KUR’ÂN’A GÖRE İSLÂM VE MÜSLÜMAN
Doç. Dr. İsmail Karagöz*
Yer yüzünün halîfesi olarak yaratılan insan; temiz hava, su, gıda ve belirli bir sıcaklığa muhtaç olduğu gibi akıl, vicdan, peygamber ve İlâhî bir kitabın rehberliğine de muhtaçtır. Yüce Allah, insanın muhtaç olduğu temiz hava, su ve gıda maddelerini kâinatta yeterince var ettiği ve dünyayı insanın yaşayabileceği bir sıcaklıkta yarattığı gibi insana akıl ve vicdan vermiş, onu bir takım duygu ve yeteneklerle donatmıştır. Önder ve rehber olması için de ilk insandan itibaren peygamberler görevlendirmiş ve onlara kitaplar vermiştir. Peygamberleri ve kitapları vasıtasıyla insanların dünya ve âhiret mutluluğunu sağlayabilecekleri hak dinin inanç esaslarını, ibadet ve ahlâk kurallarını bildirmiştir.
ilk peygamber Adem (a.)’dan son peygamber Muhammed (a.)’a kadar Allah’ın gönderdiği hak din tektir. Bu hak dinin adı Islâm, bu dini kabul edenler de müslüman- dır.
Hak din Islâm’ın son kitabı Kur’an’dır. Kur’an, Islâm’ın temel kaynağı ve dayanağıdır. Son Peygamber Muhammed’in (a.), sünneti de İslâm’ın ikinci ana kaynağıdır.
Islâm’ı doğru bir şekilde tanıyabilmek için Kur’an ve Sünneti iyi anlamak gerekir.
Doç. Dr. İsmail Karagöz*
Sistemler, talimatlar, fikirler ve duygular kavramlarla ifade edilir. Bir fikri, bir duyguyu, bir sistemi ve bir talimatı doğru anlayabilmek için bunların ifade edildiği kavranılan iyi anlamak gerekir. Kavramların farklı anlaşılması, o fikrin, o sistemin, o duygunun ve o talimatın da farklı anlaşılmasına sebep olur. Doğru anlayabilmek için, kavranılan kullanıldıkları sistemden koparmadan, anlajnlannı değiştirmeden almak ve kavramlara sonradan yeni anlamlar yüklememek gerekir.
Biz bu çalışmamızda “Islâm’’ ve “Müslüman’’ kavramlarını tahlil etmeye çalışacağız.
I. KAVRAM OLARAK İSLÂM
1. Sözlük Anlamı
“Ayıp, noksan ve âfetlerden uzak olmak, kurtulmak, emniyet ve güvende olmak” anlamlanndaki “selâm” ve “selâmet” ile “anlaşmak ve banşmak” anlamındaki “silin ” kökünden gelen “tslâm ” kavramı, mastar olarak sözlükte; “itaat etmek, boyun eğmek, teslim olmak, teslim etmek, ısmarlamak, selam akdi yapmak, barışmak, sulh yapmak ve müslüman olmak”; isim olarak, “Allah’ın peygamberleri vasıtasıyla insanlara gönderdiği, ilkeleri ve içeriği vahiy ile belirlenen, tevhıd esasına dayalı hak din” anlamındadır.
Sözlükte; “âmirin emir ve yasaklarına itiraz etmeden boyun eğen, teslim olan, selem akdi yapan, ayıp ve kusurlardan uzak olan ve barış yapan” anlamına gelen “Müslim" kavramı ise, din ıstılahında Islâm’ı hak din olarak kabul eden kimseye denir1.
2. Kur’ân’daki Anlamı
Islâm ve müslüman kavramlarını iyi anlayabilmek için kök anlamlarının bilinmesi gerekir. “Sim” kökünden Kur’ân’da farklı anlamlarda bir çok kelime kullanılmıştır.
* Silin ve selin kelimeleri, barış2,
* Selem kelimesi, barış3 ve teslim olmak4,
* Salim kelimesi, sağlam olmak5,
* Selleme kelimesi; sağlam olmak6 kurtarmak7 teslim etmek8, teslim olmak9 ve esenlik dilemek10,
* Selâm kelimesi; selam11, Islâm12, esenlik, banş, huzur, cennet13, güven14, ayıp ve noksanlıklardan salim olan, zulümden selamette olan ve selamet veren15, Allah’ın ismi,
* Selîm kelimesi, müslüman16,
* Esleme kelimesi17; teslim olmak18, teslim etmek, ihlaslı, samimi ve müslüman olmak19,
* Islâm kelimesi; müslüman olmak20,
Anlamlarında kullanılmıştır. Islâm kelimesi aynı zamanda hak dinin adıdır21. Görüldüğü üzere tslûın kavramının kök anlamı; barış, esenlik, huzur, ayıp ve noksanlar
dan beri olma, teslimiyet ve ihlas manalarında odaklanmaktadır.
II. DİN OLARAK İSLÂM
Yukarıda beyan ettiğimiz gibi Islâm, Âdem peygamberden itibaren Allah tarafından gönderilen ve peygamberler tarafından insanlara tebliğ edilen tevhid esasına dayalı hak dinin adıdır. "Allah katında din ancak Islâm’dır" (3/19)* ayeti bu gerçeğin ifadesidir.
Yahudiler Üzeyir peygambere, Hıristi- yanlar Isa peygambere Allah’ın oğlu demek (9/30) suretiyle tevhid inancından sapmışlardır. Bu sebeple yüce Allah, İbrahim (a.) için; "İbrahim ne Yahudi ne de Hıristiyan idi, fakat o Allah’t birleyen (hanîf) bir müslüman idi, müşriklerden değildi” demiştir (3/67).
Islâm’ın; evlenme, boşanma, sosyal ilişkiler, cezalar, helal-haram ve ibadetler ile ilgili ilkelerinde peygamberlerden peygamberlere bazı farklılıklar olsa da inanç esaslarında bir değişiklik olmamıştır. Hz. Mu- hammed (a.)’ın ve Kur’an’ın gönderilmesiyle Islâm kemale ermiş ve son şeklini almıştır. "...Bu gün size dininizi ikmal ettim, sız.e nimetimi tamamladım, din olarak Islâm’dan razı oldum” (5/3) âyeti bu gerçeği ifade etmektedir.
Son şeklini alan ve kemale erdirilen Islâm’dan başka hak din artık söz konusu değildir. “Kim İslâm ’dan başka bir din ararsa bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecektir... ” (5/85) âyeti bunan delilidir.
Islâm; tevhid esasına dayanır, imanda ve ibadette Allah’a ortak koşulmasını şiddetle reddeder, insan vasıtasız olarak Allah’a ibadet edebilir, O’ndan af dileyebilir, yardım isteyebilir ve dua edebilir.
