Makale

KUR’ÂN’A GÖRE İSLÂM VE MÜSLÜMAN

KUR’ÂN’A GÖRE İSLÂM VE MÜSLÜMAN

Doç. Dr. İsmail Karagöz*

Yer yüzünün halîfesi olarak yaratılan insan; temiz hava, su, gıda ve belirli bir sı­caklığa muhtaç olduğu gibi akıl, vicdan, peygamber ve İlâhî bir kitabın rehberliğine de muhtaçtır. Yüce Allah, insanın muhtaç olduğu temiz hava, su ve gıda maddelerini kâinatta yeterince var ettiği ve dünyayı in­sanın yaşayabileceği bir sıcaklıkta yarattığı gibi insana akıl ve vicdan vermiş, onu bir takım duygu ve yeteneklerle donatmıştır. Önder ve rehber olması için de ilk insandan itibaren peygamberler görevlendirmiş ve onlara kitaplar vermiştir. Peygamberleri ve kitapları vasıtasıyla insanların dünya ve âhiret mutluluğunu sağlayabilecekleri hak dinin inanç esaslarını, ibadet ve ahlâk ku­rallarını bildirmiştir.

ilk peygamber Adem (a.)’dan son pey­gamber Muhammed (a.)’a kadar Allah’ın gönderdiği hak din tektir. Bu hak dinin adı Islâm, bu dini kabul edenler de müslüman- dır.

Hak din Islâm’ın son kitabı Kur’an’dır. Kur’an, Islâm’ın temel kaynağı ve dayana­ğıdır. Son Peygamber Muhammed’in (a.), sünneti de İslâm’ın ikinci ana kaynağıdır.

Islâm’ı doğru bir şekilde tanıyabilmek için Kur’an ve Sünneti iyi anlamak gerekir.

Doç. Dr. İsmail Karagöz*

Sistemler, talimatlar, fikirler ve duygular kavramlarla ifade edilir. Bir fikri, bir duy­guyu, bir sistemi ve bir talimatı doğru anla­yabilmek için bunların ifade edildiği kav­ranılan iyi anlamak gerekir. Kavramların farklı anlaşılması, o fikrin, o sistemin, o duygunun ve o talimatın da farklı anlaşıl­masına sebep olur. Doğru anlayabilmek için, kavranılan kullanıldıkları sistemden koparmadan, anlajnlannı değiştirmeden al­mak ve kavramlara sonradan yeni anlamlar yüklememek gerekir.

Biz bu çalışmamızda “Islâm’’ ve “Müslüman’’ kavramlarını tahlil etmeye çalışacağız.

I. KAVRAM OLARAK İSLÂM

1. Sözlük Anlamı

“Ayıp, noksan ve âfetlerden uzak ol­mak, kurtulmak, emniyet ve güvende ol­mak” anlamlanndaki “selâm” ve “selâ­met” ile “anlaşmak ve banşmak” anlamın­daki “silin ” kökünden gelen “tslâm ” kav­ramı, mastar olarak sözlükte; “itaat etmek, boyun eğmek, teslim olmak, teslim etmek, ısmarlamak, selam akdi yapmak, barışmak, sulh yapmak ve müslüman olmak”; isim olarak, “Allah’ın peygamberleri vasıtasıyla insanlara gönderdiği, ilkeleri ve içeriği va­hiy ile belirlenen, tevhıd esasına dayalı hak din” anlamındadır.

Sözlükte; “âmirin emir ve yasaklarına itiraz etmeden boyun eğen, teslim olan, se­lem akdi yapan, ayıp ve kusurlardan uzak olan ve barış yapan” anlamına gelen “Müs­lim" kavramı ise, din ıstılahında Islâm’ı hak din olarak kabul eden kimseye denir1.

2. Kur’ân’daki Anlamı

Islâm ve müslüman kavramlarını iyi an­layabilmek için kök anlamlarının bilinmesi gerekir. “Sim” kökünden Kur’ân’da farklı anlamlarda bir çok kelime kullanılmıştır.

* Silin ve selin kelimeleri, barış2,

* Selem kelimesi, barış3 ve teslim ol­mak4,

* Salim kelimesi, sağlam olmak5,

* Selleme kelimesi; sağlam olmak6 kur­tarmak7 teslim etmek8, teslim olmak9 ve esenlik dilemek10,

* Selâm kelimesi; selam11, Islâm12, esenlik, banş, huzur, cennet13, güven14, ayıp ve noksanlıklardan salim olan, zulüm­den selamette olan ve selamet veren15, Al­lah’ın ismi,

* Selîm kelimesi, müslüman16,

* Esleme kelimesi17; teslim olmak18, teslim etmek, ihlaslı, samimi ve müslüman olmak19,

* Islâm kelimesi; müslüman olmak20,

Anlamlarında kullanılmıştır. Islâm keli­mesi aynı zamanda hak dinin adıdır21. Gö­rüldüğü üzere tslûın kavramının kök anla­mı; barış, esenlik, huzur, ayıp ve noksanlar­

dan beri olma, teslimiyet ve ihlas manala­rında odaklanmaktadır.

II. DİN OLARAK İSLÂM

Yukarıda beyan ettiğimiz gibi Islâm, Âdem peygamberden itibaren Allah tarafın­dan gönderilen ve peygamberler tarafından insanlara tebliğ edilen tevhid esasına dayalı hak dinin adıdır. "Allah katında din ancak Islâm’dır" (3/19)* ayeti bu gerçeğin ifade­sidir.

Yahudiler Üzeyir peygambere, Hıristi- yanlar Isa peygambere Allah’ın oğlu demek (9/30) suretiyle tevhid inancından sapmışlar­dır. Bu sebeple yüce Allah, İbrahim (a.) için; "İbrahim ne Yahudi ne de Hıristiyan idi, fa­kat o Allah’t birleyen (hanîf) bir müslüman idi, müşriklerden değildi” demiştir (3/67).

Islâm’ın; evlenme, boşanma, sosyal iliş­kiler, cezalar, helal-haram ve ibadetler ile ilgili ilkelerinde peygamberlerden peygam­berlere bazı farklılıklar olsa da inanç esasla­rında bir değişiklik olmamıştır. Hz. Mu- hammed (a.)’ın ve Kur’an’ın gönderilme­siyle Islâm kemale ermiş ve son şeklini al­mıştır. "...Bu gün size dininizi ikmal ettim, sız.e nimetimi tamamladım, din olarak Is­lâm’dan razı oldum” (5/3) âyeti bu gerçeği ifade etmektedir.

Son şeklini alan ve kemale erdirilen Is­lâm’dan başka hak din artık söz konusu de­ğildir. “Kim İslâm ’dan başka bir din arar­sa bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecektir... ” (5/85) âyeti bunan delilidir.

Islâm; tevhid esasına dayanır, imanda ve ibadette Allah’a ortak koşulmasını şid­detle reddeder, insan vasıtasız olarak Al­lah’a ibadet edebilir, O’ndan af dileyebilir, yardım isteyebilir ve dua edebilir.

