Makale

ŞİİRLERİYLE ÖMER NASÛHÎ BİLMEN

ŞİİRLERİYLE ÖMER NASÛHÎ BİLMEN1

Doç. Dr. Hüseyin ELMALI
Dokuz Eylül Üniv. İlahiyat Fak. öğretim Üyesi

Eski Diyanet İşleri Başkanlarından ve son devrin en büyük İslâm bilginle- rinden olan Ömer Nasûhî Bilmen’in eserlerini okuyanlar, onun eserlerin- de yer yer bazı şiirlere rastlarlar. Orada anlatılan konuyla ilgili olarak yer ve- rilen bu şiirlerin çoğu Üstad’ın kendisine âit şiirlerdir. Eserlerinde ele aldığı konulan anlattıktan sonra, konuyla ilgili olarak, duygularını da şiir halinde, bu mısralarında dile getirmiştir. Üslûbundan, heyecanla ve duygusal olarak terennüm ettiği sezilen bu mısralar, bize onun İlmî kişiliğinin yanında engin bir birikime sahip edebî, kültürel ve duygusal yönünün bulunduğunu da gös- termektedir. İşte ben bu yazımda, başka çalışmalarda çeşitli yönleriyle ele a- lınarak incelenmiş olan Üstad’ın bu yönüne de dikkat çekmek ve şiir halinde ifade ettiği fikirleriyle de onu tanıtmak ve bu arada bazı şiirlerinden de ör- nekler sunmak istiyorum. Bilindiği gibi Ömer N. Bilmen’in gençliğinde, kendi ifadesiyle “eseri sebavet olmak üzere” tanzim ettiğini söylediği “Nüzhetü ’l-Ervâh ” adh Fars- ça küçük bir divanı vardır? Ayrıca bundan başka onun “Beyânu’l-Hak” mecmuasında neşredilen şiirleri de bulunmaktadır.3 Diğer taraftan onun "Yüksek İslam Ahlâkı ” adlı eserinin sonunda “Evlâdıma Nasihat” adlı 208 beyitlik “pendnâme” diyebileceğimiz didaktik bir manzumesi vardır. Çocuk­lara ve gençlere yönelik öğütlerini içeren bu manzume, bizce, ilerde de özet olarak ele alacağımız gibi, onun eğitimle ilgili görüşlerini de, büyük ölçüde, özet olarak ihtiva etmektedir. Ö.N.Bilmen’in eserlerinde gördüğümüz şiirlerin bir kısmı onun, yukarı­da değindiğimiz eserlerinden alınmış, daha önce söylemiş olduğu o konuyla ilgili beyitleri olmakla birlikte, bunların bir çoğu da kanaatimize göre, onun eserlerini yazarken, o anda içinden gelen duygularının nazma dökülmesinden ibarettir. Bu da onun, İlmî yeteneğinin yanında, istediği zaman düşüncelerini rahatça şiirlerle de ifade edebilecek ölçüde güçlü bir şiir yeteneğine sahip ol­duğunu göstermektedir. Bu alanda büyük bir kültür birikimine sahip olduğu da onun "Dinî ve Felsefi Ahlâk Lugatçesi" adlı eserinden açıkça anlaşıl­maktadır. Bu eser, kendisinin de belirttiği gibi, ahlâkiyata aittir. Konuşmala­rımızda ve edebiyatımızda geçen 770 kelimeyi açıklamış olduğu bu eserinde, kelimelerin önce dilimizde ne anlama geldiklerini açıklamış sonra da onların ıstılahî manalarını izah etmiştir. Ayrıca bu kelimelerin her birine ait hikmetli sözler ve öğüt verici vecizelerden örnekler getirmiş ve son olarak da açıkla­dığı kelimeyi içeren kendi deyimiyle “hâfızaları tezyin edecek tarzda ahlakî, edebî birer beyit veya kıt’a ilave etmiştir. Bu beyit ve kıt’alarm çoğunu ta­nınmış şairlerimizden seçen Üstad’ımız, tesbitlerimize göre yaklaşık 230 ke­limeye de kendi şiirlerinden örnekler vermiştir. Dinî, felsefî ve ahlâkî an­lamlar taşıyan bu beyitleri, onun ilgili konulardaki görüşlerini özlü ve net bir biçimde ifade etmektedirler. Eserlerini okurken hep dikkatimi çeken bu be­yitlerin onu daha iyi tanımada önemli bir rolü olduğu kanaatini taşıdığımdan Muhterem Üstad’ı bu yönüyle ele almak istedim. Ancak takdir edileceği ü­zere, bir makale çerçevesinde onun bu şiirlerinin ve diğer eserlerinde bulu­nan bu bakımdan önemli olduklarını gördüğümüz diğer şiirlerinin tamamının ele alınıp incelenerek, bütün düşüncelerinin ortaya konulması mümkün ol­madığından, şiirleri arasında bir seçime gitmek zorunda kaldım. Dolayasıyla onu, şiirleri içerisinde daha çarpıcı bulduğum beyitleri ve şiirleriyle tanıt­makla yetinmedim. Önce şiirlerinden çıkardığımız düşüncelerini mefhum o­larak zikredip ardından da buna delil olarak konuyla ilgili şiirini naklettim.

Konunun daha iyi anlaşılması için, Üstad’ın, yazımda sunduğum düşüncele­rini, değişik ara başlıklar altında tasnif ettim.

Ahlâk:

  • Milletlerin bekası ahlâkla kaimdir. Ahlâksız bir milletin varlığını sürdür­mesi düşünülemez. Ahlâk sarsılıp bozulur, ahlâkî değerler yok olursa millet­ler mahvolurlar.

Payidâr olmaz, hayatı mahv olur bir milletin

Sarsılıp bünyân-ı ahlâkı tereddi eylese4

  • İnsanlığın bekası güzel ahlâkla kaimdir. İnsanlığa bunu sağlayacak olan da her yönüyle mükemmel olan, insanlığı düzeltme yeteneğine sahip İslâm ah­lâkıdır. Müslümanlar olarak bunun kıymetini bilmeli ve ahlâkımıza sarılma­lıyız

Hüsn-i ahlâk ile kaimdir kemâlat-ı beşer

Kabil-i tehziptir her veçhile ahlâkımız. ,

Müstaid kılmış bizi kesb-i kemal-ı hikmete Kadr-i insaniyeti i’lâ eden Hallâk’ımız5

Din ve Ahlâk İlişkisi:

  • İnsanlığa yararlı bir ahlâk eğitimi gerçek dine, İslam’a dayanmalıdır. Hak dine dayanmayan bir ahlâk eğitimi sonuçta hiçbir işe yaramaz. Ahlâk alimleri ne kadar araştırıp uğraşsalar da Hak dinden başka ahlâkî eğitim üzerine bina edecekleri başka bir esas (temel) bulamazlar.

İstinâd etmez ise dîn-i mübîn-i Hakk’a

Kurtulup yükselmez hiçbir binây-ı ahlâk Bulamaz meslek-i ahlâkisine başka esâs Ne kadar etse teharrî ulemâyi ahlâk6

Doğru İnanç:

  • Doğru inanç ve itikat Allah’ın bir lütfiıdur. Onun kadrini bilmek ve ruhu onunla aydınlatmak gerekir.

Bir büyük lutf-i Hudâdır kadrini bilmek gerek Ruhunu tenvir eden parlak nezih bir itikat7

Dindarlık:

  • Dinî değerlere bağlılık taassub değildir. Mukaddes bir güçtür, muazzam bir kudrettir. Aksini düşünmek yanlıştır.