Islâm’ın ana hedefi, canın, malın, akim, ırzın ve dinin korunmasıdır, kısaca insandır, insanın mutluluğudur. Islâm’ın emir ve yasaklan da bu amaca yöneliktir. Canı korumak için; intihar, yaralama, cana kıyma, zehirli yiyecek ve içecekler; aklı korumak için; alkollü içkiler, sıvı ve katı uyuşturucular; ırzı korumak için; zina ve her türlü fuhuş; malı korumak için; hırsızlık, gasp, yankesicilik, aldatma, hile ve benzeri kötülükler yasaklanmıştır. Dini korumak için namaz, oruç, hac, zekat, zikir, dua ve nefisle mücadele, şirk, küfür ve nifaktan uzak durma gibi görevler farz kılınmıştır.
İslâm; Allah’a, nefsine, ailesine, diğer insanlara, canlılara ve çevreye kaşı görevlerinde insana yol gösterir. Dolayısıyla Islâm; insanın inanç, ibadet, evlenme, boşanma, yeme, içme, giyinme, konuşma, yürüme, okuma, düşünme, temizlik, yardımlaşma, şahitlik, hakimlik, işleri ehline verme ve istişare ile yapma... gibi adlî, İdarî, hukukî, ahlâkî, ticârî, İlmî, fikrî, itıkâdî, amelî ve sosyal bütün alanlarla ilgili genel kurallar içerir.
Adalet, dürüstlük, erdemli davranış, işleri ehline verme, şûra, din ve vicdan, çalışma ve ticaret, mülk edinme ve seyahat özgürlüğü, mesken masuniyeti, insan haklan- na saygı, toplumda iyilikleri hakim kılma, kötülüklerle mücadele, banş, birlik ve kardeşlik İslâm’ın temel ilkeleridir.
Islâm’ın emir ve yasaklan, öğüt ve tavsiyeleri, helal ve haramları kısaca bütün ilkeleri temel kaynak olarak âyet ve hadislere dayanır. Son şeklini alan Islâm Dininin ilkelerinde, hükümlerinde, inanç ve ibadet esaslannda zamanın geçmesiyle bir değişmez olmaz. Din kurallannda artma ve eksilme söz konusu değildir. Islâm, evrenseldir, çağlan kucaklar, ilmi, tekniği, teknolojiyi, sanayiyi, çalışmayı, üretimi, gelişme ve ilerlemeyi, temizliği, disiplini ve intizamı teşvik eder. Cehaleti, tembelliği, dilenciliği, miskinliği, uyuşukluğu, saygısızlığı, anarşiyi, insanlara yük olmayı, çalışmadan, hile ve haksız yollarla kazanmayı, ahlaksızlığı, sahtekârlığı, rüşveti, tefeciliği, dolandıncı- lığı. kuman, işkenceyi ve benzen kötülükleri yasaklar.
İslâmî görevlerin, genel olarak iki boyutu vardır. Biri inanma, diğeri, uygulamadır. Kur’an’da bu husus, “iman ve salih amel” olarak ifade edilmiştir.
Cibril (a.)’ın insan suretinde gelip “Islâm nedir}’’’ sorusuna Hz. Muhammed (a.); “Islımı; Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna tanıklık etmek, namaz, kılmak, zekat vermek, hac yapmak ve Ramazan orucu tutmaktır” cevabını vermişir22. Buhârî ve Müslim’in rivayetinde birinci madde, "Allah’a ibadet edip O’na hiçbir şeyi ortak koşmamak ” şeklindedir23.
“Islâm beş şey üzerine bina edilmiştir. (Bunlar) Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna tanıklık etmek, namaz, kılmak, z.ekat vermek, hac yapmak ve Ramazan orucu tutmaktır”24 hadisi de yukarıdaki Islâm kavramının tarifiyle örtüşmektedir.
Islâm-, sadece hadislerde zikredilen beş ilkeden ibaret değildir. Bu beş ilke, Islâm’ın ana ilkeleridir. İslâm’ın beş şey üzerine bina edildiğini bildiren hadisin ilk maddesini Müslim, İbn Ömer’den yaptığı rivayette, "Allah’ı birlemek” (en yüvahhı- dellâhe)25, bir başka rivayette ise "Allah ’a ibadet etmek ve Ondan başka (tapılanları) inkâr etmek” (en ya’hüdallâhe ve yekfüre bimâ dûnehû)26 şeklinde zikretmiştir. Bu husus, “(Ey Peygamberim!) De ki: Ey ehl- i kitap! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze geliniz: Allah’tan başkasına tapmayalım, O ’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah’ı bırakıp da birbirimizi rab edinmeyelim. Eğer yüz. çevirirlerse “şahit olun ki biz. müslümanlarız” deyin” (3/64) ayetinin bir beyanıdır.
“Allah’a ibadet” kavramı, iman dahil İslâmî bütün görevleri içine alır. Dolayısıyla Kur’an ve Sünnette yer alan itikâdî ve amelî bütün görevler, Islâm’ın emirleridir.
Âyet ve hadislerde geçen ve hükmü; farz, vacip, sünnet ve müstehap olan emirlere uymak da, hükmü haram veya mekruh olan yasaklardan sakınmak da ibadettir.
insanlar ibadet etmeleri için yaratılmışlar (51/56), bütün peygamberler de insanları Allah’a ibadete davet etmişlerdir.27 “ibadet”-, Allah ve Peygamberlerine itaat etmek, emir ve yasaklarına uymaktan ibarettir.
"Emir”, Allah ve Peygamberin insanlardan bir şeyi yapmalarını, “nehiy ” ise bir şeyden kaçınmalarını istemeleridir. Zorunluluk ifade etmesi emrin hakiki manasıdır. Mesela;
1. “Allah’a, Peygamberlerine ve indirdiğimiz. Kur’an’a iman edin” (64/8),
2. "Namazı dosdoğru kılın ve z.ekat verin” (2/43),
3. “Birbirinizin gizli şeylerini araştırmayın" (49/12),
4. “Mallarınızı batıl yollarla yemeyin ” (4/29),
5. "Tartıyı adaletle tam yapın ” (4/29),
6. "Allah için adaletle şahitlik edenler olun” (5/8),
7. “Şahitliği gizlemeyin" (2/283),
8. "Yaptığınız sözleşmeleri yerine getirin" (5/1),
9. “Kadınlara ınehirlerini bir hak olarak verin” (4/4)... ve benzeri emirleri zorunluluk ifade eder, bu emirlere uymak farzdır, ibadettir, sevaptır.
Emir, muhtelif mecazi manalarda da kullanılabilir. Mesela;
1. “ihramdan çıktığımı, zaman avlanın” (5/2),
2. “Yiyin için” (7/31),
3. “Dilediğinizi yapın" (41/40).