Islâm’ın ana hedefi, canın, malın, akim, ırzın ve dinin korunmasıdır, kısaca insandır, insanın mutluluğudur. Islâm’ın emir ve ya­saklan da bu amaca yöneliktir. Canı koru­mak için; intihar, yaralama, cana kıyma, ze­hirli yiyecek ve içecekler; aklı korumak için; alkollü içkiler, sıvı ve katı uyuşturucu­lar; ırzı korumak için; zina ve her türlü fu­huş; malı korumak için; hırsızlık, gasp, yan­kesicilik, aldatma, hile ve benzeri kötülük­ler yasaklanmıştır. Dini korumak için na­maz, oruç, hac, zekat, zikir, dua ve nefisle mücadele, şirk, küfür ve nifaktan uzak dur­ma gibi görevler farz kılınmıştır.

İslâm; Allah’a, nefsine, ailesine, diğer insanlara, canlılara ve çevreye kaşı görevle­rinde insana yol gösterir. Dolayısıyla Islâm; insanın inanç, ibadet, evlenme, boşanma, yeme, içme, giyinme, konuşma, yürüme, okuma, düşünme, temizlik, yardımlaşma, şahitlik, hakimlik, işleri ehline verme ve is­tişare ile yapma... gibi adlî, İdarî, hukukî, ahlâkî, ticârî, İlmî, fikrî, itıkâdî, amelî ve sosyal bütün alanlarla ilgili genel kurallar içerir.

Adalet, dürüstlük, erdemli davranış, iş­leri ehline verme, şûra, din ve vicdan, çalış­ma ve ticaret, mülk edinme ve seyahat öz­gürlüğü, mesken masuniyeti, insan haklan- na saygı, toplumda iyilikleri hakim kılma, kötülüklerle mücadele, banş, birlik ve kar­deşlik İslâm’ın temel ilkeleridir.

Islâm’ın emir ve yasaklan, öğüt ve tav­siyeleri, helal ve haramları kısaca bütün il­keleri temel kaynak olarak âyet ve hadisle­re dayanır. Son şeklini alan Islâm Dininin ilkelerinde, hükümlerinde, inanç ve ibadet esaslannda zamanın geçmesiyle bir değiş­mez olmaz. Din kurallannda artma ve eksil­me söz konusu değildir. Islâm, evrenseldir, çağlan kucaklar, ilmi, tekniği, teknolojiyi, sanayiyi, çalışmayı, üretimi, gelişme ve ilerlemeyi, temizliği, disiplini ve intizamı teşvik eder. Cehaleti, tembelliği, dilenciliği, miskinliği, uyuşukluğu, saygısızlığı, anarşi­yi, insanlara yük olmayı, çalışmadan, hile ve haksız yollarla kazanmayı, ahlaksızlığı, sahtekârlığı, rüşveti, tefeciliği, dolandıncı- lığı. kuman, işkenceyi ve benzen kötülük­leri yasaklar.

İslâmî görevlerin, genel olarak iki bo­yutu vardır. Biri inanma, diğeri, uygulama­dır. Kur’an’da bu husus, “iman ve salih amel” olarak ifade edilmiştir.

Cibril (a.)’ın insan suretinde gelip “Is­lâm nedir}’’’ sorusuna Hz. Muhammed (a.); “Islımı; Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğu­na tanıklık etmek, namaz, kılmak, zekat ver­mek, hac yapmak ve Ramazan orucu tut­maktır” cevabını vermişir22. Buhârî ve Müslim’in rivayetinde birinci madde, "Al­lah’a ibadet edip O’na hiçbir şeyi ortak koşmamak ” şeklindedir23.

“Islâm beş şey üzerine bina edilmiştir. (Bunlar) Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğu­na tanıklık etmek, namaz, kılmak, z.ekat ver­mek, hac yapmak ve Ramazan orucu tut­maktır”24 hadisi de yukarıdaki Islâm kavra­mının tarifiyle örtüşmektedir.

Islâm-, sadece hadislerde zikredilen beş ilkeden ibaret değildir. Bu beş ilke, Is­lâm’ın ana ilkeleridir. İslâm’ın beş şey üze­rine bina edildiğini bildiren hadisin ilk maddesini Müslim, İbn Ömer’den yaptığı rivayette, "Allah’ı birlemek” (en yüvahhı- dellâhe)25, bir başka rivayette ise "Allah ’a ibadet etmek ve Ondan başka (tapılanları) inkâr etmek” (en ya’hüdallâhe ve yekfüre bimâ dûnehû)26 şeklinde zikretmiştir. Bu husus, “(Ey Peygamberim!) De ki: Ey ehl- i kitap! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze geliniz: Allah’tan başkasına tapmayalım, O ’na hiçbir şeyi ortak koşma­yalım ve Allah’ı bırakıp da birbirimizi rab edinmeyelim. Eğer yüz. çevirirlerse “şahit olun ki biz. müslümanlarız” deyin” (3/64) ayetinin bir beyanıdır.

“Allah’a ibadet” kavramı, iman dahil İslâmî bütün görevleri içine alır. Dolayı­sıyla Kur’an ve Sünnette yer alan itikâdî ve amelî bütün görevler, Islâm’ın emirle­ridir.

Âyet ve hadislerde geçen ve hükmü; farz, vacip, sünnet ve müstehap olan emir­lere uymak da, hükmü haram veya mekruh olan yasaklardan sakınmak da ibadettir.

insanlar ibadet etmeleri için yaratılmış­lar (51/56), bütün peygamberler de insanla­rı Allah’a ibadete davet etmişlerdir.27 “iba­det”-, Allah ve Peygamberlerine itaat et­mek, emir ve yasaklarına uymaktan ibaret­tir.

"Emir”, Allah ve Peygamberin insan­lardan bir şeyi yapmalarını, “nehiy ” ise bir şeyden kaçınmalarını istemeleridir. Zorun­luluk ifade etmesi emrin hakiki manasıdır. Mesela;

1. “Allah’a, Peygamberlerine ve in­dirdiğimiz. Kur’an’a iman edin” (64/8),

2. "Namazı dosdoğru kılın ve z.ekat ve­rin” (2/43),

3. “Birbirinizin gizli şeylerini araştır­mayın" (49/12),

4. “Mallarınızı batıl yollarla yeme­yin ” (4/29),

5. "Tartıyı adaletle tam yapın ” (4/29),

6. "Allah için adaletle şahitlik edenler olun” (5/8),

7. “Şahitliği gizlemeyin" (2/283),

8. "Yaptığınız sözleşmeleri yerine ge­tirin" (5/1),

9. “Kadınlara ınehirlerini bir hak ola­rak verin” (4/4)... ve benzeri emirleri zo­runluluk ifade eder, bu emirlere uymak farzdır, ibadettir, sevaptır.

Emir, muhtelif mecazi manalarda da kullanılabilir. Mesela;

1. “ihramdan çıktığımı, zaman avla­nın” (5/2),

2. “Yiyin için” (7/31),

3. “Dilediğinizi yapın" (41/40).