Taassup sanma bizlerde tecelli eyleyen hâlet Mukaddes bir salâbettir, muazzam bir şahamettir. 8

İman- Amel İlişkisi:

  • İnsanların hak-hukuk tanımaları için Allah inancına sahip olmaları, Al­lah’ın emirleri karşısında sorumluluk hissi taşımaları gerekir. Allah’ın emir­lerine karşı lakayd olup, onlara aldırmayan insanlardan halkın hukukuna ria­yet etmeleri beklenemez.

Ahkâm-ı Hakk’a karşı mubâlâtı olmayan

Artık hukuk-i gayre riayet eder mi hiç!9

  • Allah’ın emirleri, mukaddes değerler karşısında lakayd olan zemâne in­sanları kendi çıkar ve menfaatları sözkonusu olunca arslan kesilir, birden bire parlar kabarırlar. Üstad, böyleleri hakkındaki düşüncelerini alaylı bir üslupla şöyle dile getirir:

Bak ne engin ruha mâliktir! Zemâne âdemi Hiç duymaz gark olur da en mukaddes gâyesi Pek talatumhîz olur amma ki hassasiyeti Ger batarsa beş kuruşluk bir küçük sermâyesi10 11

İyiliği Emir-Kötiilükten Men:

  • Yapılması gereken mukaddes vazife “emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy ani’l münker=iyiliği emredip kötülükten nehyetme” vazifesidir. Ne yazık ki, in­sanlar, bu mukaddes görevi yapan değerli kişileri pek sevmezler, onlara birer cani gözüyle bakarlar.

Pek mukaddes bir vazife emr-i bi ’l-ma ’ruftur Emr-i bi ’l-ma ’ruf eden hayfâ ki pek menfurdur. Hüsn-ü niyetle çıkıp nehy-i münkereyleyen Asrımızda bir büyük câni gibi mekruhtur.11

  • Emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy ani’l-münker duygusundan yoksun olan ruhlara öyle bir gaflet nüfuz etmiş ki, artık böyle kalplerde sorumluluk duygusuna hiçbir yer kalmamıştır.

Öyle bir gaflet nüfuz etmiş ki ruh-i millete Kalmamış kalplerde bir yer hiss-i mes ’uliyete12

  • Sorumluluk hissini yitiren zemâne insanları öyle bir kararsızlık içerisinde­dirler ki, sanki bukalemun gibi renkten renge girmektedirler.

Ebnâyı zemân, dest-i televvünde zebûndur

Bir renkte sebat eylemez bukalemundur.13 14

  • Zamanımızda, ilim sahiplerini ayıplayanlar alkışlanır, doğru söyleyen ya­zarlar cahiller tarafından kınanır olmuştur.

Zemmeden ehl-i irfanı bugün alkışlanır Ta ’ne-i cühhâle uğrar her edîb-i rastgû12

  • Sorumluluk duygusu taşıyan insanlar, zamanın bu hata ve musibetlerine bakıpta ümitsizlik ve gevşeklik göstermemelidirler. Cenab-ı Hakk’ın nice lütuflarının geleceğinin bilinci içerisinde çalışmalıdırlar.

Sen bâdire-i dehre bakıp düşme fütura Hakk’ın gelecektir nice eltâfı zühûra15

Günahlardan Kaçınma :

  • Akıl ve iz’an sahibi insanlar günahlardan ve ahlâk dışı davranışlardan u­zak durmalı, ilim ve ma’rifetle kendilerini heva ve heves girdabından kurta­rıp, irfan ile nur denizine atmalı, aydınlığa çıkarmalıdırlar. îz’an sahiplerine bu yaraşır.

Bilmem sana ey menbâ-ı iz ’ân olan insan!

Dalmak yakışır mı bu kadar fisk u fücura Tahlise çalış nefsini girdâb-ı hevâdan At kendini irfan ile lücce-i nura16

  • Çünkü; fertleri fiıhûş, günah ve isyankârlık içerisinde olan milletlerin sonu perişanlıktır. Bütün bunlar bir milletin hayatını mahveden, varlığına kasdeden zehirlerdir. Fertleri bunlara mübtela olan milletler, mahv-u perişan olurlar.

Bir milletin hayatını mahveyleyen zehir Efradının tutulmuş olduğu fuhş-u fücurdur.17

  • Böyle bir duruma düşmekten son derece sakınmalıdır. Bundan Allah’a sı- ğınmalıdır. Zira bu duruma düşen bir milletin kurtulması son derece zordur.

Düşen bir kimsenin kurtulması gayetle müşküldür

Hüdâ hıfz eylesin girdâb-ı fahşâ ve münkerden18

  • Böyleleri, kendilerine anlatılan nasihatlerden, verilen öğütlerden ve geti­rilen temsillerden ders almazlar; çünkü onlar artık şehvet ve gafletin esiri ol­muşlardır.

Alır mı söylesen bin kıssadan bir hiss-i ibret, Esir-i gaflet-ü şehvet olan merd-i sefâhatkâr?19

  • İz’an ve akıl sahipleri fasık ve facirleri taklid etmekten son derece kaçın­malı, bunun sonunun bir facia olduğunu bilmelidirler.

Fâsıkları, facirleri taklide çalışma

Bir faciadır âkıbeti fisk-ı fücurun20

İçki:

  • İçki beşeriyetin baş belasıdır. Ayyaşlar aslında büyük bir çile çekmekte­dirler. Sarhoş edici şeylerin bir damlasından bile uzak durmalı, bunun insanı sonunda tembelliğe ve miskinliğe götüreceği bilinmelidir. Temiz ve pak kalmak isteyenler bundan kesinlikle sakınmalıdırlar.

İşret, beşeriyete belâdır.

Ayyaşa büyük bir ibtilâdır.

Mutlak bilelim ki, müskirâtın

Her katresi meskenet-fezadır. Bir merd-i nezîh-i pâk tîynet İşret ile hiç eder mi ülfet?21

  • İnsan hayatı için bu kadar zararlı olan içkiye mübtelâ olmak, şaşılacak bir durumdur.

İşret ki hayata zahmzendir.

Bilmem buna ibtila nedendir?22

Takva :

  • İnsanın kalbinin iman nuruyla dolması için, kalbini Allah’tan başka şey­lerden temizlemesi, günahlardan uzak durması, takvâ sahibi olması gerekir.

Neyyire-i vahdet olur mu hiç incilâ bahş-i derûn Masivâdan etmedikçe beyt-i kalbi tahliye23

  • Dindar insanların süsü takvâdır. İçtenlikle Allah’a kulluk edip, dünyaya kalben meyletmemeleri gerekir. Böyle bir özelliğe sahip olmak en büyük mutluluktur.

Hilye-i ehl-i dîn zehâdettir.

Zahit olmak, büyük sa’âdetir.24

  • Zühd ve takvâ da ilim ve irfanla birlikte olması gerekir. Cehâletten kur­tulmamış, cahil insanların zühd ve takvâsına aldanmamahdır.

İlm-ü irfâna karin olmalıdır zühd-ü takvâ Cühelânın verâ-u zühdüne aldanma sakın.25

Cehalet:

  • Cahiller ne yaptığının farkında olmayan insanlardır. Hakkı bâtıl gibi gös­termeye çalışır da, yaptıklarından asla sıkılmazlar. Bunu bir akıllılık sanatlar.