4. “Alış veriş yaptığınız, zaman şahit tutun " (2/282),
5. “Kur’an sureleri gibi bir sure getirin ” (2/23)... ve benzeri emirleri zorunluluk ifade etmez, ilk iki emir, ibahe, üçüncü emir, tehdit, dördüncü emir, irşad (yol gösterme), beşinci emir, ta ’ciz (aciz bırakma) ifade eder. Ibahe ifade eden emirleri ibadet niyetiyle yapan, sevap kazanır. Mesela yi- yip-içmek mubah olduğu halde ibadetine kuvvet kazanmak için yiyip içilirse bu, ibadet olur. Mubah olan bir emir yerine göre farz da olabilir. Mesela ölmeyecek kadar yiyip içmek farzdır.
Yukanda zikrettiğimiz ve hükmü zorunluluk ifade eden emirlerin ilki, iman, İkincisi, dar manada ibadet; üçüncü ve dördüncüsü ahlak, diğerleri muamelatla ilgilidir, iman, ibadet ve ahlak ile ilgili emirleri yapmak zorunludur ve sevabı muciptir, ancak muamelat ile ilgili emirleri yapmak zorunlu değildir, denilemez. Zorunluluk ifade eden emirler arasında bir ayırım yapmak mümkün değildir. Aslında Allah’ın her emir ve yasağını uygulamak ibadettir. Bu ibadet, isterse namaz gibi kişisel olsun, isterse şahitlik yapmak gibi diğer kişileri ilgilendirsin ve adına muamelat densin fark etmez. Aynı Zamanda bu emirlerin her birini uygulamak ahlâkî bir davranıştır. Namaz kılmak da oruç tutmak da, teraziyi doğru tartmak da,
şahitliği gizlememek de ahlâkî birer davranıştır. İslâm’ın tamamı güzel ahlaktır. Hz. Âişe validemiz Peygamberimiz (a.)’ın ahlakını Kur’an ahlakı olarak tanıtmış28, Yüce Allah da Peygamber (a.)’a, “sen büyük bir ahlak üzerisin " demiştir (68/4). Peygamber (a.)’ın kendisi de; “Ben sal ıh,29 iyi ahlakı tamamlamak için gönderildim"30 buyurmuş ve imanın en efdalini güzel ahlak olarak bildirmiştir31. Dini görevlerde îman, ibâdet, ahlâk, muâmelât, ukûbât ve keffârât şeklindeki ayırım, İslâm hukukçuları tarafından İslâm’ın içeriğini anlatımda kolaylık sağlamak amacıyla yapılmıştır, imanın ibadet, ibadetlerin iman boyutu vardır, iman etmek kalbin ibadeti olduğu gibi uygulama ile ilgili ameli konulara, ibadet ve ahlak esaslarına inanmak da Allah ve Peygamberin bir emridir. Müslüman, bir ayınm yapmadan bütün emirleri gücü nispetinde yapmaya çalışır. Ancak şurası önemlidir ki, amel ve ibadetler iman’dan bir cüz (parça) değildir.
Islâm kavramını ve içeriğini bu şekilde özet olarak beyan ettikten sonra şimdi “müs- lüman " kavramını tahlile geçebiliriz.
III. MÜSLİM KAVRAMI
“Müslim”, Islâm’ı hak din olarak kabul eden kimseye denir. “Müslim ” kavramı, ülkemizde Farsça “ân” takısıyla “müslüman ” olarak kullanılmaktadır. Islâm’ı kabul eden insana “müslüman ” adını veren bizzat Allah’tır:
“O (Allah) hu (Kur’a)ndan önce (kı kitaplarda) da hu (Kur’a)nda da size ınüsllimanlar adını verdi... ” (22/78).
Hz. Adem (a.)’dan itibaren tevhid dinini kabul eden bütün insanların adı müslü- mandır. Şu âyetler bu gerçeği ifade etmektedir:
* Nuh (a.), “Ben müs[Umanlardan olmakla emrolundum" (10/72),
* Musa (a.), “Ey kavmim! Eğer Allah’a iman ediyorsanız, eğer müslümanlar iseniz O (Allah) ’a güvenin " (10/84),
* Fravun’un sihirbazları, “Rahh’imiz.! Üzerimize sahır dök ve bizi müslümanlar olarak öldür” (17/28).
* Havâriler, “Biz Allah yolunun yardımcılarıyız, Allah’a iman ettik, şahit ol, biz. müslümanlarız ” demişlerdir32.
* Süleyman (a.), Saba Melikesi Bel- kıs’a yazdığı mektupda "...Bana müslü- manlar olarak gelin " demiş33, Belkıs da,
* “Rabbim! Ben nefsime zulmettim. Artık Süleyman’la beraber âlemlerin Rabb’i Allah’a teslim oldum” demiştir34.
* Boğulmak üzere iken Fravun, “Gerçekten İsrail oğullarının iman ettiğinden başka ilah olmadığına inandım, ben de müslümanlardanım” (10/90) demiştir.
* Hz. Muhammed (a.), “Bana müslü- manlardan olmam emredildi” demiştir35.
* İbrahim ve İsmail (a.), “Rabbimiz! Bizi sana teslim olanlar yap" (2/128),
* Yusuf (a.). “(Rabbim!) Sen benim dünya ve âhirette velimsin. Beni müslüman olarak öldür... ” (12/101),
* Salih bir insan, "(Rabbim!) Sana tev- be ettim ve ben müslümanlardanım” (46/15), diye dua etmiştir.
*Yakup (a.), oğullarına, “Oğullarım! Allah sizin için (İslâm) dıni(nı) seçti, bundan dolayı sadece müslümanlar olarak ölün” diye tavsiye etmiştir (2/132),
Bütün peygamberler (5/44) ve tevhid dinini kabul eden insanlar müslümanlardır- lar (22/78).
Yüce Allah, bütün insanları müslüman olmaya ve müslüman olarak ölmeye davet etmektedir:
“Tanrınız, bir tek tanrıdır. O’na teslim olun ” (22/34).
“Size azap gelip çatmadan önce Rabb’inize dönün, O’na teslim olun” (39/54).
“Ey mü’minler! Allah’tan O’na yaraşır biçimde ittika edin ve ancak müslümanlar olarak ölün” (3/102).
Kur’an da insanlar için hidayet, rahmet ve müjde olması için gönderilmiştir (16/89, 102).
Allah, insan ve cinlere İslâm’ı kabul edip etmeme hürriyeti vermiştir. Bu hürriyet içinde müslüman olanlar da olmayanlar da vardır. Kur’an’da cinlerin, “Bizden müslüman olanlar da hak yoldan sapanlar da var” dedikleri bildirilmektedir (72/14). İnsanlar da böyle, kimi mü’min kimi de kafirdir (64/2). Müslüman olan doğru yolu bulmuştur (3/20, 72/14).
insan ve cinler dışındaki canlı ve cansız bütün varlıklar, Allah’a teslim olmuşlardır (3/83).
