlatmışlardır. Artık kilise insan haklannı aforoz et­mediği gibi modem dünyadaki temel görevlerinden birinin insan haklarını savunma ve geliştirme olduğunu beyan etmektedir. Papa Jean XXIII öncekilerden farklı olarak doğrudan,

hristiyanların ötesinde bütün insanlara hitap etmektedir. Jean XIII’den sonra Paul VI ve Jean Paul II insan haklarını savunma şampiyonu olmuşlardır.

Kilisenin tavrındaki bu de­ğişikliğin çeşitli sebepleri vardır. Bir taraftan Kilise batı demokrasilerindeki gelişmenin farkına varmıştır, diğer ta­raftan özgürlüğü savunmanın mutlaka ateizmi savunmak ve ruhban sınıfı karşıtlığı olmadığını anlamıştır.(24)

Kilise yayınladığı Centigesimus Annus genelgesinde insan haklarını kabul etmişse bile’şartsız etmemiştir. Bu genelgede temel haklar şu şekilde sıralanmıştır: Yaşama hakkı, ahlâki açıdan iyi bir çevrede yaşama hakkı, gerçeği arama ve bilme hakkı, iş yapma, aile oluşturma hakkı.(25)

Kalvinist geleneğe göre insan hak­kını, insanın Tanrıya mutlak bağlılığı belirler. Tanrı mutlak olarak her şeyin sahibidir, gerçek irade onundur. Bu sebeple insan haklan Tanrı’nın ira­desine bağlıdır. İnsan hakkının kay­nağı Tanrıdır. İnsanın biricik görevi, Tann’ya hizmet etmektir, hak ancak bundan sonra gelir. Bu sebepledir ki neo calvinist Abraham Kuyper, Fran­sız devrimindeki insan hakkı kav­ramını reddeder .(26) 27 28

Bununla birlikte insan başkasının hakkını da gözetmekle yükümlüdür. Calvin’e göre insanın Tanrı suretinde yaratılmış olması ona eşsiz bir yer sağlamaktadır. Bundan dolayıdır ki

bütün insanlar saygın bir yere sahiptir; herhangi bir insana zarar vermek, Tanrı’nın suretini zedelemek anlamına gelir/27) ,

Protestanlara göre insanı kilisenin boyunduruğundan kurtararak ilahi lü- tufa iman etmeye davet etmekle Re­form, düşünce hürriyetinin temelini at­mıştır. Protestan teolojisinde insan hakları Kitâb-ı Mukaddes’in iki verisi üzerine temellendirilebilir: Tanrının vadi ve ilahi Kanun’un içeriği, İncil vasıtasıyla Tanrı’nın bütün insanlara va’di, onların özgürce yaşayacaklarına dair sözdür. Böylece bütün insanların eşit üstünlüğü tesis edilmiş ol­maktadır. Tanrı’nın kanunu bu hür­riyetin nasıl uygulanacağına dair for­mel şartlan belirler ki bu da Tann’ya ve diğer insanlara saygıdır. Şu halde insan hakları ifadesi, saygıyı ve Tanrı’nın vadinin inceliğinin kabulünü beraberinde getirmektedir.(28>

Hristiyan düşüncesi için insan hak­lan, kişinin tabiatı gereği sahip ol­duğu, pozitif hukukun tesis etmediği ve ondan aşkın; pozitif hukuktan önce ve sonra var olan haklardır/29 30) Hris- tiyanlığa göre şahsi hakların hepsi aynı derecede önemli değildir. Bun­ların hepsini eşit saymak modem li­beralizmin bir hatasıdır. Yaşama hakkı temel haktır. Çalışma hakkı ise tabii bir zorunluluğu doğrudan tatmin tar­zıdır.

3- Hinduizm’de İnsan Hakları:

Hinduizmde bütün varlıklar bir­birlerine dönüşebildikleri için mutlak bir ayrım yoktur. Bütün evren can­lılarla doludur ve bütün hayat kut­saldır; çünkü ilahi ruhtan kaynağını alır. Bundan dolayı hiç kimse bir diğer varlığa saygısızlık edemez. Hin­duizm’de insan hakları kavramı, bu eşitlik prensibine dayanır.(3°)

Gandhi’ye göre Bhagavat Gita bütün dinlere ait öz değerleri taşır, bundan dolayı da insan haklan kav­ramının Hinduizm içerisindeki temel kaynağıdır. Gandhi, Gita’da birbirine zıt iki kavram bulur: İnsanın yaşama hakkı ve öldürmemek ile düşmanına karşı mücadele etme. Gita’da ahimsa (öldürmemek) kuralının olduğu doğ­rudur; fakat, anasakti (kayıtsız kalma) prensibi, kişinin; kendisini kin, haset, arzu gibi olumsuz şartların pen­çesinden korumasını öğütler. Bu alan­da anasakti pozitif bir tutumdur. Düş­manlara karşı mücadelenin esası da anasakti’den kaynaklanır/31)