Sıkılmaz yaptığından sâyeder de hakkı ibtâle

Onu kendince parlak bir zekâvet zanneder câhil26

  • Cahiller, kendileri bir budalalık timsaliyken, kalkıp alimleri cahil zenneden

Mücessem bir belâhetken vücud-i nahvet âlûdu Nice âlimleri ehl-i cehâlet zanneder câhil27

  • Böyle ahmakça davrananları mazur görmek lazımdır. Çünkü; zeka özür­lüler bilginin lezzetini anlamazlar.

Arifâne ta ’n eden ahmakları ma ’zûr gör

Lezzet-i irfânı bîmar-ı belâdet anlamaz.28

  • Cahillerin bir özelliği de, kendileri ayıplı iken kalkıp geçmişlerini, ataları­nı kötülemeleridir ki, onlar bunu bir akıllılık zannederler. Dolayısıyla onlar, çok kötü bir haleftirler.

Ne bir su-i halef kim kendisi mat’ûn iken kalkar Bütün eslâfa ta ’nı bir fetânet zanneder câhil29

Cahillerden Uzak Olma:

  • Anlayışlı, aydınlık ruhlara cahillerin bu tür anlamsız sözleri sıkıntı verece­ğinden, onların bu sıkıcı sohbetlerinden yüz çevirip uzak durmak lazımdır.

Ruh-i derrâke verir beyhûde sözler inkibâz Kasvet-âverdir derûna ehl-i cehlin sohbeti30

Atalara Saygı:

  • Kendilerinden sonraki nesillerden saygı bekleyenler kendi geçmişlerine saygılı olmalıdırlar. Seleflerine hakaret eden budalalar, haleflerinin hakareti­ne müstehak olurlar.

Eslâfa şebb-ü şetm eyleyen sefih

Ahlâfinın şütûmuna olmaz mı müstehak31

Hüsn-ü Niyet:

  • İyi insan, bütün insanlık için iyi şeyler isteyen, kendi ruhunun temizliğini husumet duygularıyla kirletmekten sakınan insandır.

Bütün nev-i beşer hakkında vicdânen hayırhâh ol!

Esirge safvet-i ruhiyyeni hissi husûmetten!32

  • İnsan, kötü sözlü ve inatçı olursa dostlan bile kendisine düşman olurlar; ama halka faydalı olursa düşmanları bile dost olurlar.

Düşman olur sâdıkın,

Fazz u ‘anîd olursan.

Yârin olur ‘adûlar,

Halka müfid olursan.33

  • İyi insanlar, herkes hakkında iyilik düşünür, herkesin derdine bir çare a- rarlar, bir felâketzede gördüklerinde üzüntülerinden gözlerinden yaşlar boşa­nır.

Adem odur ki hayırhah olarak, Herkesin derdine bir çare arar. Bir felâketzedeye baksa olur, Gözleri hüzn-i eşkâbe nisâr.34

Dostluk:

  • Büyükler katında dostluk belirtisi, dostların sevinci ile üzüntü ve kederine ortak olmaktır.

İştirak eyle ehibbânın surûr-u hüznüne Böyledir nezd-i ekâbirde şi ’âr-ı dositî35

Kabalık:

  • İnsan, kaba ve sert olarak, dostlarının hatırını asla kırmamalıdır. Çünkü kabalık ve sertlik insana yakışmayan şeylerdir.

Hatır-ı yârânı kırma elhazer

Gılzet-ü şiddet yakışmaz âdeme.36

  • İyiniyetle bir şeyler yapmak isteyen sertlik ve kabalıktan kesinlikle kaçın­malıdır.

Güzel bir maksadı temin maksûd ise sence

Hazer kıl muhterem dostum! Bu beyhude huşûnetten37

Gönül Kazanma:

  • İyi insan kalbleri kazanmaya çalışmalı; incitip kırmamalıdır. Zira, kederli bir kalbin kırılıp üzülmesinden dünya izdırâb duyup inler.

Çalış celb-i kulübe kimseler incinmesin senden Cihan inler durur kalb-i hazinin infi ’âlinden38

Gerçeği Kabul Etmek:

  • İlim ve fazilet sahibi olgun insanlar gerçeğin önünde boyun eğerler, gurur kibir yakışmaz onlara!

Hakk’ın önünde kâmil olan serfurû eder;

Erbâb-ı ilm-ü fazla yakışmaz mukâbere.39

Kibir:

  • Kibir, kendini beğenmişlik, boşuna kendini aldatmadır. Bir yalandır. Do­layısıyla, adam olan tevazudan, alçak gönüllülükten ayrılmamalıdır.

Bir saleftir, bir yalandır hodfurûşluk doğrusu Adem isen yüz çevirme sen tevâzû ’dan sakın!

İtidâl:

  • İnsan her türlü davranış ve düşüncesinde mutedil olmalı, ne kibir ve gurura kapılarak diğer insanlara karşı böbürlenmeli ve ne de pek hoppa olup herkes katında küçülmelidir.

Ne tekebbür ederek âleme nahvet göster

Ne de pek hoppa olup herkese hiffet göster.40

  • Su-i zandan kaçınmalı fakat herkes hakkında fazlası ile hüsn-ü zan sahibi de olmamalıdır.

Sû-i zandan içtinâb ele velâkin elhazer Herkesin hakkında gösterme hüsn-ü zan41

  • Mallan harcamada ne son derece müsrif ve ne aşırı derece cimri olmalı; insan her işinde orta yol üzere bulunmalıdır.

Ne tebzir eyle emvâlin, ne de taktire meyi eyle Bulun her işinde sen kemâl-i i ’tidâl üzre42

  • Ömür hâzinesini boşuna isrâf ile çarçur edenler, sonunda çok pişman o­lurlar.

Müncer olur zamanı, hazin bir nedâmete Gencîne-i hayatını tebzir edenlerin.43

Halkın Övgü ve Yergisi:

  • Halkın ne övgüsüne aldanmah ve ne de yergisinden aşırı mukedder olma­lıdır. Çünkü bunlann hepsi maksatlıdır.

Müstenittir garaza medh ile kahtı halkın

Kuru bir laf ile memnun-u mükedder olma44

  • Menfaatleri kesilince tutumları değişir, medhettiğini zemme (yermeye) kalkışırlar. Dolayısıyla şairlerin (insanların) aşın methetmelerine aldanma- malıdır.

Başlar hecâya görmez ise lutf-u cûdunu Medhindeki guluvvuna aldanma şâirin45

  • Böyle maksatlı insanlarla birlikte olmaktansa onlardan uzak durmak daha iyidir.

Erbâb-ı garazla ülfet eylemekten Elbet iyidir, çekilmek inzivâya46

Soğukkanlılık:

  • Olaylar karşısında öfke ve hiddetle bir yere vanlmaz, insan kendisini mu­tedil (ılımlı) olmaya alıştırmalıdır.

Olmaz bu hiddetinle çehre-i maksûd cilveger Öğret sen i ’tidâl, rûh-i tehevvür şi ’ârına47

Vurdumduymazlık:

  • Dünyada meydana gelen musibetler karşısında lakayd kalmamalı, her o­laydan kendimize düşen dersi almalı, uyanmalıyız.

Dünyada zuhûr eden fecâyı

Eyler bizi intibâha davet48

İyimserlik:

  • Kötülükler bize iyiliklerin faziletini gösterirler, onların kıymetini bilmemi­zi sağlarlar; çünkü her şeyin kıymeti zıddıyla bilinir. Işığın kıymeti karanlıkta bilindiği gibi.

Uluw-i kadrini izhâr eden fazlın rezilettir.