Müslüman olmayan kafirler, kıyamet günü “keşke müslüman olsaydık” diye temenni edeceklerdir (15/2), ancak bu temenninin bir faydası olmayacaktır. Onun için insan aklını kullanmalı ve müslüman olmalıdır, tâki pişman olmasın.
IV. İMAN-ÎSLÂM İLİŞKİSİ
Bir insanın müslüman olabilmesi için iman etmesi, Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmaması, iki yüzlü olmaması, diliyle söylediğini kalbiyle de tasdik etmesi gerekir. Kur’an âyetlerinin birini dâhi kabul etmeyen veya yalanlayan veya beğenmeyen veya küçümseyen veya alaya alan kimse müslüman olamaz. Müslüman olabilmek için İslâm’ı bir bütün olarak, şeksiz, şüphesiz ve Hz. Muhammed (a.)’ın anladığı, bildirdiği ve beyan ettiği şeklide kabul etmek gerekir.
Şartlarına uygun iman eden insan mü’mindir. İman, İslâm’ın bütününü tasdik etmek ve kabul etmektir. İslâm’ı kabul eden kimse mü’mindir. Dolayısıyla “mü’miri” ve “müslüman" Islâm’ı hak din olarak kabul eden insanın iki vasfıdır. Ahzab Shure- sinin 34. âyetinde 10 vasıf sayıldıktan sonra, “Allah bunlar için bağış ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır" denilmiştir. Bu 10 vasıftan birincisi olarak, "müslimtn ve müs- limât” (müslüman erkek ve müslüman kadınlar), İkincisi olarak da "mü’minîn ve mü’minât” (mü’min erkek ve mü’min kadınlar) zikredilmiştir.
iman eden insan, hem mü’min hem de müslüman olur. Kur’an’da bu gerçeğe işaret eden bir çok ayet vardır. Mesela Havâri- leıin Maide suresinin 111. âyetinde, “iman ettik” dedikten sonra “şahit ol biz. müslü- manlarız” dedikleri, bir sonraki âyette ise
Isa (a.)’ın kendilerine “eğer mu ’ıninler iseniz Allah’a karşı gelmekten sakının " dediği bildirilmiştir36.
"Allah’a, bize indirilene, İbrahim’e, İsmail’e, tshak’a, Ya’kub’a ve torunlarına indirilene, Musa ’ya ve Isa ’ya verilene ve (diğer) peygamberlere Rab’leri tarafından verilene iman ederiz, onlar arasında bir ayırım yapmayız, ve biz. O’na teslim olanlarız (Ve nahnü lehû müslimûn) deyin" ayetinde yine imanın peşinden sonra müslüman vasfı zikredilmiştir37.
Yüce Allah Peygamber (a.)’a “Sen kör(ler)i düştükleri sapıklıktan çıkarıp yola getirecek değilsin. Sen ancak ayetlerimize iman eden insanlara duyurabilirsin. Onlar müslümandırlar” demiştir (27/81, 30/53). Bu ayette de iman edenler, müslümanlar olarak isimlendirilmiştir.
Melekler, Lut kavmini helak etmek istediklerinde, müslümanları helâkten kurtarmaları ile ilgili olarak; “Orada mii’minler- den kim varsa çıkardık. Zaten orada müs- lümanlardan bir ev halkından başka kimseyi bulamadık” denilmiştir (51/35-36). He- lâk olmaktan kurtarılan insanlar, birinci ayette, “mü’minler", ikinci ayette “mUslü- manlar” olarak isimlendirilmişlerdir.
Hendek savaşı ile ilgili olan şu ayette mü’minler şöyle tanıtılmıştır:
“Mü’minler, (düşman) orduları(m gördükleri zaman (korkmadılar): Bu Allah’ın ve Rasulunün bize va’d ettiği şeydir. Allah ve Resulü doğru söylemiştir, dediler ve bu onların sadece imanlarını ve teslımiyetlerinı artırdı” (33/22). Bu âyetle, ’’iınan” ve "ıslâm ”, mü’minin iki vasfı olarak zikredilmiştir.
Zikrettiğimiz ayet mealleri göstermektedir kı “mü’miri” ve “muslüman” kavramları hak dini kabul eden insanın iki vasfıdır.
“Mü’min, sadece iman eden, müslüman ise iman edip İslâmî görevlen yapan kimsedir” şeklinde bir ayınm yapmak doğru değildir. Çünkü Kur’an’da mü’min, bir çok âyette, iman edip salih amel işleyen kimseler olarak tanıtılmıştır (mesela, 8/14, 49/15...). “Cibril hadisinde (iman) ve (İslâm) kelimeleri farklı şekilde tarif edilmiştir. Oyle ise iman ayrı Islâm ayrıdır demek” de doğru değildir, filhakika Cibril hadisinde “imarı”, “ıslâım " ve “ıhsân” kavranılan arasında bir derecelendirme yapılmıştır. Şöyle ki Cibril’in sorusu üzerine Peygamber (a.) imanı; Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe ve kadere inanmak; İslâm’ı; Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna tanıklık etmek, namaz kılmak, zekat vermek, hac yapmak ve Ramazan orucu tutmak”; ihsanı; Allah’ı görüyormuş gibi ibadet etmek şeklinde tarif etmiştir38.
Bu tariflere göre iman, altı esası tasdik etmekten ibarettir, imanın tanımında her hangi bir amel zikredılmemiştir. Buna mukabil İslâm’m tanımında kelıme-i şehâdet ile birlikte dört amel zikredilmiştir. Ihsan ise ibadet görevini en iyi bir şekilde yapmak şeklinde tarif edilmiştir, "ibadet" kavramına iman ve amel dahildir. Dolayısıyla insanın, hem imanı hem de amelleri en iyi bir şekilde yapması ihsandır. Hadisteki tanıma göre İslâm kavramı, imanı da içermekte fakat iman kavramı İslâm’ı içermemektedir. Bunu iç içe girmiş dairesel bir şe
ma olarak düşünecek olursak en içteki daııe iman, onun etrafındaki daire İslâm en dıştaki daire de ihsandır.
Bu tarife göre, “sadece iman eden mü’mindir. Bu kimse imanın gereği amelleri işlemezse İslâm derecesine yükselemez. Dolayısıyla bu kimse müslüman değildir. Müslüman iman edip salih ameller işleyen kimsedir” şeklinde bir yaklaşımda bulunmak da isabetli bir görüş değildir. Çünkü Kur’an’a baktığımız zaman müminin; hem iman eden hem de salih amelleri işleyen kimseler olarak tanıtıldığını görüyoruz. Mesela Mü’minûn Sûresinde kurtuluşa eren ve Firdevs cennetinin varisi olan mü’min- ler:
- Namazlarında saygılıdırlar,
- Boş şeylerden yüz çevirirler,
- Zekat (vermek) için çalışırlar,
- Irzlannı korurlar,
- Emanetlerine riayet ederler,
- Ahitlerine uyarlar,
- Namazlarını korurlar,
Şeklinde tanıtılmışlardır.