4. “Alış veriş yaptığınız, zaman şahit tutun " (2/282),

5. “Kur’an sureleri gibi bir sure geti­rin ” (2/23)... ve benzeri emirleri zorunluluk ifade etmez, ilk iki emir, ibahe, üçüncü emir, tehdit, dördüncü emir, irşad (yol gös­terme), beşinci emir, ta ’ciz (aciz bırakma) ifade eder. Ibahe ifade eden emirleri ibadet niyetiyle yapan, sevap kazanır. Mesela yi- yip-içmek mubah olduğu halde ibadetine kuvvet kazanmak için yiyip içilirse bu, iba­det olur. Mubah olan bir emir yerine göre farz da olabilir. Mesela ölmeyecek kadar yiyip içmek farzdır.

Yukanda zikrettiğimiz ve hükmü zorun­luluk ifade eden emirlerin ilki, iman, İkinci­si, dar manada ibadet; üçüncü ve dördüncü­sü ahlak, diğerleri muamelatla ilgilidir, iman, ibadet ve ahlak ile ilgili emirleri yap­mak zorunludur ve sevabı muciptir, ancak muamelat ile ilgili emirleri yapmak zorunlu değildir, denilemez. Zorunluluk ifade eden emirler arasında bir ayırım yapmak müm­kün değildir. Aslında Allah’ın her emir ve yasağını uygulamak ibadettir. Bu ibadet, is­terse namaz gibi kişisel olsun, isterse şahit­lik yapmak gibi diğer kişileri ilgilendirsin ve adına muamelat densin fark etmez. Aynı Zamanda bu emirlerin her birini uygulamak ahlâkî bir davranıştır. Namaz kılmak da oruç tutmak da, teraziyi doğru tartmak da,

şahitliği gizlememek de ahlâkî birer davra­nıştır. İslâm’ın tamamı güzel ahlaktır. Hz. Âişe validemiz Peygamberimiz (a.)’ın ahla­kını Kur’an ahlakı olarak tanıtmış28, Yüce Allah da Peygamber (a.)’a, “sen büyük bir ahlak üzerisin " demiştir (68/4). Peygamber (a.)’ın kendisi de; “Ben sal ıh,29 iyi ahlakı tamamlamak için gönderildim"30 buyur­muş ve imanın en efdalini güzel ahlak ola­rak bildirmiştir31. Dini görevlerde îman, ibâdet, ahlâk, muâmelât, ukûbât ve keffârât şeklindeki ayırım, İslâm hukukçuları tara­fından İslâm’ın içeriğini anlatımda kolaylık sağlamak amacıyla yapılmıştır, imanın iba­det, ibadetlerin iman boyutu vardır, iman etmek kalbin ibadeti olduğu gibi uygulama ile ilgili ameli konulara, ibadet ve ahlak esaslarına inanmak da Allah ve Peygambe­rin bir emridir. Müslüman, bir ayınm yap­madan bütün emirleri gücü nispetinde yap­maya çalışır. Ancak şurası önemlidir ki, amel ve ibadetler iman’dan bir cüz (parça) değildir.

Islâm kavramını ve içeriğini bu şekilde özet olarak beyan ettikten sonra şimdi “müs- lüman " kavramını tahlile geçebiliriz.

III. MÜSLİM KAVRAMI

“Müslim”, Islâm’ı hak din olarak kabul eden kimseye denir. “Müslim ” kavramı, ül­kemizde Farsça “ân” takısıyla “müslüman ” olarak kullanılmaktadır. Islâm’ı kabul eden insana “müslüman ” adını veren bizzat Al­lah’tır:

“O (Allah) hu (Kur’a)ndan önce (kı ki­taplarda) da hu (Kur’a)nda da size ınüslli­manlar adını verdi... ” (22/78).

Hz. Adem (a.)’dan itibaren tevhid dini­ni kabul eden bütün insanların adı müslü- mandır. Şu âyetler bu gerçeği ifade etmek­tedir:

* Nuh (a.), “Ben müs[Umanlardan ol­makla emrolundum" (10/72),

* Musa (a.), “Ey kavmim! Eğer Allah’a iman ediyorsanız, eğer müslümanlar iseniz O (Allah) ’a güvenin " (10/84),

* Fravun’un sihirbazları, “Rahh’imiz.! Üzerimize sahır dök ve bizi müslümanlar olarak öldür” (17/28).

* Havâriler, “Biz Allah yolunun yar­dımcılarıyız, Allah’a iman ettik, şahit ol, biz. müslümanlarız ” demişlerdir32.

* Süleyman (a.), Saba Melikesi Bel- kıs’a yazdığı mektupda "...Bana müslü- manlar olarak gelin " demiş33, Belkıs da,

* “Rabbim! Ben nefsime zulmettim. Ar­tık Süleyman’la beraber âlemlerin Rabb’i Allah’a teslim oldum” demiştir34.

* Boğulmak üzere iken Fravun, “Ger­çekten İsrail oğullarının iman ettiğinden başka ilah olmadığına inandım, ben de müslümanlardanım” (10/90) demiştir.

* Hz. Muhammed (a.), “Bana müslü- manlardan olmam emredildi” demiştir35.

* İbrahim ve İsmail (a.), “Rabbimiz! Bi­zi sana teslim olanlar yap" (2/128),

* Yusuf (a.). “(Rabbim!) Sen benim dünya ve âhirette velimsin. Beni müslüman olarak öldür... ” (12/101),

* Salih bir insan, "(Rabbim!) Sana tev- be ettim ve ben müslümanlardanım” (46/15), diye dua etmiştir.

*Yakup (a.), oğullarına, “Oğullarım! Allah sizin için (İslâm) dıni(nı) seçti, bun­dan dolayı sadece müslümanlar olarak ölün” diye tavsiye etmiştir (2/132),

Bütün peygamberler (5/44) ve tevhid dinini kabul eden insanlar müslümanlardır- lar (22/78).

Yüce Allah, bütün insanları müslüman olmaya ve müslüman olarak ölmeye davet etmektedir:

“Tanrınız, bir tek tanrıdır. O’na teslim olun ” (22/34).

“Size azap gelip çatmadan önce Rabb’inize dönün, O’na teslim olun” (39/54).

“Ey mü’minler! Allah’tan O’na yaraşır biçimde ittika edin ve ancak müslümanlar olarak ölün” (3/102).

Kur’an da insanlar için hidayet, rahmet ve müjde olması için gönderilmiştir (16/89, 102).

Allah, insan ve cinlere İslâm’ı kabul edip etmeme hürriyeti vermiştir. Bu hürri­yet içinde müslüman olanlar da olmayanlar da vardır. Kur’an’da cinlerin, “Bizden müs­lüman olanlar da hak yoldan sapanlar da var” dedikleri bildirilmektedir (72/14). İn­sanlar da böyle, kimi mü’min kimi de kafir­dir (64/2). Müslüman olan doğru yolu bul­muştur (3/20, 72/14).

insan ve cinler dışındaki canlı ve cansız bütün varlıklar, Allah’a teslim olmuşlardır (3/83).