Ziyânın şânını ilân eden âfâka zulmettir.49

Nefis:

  • İnsan hiçbir zaman nefsine aldanmamak, onun sâkin görünüşüne kanma­mak, ona güvenmemelidir.

Fırsat düşünce destine pür iltihâk olur, Aldanmayın siz ateşin nefsin humûduna.50

İlahi Adalet:

  • Hiçbir kötülük, yapanın yanında kalmaz. Herkes er-geç yaptığının karşılı­ğını görür.

Tutulur avcı da dâme sen etme acele, Bir gün elbette düşer pençe-i şîr-i ecele.51

  • Allah’ın adaleti her yerde ortaya çıkar, fenalık yapanlar sonunda cezalarını bulurlar.

Hakk’ın olur adaleti her yerde müncelî Âhir bulur fenalık edenler cezasını52

Hak: z

  • İnsan her zaman hakkın ve haklının yanında olmalı, başkalarının arzusuna göre davranmamalıdır. Hakkı bırakıp, batıla taraf olmamalıdır. Yaratcısının rızasını unutup halkın arzularına uymamahdır.

Hakkı ibtâl ederek batılı isbât edemem

Unutup Hâlık’ımı halka mümâşât edemem.53

Kendini Bilme:

  • Aydınlar bulundukları konumun farkında olmalı, konumlarıyla ters düşen davranışlardan sakınmalıdırlar. Aksi takdirde gülünç duruma düşerler.

Münevver sandığın bir çok zevâtın tarz-ı etvârı Hakikatbîn olanlarca bir burhân-ı cinnettir.54

  • Terakkiden ve medeniyetten bahsetmenin, eğer bunlara sahip olunduğunu gösteren bir delil yoksa, hiçbir anlamı yoktur. Boş laftan ibarettir.

Terakkiden, temeddünden dem vurmak fâide vermez, Bunu isbat için elde bir parlak delil ister.55

Geleceği Düşünmek:

  • Kendi geleceklerini temine çalışmayan milletler, sahip oldukları hürriyet­lerini de sonunda kaybederler.

Kendi istikbâlini temine gayret etmeyen, Akibet bin parça eder cevher-i hürriyeti.55 56

Güçlülük:

  • Bir milletin güven ve emniyeti sahip olduğu güç ve kudretine bağlıdır.

İstinât eylerse bir ümmet, büyük bir kuvvete Memleket, millet bütün mazhar olur emniyete.57

Birlik:

  • Milletlerin, karşılaştıkları sıkıntıları göğüsleyebilmeleri için fertlerinin birlik ve dayanışması zorunludur.

Yüz gösteren sıkıntıları iktihâm için, İcâb eder tesânüdü efrâd-ı milletin.58

Hayat:

□ Hayat bir mücadeledir, bu mücadelede zorlukların üstesinden gelmek için var gücüyle çalışmayanlar mahvolurlar.

Çarpışmayan şuûn-i hayat ile mahv olur.

Bir sâha-i mücâdeledir sahne-i cihân.59

  • İnsanın başına gelenler, yaptığı kötülüklerin kaderine yansımasından iba­rettir, dolayısıyla kendi nefsini ayıplamahdır. Kaderden şikayet etmeye hakkı yoktur.

Akseden takdire vech-i bedfi ’âlindir.

Nefsini levm eyle, gösterme kaderden iştikâ.60

Haddini Bilme:

  • İnsanlar kendi güç ve takatinin yeteceği işlere girişmelidirler. Aksini yap­maya kalkışanlar sonunda mahcup olurlar.

Akibet mahcup olmaz mı deruhte eyleyen, Kendi vüs ’ü takati fevkindeki bir hizmeti?61

İçtihâd:

  • İçtihâd yapabilmek için büyük bir ilim ve fazilet, büyük bir fıtri zeka la­zımdır. Bunlar olmadan içtihâd yapmak mümkün değildir.

Büyük bir ilm-ü fazilet, bir büyük fıtrî zekâ Olmadan bir ferd için kabil değil içtihâd.62

Örf:

  • Kesin dinî hükümler bulunduğu zaman aykırı bir örfe uymak caiz değildir.

Sureti kat ’iyyede sâbit iken bir hükm-i dîn Câiz olmaz bir muhâlif örfe uymak ittibâ.63

Ruh Güzelliği:

  • İnsanda asıl olan ruh güzelliğidir. Ruhta bir güzellik yoksa dıştan güzel görünme çabaları, yapmacık tavırlar boşunadır.

Beyhûdedir çalışma bu sun-i tuvâletin, Rûhundayoksa lem ’a-i feyz-i nezâfetin.64 65

İffet:

  • Kadın için en güzel süs ve ziynet iffettir. Dış süsüne ve zevkine düşkün kadında hayır yoktur. Sevgili bir eş için ziynet ve süs olarak iffet perdesiyle bezenmiş olması yeterlidir.

Ziynete düşkün kadın

Nafiledir anmaya değmez adın.

Sevgili bir zevce için zîb-ü fer

Sütre-i iffetle bezenmek yeter.63

Evlilik:

  • İnsanın güzel ve mutlu bir aile yuvası kurmaya imkânı yoksa bekâr kalma­sı, mutsuz bir aile kurmasından bin kat daha iyidir.

Eğer yoksa güzel bir âile te ’sisine imkân Teehhülden uzûbet şüphesiz binkat müreccahtır.66

Kıskançlık:

  • Eşini kıskanmak güzel bir meziyettir. Kendi eşini kıskanmayan bir adamın yaratılışı bozuktur. Ondan fazilet beklenilmez.

Kendi ehl-i beytini kıskanmayan bir âdemin, Pek bozuktur tiyneti ondan fazilet beklenemez.67

Sıkıntı:

  • İnsan yaşadıkça sıkıntı ve kederden kurtulamaz. Yaşam devam ettikçe ru­hun üzüntü ve tasası da devam eder. Ölünce kurtulur.

Ruh için kabil değildir hemm-ü gamdan kurtuluş, Terk edip dünyayı eski yurduna azmetmeden.68

Kadere Razı Olma :

  • Ruhlar Allah’ın takdirinin hikmetini anlasalardı o zaman herkes hakkına razı olur, düşmanlık ve hasetten eser kalmazdı.

Görülüp durmaz idi buğz-u hasetten bir eser, Ruhlar hikmet-i takdire nüfuz etse idi.

Dünya :

  • Dünyaya fazla güvenmemelidir. Çünkü dünya, yalancı tan gibi, yalancıdır.

Onu itimada şayan sanıp dünyaya güvenen aldanır.

Fecr-i kâzib gibi her söylediğin çıktı yalan, Sika sanmış seni, aldanmışım ey köhne felek.69

Zaman:

  • Her şey zamana yenilir, nice güzel düşünceler zaman içerisinde kaybolur gider.

Hâme-i rengini mi kırdı nihayet ruzigâr Cevdet-i efkârım mahveyledi devr-i zaman.70 71

Fırsat:

□ İnsan yaşadığı anın kıymetini bilmeli, fırsat elde iken kendini yetiştirmeli, ilmini ve ahlâkını güzelleştirmelidir. Yoksa sonun da ah-u vah etmek fayda vermez pişman olanlara!

Elde firsat var iken ahlâkı tehzib etmeli Faide vermez nedamet ehline âh-u feza’7!

□ İnsan gençliğini ve tahsil çağını çok iyi değerlendirmeli, bu fırsattan yararlanarak ilim ve hüner öğrenmeye çalışmalıdır. Yoksa elinden bulut gibi kaçan fırsatına ardından yetişmesi mümkün değildir.