Bu ameller, İslâmî görevlerin tamamını kapsar. Mesela “namaz, sahibini, bütün kötülüklerden ve yasaklardan alıkoyar” (29/45). Kur’an, mü’minlere bir emanettir, iman, İslâmî görevleri yapmak için Allah’a verilen bir sözdür. Dolayısıyla Mü’minûn Sûresinin ilk dokuz ayeti ile mü’minin, İslâm’ın bütün emir ve yasaklarına uyan kimseler olduğu vurgulanmıştır. Bu hususu, Kuı’an’ın başka ayetlerinde de görmek mümkündür.
Sadece Cibril hadisi esas alınıp İslâmî görevler; namaz, oruç, hac ve zekattan ibarettir, demek de doğru değildir. Kur’an ve sünnnette yer alan bütün buyrukları uygulamak, müslümanın görevidir.
Kalbiyle inanmadığı halde “zahiren İslâm’a teslim olan, müslüman olduğunu söyleyen kimse” ile “hem kalbiyle iman eden hem de diliyle inandığını söyleyen müslüman” arasında ise fark vardır. "Bedeviler, “inıan ettik" dediler. De kı: “Siz iman etmediniz, fakat “teslim olduk/boyun eğdik" deyin. (Çünkü) iman henüz kalplerinize yerleşmedi” (49/14) ayeti bu gerçeğin ifadesidir. Ayette bildirildiği gibi imanın yeri kalptir. Kalp ile iman esasları tasdik edilmedikçe dil ile “müslüman oldum” demek müslüman olmaya yetmez. Biz, insan olarak kimsenin kalbini bilemeyeceğimiz için “müslümanım” diyen kimseyi müslüman olarak kabul ederiz, ama o, kalben inanmadıkça Allah katında müslüman değildir. Din literatüründe bu kimsenin adı “münafık”tır.
Kalbiyle inandığı ve bunu diliyle ikrar ettiği halde İslâmî görevlerin tamamını veya bir kısmını yapmayan kimse -İslâmî görevleri inkar edip küçümsemediği müddetçe- müslümandır. Çünkü amel imandan bir cüz değildir. “Amel imana dahildir, dolayısıyla bir emri terk eden veya bir yasağı ihlal eden kimse müslüman değildir” denildiği takdirde yer yüzünde müslüman bulmak mümkün olmaz. Zira her insanın az veya çok eksiği, kusuru ve yapamadığı bir görevi vardır. Buna mukabil, iman edip müslüman olduğu halde hiçbir İslâmî görevi yapmamak da iman-islum gerçeği ile bağdaşmaz. İnandığı gibi yaşamayan insan, bir gün yaşadığı gibi inanmaya başlar. Amellerle beslenmeyen iman, bir gün yok olabilir.
V. MÜSLÜMANIN VASIFLARI
Bir insanın “müslüman ” vasfım alabilmesi için Islâm’ı bir bütün olarak kabul etmesi ve şartlarına uygun iman etmesi gerekir. İmanında bir eksikliği olan insan müslüman vasfını kazanamaz.
Bir insanın “kamil bir müslüman ” olabilmesi için ise, Islâm’ın emir ve yasaklarına uyması gerekir, insan; emir ve yasaklara uymadığı nispette kemal vasfını kaybeder. Biz bu bölümde, İslâmî görevlerden olup insanı kamil mü’min yapan can alıcı altı hususa değinmekle yetineceğiz.
1. Müslüman salih ameller işler, İslâmî görevler yapar.
İslâm’ın insana yüklediği görevlerden her biri salih ameldir. Müslümanın, bu görevleri yapması gerekir. Bu görevlerin en başta geleni Islâm’ın üzerinde bina edildiği namaz, oruç, hac ve zekattır. Zekat görevini zenginler, hac görevini buna imkânı olanlar yapar. Orucu her yıl Ramazan ayında sağlığı yerinde olanlar tutar. Namazı ise erginlik çağına gelmiş kadın-erkek her müslüman günde beş defa hayatının sonuna kadar kılmak zorundadır. Islâm’ın beş temel esasını yerine getiren, Kur’an ve Sünnette yer alan diğer görevleri de yapar. Islâm’ın beş temel esasını yapabilen insan kurtuluşa erer. Necid halkından birinin Islâm’ın ne olduğunu sorması üzerine Peygamber (a.),
- “Islâm, bir gün ve bir gece içinde beş vakit namazdır” cevabını vermiştir. Adam,
- “Bu namazdan başka kılacağım namaz var mı” diye sorması üzerine Peygamber (a.),
- “Hayır. Ancak nafile olarak kendiliğinden kılacağın namaz hariç” demiştir. (Peygamber (a.), Islâm’ın ne olduğunu bildirmek üzere devamla),
- “Bir de Ramazan orucudur” buyurmuştur. Adam yine,
- “Ramazan orucunun dışında tutacağım başka oruç var mı” diye sormuştur. Bunun üzerine Peygamber (a.),
- “Hayır. Ancak nafile olarak kendiliğinden tutacağın oruç hariç” cevabını vermiştir. Peygamber (a.), ona zekatı da (Islâm’ın esası olarak) zikretmiştir. Adam yine,
- “Üzerime bundan başkası da olacak mı” diye sormuş, Peygamber (a.) da,
- “Hayır. Meğer ki nafile olarak kendiliğinden veresin” buyurmuştur. Bunun üzerine Necidli müslüman,
- “Vallahi bundan ne fazla ne de eksik yapacağım” deyip gitmiştir. Bunun üzerine Peygamber (a.),
- Eğer doğru söylüyorsa bu kimse kurtuluşa ermiştir” buyurmuştur39.
Hadiste İslâmî görevlerden sadece üçü (namaz, oruç ve zekat) zikredilmiştir. Bu hadise dayanarak “sadece üç görevi yapmak yeterlidir” demek mümkün değildir. Bu hadiste İslâm’ın beş temel esasından biri olan hac zikredilmemiştir. Bu diyalog gerçekleştiğinde hac ile ilgili ayetler henüz inmemiş veya anlatımda bir eksiklik olabilir. Sonra İslâmî görevler; namaz, oruç, hac ve zekattan ibaret değildir. Ancak bunlar, ana temellerdir. Müslüman hem bu görevleri hem de Kur’an ve Sünnette zikredilen diğer görevleri yapar. Zira bu hadiste, önceki hadislerde olduğu gibi İslâmî görevlerin tamamı sayılmamakta, sadece ana ilkeler bildirilmektedir.
