Makale

dünya kelâmı

Prof. Dr . M. Şevki Aydın
Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı

dünya kelâmı

"İslâm’ın Şartlan Üzerine" başlıklı yazımda (Bk.Diyanet Aylık Dergi, Haziran, 2005), din Öğretiminde kelime, terim ve ifade kalıplarının yanlış kullanımına; dolayısıyla yanlış din anlayışlarına kapı aralandığına işaret etmiş ve bir örnek üzerinde durmuştum. Bu yazımda da bir başka örnek verip onu değerlendirmek istiyorum. Bu örnek de, toplumu- muzda çokça kullanılan yaygın bir söz: "Camide dünya kelâmı konuşulmaz." Bir ilmihal kitabında aynen şöyle denilmektedir:
"ibadet etmeyip, camide dünya kelâmı ile meşgul olmak tahrimen mekruhtur. Ateş, odunu yiyip bitirdiği gibi, camide dünya kelâmı konuşmak da insanın sevablarını giderir." (Polemiğe yol açmamak için isim verilmemektedir.)
Camide dünya kelâmı konuşulmaz sözü, maksadı aşan; hatta maksadın dışında anlamlar çağrıştırmaktadır. Her şeyden önce, bu ifade, dünya ve ahiret kavramları hakkında Islâm’ın onaylamayacağı anlamları ihsas ettirmektedir. Bu ifade kalıbı biraz çözümlenince, o olumsuzluklar kolayca fark edilecektir.
Nedir bu "dünya kelâmı?" Bu sorunun cevabını, zıddından hareketle bulmaya çalışalım. Dünya kelâmının zıddı, "ahiret kelâmı" dır. Camide ahiret kelâmı mı konuşulacak? Ahiret kelamı konuşulacaksa, öyleyse o nedir? Böyle bir ayrım yapıldığında tabii ki, din kelamı ile ahiret kelâmı özdeşleşmiş olacaktır. Camide dinden söz etmek, ahiret kelâmı etmek anlamına gelecektir. Bu durumda dinin, dünyada yaşayan insanlarla alâkası; dolayısıyla camide konuşulanların insanların dünya hayatıyla ilişkisi ve dünyadakilere ahiret kelâmı etmenin anlamı... sorgulanacaktır.
Böyle bir sınıflandırmayı/ayrımı yapabilir miyiz? Neden söz edersek dünya kelâmı olur? Neden bahsedersek ahiret kelâmı olur? Söz gelimi, Hz Pey- gamber’in, mescidde yaptığı konuşmaların (hutbe, elçileri kabul edip onlarla konuşma, anlaşmazlıkları çözüme kavuşturma, insanların kişisel dertlerini dinleyip çözüm önerileri ortaya koyma,..vs) hangileri "dünya kelâmı", hangileri "ahiret kelâmı"?
Böyle bir ayrımı farz-ı muhal mümkün sayarsak, bu iki tür kelâm arasında ilişki olduğunu söyleyebilecek miyiz? ilişki varsa ne tür ilişki(ler)den söz edebiliriz? Aralarında zıtlık mı var? Benzerlik mi var? Tedahül mü var? vs.
Bu ilişki üzerinde kafa yorarken, meselâ şu hadisi nasıl anlayacağız? "Dünya ahiretin tarlasıdır/ekim yeridir." (Keşfu’l-Hafa, Hadis No: 1320.)
Bu hadise göre, ahiret ürününün tohumunu dünyada ekiyoruz. Yani, dünyada ahiretimizi oluşturmakla meşgulüz. Dünyada yaşamaksızın ahiret hayatına sahip olmamız söz konusu değildir. Dünyasız ahiretten söz edemiyoruz.
Ahiret hayatımızın nasıl olacağı, dünya hayatımızın nasıllığına endeksli. Cennetimizi de, cehennemimizi de burada/dünyada oluşturuyoruz. Bu durum, bizim hem dünyada hem de ahirette mutlu olabilmemiz için dünya hayatımıza önem vermemizi, onu en iyi biçimde değerlendirerek yaşamamızı gerektirmektedir. Öyleyse dünyadan bahsetmeksizin, dünyayla ilgilenmeksizin ahiretimizle ilgilenmemiz mümkün gözükmemektedir. Bu mantıkla ilerlersek, "camide dünya kelâmı konuşulmaz." sözünün temelsizliği ortaya çıkmaktadır. Zira bu, camide hiç konuşmamakla aynı anlama gelmektedir.