Gonca-i bağ-ı sahavet solmadan,

Eyle tahsili kemâlâta şitâb.

Bî hüner tazyî-i evkât eyleme,

"Kad temurru ’l-fursatu merre ’s-sehâb. ”72

Ömer Nasuhî Bilmen’in buraya kadar dinî, felsefî ve ahlâkî alanda şiir halinde ifade ettiği düşüncelerinden seçtiğim bazı örnekler sundum. Şimdi de onun, özellikle eğitim alanında düşüncelerini ifade ettiği, yazımın başında da zikretmiş olduğum "Evladıma Nasihat" adlı 208 beyitlik manzum, öğretici (didaktik) risalesinden bazı örneklerle Üstad’ın eğitimle ilgili bazı görüşleri­ne de -kısaca- değinmek istiyorum.

Ömer Nasûhî Bilmen bu risalenin “Tahmid-i Bârî=Allah ’a hamd" baş­lıklı girişinde:

Sana Ya Rabbî! Hamd-ü şükür edip durmaktadır evkân, Seni bir vecd-ü hayretle bütün zerrât zâkirdir.

diye başladığı 22 beyitlik bu bölümde Allah’a hamd ettikten ve bütün kâina­tın da O’na hamd edip, Onu teşbih ettiğini, her şeyde onun birliğinin tecelli ettiğini dile getirdikten sonra, Salât-u Selâm ” başlığı altında:

Senin Ya Rabbî! Binlerce salât-ı rahmet âyâtın Nebiyyi eftıâmın ulvî cebininde nümâyândır.

mısralarıyla başlayan 3 beyitlik kısmında Peygamber (s.a.v.)’e tazimini dile getirmiştir. Daha sonra da “Evlâdıma Hitâb” başlığı altında bu manzume­siyle ilgili olarak şöyle demektedir:

Sevgili evlâd-ı zekâperverim!

Feyzini Mevlâ ’dan ümmid eylerim.

Siretine vermek için tâb-u fer, Eyle bu manzumeye daim nazar Sözlerimi dinle sevindir beni Eylesin Allah muvaffak seni.

Daha sonra onun, eğitimle ilgili olarak, Manzûme’sinde evladına hitaben dile getirdiği görüşlerini şöyle sıraladığını görmekteyiz:

1. “İtikat ve Diyânet” başlığı altında:

Bil, sana ey necl-i nezihi ’l-fuâd Vecibedir önce temiz i ’tikâd Etmelisin dünyada diyânetle sen, Kalbini parlak daha âyineden.

sözleriyle önce temiz, doğru bir itikada sahip olmanın ve dinin emirlerine sa­rılmanın gerekliliğini vurguladığı bu bölümü:

Sevgili evlâd, hazer eyle sen

Nehy olunan şeylere meyi etmeden Zevk-i me ’âlîden olur bî haber Hakk’a itaatsiz olan kimseler.

diyerek tamamlar.

  1. “Resul-i Ekrem’e İttibâ=Hz. Peygambere tabi olma”:

Ermek için bir ufuk-i envere, Uymalısın Hazreti Peygambere.

Sevmelisin şevkile Peygamberi Çünkü O ’dur dinimizin rehberi.

mısralariyle yüce Peygamberimizi anlattığı bu bölüme:

Bak onun ef aline akvaline Sür yüzünü dergah-i iclâline

mısralariyle son vermektedir.73

  1. “Ashab-ı Kirama Hürmet” başlıklı bölümüne:

Ma ’kes-i nûr-i nebidir tamam

Cümleten ashâb-ı zevi ’l-ihtirâm

mısralariyle başlayıp ashab-ı kirâmın önemini vurgular ve bölümünü de:

Olsun İlâhî!. Tarafından müdâm.

Her birinin ruhuna yüzbin selâm. beytiyle bitirir.

  1. “Tilâvet-i Kur’ân” başlıklı bölüme:

Ruhunu kurtar elem-ü gusseden, Hazret-i Kur ’an ’ı tilavetle sen.

diyerek başlayıp, Kur’an’m, dinî, İlmî ve edebî açılardan önemini vurgula­dıktan sonra, müslümanlar için Kur’an’a uymamanın mesuliyetini dile getir­diği:

Furkân-ı mübine uymamaktan Alemde büyük kebire olmaz.

sözleriyle son vermektedir.

  1. “Ahlâkı Muhafaza” başlığı altında:

Hulkunu tehzibe çalış rûz-ü şeb Vechini tenvir ediversin edeb.

beytiyle başladığı bu bölümde de; din, edeb ve güzel ahlâkın önemine işaret edip, her işte Allah’ın rızasının gözetilmesi gereğini anlattıktan sonra:

Eyle hazer, bir amel-i dünyevî Eylemesin dür Hüdâ ’dan seni. Menfe ’at-ı âcile, etmez devam Hâle değil, âtiye bak vesselâm.

diyerek tamamlar.

  1. “İlm-ii ma’rifet” başlığı altındaki bölüme:

Aklı başında uyanık kimseler, Subh-u mesâ kesb-i kemâlât eder. Sen de benim sevgili yavrum! Müdâm, Eyle kemâlâta koşup ihtimâm.

beyitleriyle ilim ve kemâlâta teşvikle başlayarak, bu bölümde de bilim vie hü­nerin önemine değinmiş;

İlme çalışmakla bugün ehl-i garb

Yükseliyor durmayarak rûz-u şeb

mısralariyle, Batı’nın bu günkü ileri durumuna, gece gündüz ilme çalışmakla yükseldiğini belirttikten sonra, Şark’m müzmin hastalığı olan, atalarla övün­me huyumuza da değinerek; kişinin bizzat kendisinin ilim ve hüner sahibi olması gerektiğini, başkasının ilmiyle öğünmenin insana hiçbir yararı olma­yacağını şu beyitleriyle dile getirmiştir:

Sen de kazan, eyleme ey hüşyâr, .

Başkasının ilmiyle iftihâr.

İnmiş idi gerçi yere mâide,

Var mıdır, ondan bize bir fâide?

Devamla gece gündüz ilim öğrenmeye çalışmanın zorunluluğnu, cehaletin hiçbir işe yaramayacağını örneklerle açıkladıktan sonra:

Bunca şuûnât-ı fecîü ’l-eser, Adem için mûcib-i ibret yeter.

diyerek bu bölüme son verir.

  1. “Lisan Tahsili”. Bu başlık altında dil öğreniminin önemini vurgula­maya şu mısralariyle başlar:

Sa ’y ederek merdüm-i hikmet eser,

Elsine-i halkı ta ’allüm eder.

Bu arada bilhassa Arapça’nın önemini:

Bizlere bilhassa Lisân-ı Arab,

Vermektedir başka kemâl-ü edeb.

Ruh-i edeptir o lisân-ı güzin,

Çünkü odur bedreka-i ilm-i din.

Diyerek belirttikten sonra, Farsça için de:

Ya lügat-ı fürs ne pâkizedir! Kubbe-i irfanda bir avizedir. Nutkumuza başka terâvet verir.

Fikrimize haylice vüs ’at verir.

demektedir. Devamla her iki dilin de bizim için önemi üzerinde durup, bizim; tarihimizi, İlmî ve edebî eserlerimizi, şarkılarımızı anlayabilmemiz ve birlik olabilmemiz için, doğu dillerini bilmenin önemini vurguladığı şu mısralarla bu bölüme son verir:

Etmek için bizdeki âsârı derk, Bu güzel dilleri bilmek gerek. Elsine-i Şark’tan eden ihtiraz, Şarkımızın kıymetini anlamaz. Bunları tahsile şitâb etmeli, Vahdet-i İslam ’a doğru gitmeli.