Kurtuluşa ermenin birinci şartı iman edip müslüman olmaktır. Peygamberimiz (a), “Kad eflaha men esleme” (müslüman olan kurtuluşa ermiştir.) buyurmuştur40. Allah’a ortak koşmadan bu dünyadan ayrılan müslüman cennete girecektir. Peygamber (a.), “Kim Allah ’a hiçbir şeyi ortak koşmadan ölürse cennete girer ”41, buyurmuştur. Dolayısıyla imanla yaşayıp imanla ölmek çok büyük önem arz etmektedir. Çünkü “Cennete ancak müslüman olan kimse”142 girebilecektir. Bunun için de imanın; şirk (Allah’a ortak koşma), küfür (ayetleri inkar) ve nifak (iki yüzlülük) tehlikesinden korunması, ibadetlerle beslenmesi gerekir. Dolayısıyla sadece iman etmekle yetinmek aslâ doğru değildir. Amelsiz iman her an sönebilir. Bir insan düşünün ki Islâm’ı bir bütün olarak kabul ediyor, imanında bir eksiklik ve kusur yok. Ama namaz kılmıyor, oruç tutmuyor, malı var zekat vermiyor, imkanı var hacca gitmiyor. Öte yandan içki, kumar, zina, yalan, hile, adam öldürme, gıybet, iftira, gasp, rüşvet, faiz, hırsızlık... gibi İslâm’ın yasakladığı şeylerin hepsini veya bir kısmını işliyor. Kısaca söz, fiil ve davranışlarıyla Kur’an ve Sünnette zikredilen kurallara uymuyor; günah işliyor. Böyle bir insan imanım son nefesine kadar nasıl koruyabilir? Günahlarla kararmış kalbinde iman nasıl durabilir? Kişinin işlediği her günah kalbini karartır. Bu gerçeği Yüce Allah, “Hayır, onların işleyip kazandıkları şeyler, kalplerinin üzerine pus olmuştur” (83/14) ayeti ile bildirmiştir.
Bu itibarla müslüman, gücü nispetinde İslâmî her görevi fert, aile ve toplum hayatında uygulamaya çalışır. Bu, “müslüman hiç günah işlemeden yaşasın” anlamına gelmez. Zaten buna hiç bir insanın gücü de yetmez. Her insanın az-çok kusuru ve günahı vardır. Önemli olan hiç günah işlememek değil; küfre, nifaka bütünüyle günah bataklığına dalmamaktır. Hiç günah işlemden yaşayayım diye kişinin; eşini, işini ve çocuklarını ihmal etmesi, toplumdan soyutlanıp inzivaya çekilmesi de doğru değildir, ifrat ve tefritten uzak orta bir yol izlenmesi en isabetli olanıdır. Peygamber (a.), “Bu din kolaylık (dini)dir. Hiç kimse yoktur ki (bu) din hususunda (amellerim eksiksiz olsun diye) kendini zoraisin da din ona galip gelmiş olmasın. Öyle ise ortalama gidin... ” buyurmuştur43. Yüce Allah da Kur’an’da, bizi “orta bir ümmet yaptığını” bildirmiştir (2/143).
Müslüman, günahında, bile bile ısrar etmemeli, hemen Allah’ı hatırlayıp tevbe etmelidir (3/135). ibadetleriyle mağrur, günahlarıyla ümitsiz olmamalı, Yüce Allah’ın, “(Ey Peygamberim! Kullanma tarafımdan) de ki: “Ey nefislerine karşı aşırı giden kullarım! Allah ’in rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Allah bütün günahları bağışlar. Çünkü O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir” (39/53) müjdesini hiç unutmamalıdır.
Allah’ın kullarına rahmeti ve mağfireti o kadar çoktur ki Peygamber (a.)’ın bildirdiğine göre müslümanın işlediği güzel amellerine on katından yedi yüz katına kadar sevap verilir, buna mukabil kötülükleri misliyle cezalandınlır veya affedilir ve hiç
cezalandırılmaz44. Bu, Allah’ın kullarına bir lütfudur.
Müslüman, Allah’ın “ğafûru’r-rahîm” (=çok bağışlayan, çok merhamet eden) olduğunu da, “azâbü’l-elîm” (=azabı çok acı- tıcı) olduğunu da bilmeli, bütün inanç, söz, fiil ve davranışlannda bunu daima göz önünde bulundurmalıdır. Onun için yüce Allah, Peygamberine kendisini şöyle tanıtmasını emretmiştir: “(Ey Peygambenm!) Kullarıma bildir ki: Ben çok bağışlayan, çok merhamet edenim. Ve azabım da çok acıtıcı azaptır” (15/49).
Müslüman salih amelleri işleyerek kemale erer. Allah böyle müslümanları Kur’an’da övmektedir: “(Insanlan) Allah ’a çağıran, salih ameller işleyen ve müslü- manlurdanım diyen kimseden daha güz.el sözlü kim olabilir?” (41/32)
2. Müslüman, yaptıklarını en güzel ve en iyi bir şekilde yapar.
Yüce Allah, “Kim muhsin olarak yüzünü (özünü) Allah ’a teslim ederse o, en sağlam kulpa yapışmıştır” (31/22).
“Din yönünden muhsin olarak yüz.ünü Allah ’a teslim eden ve hanif olarak İbrahim’in dinine uyan insandan daha güz.el kim olabilir?” (4/125).
“Evet kim muhsin olarak yüzünü Allah ’a teslim ederse onun mükâfatı Rabb’inın yanındadır. Onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir. ” (2/112) ayetleriyle müslümanın muhsin olmasını istemektedir. Muhsin; imanını, ibadetini ve amellerini en güzel ve en ıyı bir şekilde yapan kimseye denir. Bu itibarla müslıiman her işini, en güzel biçimde kaliteli olarak yapmalıdır.
3. Müslüman dürüst insandır.
Dürüstlük, imandan sonra müslümanın birinci vasfıdır. Yüce Allah, “Sen de seninle beraber tevbe eden (mü’min)/er de emro- lunduğun(uz) gibi hep doğru olun. Azgınlık etmeyin, aşırı gitmeyin ” (11/12) buyurmuştur.
“Islâm’da bana ¿iyle bir söz söyle ki onu senden sonra kimseye sormayayım ” diyen Süfyan b. Abdullah es-Sakafî’ye Peygamber (a.)’ın; “Allah’a iman ettim de ve dosdoğru ol” sözü de bu gerçeği vurgulamaktadır45.
Söz, fiil ve davranışlarında dürüst olmayan insan, müslümanlığı henüz hazmede- memiş demektir.
4. Müslüman, zalimlere meyletmez. İlâhî iradeye uymayan her inanç, söz, fiil ve davranış zulümdür. Müslüman asla zulmetmez. Zulmetmek şöyle dursun za limlere en küçük bir meyil bile göstermez.