Müslüman olmayan kafirler, kıyamet günü “keşke müslüman olsaydık” diye te­menni edeceklerdir (15/2), ancak bu temen­ninin bir faydası olmayacaktır. Onun için insan aklını kullanmalı ve müslüman olma­lıdır, tâki pişman olmasın.

IV. İMAN-ÎSLÂM İLİŞKİSİ

Bir insanın müslüman olabilmesi için iman etmesi, Allah’a hiçbir şeyi ortak koş­maması, iki yüzlü olmaması, diliyle söyle­diğini kalbiyle de tasdik etmesi gerekir. Kur’an âyetlerinin birini dâhi kabul etme­yen veya yalanlayan veya beğenmeyen ve­ya küçümseyen veya alaya alan kimse müs­lüman olamaz. Müslüman olabilmek için İslâm’ı bir bütün olarak, şeksiz, şüphesiz ve Hz. Muhammed (a.)’ın anladığı, bildirdiği ve beyan ettiği şeklide kabul etmek gerekir.

Şartlarına uygun iman eden insan mü’mindir. İman, İslâm’ın bütününü tasdik etmek ve kabul etmektir. İslâm’ı kabul eden kimse mü’mindir. Dolayısıyla “mü’miri” ve “müslüman" Islâm’ı hak din olarak ka­bul eden insanın iki vasfıdır. Ahzab Shure- sinin 34. âyetinde 10 vasıf sayıldıktan son­ra, “Allah bunlar için bağış ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır" denilmiştir. Bu 10 vasıftan birincisi olarak, "müslimtn ve müs- limât” (müslüman erkek ve müslüman ka­dınlar), İkincisi olarak da "mü’minîn ve mü’minât” (mü’min erkek ve mü’min ka­dınlar) zikredilmiştir.

iman eden insan, hem mü’min hem de müslüman olur. Kur’an’da bu gerçeğe işa­ret eden bir çok ayet vardır. Mesela Havâri- leıin Maide suresinin 111. âyetinde, “iman ettik” dedikten sonra “şahit ol biz. müslü- manlarız” dedikleri, bir sonraki âyette ise

Isa (a.)’ın kendilerine “eğer mu ’ıninler ise­niz Allah’a karşı gelmekten sakının " dediği bildirilmiştir36.

"Allah’a, bize indirilene, İbrahim’e, İs­mail’e, tshak’a, Ya’kub’a ve torunlarına in­dirilene, Musa ’ya ve Isa ’ya verilene ve (di­ğer) peygamberlere Rab’leri tarafından ve­rilene iman ederiz, onlar arasında bir ayı­rım yapmayız, ve biz. O’na teslim olanlarız (Ve nahnü lehû müslimûn) deyin" ayetinde yine imanın peşinden sonra müslüman vas­fı zikredilmiştir37.

Yüce Allah Peygamber (a.)’a “Sen kör(ler)i düştükleri sapıklıktan çıkarıp yola getirecek değilsin. Sen ancak ayetlerimize iman eden insanlara duyurabilirsin. Onlar müslümandırlar” demiştir (27/81, 30/53). Bu ayette de iman edenler, müslümanlar olarak isimlendirilmiştir.

Melekler, Lut kavmini helak etmek iste­diklerinde, müslümanları helâkten kurtar­maları ile ilgili olarak; “Orada mii’minler- den kim varsa çıkardık. Zaten orada müs- lümanlardan bir ev halkından başka kimse­yi bulamadık” denilmiştir (51/35-36). He- lâk olmaktan kurtarılan insanlar, birinci ayette, “mü’minler", ikinci ayette “mUslü- manlar” olarak isimlendirilmişlerdir.

Hendek savaşı ile ilgili olan şu ayette mü’minler şöyle tanıtılmıştır:

“Mü’minler, (düşman) orduları(m gör­dükleri zaman (korkmadılar): Bu Allah’ın ve Rasulunün bize va’d ettiği şeydir. Allah ve Resulü doğru söylemiştir, dediler ve bu onların sadece imanlarını ve teslımiyetlerinı artırdı” (33/22). Bu âyetle, ’’iınan” ve "ıslâm ”, mü’minin iki vasfı olarak zikredil­miştir.

Zikrettiğimiz ayet mealleri göstermek­tedir kı “mü’miri” ve “muslüman” kavram­ları hak dini kabul eden insanın iki vasfıdır.

“Mü’min, sadece iman eden, müslüman ise iman edip İslâmî görevlen yapan kimse­dir” şeklinde bir ayınm yapmak doğru de­ğildir. Çünkü Kur’an’da mü’min, bir çok âyette, iman edip salih amel işleyen kimse­ler olarak tanıtılmıştır (mesela, 8/14, 49/15...). “Cibril hadisinde (iman) ve (İs­lâm) kelimeleri farklı şekilde tarif edilmiş­tir. Oyle ise iman ayrı Islâm ayrıdır demek” de doğru değildir, filhakika Cibril hadisinde “imarı”, “ıslâım " ve “ıhsân” kavranılan ara­sında bir derecelendirme yapılmıştır. Şöyle ki Cibril’in sorusu üzerine Peygamber (a.) imanı; Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe ve kadere inanmak; İslâm’ı; Allah’tan başka ilah ol­madığına, Muhammed’in O’nun kulu ve el­çisi olduğuna tanıklık etmek, namaz kılmak, zekat vermek, hac yapmak ve Ramazan oru­cu tutmak”; ihsanı; Allah’ı görüyormuş gibi ibadet etmek şeklinde tarif etmiştir38.

Bu tariflere göre iman, altı esası tasdik etmekten ibarettir, imanın tanımında her hangi bir amel zikredılmemiştir. Buna mu­kabil İslâm’m tanımında kelıme-i şehâdet ile birlikte dört amel zikredilmiştir. Ihsan ise ibadet görevini en iyi bir şekilde yap­mak şeklinde tarif edilmiştir, "ibadet" kav­ramına iman ve amel dahildir. Dolayısıyla insanın, hem imanı hem de amelleri en iyi bir şekilde yapması ihsandır. Hadisteki ta­nıma göre İslâm kavramı, imanı da içer­mekte fakat iman kavramı İslâm’ı içerme­mektedir. Bunu iç içe girmiş dairesel bir şe­

ma olarak düşünecek olursak en içteki daııe iman, onun etrafındaki daire İslâm en dışta­ki daire de ihsandır.

Bu tarife göre, “sadece iman eden mü’mindir. Bu kimse imanın gereği amelle­ri işlemezse İslâm derecesine yükselemez. Dolayısıyla bu kimse müslüman değildir. Müslüman iman edip salih ameller işleyen kimsedir” şeklinde bir yaklaşımda bulun­mak da isabetli bir görüş değildir. Çünkü Kur’an’a baktığımız zaman müminin; hem iman eden hem de salih amelleri işleyen kimseler olarak tanıtıldığını görüyoruz. Mesela Mü’minûn Sûresinde kurtuluşa eren ve Firdevs cennetinin varisi olan mü’min- ler:

- Namazlarında saygılıdırlar,

- Boş şeylerden yüz çevirirler,

- Zekat (vermek) için çalışırlar,

- Irzlannı korurlar,

- Emanetlerine riayet ederler,

- Ahitlerine uyarlar,

- Namazlarını korurlar,

Şeklinde tanıtılmışlardır.