  1. “Vatan Kıymeti”. Bu başlık altında vatanın önemine, onun kıymeti­nin bilinmesine, vatanseverliğe dikkat çekmekte ve bu bölüme şöyle başla­maktadır:

Bil vatanın kıymetini kadrini, Maskad-ı re ’sin tanı her şehrini.

Sonra, vatanın bizim çok şefkatli annemiz olduğunu, vatanımızın yer yüzü­nün cenneti olup, ordumuzun da yurdumuzun hizmetinde olduğunu şu bey­tiyle dile getirir:

Yeryüzünün cennetidir yurdumuz, Yurdumuzun hâdimidir ordumuz.

Vatana göz dikenleri lanetledikten sonra, Allah’a şöyle yalvarmaktadır: Ümmet-i merhumeyi Ya Rabbenâ, Eyleme gülzâr-ı vatandan cüdâ.

  1. “Aile Teşkili” başlıklı bölümde:

Ailedir mebde-i cemiyetin Ailelerdir temel-i devletin.

mısralariyle ailenin önemini vurguladıktan sonra, ailenin sağlam temeller ü­zerine kurulabilmesi için eş seçiminde gözetilecek kriterlere değinir. Bunla­rın terbiye, akıl ve haya duygulan gibi manevî özellikler olduğunu belirttik­ten sonra:

Zinetine zevkine düşkün kadın, Nafiledir, anmaya değmez adın.

diyerek, bu tür gösteriş meraklısı eşlerden sakınmayı, eş seçiminde iffetle be­zenmiş, evlilik görevinin getirdiği sorumluluğun bilincinde olan eşlerin tercih edilmesini tavsiye etmektedir.

Bu arada erkeğe de eşine karşı adil ve dürüst olmasını tavsiye eden Ho- ca’mız, yine ona, hanımının yanında ağır başlı ve vakarlı olmasını, eşine olan sevgisine mağlub olup külfetli gösterişlere kapılmamasınm gereğini tavsiye ederek şöyle demektedir:

Zevcesine zen gibi mağlub olan. Hangi bir alâyişe meclûb olan, Dür kalır haslet-i merdâneden. Ev kesilir başına beytu ’l-hazen. Sözlerime yavrucuğum dikkat et. Pâk-ü nezîhâne yaşa, rahat et.

  1. “Karabet Haklan” başlığı altında ise, başta anne-baba ve kardeşler olmak üzere bütün akrabalara saygı, sevgi ve yardımın önemi üzerinde dur­maktadır. Sözlerine:

Etmek itaat peder-ü mâdere Vâcibedir necl-i edeb pervere.

diyerek terbiyeli çocukların anne ve babalarına itaat etmeleri gereğiyle başla­dığı bu bölümü, bütün akrabaların birbirlerini sevmelerini ifade ettiği:

Sevmelidir birbirlerini akriba, Bulmalıdır, ruh-u karâbet safa. mısralarıyla bitirmektedir.

  1. “Eslâfa Hürmet=geçmişlere, atalara saygı” başlığı altında; atalara saygı göstermek gerektiğini, onları hayırla anmayı, bugün sahip olduğumuz her şeyi onlara borçlu olduğumuzun bilinmesi gerektiğini belirtmekte ve de­vamla geçmişlerine dil uzatanları kınayıp uyardığı bu bölüme şu mısralarla son vermektedir:

Böyle iken bir nice kokmuş dihen, Muhterem eslâfa olur ta ’ne zen Yok yere eslâfa tâ’n eyleyen, Kurtulamaz kendisi de ta ’neden.

  1. “Meslekte Sebât” başlığı altında Ö.N. Bilmen insanın bir mesleği­nin olması gerektiğine işaret edip, hayatta başarılı olması için de o meslekte sebat etmenin gereğini vurgulamaktadır. Kabiliyetine uygun mesleği seçtik­ten sonra, artık yılmadan o meslekte kendisini yetiştirmesi gerektiğini şu beytiyle ifade etmektedir:

Lâyık olan râhı, tutup gitmeli Yılmamalı, sabr-ü sebât etmeli.

  1. “İktisada Riayet” başlığı altındaki bölümde:

Masrafını eyleme hadden füzûn

Olmayasın pençe-i fakre zebûn.

beytiyle, tutumlu olmanın önemine işaret etmiş, devamla; tutumlu olanın, tutumluluğu kendisine şiar edinenin her arzusuna kavuşacağını belirtmiştir. Müsrifçe ve sefahâtkârane bir yaşamın da insanı sonunda pişman edeceğini belirttiği şu mısralarla bu bölüme son vermiştir:

Bilki sefâhet denilen hâile

Parçalamıştır nice bin âile

Her kim olursa süfehâdan ba ’îd

Nur-u nezâhetten olur müstefid.

Daha sonra “İktisadî Meslekler” başlığı altında, devletin yükselmesini, ilerlemesini sağlayacak olan mesleklere değinip; onları, ziraat, ticaret ve sa­nat olarak tasnif eden Hocamız, devletlerin hür ve bağımsız olmalarının da İktisadî alandaki güçleriyle mümkün olduğunu belirtmekte; aksi takdirde, hürriyet ve bağımsızlıklarını kaybedeceklerini şu beytiyle dile getirmektedir:

Kendi istikbalini temine gayret etmeyen

Akibet bin parça eyler cevher-i hürriyeti.

14. “Siyasetten İhtiraz” başlığı altında, siyasetten uzak durmanın ge­reğini şu mısralarıyla dile getirmektedir:

Etme siyâsetle sakın iştigal,

Berk-i siyâsetle yanar per-ü bâl.

Herkesin siyasetçi olamayacağını, dolayısıyla işi ehline bırakıp üm­metin birliğini bozacak davranışlardan kaçınarak, milletin yararına olan şey­lere çalışmanın gereğini ifade ettikten sonra:

Kendi işinle yürü kıl iştigal,

Görmesin âlem seni şûride hâl.

diyerek bu bahsi de bitirdikten sonra “Gafletten ve Gururdan İhtiraz” başlığı altında; aldanıp gurura kapılmamayı, ehl-i kemâlle birlikte olmayı, ki­bir ve gururdan uzak durarak geleceğini düşünüp Allah’tan yardım istemeyi, onun eserlerine bakıp Allah (c.c.)’ın büyüklüğünü tefekkür etmeyi istedikten sonra:

İbret için işte nûr-i didem,

Dört levha ki dilnişîn, mu’azzem!

diyerek “Bir Tabiat Levhası”, “Bir Dalgalı Deniz Manzarası”, “Bir Gül Bedî’ası” ve “Bir Bahar Levhası” başlıkları altında Allah (c.c.)’ın birlik ve azametini gösteren delilleri dile getirdikten sonra “Evladıma Son Sözüm” Unvanı altında da:

Hâsılı yavrum! Gill-i nâziklerim!

Mahasal-ı ömr-i fenâperverim!