4- Budizm’de İnsan Hakları:

Budizm’deki insan hakları kav­ramı, batı düşüncesindekinden fark­lıdır. Batı’da insan hakları yalnızca in­sanla ilgili tanımlamaları içerir, bundan dolayı insan merkezlidir (ant­hropocentrique). Oysa Budizm’de hak tanımı geniştir ve insanla tabiattaki diğer herhangi bir canlı arasına mesafe koymadan hayvanları hatta bitkileri bile içerir. Öte yandan insan hak­larının tanımı yalnızca insan ta­rafından yapılmıştır. Oysa Budist koz­molojisinde insan olmayan ama bilinç taşıyan diğer canlılar açısından da ya­pılmaktadır. Bundan dolayı daha geniş bir tanımlamaya sahiptir ve insan ötesi merkezlidir/32)

Budizmdeki eşitlik kavramını şu şekilde özetlemek mümkündür:

à- Kast’a dayalı ayrımların reddi ve insani karaktere önem verilmesi.

b- Ortak insani değerlerin (ahlak, diğerlerinin acısına ortak olma gü­düsü, hür irade, özel yetenekler) ka­bulü.

c- Hayvanları da içine alacak şe­kilde bütün varlıkların aynı ortak ka­dere (ızdırap) maruz oldukları.

d- Bütün varlıkların kartnik yasa ve yeniden doğumu içeren yasaya tabi olmaları. Bu inanç Budizmin eşitlik kavramını belirler. Evrensel yasa "dhamma" herkesin (kralların bile) uy­ması gereken yasadır. Böylece karma ve yeniden . doğumu içeren dhamma herkesi eşitleyen bir yasa olmuş olu­yor.

e- İnsanın değerli bir varlık olduğu inancı ve herkese eşdeğerde saygı gös­terilmesi gerektiği kanaati (sa- manatata). Bu da kast dışı olanlara veya suçlulara bile eş değerde dav­ranmayı gerektirmektedir.

f- Temel ihtiyaçlar ve kendini ge­liştirme imkanının herkese tanınması.

5- İslam’da İnsan Haklan:

İslam inancına göre yaratıkların en şereflisi insandır ve kainattaki her şey insanın emrine ve kullanımına mu- sahhar kılınmıştır; ancak bu, diğer var­lıkları sömürme anlamına gelmez. İnsan hakları ve hürriyeti ile insani onur, İslam toplumundan olup ol­mamaya bağlı değişken bir değer de­ğildir. Bu nitelikler bütün insanlara aittir ve her müslüman tarafından

saygı gösterilmelidir.

İslam’daki insan hakları doktrini Allah ve insanla ilgilidir; ant- roposantrik olmaktan çok te- osantriktir. İslam hukukuna göre insan haklan, Allah tarafından bağışlanmış ve Allah vergisi olan haklardır, do­layısıyla ilahi menşelidir.

İnsan hakkı, adalet ve adalet dev­leti kavramlarını insanlığa veren ilahi vahiydir. İslâm dünyasında ilahi vahye uyulmasını istemek, insan hak­larına ve adalete uyulmasını, temel hukuk ilkelerine bağlı kalınmasını is­temek demektir. Adalet ilahi kökenli ve evrensel niteliği olan ilkeler üze­rine kurulan hassas bir dengedir. Yine ilahi kökenli eşitlik ve hürriyet öl­çüleri adaleti gerçekleştirmenin araç­larından başka bir şey değildir.

İnsan hakkı kavramı Tann’nın ira­desine dayanır. O insana hilafet ödevi vermiştir: (el-Bakara, 2/30) Hilafet ödevi, yeryüzünde adaleti hakim ve kaim kılabilme demektir. Hilafet için adalet şarttır. Adalet için de insan hak­kını fiilen her bireye sağlayan düzen şarttır. İnsan hakkı, maddi ve manevi boyutlarıyla tam olarak bireye ta­nınmıştır. İnsan hakkının tam olarak tanınmış sayılması için önce yaşama hakkı tam bir güvenceye bağlanmalı, hukuki ve iktisadi bakımdan birey, can derdine düşürülmemelidir.

Kur’an’a göre insana hilafet gö­revinin verilmesi hem klasik anlamda insan haklarını, hem de sosyal hakları kapsamaktadır. Kişinin yaşama hakkı hukuki güvenceye kavuşturulduğu gibi, insana irade özgürlüğü verilmiş olduğu için düşünce özgürlüğü de ta­nınmıştır. Düşünce özgürlüğü sı­nırsızdır. (34)

İslam hukukunda güvenceye alman insan hakları evrenseldir. Temel hak­lardan yararlanma bakımından in­sanlar arasında herhangi bir fark gö- zetilmemiştir. İnsanlar şan ve şeref sahibi kılınmıştır (el-İsrâ, 17/70).