Bu ameller, İslâmî görevlerin tamamını kapsar. Mesela “namaz, sahibini, bütün kö­tülüklerden ve yasaklardan alıkoyar” (29/45). Kur’an, mü’minlere bir emanettir, iman, İslâmî görevleri yapmak için Allah’a verilen bir sözdür. Dolayısıyla Mü’minûn Sûresinin ilk dokuz ayeti ile mü’minin, İs­lâm’ın bütün emir ve yasaklarına uyan kim­seler olduğu vurgulanmıştır. Bu hususu, Kuı’an’ın başka ayetlerinde de görmek mümkündür.

Sadece Cibril hadisi esas alınıp İslâmî görevler; namaz, oruç, hac ve zekattan iba­rettir, demek de doğru değildir. Kur’an ve sünnnette yer alan bütün buyrukları uygula­mak, müslümanın görevidir.

Kalbiyle inanmadığı halde “zahiren İs­lâm’a teslim olan, müslüman olduğunu söy­leyen kimse” ile “hem kalbiyle iman eden hem de diliyle inandığını söyleyen müslü­man” arasında ise fark vardır. "Bedeviler, “inıan ettik" dediler. De kı: “Siz iman et­mediniz, fakat “teslim olduk/boyun eğdik" deyin. (Çünkü) iman henüz kalplerinize yerleşmedi” (49/14) ayeti bu gerçeğin ifa­desidir. Ayette bildirildiği gibi imanın yeri kalptir. Kalp ile iman esasları tasdik edil­medikçe dil ile “müslüman oldum” demek müslüman olmaya yetmez. Biz, insan ola­rak kimsenin kalbini bilemeyeceğimiz için “müslümanım” diyen kimseyi müslüman olarak kabul ederiz, ama o, kalben inanma­dıkça Allah katında müslüman değildir. Din literatüründe bu kimsenin adı “münafık”tır.

Kalbiyle inandığı ve bunu diliyle ikrar ettiği halde İslâmî görevlerin tamamını veya bir kısmını yapmayan kimse -İslâmî görev­leri inkar edip küçümsemediği müddetçe- müslümandır. Çünkü amel imandan bir cüz değildir. “Amel imana dahildir, dolayısıyla bir emri terk eden veya bir yasağı ihlal eden kimse müslüman değildir” denildiği takdir­de yer yüzünde müslüman bulmak mümkün olmaz. Zira her insanın az veya çok eksiği, kusuru ve yapamadığı bir görevi vardır. Bu­na mukabil, iman edip müslüman olduğu halde hiçbir İslâmî görevi yapmamak da iman-islum gerçeği ile bağdaşmaz. İnandığı gibi yaşamayan insan, bir gün yaşadığı gibi inanmaya başlar. Amellerle beslenmeyen iman, bir gün yok olabilir.

V. MÜSLÜMANIN VASIFLARI

Bir insanın “müslüman ” vasfım alabil­mesi için Islâm’ı bir bütün olarak kabul et­mesi ve şartlarına uygun iman etmesi gere­kir. İmanında bir eksikliği olan insan müs­lüman vasfını kazanamaz.

Bir insanın “kamil bir müslüman ” ola­bilmesi için ise, Islâm’ın emir ve yasakları­na uyması gerekir, insan; emir ve yasaklara uymadığı nispette kemal vasfını kaybeder. Biz bu bölümde, İslâmî görevlerden olup insanı kamil mü’min yapan can alıcı altı hu­susa değinmekle yetineceğiz.

1. Müslüman salih ameller işler, İs­lâmî görevler yapar.

İslâm’ın insana yüklediği görevlerden her biri salih ameldir. Müslümanın, bu gö­revleri yapması gerekir. Bu görevlerin en başta geleni Islâm’ın üzerinde bina edildiği namaz, oruç, hac ve zekattır. Zekat görevi­ni zenginler, hac görevini buna imkânı olanlar yapar. Orucu her yıl Ramazan ayın­da sağlığı yerinde olanlar tutar. Namazı ise erginlik çağına gelmiş kadın-erkek her müslüman günde beş defa hayatının sonuna kadar kılmak zorundadır. Islâm’ın beş te­mel esasını yerine getiren, Kur’an ve Sün­nette yer alan diğer görevleri de yapar. Is­lâm’ın beş temel esasını yapabilen insan kurtuluşa erer. Necid halkından birinin Is­lâm’ın ne olduğunu sorması üzerine Pey­gamber (a.),

- “Islâm, bir gün ve bir gece içinde beş vakit namazdır” cevabını vermiştir. Adam,

- “Bu namazdan başka kılacağım na­maz var mı” diye sorması üzerine Peygam­ber (a.),

- “Hayır. Ancak nafile olarak kendili­ğinden kılacağın namaz hariç” demiştir. (Peygamber (a.), Islâm’ın ne olduğunu bil­dirmek üzere devamla),

- “Bir de Ramazan orucudur” buyur­muştur. Adam yine,

- “Ramazan orucunun dışında tutaca­ğım başka oruç var mı” diye sormuştur. Bu­nun üzerine Peygamber (a.),

- “Hayır. Ancak nafile olarak kendili­ğinden tutacağın oruç hariç” cevabını ver­miştir. Peygamber (a.), ona zekatı da (Is­lâm’ın esası olarak) zikretmiştir. Adam yine,

- “Üzerime bundan başkası da olacak mı” diye sormuş, Peygamber (a.) da,

- “Hayır. Meğer ki nafile olarak kendi­liğinden veresin” buyurmuştur. Bunun üze­rine Necidli müslüman,

- “Vallahi bundan ne fazla ne de eksik yapacağım” deyip gitmiştir. Bunun üzerine Peygamber (a.),

- Eğer doğru söylüyorsa bu kimse kur­tuluşa ermiştir” buyurmuştur39.

Hadiste İslâmî görevlerden sadece üçü (namaz, oruç ve zekat) zikredilmiştir. Bu hadise dayanarak “sadece üç görevi yap­mak yeterlidir” demek mümkün değildir. Bu hadiste İslâm’ın beş temel esasından bi­ri olan hac zikredilmemiştir. Bu diyalog gerçekleştiğinde hac ile ilgili ayetler henüz inmemiş veya anlatımda bir eksiklik olabi­lir. Sonra İslâmî görevler; namaz, oruç, hac ve zekattan ibaret değildir. Ancak bunlar, ana temellerdir. Müslüman hem bu görevle­ri hem de Kur’an ve Sünnette zikredilen di­ğer görevleri yapar. Zira bu hadiste, önceki hadislerde olduğu gibi İslâmî görevlerin ta­mamı sayılmamakta, sadece ana ilkeler bil­dirilmektedir.