Sözlerime etmelisin i ’tinâ Hakk’a emânet olasın dâima.

diyerek, bu hacımca küçük, ancak manâca büyük eserine son vermektedir. Baştan itibaren ara başlıklar halinde, özet olarak sunmaya çalıştığım bu görüşlerinden onun eğitimle ilgili görüşleri ve ne tür bir insan tipi yetiştiril­mesinin memleketimiz, milletimiz ve kendimiz için hayırlı olduğu hususun­daki kanaatleri de ortaya çıkmaktadır. Tekrar özetlemek gerekirse: Ö.N. Bil­men, evladına hitaben yazdığı bu manzumesinde: Çocuklarımızın Allah’a i­nanan, Peygamber’e uyan, Ashab’ı seven, Kur’an’ı bilen, Kur’an’dan aldığı ahlâkını muhafaza eden, ilim ve marifet sahibi, önce kendi öz dili olan Türk­çe’yi öğrendikten sonra; başta Arapça, Farsça olmak üzere Doğu dillerini ve muhtaç olduğu diğer yabancı dilleri de bilen, vatanını seven, ailesine bağlı, anne ve babası başta olmak üzere bütün yakınlarına hürmet eden, geçmişine saygılı, mesleğini seven ve mesleğinde başarılı, tutumlu, memleketin birlik ve bütünlüğünü bozacak davranışlardan uzak, alçak gönüllü ve kâinata ibret nazarıyla bakan bir nesil olarak yetiştirilmesini istemektedir. Ömer Nasûhî Bilmen, her şeyden önce değerli bir din âlimi, bir İslâm bilginidir. Şu ana kadar naklettiğim şiirlerinden de anlaşıldığı gibi onun gö­rüşlerinin temeli, iyice vakıf olduğu dinî esaslardır. Onun görüşlerinin ve şi­irlerinde ifade ettiği düşüncelerin çoğu ya bir âyet veya bir hadisten mülhem­dir. 87 yıllık hayatı boyunca dini öğrenmiş ve öğretmiştir. Dinî konularda e­serler yazmış, dinî sorulara cevaplar vermiştir. Eserleri onun bu alandaki gö­rüşleriyle doludur. Ancak biz onu, şiirleriyle anlatmaya çalıştığımız için onun din hakkmdaki görüşünü, dine bakışını manzum olarak ifade ettiği “Diyanet” adlı şiirinden bahsetmeden geçmemiz doğru olmaz ve makalemiz için de eksiklik olur. Üstad bu 21 beyitlik şiirinde din hakkmdaki görüşlerini, dine bakışını özlü birşekilde şöyle dile getirmektedir :

DİYÂNET 74

Diyânet; maşrıkı ilhamdır, bir feyz-i ekmeldir. Semâvîdir, mukaddestir diyânet; pek mübecceldir. Diyânet; bir mua ’zzam nurdur, rûh-i halâiktir. Diyânet duygusu her türlü hissiyâta fâiktir. Diyânetten alır pertev, dühâtın subh-i efkârı. Diyânetten alır revnek, ilâhiyyûnun âsârı. Diyânettir veren tab-ü cilâ, mir ’ât-ı ahlâka, Diyânettir tecelligâh olan envâr-ı hallâka Diyânet; kurtarır bir milleti kayd-ı esâretten. Diyânet; âdemi tahlis eder her bir felâketten. Diyânet bahş ederken hâl-ü istikbâle emniyet Diyânetsiz nasıl bilmem yaşar âlemde bir millet. Hayat-ı âlemi te ’min eden kuvvet; diyânettir. Bunu tarih isbât eyliyor, mahza hakikattir. Nasıldı hal-i âlem, bir düşün eyyâm-ı fetrette? Nasıl kalmıştı her millet; amansız bir cehalette. Uful etmiş diyânet, şu ’le-i efkâr sönmüştü.

Bütün ebnây-i âdem; heykel-i bî ruha dönmüştü. Cihân mahcûr idi baştan başa nur-i hidayetten. Cihân mahrum idi her bir faziletten, nezâhetten. Kesilmişti ufuklar serteser zulmetli bir medfen. Karanlıktı muhît-i âdemiyet; hâk-i medfenden Semâya yükselirken pek hazin feryâd, vâveylâ! Karanlıklar içinde mâtem eylerken bütün dünyâ, Tecelli etti bir nûr-i diyânet; evc-i vahdetten. Açıldı, gitti zulmetler, semây-ı âdemiyetten. Letafet buldu her yer, kâinata geldi bir revnek, Füruği dine elvah-ı tabiat oldu müstağrak, Kefenpûşı sefâlet bir yığın ecsâd inlerken, Sâfâyâb oldular birden bire feyz-i diyânetten. Seni tebcil-ü takdis eylerim ey neyyir-i âlî! Diyanet! Ey bütün mü ’minlerin aksây-ı âmâli! Diyânet!. Ey kıdûb-i ümmeti tevhîd eden kuvvet! Diyânet! Ey veren mehtâb-ı fikre nûr-i ulviyet! Bütün halkın hayatı; nazra-i lûtfunla kâimdir. Senin vech-i latifin, nüzhet efzây-ı avâlimdir.

Kalem pür vecd olur tavsifine her cür ’et ettikçe.

Tezayüd eyliyor kudsiyetin ey nûr! Gittikçe.

Gelir senden nevây-ı tesliyet; her kalb-i nalâna Gelir senden ümîd-i incilâ; pejmürde vicdana Diyânetperver olmak, en müebbed bir sa ’âdettir. Diyânettir bizi mes ’ûd eden ancak diyânettir.

Ömer Nasûhî Bilmen’in şiirlerinden bir diğerinden de kısaca bahsetmek istiyorum. Çünkü, kanaatimize göre Üstad, ilk defa bu şiirinde kendisinin şairliğinden bahsetmektedir.75 9 Haziran 1324/1906 yıh Erzurum’dan İstan­bul’a gidişini anlattığı 42 beyitlik bu uzunca şiirinden anladığımıza göre Ho­cası ve Amcası, Erzurum Nakîbu’l-Eşrâf ı, Ahmediyye Medresesi Müderrisi Abdurrezzâk İlmî Efendi’nin ölümünden sonra çaresiz Erzurum’dan ayrıl­mak zorunda kalan Üstad’ın Erzurum’dan ayrılışı da kolay olmamış. Şu mıs- ralarına bakınız:


Mâder-i mihribânım ağlardı. Kalbini iftirâk dağlardı.

Yüzüme nasb-ı dikkat ettikçe, Artıyordu enini gittikçe Dedim ey mâder-i vefâ-perverim! Beni bu hâl dilfikâr eyler.

* *

Validemsiz bulunduğum yerler. Kasr-ı cennet olsa bîmader. Ne kadar bir feci manzaradır. Pişgâhımda ayn-ı makberdir. Olamaz bence hiçbir mesken, Daha kıymetli nezd-i mâderden. Hâsılı gamlı gamlı ağlayarak Çeşm-i rikkat enis çağlayarak Ehl-i beytimle ben vedâ ettim Rüfekam ile hayli yol gittim Güneş artık görünmez olmuştu O hazin gün hitâm bulmuştu.

Şiirinde, bu uzun yolculuğun sonunda, deniz yoluyla sabahleyin güneş doğarken İstanbul’a girişini de şöyle dile getiriyor :

Esselâm ey makâm-ı pür nüzhet! Esselâm ey penâh-ı kudsiyet!

* * *

Kendini eyliyor bugün takdim Size karşı bir kilki pür ta ’zîm Size bir şâir-i edeb-perver. İhtiramâtını beyân eyler. Acaba şâirân-ı İstanbul

Nezdinizde olur muyum makbul?76

Üstad’ın şu’arây-ı İstanbul nezdinde, -daha sonraları şiirle fazla iştigal etmediği için- makbul olup olmadığım bilemiyoruz. Ancak onun, Ulemây-ı İstanbul nezdinde müstesna bir yeri olduğu şüphesizdir.