İslam inancına göre yaratıcı insanı yaratırken haklarını da belirtmiştir. Haklar insanın kişiliğinin bir par­çasıdır ve tabiî haklar ile dinler ara­sında sıkı bir ilişki vardır. Haklar ka­nunla kazanılmaz. Kanun, hakların korunması içindir.(35)

İslam’a göre insan en güzel bi­çimde yaratılmıştır (et-Tin, 95/4) ve İslam; can, mal, akıl, din ve nesil ko­runmasına özel bir önem vermiştir. "Allah katında değerli oluşun ölçüsü Ona saygı ve kulluktur." (el-Hucurat, 49/13).

(1) Lisânü’l-Arab, "hak" md., D.B. Macdonald, "HaiF.E 12 (Fr.), 111,84.
(2) Hayreddin Karaman, Anahatlanyla İslam Hukuku, 1st. 1987.1,139-145.
(3) Ali Bardakoğlu, TDV İslam Ansiklopedisi, XV, s. 141.
(4) Ali Bardakoğlu,a.g.m., s. 142.
(5) Ali Bardakoğlu,a.g.m.,s. 139.
(6) Şükrü Karatepe, "İnsan haklarının ilahi te­melleri", Doğuda ve Batıda İnsan Haklan, Ankara 1996, s. 109; Mustafa Yayla, İslam Hukukunda İnsan Haklan ve Eşitlik (Ba­sılmamış doktora tezi), İst. 1994, s. 9.
(7) Hüseyin Hatemi, "İslamda İnsan Hakkı ve Adalet Kavramları", Doğuda ve Batıda İnsan Haklan, Ankara 1996, s. 1.
(8) M. Yayla,a.g.e.,s. 7.
(9) Atilla Yayla, "İnsan Haklarının Kavramsal ve Aktüel Anlamı", Türkiye Günlüğü, XIV (1991), s. 104.
(10) Şükrü Karatepe,a.g.m.,s. 109.
(11) Hüseyin Hatemi, a.g.m.,s. 3.
(12) Jacques Wardenburg, Des dieux qui se rapp­rochent, Genève 1993,s.61.
(13) Annemarie Schimmel, Dinler Tarihine Giriş, Ankara 1955, s. 3-4.
(14) Joachim Wach, Din Sosyolojisi, 1st. 1995, s. 330.
(15) Arvind Sharma, "Ancient Hinduism as a Mis­sionary Religion", Numen XXXIX/2 (1992), s. 175,192.
(16) Talmud, Sanheddin, IV/5.
(17) A. Cohen, Everymen’s Talmud, New York 1975, s. 67.
(18) Genesis Rabba, 73; Skabat 109.
(19) Genessis Rabba, 8/3-9; 19/6.
(20) Numeri Rabba, 19/3, "Man (The Nature of)”, Ejd, XI, 848.
(21) C.M. Geer, "Cosmopony and Cosmology (Christian)", ERE, IV, 143.
(22) Claude GeffrĞ, "L’Eglisd Cathelique et les droits de l’homme, de l’amatheme aa Ral­liement", Droits de THomme, Tunis 1985, s. 160-161.
(23) C.Geffre,a.g.m.,s. 152.
(24) C.Geffre,a.g.m.,s 153-161.
(25) H. M. Vromm, "Religisus Ways of Life and Human Rights", Human Rights and Re­ligious Values, Michigan 1995, s. 35.
(26) H.M. Vroom, a.g.m., s. 37.
(27) A. V. Egmond, "Calvinst Thought and Human Rights", Human Rights and Re­ligious Values, s. 193, 199.
(28) Eric Fuchs, "Droits de rhomme". Ency­clopedia du Protestentisme, Paris 1995, s. 432-433.
(29) G. Jacquement, "Droit", Catholicisme, Paris 1952,111,1098.
(30) V. A. Van bijlert, "Raja Rammohun Roy’s
Thounht and its Relevance for Human Rights", Human Rights and Religious Va­lues, s. 106. .
(31) R. Femhout, "Combatting the Enemy", Human Reights and Religious Values, s. 120-122.
(32) M. Abe, "A Buddhist View of Human Rights", Human Rights and Religious Values, s. 144.
(33) Ş. Karatepe, a.g.m., s. 112.
(34) Hüseyin Hatemi, "İslam’da İnsan Hakkı ve Adalet Kavramları", Doğuda ve Batı’da İnsan Haklan, s. 1-11.
(35) Ş. Karatepe,a.g.m.,s. 113.