Yüce Allah, “Sakın zalimlere en küçük bir meyil göstermeyin, sonra siz.e ateş doku
nur” (11/13) buyurmuştur.
Müslüman, namaz ve oruç gibi Allah’a karşı görevlerini ihmal ederek nefsine zulmetmeyeceği gibi; malına, canına, ırzına el uzatarak diğer insanlara da zulmetmez. Bu sebeple Peygamber (a.), “Müslüman müslümanın kardeşidir, ona asla zulmetmez4fi,
ona hainlik etmez., onu yalanlamaz, hor ve zelil olarak bırakmaz. Müslümanın müslü-
nuına ırzı, malı ve kanı haramdır”41 buyurmuş ve müslümanı, “ınüslümanların elinden ve dilinden salım olduğu kimse", mümini de, “insanların mallarına ve canlarına karşı güvende olduğu kinişe ” olarak tanımlamıştır48.
Müslüman bu tanımlara uygun bir insan olmaya çalışmalıdır.
5. Müslüman, dünya ve âhiret nimetlerini birlikte ister.
Dünyanın da, âhiretin de nimetleri vardır. Allah, bu nimetleri özellikle müslüman kullan için var etmiştir. Dünya nimetlerinden müslüman olmayanlar da yararlanır. Ahiret nimetleri ise sadece mü’minlere özgüdür49. Bu itibarla, mü’min, kâfir insan gibi50 sadece dünya nimetlerine talip olmaz. Hem dünya nimetlerini hem de ahiret nimetlerini ister (2/201). Dünya ve ahiret nimetlerini elde etmek için bütün gücüyle çalışır. Dünya nimetlerini elde etmek için ahiret nimetlerini unutmadığı gibi rüşvet, faiz, kumar, hile, gasp ve hırsızlık... gibi haram yollardan servet elde etmeye de çalışmaz. Ahiret nimetlerini kazanayım diye dünya nimetlerini de terk etmez.
Rızkı için çalışır, üretir ve kazanır. Kazandığından kendisinin, ailesinin ve diğer insanların haklarını verir. Harîs değil, ka- naatkârdır. Peygamber (a.), “Müslüman olan, yetecek kadar rız.ık verilen ve Allah ’in, verdiği nimetlerine karşı kanaatkar olan kimsenin kurtuluşa enliğini” bildirmiştir5 1.
6. Müslüman, Allah’a karşı gelmekten sakınır, mııttakidir.
Muttaki; kuvvetli bir himayeye girerek korunan, sakınan, kendini muhafaza altına alan, bunun gereği olarak korkan ve çekinen kimseye denir. Kur’an’a göre bir insanın muttaki olabilmesi için iman edip kendisini şirk, küfür ve nifaktan koruması, Allah ve Peygamberin emrettiklerini yapması, yasaklan ve haram fiilleri terk etmesi, dünya ve ahirette nefsine zarar verecek şeyleri yapmaktan sakınması gerekir.
Müslüman, Allah’ın, Peygamberin, nefsinin, ailesinin, diğer insanlann ve canlıla- nn haklarına riayet eder. Kur’an ve Sünnete uyar, kötülüklerden ve haramlardan sakınır.
VI. MÜSLÜMAN OLMANIN YARARLARI
İnsan, Islâm’ı kabul edip müslüman olduğu zaman, doğru yola girmiş ve gönlü açılmış olur. "Allah, kimi doğru yola iletmek isterse onun göğsünü Islâm ’a açar, kimi de sapıtmak isterse onun göğsünü, (o kimse) göğe çıkıyormuş gibi dar ve tıkanık yapar" (6/125) ayeti bu gerçeği ifade etmektedir. Müslüman olmayan insan, dünya nimetlerinden bolca yararlansa, zevk ü sefa içerisinde olsa bile kalbi huzur içinde olmaz.
“Allah’ın göğsünü İslam’a açtığı kimse Rabb’inden bir nur üzerinde değil midir?" (39/22) ayetinde beyan edildiği üzere müs- lümanlar, nurlu ve aydın insanlardır. Kalplerindeki iman nuru simalarına da yansır.
Yüzlerinde, secde izleri vardır (48/29). Kalpleri Allah’ın zikri ile mutmain olmuş, huzurla dolmuştur (13/28).
Müslüman, bir nimetle karşılaşınca şükreder, bu onun için hayır olur. Bir musibetle karşılaşınca sabreder, bu da onun için hayır olur. Bunu sağlayan, müslümanın imanı ve Allah’a olan güvenidir.
Müslüman, rızkı verenin Allah olduğunu, kimine az, kimine çok verdiğini (13/26) bilir ve bunun bir hikmet gereği olduğuna inanır. Bu gerçeği bildiği için zengin ise Allah’a şükreder, Allah’ın verdiği rızıktan muhtaçları da görüp gözetir. Zenginliği ile şımarıp azmaz. Fakir ise haramlara dalmadan bütün gücüyle çalışır, haline şükreder, sıkıntılanna sabreder, kötü yollara düşmez. Başkaları zengin de ben niçin fakirim, diye feryadı figan etmez. “Kıyamet günü ne malın ne evaldın fayda vermeyeceğini, ancak Allah’a müslüman bir kalple gelen kimsenin fayda göreceği" (26/88-89) gerçeğine inanır.
Müslüman, Allah’ın rızasını her şeyin üstünde tutar. Dünya nimetleri kendini aldatmaz. Bir gün mutlaka öleceğini, yaptık- lanndan hesaba çekileceğini, iyi veya kötü amellerinin karşılığını göreceğini bilir ve buna inanır. Bu inancı gereği Allah’ın nza- sını, cennet ve nimetlerini kazanmaya çalışır. Bu, asıl hedefidir. Bu hedefe ulaşmak için elinden geleni yapar. Allah’ın, şu ayetlerinde beyan ettiği mutlu kullarından olmak ister:
“Ey kullarım! Bu gün size korku yoktur ve sız. üzülmeyeceksiniz.. (Çünkü siz, dünyada) ayetlerimize iman etmiş ve müslüman olmuş kimselerdiniz.. Haydi cennete girin... ”
"Onların önünde altın tepsiler ve kadehlerle dolaşılır. Orada canlarının çektiği, gözlerin hoşlandığı her şey var ve siz. orada ebedi kalacaksınız, işte yaptığınıza karşılık size miras olarak verilen cennet bu- dur" (43/68-72).
SONUÇ
Sözlükte teslim olmak anlamına gelen “İslâm ”, terim olarak Hz. Adem Peygamberden itibaren Allah’ın insanlara gönderdiği tevhid inancına dayalı hak dinin; “müslüman ” ise bu dini kabul eden insanın adıdır.