Kurtuluşa ermenin birinci şartı iman edip müslüman olmaktır. Peygamberimiz (a), “Kad eflaha men esleme” (müslüman olan kurtuluşa ermiştir.) buyurmuştur40. Allah’a ortak koşmadan bu dünyadan ayrı­lan müslüman cennete girecektir. Peygam­ber (a.), “Kim Allah ’a hiçbir şeyi ortak koş­madan ölürse cennete girer ”41, buyurmuş­tur. Dolayısıyla imanla yaşayıp imanla öl­mek çok büyük önem arz etmektedir. Çün­kü “Cennete ancak müslüman olan kim­se”142 girebilecektir. Bunun için de imanın; şirk (Allah’a ortak koşma), küfür (ayetleri inkar) ve nifak (iki yüzlülük) tehlikesinden korunması, ibadetlerle beslenmesi gerekir. Dolayısıyla sadece iman etmekle yetinmek aslâ doğru değildir. Amelsiz iman her an sönebilir. Bir insan düşünün ki Islâm’ı bir bütün olarak kabul ediyor, imanında bir ek­siklik ve kusur yok. Ama namaz kılmıyor, oruç tutmuyor, malı var zekat vermiyor, im­kanı var hacca gitmiyor. Öte yandan içki, kumar, zina, yalan, hile, adam öldürme, gıybet, iftira, gasp, rüşvet, faiz, hırsızlık... gibi İslâm’ın yasakladığı şeylerin hepsini veya bir kısmını işliyor. Kısaca söz, fiil ve davranışlarıyla Kur’an ve Sünnette zikredi­len kurallara uymuyor; günah işliyor. Böy­le bir insan imanım son nefesine kadar nasıl koruyabilir? Günahlarla kararmış kalbinde iman nasıl durabilir? Kişinin işlediği her günah kalbini karartır. Bu gerçeği Yüce Al­lah, “Hayır, onların işleyip kazandıkları şeyler, kalplerinin üzerine pus olmuştur” (83/14) ayeti ile bildirmiştir.

Bu itibarla müslüman, gücü nispetinde İslâmî her görevi fert, aile ve toplum haya­tında uygulamaya çalışır. Bu, “müslüman hiç günah işlemeden yaşasın” anlamına gel­mez. Zaten buna hiç bir insanın gücü de yetmez. Her insanın az-çok kusuru ve güna­hı vardır. Önemli olan hiç günah işlememek değil; küfre, nifaka bütünüyle günah batak­lığına dalmamaktır. Hiç günah işlemden ya­şayayım diye kişinin; eşini, işini ve çocuk­larını ihmal etmesi, toplumdan soyutlanıp inzivaya çekilmesi de doğru değildir, ifrat ve tefritten uzak orta bir yol izlenmesi en isabetli olanıdır. Peygamber (a.), “Bu din kolaylık (dini)dir. Hiç kimse yoktur ki (bu) din hususunda (amellerim eksiksiz olsun di­ye) kendini zoraisin da din ona galip gelmiş olmasın. Öyle ise ortalama gidin... ” buyur­muştur43. Yüce Allah da Kur’an’da, bizi “orta bir ümmet yaptığını” bildirmiştir (2/143).

Müslüman, günahında, bile bile ısrar et­memeli, hemen Allah’ı hatırlayıp tevbe et­melidir (3/135). ibadetleriyle mağrur, gü­nahlarıyla ümitsiz olmamalı, Yüce Al­lah’ın, “(Ey Peygamberim! Kullanma tara­fımdan) de ki: “Ey nefislerine karşı aşırı gi­den kullarım! Allah ’in rahmetinden ümidi­nizi kesmeyin. Allah bütün günahları bağış­lar. Çünkü O, çok bağışlayan, çok esirge­yendir” (39/53) müjdesini hiç unutmamalı­dır.

Allah’ın kullarına rahmeti ve mağfireti o kadar çoktur ki Peygamber (a.)’ın bildir­diğine göre müslümanın işlediği güzel amellerine on katından yedi yüz katına ka­dar sevap verilir, buna mukabil kötülükleri misliyle cezalandınlır veya affedilir ve hiç

cezalandırılmaz44. Bu, Allah’ın kullarına bir lütfudur.

Müslüman, Allah’ın “ğafûru’r-rahîm” (=çok bağışlayan, çok merhamet eden) ol­duğunu da, “azâbü’l-elîm” (=azabı çok acı- tıcı) olduğunu da bilmeli, bütün inanç, söz, fiil ve davranışlannda bunu daima göz önünde bulundurmalıdır. Onun için yüce Allah, Peygamberine kendisini şöyle tanıt­masını emretmiştir: “(Ey Peygambenm!) Kullarıma bildir ki: Ben çok bağışlayan, çok merhamet edenim. Ve azabım da çok acıtıcı azaptır” (15/49).

Müslüman salih amelleri işleyerek ke­male erer. Allah böyle müslümanları Kur’an’da övmektedir: “(Insanlan) Allah ’a çağıran, salih ameller işleyen ve müslü- manlurdanım diyen kimseden daha güz.el sözlü kim olabilir?” (41/32)

2. Müslüman, yaptıklarını en güzel ve en iyi bir şekilde yapar.

Yüce Allah, “Kim muhsin olarak yüzü­nü (özünü) Allah ’a teslim ederse o, en sağ­lam kulpa yapışmıştır” (31/22).

“Din yönünden muhsin olarak yüz.ünü Allah ’a teslim eden ve hanif olarak İbra­him’in dinine uyan insandan daha güz.el kim olabilir?” (4/125).

“Evet kim muhsin olarak yüzünü Al­lah ’a teslim ederse onun mükâfatı Rabb’inın yanındadır. Onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir. ” (2/112) ayet­leriyle müslümanın muhsin olmasını iste­mektedir. Muhsin; imanını, ibadetini ve amellerini en güzel ve en ıyı bir şekilde ya­pan kimseye denir. Bu itibarla müslıiman her işini, en güzel biçimde kaliteli olarak yapmalıdır.

3. Müslüman dürüst insandır.

Dürüstlük, imandan sonra müslümanın birinci vasfıdır. Yüce Allah, “Sen de senin­le beraber tevbe eden (mü’min)/er de emro- lunduğun(uz) gibi hep doğru olun. Azgınlık etmeyin, aşırı gitmeyin ” (11/12) buyurmuş­tur.

“Islâm’da bana ¿iyle bir söz söyle ki onu senden sonra kimseye sormayayım ” di­yen Süfyan b. Abdullah es-Sakafî’ye Pey­gamber (a.)’ın; “Allah’a iman ettim de ve dosdoğru ol” sözü de bu gerçeği vurgula­maktadır45.

Söz, fiil ve davranışlarında dürüst olma­yan insan, müslümanlığı henüz hazmede- memiş demektir.