Makaleme onun “Bir Temenni ” başlıklı şiiriyle son verirken, bu yazımın Muhterem Üstad ve onun eserleri hakkında yeni çalışmalara vesile olmasını diliyorum.

BİR TEMENNİ

İsterim her yerde bir hurşîd-i hikmet parlasın. Her cihetten pertev-i ilim-u fazilet parlasın.

Durma yüksel, irtikaya gayret et ki rûz-ü şeb, Dehre karşı i ’tilâyı şan-ı millet parlasın.

Herkesi hâlince kıl tatyibe bezl-i makderet, Çehr-i feyzinde nur-i âdemiyyet parlasın.

Her zaman mir ’at-ı ûlviyâta nasb-ı dikkat et, Gözlerinden in ’ikas-ı berk-i himmet parlasın. Olmasın tâb-ı latifin zulmet-alûd-i hayâl, Nüsha-i şi ’rinde bir reng-i hakikat parlasın.77

1-Bu yazının aslı Atatürk Ünv.İlahiyat Fak. Dekanlığı’nın 13-15 Ekim 1995 tarihinde dü­zenlemeyi kararlaştırdığı Ömer Nasûhî Bilmen Sempozyomu’na tebliğ olarak hazırlanmış­tır. Ancak adı geçen Sempozyum iki defa süresiz ertelenip bu güne kadar da yapılamadığı i­çin uzun emek mahsulü olan ve Ömer Nasûhî Bilmen’i değişik bir yönden ele alan bu tebli­ğimizi bazı değişikliklerle makale haline getirdik.

2- Bilmen Basımevi tarafından 1968’de İstanbul’da neşredilmiştir.

3 -Bkz: Hulusi Yavuz, Osmanh Devleti ve İslâmiyet, İz Yayıncılık, 1st. 1991 s.214. Ayrıca Fatih Sultan Mehmet için yazdığı bir şiiri için bkz: Sure-i Fetih Tefsiri ve İstanbul’un Tarih­çesi, s.306-307; Hacda vefat eden babası için yazdığı “Pederinden Mehcûr Bir Mâsum” adlı şiiri için Bkz: Nüzhetu’l-Ervâh, ek.s.l.

4-Bkz: Ö.Nasûhi Bilmen, Dinî ve Felsefi Ahlâk Lugatçesi, s.23.

5-Bkz: a.g.e., s.30.

6-Bkz: a.g.e., s.7.

7-Bkz:a.g.e., s.ll.

8-Bkz: a.g.e., s.64.

9-Bkz: a.g.e., s. 110.

10-Bkz. a.g.e., s.36.

11-Bkz: a.g.e., s.14.

12-Bkz: a.g.e., s.117.

13-Bkz: a.g.e., s.20.

14-Bkz: a.g.e., s.50.

15-Bkz: a.g.e., s.80.

16-Bkz.: a.g.e., s.80.

17-Bkz: a.g.e., s.80.

18-Bkz: a.g.e., s.80.

19-Bkz: a.g.e., s.62

20-Bkz: a.g.e., s.4

21-Bkz: a.g.e., s.98.

22-Bkz: a.g.e., s.4.

23-Bkz: a.g.e., s.23.

24-Bkz: a.g.e., s.55.

25-Bkz: a.g.e., s. 130.

26-Bkz: a.g.e., s.4.

27-Bkz: a.g.e., s.20.

28-Bkz: a.g.e., s.20.

29-Bkz: a.g.e., s.99.

30-Bkz: a.g.e., s. 16.

31-Bkz: a.g.e., s.55.

32-Bkz: a.g.e., s.43.

33-Bkz: a.g.e., s.99.

34-Bkz: a.g.e., s.46.

35-Bkz: a.g.e., s.48.

36-Bkz: a.g.e., s.78.

37-Bkz: a.g.e., s.43.

38-Bkz: a.g.e., s. 16.

39-Bkz: a.g.e., s. 119.

40-Bkz: a.g.e., s.44.

41-Bkz: a.g.e., s.37.

42-Bkz: a.g.e., s.27.

43-Bkz: a.g.e., s. 21.

44-Bkz: a.g.e., s. 102.

45-Bkz: a.g.e., s.78.

46-Bkz: a.g.e., s. 15.

47-Bkz: a.g.e., s.30.

48-Bkz: a.g.e., s.47.

49-Bkz: a.g.e., s.51.

50-Bkz: a.g.e., s.45.

51-Bkz: a.g.e., s. 71. Bu beytin anlamı şöyledir: “Tutulur avcıda tuzağa sen etme ecele / Elbet (o da) düşer bir gün ecel arslanınm pençesine.”

52-Bkz: a.g.e., s. 71.

53-Bkz: a.g.e., s. 122. .

54-Bkz: a.g.e. s, s.33. Bu beytin anlamı da şöyledir: “Aydın sandığın bir çok zatların davranış

biçimleri/Bir delilik isbatıdır gerçeği görenlerce.”

55-Bkz: a.g.e., s. 47.

56-Bkz. a.g.e., s. 35.

57-Bkz: a.g.e., s. 14.

58-Bkz: a.g.e., s. 24.

59-Bkz: a.g.e., s. 111.

60-Bkz: a.g.e., s. 109.

61-Bkz: a.g.e., s. 76.

62-Bkz: a.g.e., s.5.

63-Bkz: a.g.e., s. 71.

64-Bkz: a.g.e., s. 127.

65-Bkz: a.g.e., s. 72.

66-Bkz: a.g.e.s., s. 66.

67-Bkz: a.g.e., s. 105.

68-Bkz: a.g.e., s. 134

69-Bkz: a.g.e., s. 31.

70-Bkz: a.g.e., s. 34.

71-Bkz: a.g.e., s. 97.

72-Bkz: a.g.e., s. 97. Son mısra bir Arap atasözüdür. “Fırsat bulut gibi geçer.” demektir. Bkz: el-Milncid fi’l-emsSI ve’l-hikam, s. 108,168.

73-Ö.N. Bilmen’in Peygamberimizle ilgili muhtelif zamanlarda ona karşı duygularını dile getirdiği değişik şiirleri vardır, örneğin onun “Büyük İslam llmihali”nin sonundaki:

Vücudundur senin timsâl-i hikmet Ya Resulâllah!

Kudûmun kâinata verdi nüzhet Ya Resulâllah!

mısralariyle başlayan 9 beyitlik “Nat-ı Şerifi ve yine O’nun Tefsir’inde (1/385) bulunan:

“Bir kerre düşün ki devr-i fetret’

Olmuştu nasıl karin-i zulmet”

beytiyle başlayan 17 beyitlik bir şiiri bu hususta duygularını ifade ettiği güzel şiirlerdir.

74-Diyanet: Din, din duygusu, dine bağlılık, dindarlık gibi anlamlara gelir. Bu şiir için Bkz: Yeni İslâm Ahlâkı, s.77-78,1st. 1964.

75-Daha sonraları yazdığı anlaşılan “Münacat” adlı bir şiirinde de kendisini etkili bir şair etmesi için Allah’a yalvarmaktadır. Bkz: Yeni İslâm Ahlâkı, s.73.

76-Bkz: Nüzhetu’l-Ervâh Ek. s. 2-3.

77-Bkz: Yeni İslâm Ahlâkı, s. 120-121.