Hak din İslâm’ın; evlenme, boşanma, sosyal ilişkiler, cezalar, helal-haram ve ibadetle ilgili ilkelerinde peygamberlerden peygamberlere bazı farklılıklar bulunsa da inanç esaslarında bir değişiklik olmamıştır. Hz. Muhammed (a.)’ın ve Kur’an’ın gönderilmesiyle Islâm kemale ermiş ve son şeklini almıştır. “...Bu gün size dininizi ikmal ettim, size nimetimi tamamladım, din olarak İslâm ’dan razı oldum" (5/3) âyeti bu gerçeği ifade etmektedir.
Son şeklini alan ve kemale erdirilen Islâm’dan başka hak bir din artık söz konusu değildir. "Kim İslâm’dan başka bir din ararsa bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecektir...” (5/85) âyeti bunun delilidir.
Islâm; tevhid esasına dayanır, imanda ve ibadette Allah’a ortak koşulmasını şiddetle reddeder.
İslâm’ın ana hedefi, canın, malın, akim, ırzın ve dinin korunmasıdır. Kısaca insandır, insanın mutluluğudur. Islâm’ın emir ve yasakları da bu amaca yöneliktir.
İslâm; Allah’a, nefsine, ailesine, diğer insanlara, canlılara ve çevreye karşı görevlerinde insana yol gösterir.
İman ve İslâm Kur’ân’da eş anlamda kullanılmıştır. Mü’min ve müslüman kavranılan hak dini kabul eden insanın iki temel vasfıdır. Her mü’min müslüman, her müslüman da mü’mindir.
insanın imanında bir noksanlık olursa müslüman vasfını kaybeder. Eğer amelinde bir noksanlık olursa -inkâr söz konusu değil- se- bu noksanlık imanına zarar vermez. Ancak, ibadetlerle beslenmeyen amelin son nefese kadar korunması zordur. Çünkü işlenen günahlar kalbin kararmasına sebep olur, inandığı gibi yaşamayan insan bir gün yaşadığı gibi inanmaya başlayabilir. Dolayısıyla müslüman, fert, aile ve toplum hayatında her türlü, söz, fiil ve davranışlannda Islâm’ı esas alması, hayatım buna göre düzenlemesi gerekir. Müslüman İslâmî kurallara, emir ve yasaklara, helal ve haramlara ne kadar uyarsa o nispette müslümanlığını kemale erdirmiş, İslâmî görevleri ne kadar terk ederse o kadar kemal vasfını yitirmiş olur.
Müslüman, son nefesine kadar mü’min olarak yaşayıp, imanla ölürsü cenneti ve âhiret nimetlerini kazanmış olur.
*Diyanet İşlen Başkanlığı Müfettişi.
1 lbn Faris, Mu’cemü Mukûyîsı’l-LUğa, III, 90 Kahire, 1948. İbn Man/.ûr, Lisânü’l-Arab, XII, 295. Beyrut, 1956. Asım Efendi, Kamus Tercümesi, IV, 340 Levis Me’lûf, el-Müncid, s. 347.
2 Mesela bk/.. Bakara, 2/208, Enfal, 8/61, Mu- hammed, 47/35
3 Mesela bkz Nisa, 4/90-91.
4 Mesela bkz Nahl, 16/28, 87; Zümer, 39/29.
5 Mesela bkz. Kalem, 68/43.
6 Mesela bkz. Nur, 24/27, 61
7 Mesela bkz. Enfal, 8/43.
8 Mesela bkz. Bakara, 2/233.
9 Mesela bkz Al-i Imran, 3/22, Nisa, 4/65
10 Mesela bkz. Ahzab, 33/56
11 Mesela bkz. Nisa, 4/94, En’am, 6/54, Yunus, 10/10 .
12 Mesela bkz. Maide, 5/16.
13 Mesela bkz. En’am, 6/127, Yunus, 10/25
14 Mesela bkz. Hud, 11/48, Hıcr, 15/46 ..
15 Mesela bkz. Haşr, 59/23.
16 Mesela bk/.. Şuara, 26/81, Sâtfat, 37/84.
17 Mesela bkz Bakara, 2/112, Nisa, 4/125, Al-ı Imıan, 3/20, Lokman, 31/22.
18 Mesela bkz. Al-i Imran, 3/83, Saffat, 37/1/3 .
19 Mesela bkz. En’am, 6/14, Cin, 72/14, Bakara, 2/131..
20 Mesela bkz. Tevbe, 9/74, Hucurat, 49/17.
21 Mesela bkz. Al-i Imran, 3/19, Maide, 5/3.
* Yatık çizgiden önceki sure, sonraki ayet numarasıdır
22 Timıı/î, İman, 4, V, 7.
23 Buharı, iman, 37, I, 38 Tefsir, Sure 31 bab, 2 VI, 20. Müslim, İman, 5. I, 39.
24 Tirnıi/.ı, iman, 3, V. 5, Müslim, iman, 21 I, 45.
25 Müslim, İman, 19. I, 45
26 Müslim, İman, 20. I, 45
27 A’raf, 7/65, 73, 85, Hud, 11/50, 61, 84.
28 Mü.slim, Şehadet, 139. I, 512
29 Ahmed, II, 381.
30 Malik, Muvatta’, Hukuk, 8.
31 Ahmed, II, 385.
32 Al-i tmran, 3/52, bkz Maıde, 5/111.
33 Nemi, 27/31, bkz Nemi, 27/38.
34 Nemi, 27/44, bk/.. Nemi, 27/42.
35 Nemi 27/91, bkz. Zumer, 39/11; En’am, 6/14, 71; Mıi’mm, 40/66).
36 Bk/, Al-i İmran, 3/52.
37 Bakara, 2/135, bk/. Al-i İmran, 3/84; Ankebut, 29/46
38 Tiııııi/.î, İman, 4 V, 7, Muslini, İman, 7. 1, 40.
39 Buhârî, İman, 34. I, 17. Şehâdet, 26 III, 161- 162 Müslim, iman, 8 1,40-41.
40 Muslini, Zekat, 125. I, 730. Tırmizî, Zühd, 35.
IV, 576, Ahmed, II, 168.
41 Ahmed, III, 244.
42 Müslim, iman, 387. I, 201.
43 Sahıh-ı Hulıarî Tecrıd-i Sanlı Tercenıesi ve Şerhi, 1, 47, DIB Yayınlan.
44 Bkz. Buhârî, İman, 31. 1, 15.
45 Tirnıı/.î, Ziıhd, 35 IV, 576
46 Müslim, Me/alim, 3 III, 98
47 Müslim, Bin-, 32. Ebu Davud, Edeb, 35
48 Tirmi/.î, İman, 12, V, 17.
49 Bkz A’raf, 7/32.
50 Bkz. Bakara, 2/200.
51 Müslim, Zekat, 125 I, 73(1 Ben/.cri için bk/.. Tırıııı/i, Zuhd, 35 IV, 576. Ahmetl, II, 168