Bu anlayışın çok ilginç boyutlara ulaştığı görülebilmektedir. Meselâ vaiz, çevreyi korumaktan, temizlikten, ağaç dikmekten, bireyin çevresindekiler- le ilişkisinden, insan sağlığından... vb söz edecek olsa, "Bu konularla caminin ne alâkası var" gibi çıkışlar yapılabilmektedir. (Bu noktada, vaizin konuyu işleyiş biçiminin uygunsuzluğu, üslup hatası, içerikte din boyutunu öne çıkaramayışı, muhtevayı zenginleştirememesi... vb kusurları da söz konusu olabiliyor ki, bu da ayrı bir sorundur) Hatta camide bir mümin kardeşinin sıkıntılarını dinlemek, sorunlarının çözümüyle ilgilenmek çerçevesinde yapılan sohbetler de "dünya kelâmı" olarak ele alınıp reddedilebilmektedir.
Bu anlayışla hareket edilirse sonuçta İslâmî değerlerle bağdaşmayan yanlış bir dünya anlayışı ortaya çıkmaktadır: Dünya son derece olumsuz anlamda ele alınmakta; dolayısıyla Müslümanın ilgilenmemesi, önem vermemesi gerektiği kanaatine ulaşılmaktadır. Bu olumsuz dünya algısının, müslümanların son asırlardaki duruma düşmelerinde önemli rolü olduğu söylenebilir. Esasen bu ve dünyaya ilişkin başka birçok benzeri sözün arkasında, İslâm’ın temel değerleriyle bağdaşmayan dünya ve zühd anlayışı yatmaktadır. Özellikle Osmanlı’nın son döneminde yaygın olarak okunan ve halkı irşad etmek için veya vaaz amacıyla yazılmış kitaplarda müminlere dünyaya karşı bir mesafe bilinci önerilmiş olduğunu görmekteyiz. Bu da, Müslümanların dünyayı boş vermelerine, dünyaya müdahale etme yükümlülüklerini unutup kendilerini meskenete itmelerine, dolayısıyla güçsüz düşmelerine neden olmuştur. Bu durum, Müslümanların İslâmî değerlere göre dünya ve bununla irtibatlı olarak zühd anlayışlarını yeniden oluşturma sorunlarının olduğunu göstermektedir.
Camide dünya kelâmı konuşulmaz sözü, caminin şöyle bir konuma oturtulabilmesine de neden olmaktadır: Namaz kılınca hemen çıkılıp uzaklaşılacak bir mekan.
Bu durumda insanlar, camide bulunmayı artık kolay kolay göze alamazlar. Camide her an hata yapıp günaha girme korkusu insanı abluka altına alıverir.
Orada böyle bir ruh haliyle oturmaktansa hemen çıkıp rahatlama (!) tercih edilir. Hâliyle camiler, insanı cezbetmeyen, soğuk mekânlar hâline geliverirler.
Aslında, "camide dünya kelâmı konuşulmaz" şeklindeki ifadeleri kullananlar, şu anlamı kastetmektedirler: "Camide lakırdı edilmez, hoş olmayan, boş, yararsız laflar edilmez" Meselâ, 0. Nasuhi Bilmen Hocamız, "Mescitlerde gürültü yapmak, lüzumsuz yere dünyevî sözlerle konuşmak (Herhâlde lüzumlu yere dünyevî söz söylenirse bir beis yok! M.Ş.A.),... caiz değildir." dedikten sonra, anlamakta ve benimsemekte hiç sıkıntı duymayacağımız şu ifadelere yer vermektedir: "Denilmiştir ki, mescitlerde lakırdılar, hasenatı yer bitirir, ateşin odunları yakıp bitirdiği gibi." (Büyük İslam ilmihali, s. 243, İstanbul)
"Camide lakırdı edilmez" sözüne karşı çıkmak mümkün değildir. Ama "dünya kelâmı" ifadesiyle bu manayı anlatmak da, aynı şekilde mümkün değildir. Yani burada, ifade edilmesi istenilen mananın uygun kelime ve kalıplarla dile getirilmemesi gibi bir yanlışlık söz konusudur. Bu anlamda sergilenen bir hata, çok büyük yanlış anlamalara; sözün, hiç ilgili olmayan yönlere çekilmesine neden olmaktadır.
Sözün özü, din anlatırken kullandığımız bir takım kelime, terim ve ifade biçimleri, maksadı aşan anlamları, hatta bazen de maksadın tamamen dışında yanlış anlamları çağrıştırabilmektedir. Bu da, insanımızın yanlış din anlayışı edinmesine yol açmaktadır. Onun için dini anlatan her insan (din dersi öğretmeni, müftü, vaiz vs), kullandığı kelime, terim ve ifade biçimlerini büyük bir dikkatle seçme sorumluluğunu taşımaktadır.
Ayinesi iletişimdir kişinin; lafına bakılır.