4. Müslüman, zalimlere meyletmez. İlâhî iradeye uymayan her inanç, söz, fi­il ve davranış zulümdür. Müslüman asla zulmetmez. Zulmetmek şöyle dursun za­ limlere en küçük bir meyil bile göstermez.

Yüce Allah, “Sakın zalimlere en küçük bir meyil göstermeyin, sonra siz.e ateş doku­

nur” (11/13) buyurmuştur.

Müslüman, namaz ve oruç gibi Allah’a karşı görevlerini ihmal ederek nefsine zul­metmeyeceği gibi; malına, canına, ırzına el uzatarak diğer insanlara da zulmetmez. Bu sebeple Peygamber (a.), “Müslüman müslümanın kardeşidir, ona asla zulmetmez4fi,

ona hainlik etmez., onu yalanlamaz, hor ve zelil olarak bırakmaz. Müslümanın müslü-

nuına ırzı, malı ve kanı haramdır”41 buyur­muş ve müslümanı, “ınüslümanların elin­den ve dilinden salım olduğu kimse", mü­mini de, “insanların mallarına ve canları­na karşı güvende olduğu kinişe ” olarak ta­nımlamıştır48.

Müslüman bu tanımlara uygun bir insan olmaya çalışmalıdır.

5. Müslüman, dünya ve âhiret ni­metlerini birlikte ister.

Dünyanın da, âhiretin de nimetleri var­dır. Allah, bu nimetleri özellikle müslüman kullan için var etmiştir. Dünya nimetlerin­den müslüman olmayanlar da yararlanır. Ahiret nimetleri ise sadece mü’minlere öz­güdür49. Bu itibarla, mü’min, kâfir insan gi­bi50 sadece dünya nimetlerine talip olmaz. Hem dünya nimetlerini hem de ahiret ni­metlerini ister (2/201). Dünya ve ahiret ni­metlerini elde etmek için bütün gücüyle ça­lışır. Dünya nimetlerini elde etmek için ahi­ret nimetlerini unutmadığı gibi rüşvet, faiz, kumar, hile, gasp ve hırsızlık... gibi haram yollardan servet elde etmeye de çalışmaz. Ahiret nimetlerini kazanayım diye dünya nimetlerini de terk etmez.

Rızkı için çalışır, üretir ve kazanır. Ka­zandığından kendisinin, ailesinin ve diğer insanların haklarını verir. Harîs değil, ka- naatkârdır. Peygamber (a.), “Müslüman olan, yetecek kadar rız.ık verilen ve Al­lah ’in, verdiği nimetlerine karşı kanaatkar olan kimsenin kurtuluşa enliğini” bildir­miştir5 1.

6. Müslüman, Allah’a karşı gelmek­ten sakınır, mııttakidir.

Muttaki; kuvvetli bir himayeye girerek korunan, sakınan, kendini muhafaza altına alan, bunun gereği olarak korkan ve çeki­nen kimseye denir. Kur’an’a göre bir insa­nın muttaki olabilmesi için iman edip ken­disini şirk, küfür ve nifaktan koruması, Al­lah ve Peygamberin emrettiklerini yapması, yasaklan ve haram fiilleri terk etmesi, dün­ya ve ahirette nefsine zarar verecek şeyleri yapmaktan sakınması gerekir.

Müslüman, Allah’ın, Peygamberin, nef­sinin, ailesinin, diğer insanlann ve canlıla- nn haklarına riayet eder. Kur’an ve Sünne­te uyar, kötülüklerden ve haramlardan sakı­nır.

VI. MÜSLÜMAN OLMANIN YARARLARI

İnsan, Islâm’ı kabul edip müslüman ol­duğu zaman, doğru yola girmiş ve gönlü açılmış olur. "Allah, kimi doğru yola ilet­mek isterse onun göğsünü Islâm ’a açar, ki­mi de sapıtmak isterse onun göğsünü, (o kimse) göğe çıkıyormuş gibi dar ve tıkanık yapar" (6/125) ayeti bu gerçeği ifade et­mektedir. Müslüman olmayan insan, dünya nimetlerinden bolca yararlansa, zevk ü sefa içerisinde olsa bile kalbi huzur içinde ol­maz.

“Allah’ın göğsünü İslam’a açtığı kimse Rabb’inden bir nur üzerinde değil midir?" (39/22) ayetinde beyan edildiği üzere müs- lümanlar, nurlu ve aydın insanlardır. Kalp­lerindeki iman nuru simalarına da yansır.

Yüzlerinde, secde izleri vardır (48/29). Kalpleri Allah’ın zikri ile mutmain olmuş, huzurla dolmuştur (13/28).

Müslüman, bir nimetle karşılaşınca şük­reder, bu onun için hayır olur. Bir musibet­le karşılaşınca sabreder, bu da onun için ha­yır olur. Bunu sağlayan, müslümanın imanı ve Allah’a olan güvenidir.

Müslüman, rızkı verenin Allah olduğu­nu, kimine az, kimine çok verdiğini (13/26) bilir ve bunun bir hikmet gereği olduğuna inanır. Bu gerçeği bildiği için zengin ise Al­lah’a şükreder, Allah’ın verdiği rızıktan muhtaçları da görüp gözetir. Zenginliği ile şımarıp azmaz. Fakir ise haramlara dalma­dan bütün gücüyle çalışır, haline şükreder, sıkıntılanna sabreder, kötü yollara düşmez. Başkaları zengin de ben niçin fakirim, diye feryadı figan etmez. “Kıyamet günü ne ma­lın ne evaldın fayda vermeyeceğini, ancak Allah’a müslüman bir kalple gelen kimse­nin fayda göreceği" (26/88-89) gerçeğine inanır.

Müslüman, Allah’ın rızasını her şeyin üstünde tutar. Dünya nimetleri kendini al­datmaz. Bir gün mutlaka öleceğini, yaptık- lanndan hesaba çekileceğini, iyi veya kötü amellerinin karşılığını göreceğini bilir ve buna inanır. Bu inancı gereği Allah’ın nza- sını, cennet ve nimetlerini kazanmaya çalı­şır. Bu, asıl hedefidir. Bu hedefe ulaşmak için elinden geleni yapar. Allah’ın, şu ayet­lerinde beyan ettiği mutlu kullarından ol­mak ister:

“Ey kullarım! Bu gün size korku yoktur ve sız. üzülmeyeceksiniz.. (Çünkü siz, dünyada) ayetlerimize iman etmiş ve müslüman olmuş kimselerdiniz.. Haydi cennete gi­rin... ”

"Onların önünde altın tepsiler ve ka­dehlerle dolaşılır. Orada canlarının çekti­ği, gözlerin hoşlandığı her şey var ve siz. orada ebedi kalacaksınız, işte yaptığınıza karşılık size miras olarak verilen cennet bu- dur" (43/68-72).

SONUÇ

Sözlükte teslim olmak anlamına gelen “İslâm ”, terim olarak Hz. Adem Peygam­berden itibaren Allah’ın insanlara gönderdi­ği tevhid inancına dayalı hak dinin; “müslü­man ” ise bu dini kabul eden insanın adıdır.

Hak din İslâm’ın; evlenme, boşanma, sosyal ilişkiler, cezalar, helal-haram ve iba­detle ilgili ilkelerinde peygamberlerden peygamberlere bazı farklılıklar bulunsa da inanç esaslarında bir değişiklik olmamıştır. Hz. Muhammed (a.)’ın ve Kur’an’ın gönde­rilmesiyle Islâm kemale ermiş ve son şekli­ni almıştır. “...Bu gün size dininizi ikmal et­tim, size nimetimi tamamladım, din olarak İslâm ’dan razı oldum" (5/3) âyeti bu gerçe­ği ifade etmektedir.

Son şeklini alan ve kemale erdirilen Is­lâm’dan başka hak bir din artık söz konusu değildir. "Kim İslâm’dan başka bir din ararsa bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecektir...” (5/85) âyeti bunun delilidir.

Islâm; tevhid esasına dayanır, imanda ve ibadette Allah’a ortak koşulmasını şid­detle reddeder.

İslâm’ın ana hedefi, canın, malın, akim, ırzın ve dinin korunmasıdır. Kısaca insan­dır, insanın mutluluğudur. Islâm’ın emir ve yasakları da bu amaca yöneliktir.

İslâm; Allah’a, nefsine, ailesine, diğer insanlara, canlılara ve çevreye karşı görev­lerinde insana yol gösterir.

İman ve İslâm Kur’ân’da eş anlamda kullanılmıştır. Mü’min ve müslüman kav­ranılan hak dini kabul eden insanın iki te­mel vasfıdır. Her mü’min müslüman, her müslüman da mü’mindir.

insanın imanında bir noksanlık olursa müslüman vasfını kaybeder. Eğer amelinde bir noksanlık olursa -inkâr söz konusu değil- se- bu noksanlık imanına zarar vermez. An­cak, ibadetlerle beslenmeyen amelin son ne­fese kadar korunması zordur. Çünkü işlenen günahlar kalbin kararmasına sebep olur, inandığı gibi yaşamayan insan bir gün yaşa­dığı gibi inanmaya başlayabilir. Dolayısıyla müslüman, fert, aile ve toplum hayatında her türlü, söz, fiil ve davranışlannda Islâm’ı esas alması, hayatım buna göre düzenleme­si gerekir. Müslüman İslâmî kurallara, emir ve yasaklara, helal ve haramlara ne kadar uyarsa o nispette müslümanlığını kemale er­dirmiş, İslâmî görevleri ne kadar terk ederse o kadar kemal vasfını yitirmiş olur.

Müslüman, son nefesine kadar mü’min olarak yaşayıp, imanla ölürsü cenneti ve âhiret nimetlerini kazanmış olur.

*Diyanet İşlen Başkanlığı Müfettişi.

1 lbn Faris, Mu’cemü Mukûyîsı’l-LUğa, III, 90 Kahire, 1948. İbn Man/.ûr, Lisânü’l-Arab, XII, 295. Beyrut, 1956. Asım Efendi, Kamus Tercü­mesi, IV, 340 Levis Me’lûf, el-Müncid, s. 347.

2 Mesela bk/.. Bakara, 2/208, Enfal, 8/61, Mu- hammed, 47/35

3 Mesela bkz Nisa, 4/90-91.

4 Mesela bkz Nahl, 16/28, 87; Zümer, 39/29.

5 Mesela bkz. Kalem, 68/43.

6 Mesela bkz. Nur, 24/27, 61

7 Mesela bkz. Enfal, 8/43.

8 Mesela bkz. Bakara, 2/233.

9 Mesela bkz Al-i Imran, 3/22, Nisa, 4/65

10 Mesela bkz. Ahzab, 33/56

11 Mesela bkz. Nisa, 4/94, En’am, 6/54, Yunus, 10/10 .

12 Mesela bkz. Maide, 5/16.

13 Mesela bkz. En’am, 6/127, Yunus, 10/25

14 Mesela bkz. Hud, 11/48, Hıcr, 15/46 ..

15 Mesela bkz. Haşr, 59/23.

16 Mesela bk/.. Şuara, 26/81, Sâtfat, 37/84.

17 Mesela bkz Bakara, 2/112, Nisa, 4/125, Al-ı Imıan, 3/20, Lokman, 31/22.

18 Mesela bkz. Al-i Imran, 3/83, Saffat, 37/1/3 .

19 Mesela bkz. En’am, 6/14, Cin, 72/14, Bakara, 2/131..

20 Mesela bkz. Tevbe, 9/74, Hucurat, 49/17.

21 Mesela bkz. Al-i Imran, 3/19, Maide, 5/3.

* Yatık çizgiden önceki sure, sonraki ayet numarasıdır

22 Timıı/î, İman, 4, V, 7.

23 Buharı, iman, 37, I, 38 Tefsir, Sure 31 bab, 2 VI, 20. Müslim, İman, 5. I, 39.

24 Tirnıi/.ı, iman, 3, V. 5, Müslim, iman, 21 I, 45.

25 Müslim, İman, 19. I, 45

26 Müslim, İman, 20. I, 45

27 A’raf, 7/65, 73, 85, Hud, 11/50, 61, 84.

28 Mü.slim, Şehadet, 139. I, 512

29 Ahmed, II, 381.

30 Malik, Muvatta’, Hukuk, 8.

31 Ahmed, II, 385.

32 Al-i tmran, 3/52, bkz Maıde, 5/111.

33 Nemi, 27/31, bkz Nemi, 27/38.

34 Nemi, 27/44, bk/.. Nemi, 27/42.

35 Nemi 27/91, bkz. Zumer, 39/11; En’am, 6/14, 71; Mıi’mm, 40/66).

36 Bk/, Al-i İmran, 3/52.

37 Bakara, 2/135, bk/. Al-i İmran, 3/84; Ankebut, 29/46

38 Tiııııi/.î, İman, 4 V, 7, Muslini, İman, 7. 1, 40.

39 Buhârî, İman, 34. I, 17. Şehâdet, 26 III, 161- 162 Müslim, iman, 8 1,40-41.

40 Muslini, Zekat, 125. I, 730. Tırmizî, Zühd, 35.

IV, 576, Ahmed, II, 168.

41 Ahmed, III, 244.

42 Müslim, iman, 387. I, 201.

43 Sahıh-ı Hulıarî Tecrıd-i Sanlı Tercenıesi ve Şer­hi, 1, 47, DIB Yayınlan.

44 Bkz. Buhârî, İman, 31. 1, 15.

45 Tirnıı/.î, Ziıhd, 35 IV, 576

46 Müslim, Me/alim, 3 III, 98

47 Müslim, Bin-, 32. Ebu Davud, Edeb, 35

48 Tirmi/.î, İman, 12, V, 17.

49 Bkz A’raf, 7/32.

50 Bkz. Bakara, 2/200.

51 Müslim, Zekat, 125 I, 73(1 Ben/.cri için bk/.. Tırıııı/i, Zuhd, 35 IV, 576. Ahmetl, II, 168