Makale

İSLÂM CEZA HUKUKUNDA CASUSLUK SUÇU VE CEZASI

İSLÂM CEZA HUKUKUNDA CASUSLUK SUÇU VE CEZASI

Dr. Yaşar Yiğit*

1) İslâm’da İstihbarat (Casusluk) Çalışmalarına Verilen Önem

Arapça “ces" kökünden, gözetleyen, araştıran manasında isim olan casus1 kelime­si, düşmanın sırlarını araştırıp, bilgi sızdıran, düşman içinde çeşitli yıkıcı faaliyetler­de bulunan kişi anlamına gelmektedir2. Arapça’da casusa “göz” anlamına gelen “ayrı” adı da verilmiştir3. Kur’an-ı Kerim’de casus kelimesi yer almamakla beraber aynı kökten gelen “tecessüs” fiil olarak geçmektedir4.

Casusluk, tarihin eski dönemlerinden günümüze kadar süregelen en önemli faali­yetlerden birisidir. Artık günümüzde de istihbarat çalışmaları her devlet için zaruret haline gelmiştir. Enformasyonu güçlü devletler dünya milletleri arasında inkar edile­meyecek boyutta bir etkinliğe sahiptir. Devletler birçok işlerini artık kurdukları gizli servisler aracılığı ile çözüme kavuşturmaktadır. Bilgi çağı olarak nitelindirilen zama­nımızda, devletlerin iç ve dış dünyada etkili ve de güçlü kalabilmesi adeta istihbara­ta başka bir deyimle diğer devletler hakkında bilgi edinilmesine kilitlenmiş durumda­dır. Hele hele savaşlarda askeri güç kadar istihbarat çalışmaları da önem arzetmekte- dir. Bu özelliği nedeniyle casusluk günümüzde de güncelliğini koruyan faaliyetlerin başında gelmektedir.

İslâm tarihine baktığımızda, hemen her dönemde istihbarat faaliyetlerine büyük önem verildiğini ve bu doğrultuda çalışmalar yapıldığını görebiliriz. Islâm’da istih­barat çalışmalarına önem verilmesinin temel dayanağını, âyet, hadis ve uygulamalarda bulmak mümkündür. Nitekim Kur’an-ı Kerim’deki, “Ey iman edenler! Tedbirini­zi edip ihtiyatlı davranın; bölilk böliik veya lıep birden savaşın. ”5 âyetinin, tedbir kap­samında istihbarat (casusluk) faaliyetlerinde bulunmayı da içermekte olduğu belirtil­miştir6. Aynı şekilde diğer bir âyette de, “Onlara (düşmanlara) karşı gücünüzün yet­tiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın, onunla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz., Allah’ın bildiği (düşman) kimseleri korkutursunuz.... ”7 buyurulmaktadır. Bu bağlamda istihbarat ça­lışmalarının da düşmana karşı yerine getirilmesi gerekli bir faaliyet olduğu açıktır. Geçmişte olduğu gibi, günümüzde de, savaşlarda istihbarat çalışmalarının, orduya sağladığı lojistik destek inkar edilemeyecek boyuttadır. Düşman güçler hakkında ye­terli derecede bilgiye sahip olmayan orduların başarılı olması çağımızda oldukça güç­tür. Günümüzde ordunun başarısı için silah gücü kadar istihbarat gücü de önem arzet- mekte ve etkin rol oynamaktadır. Bunun örneklerini çağımızda yakinen görme imka­nına sahibiz.

Hz. Peygamber Islâm devletinin başkanı olarak barış ve savaş halinde üstünlük sağlamak amacıyla düşmanın siyasî, askerî ve İktisadî faaliyetlerine dair istihbarat ça­lışmalarına büyük önem vermiştir. Nitekim Bedir savaşma (2/624) başlamadan önce Kureyş ordusuyla ilgili araştırmalara bizzat katıldığı gibi önemli savaşlann hemen hepsinde bilgi toplayacak gözcüler göndermiş ve düşman ülkesinde yaşayarak mer­keze bilgi aktaran casuslar görevlendirmiştir8.

Peygamber (s.as)’in istihbarat çalışmalarına verdiği önemi ve bu tür faaliyet alan­larının genişliğini gösteren pek çok örnek vardır. Müşriklerin stratejik konuma sahip şehirlerinde Resulullah (s.a.s)’in bilgi toplamak üzere görevlendirdiği şahıslardan söz edilmektedir. Bu şahıslar müslüman oldukları halde kimliklerini gizleyerek oturduk­ları şehirlerde karşı tarafın siyasî, askerî ve İktisadî bütün faaliyetlerini rapor etmek­teydiler9. Örneğin, Hz. Peygamber’in amcası Abbas b. Abdülmuttalib, Mekke’de, Enes b. Ebû Mürsad, Taif yakınlarındaki Avtâs’da, Miinzir b. Ömer isimli bir başka sahabi Necid’de casusluk amacıyla ikamet etmekteydiler10. Resulullah (s.a.s)’in ca­susları zaman zaman sağladıkları başarı nedeniyle ödüllendirdiği de nakledilmekte­dir. Örneğin, Kureyş kervanını takiple görevli olan Talha b. Ubeydullah ile Saîd b. Zeyd Bedir gazvesine katılmadıkları halde ganimetten pay almışlardı11.

Hz. Peygamber’den sonraki dönemlerde de yöneticiler, bu tarz faaliyetleri sürdür­müşlerdir12. Hilafet dönemi iç ve dış savaşlarla geçen Hz. Ebû Bekir, rıdde (Is­lâm’dan dönme) olayları süresince her tarafa casuslar göndermiştir. Şam ve Filistin ordularının komutanları Yezîd b. Ebû Süfyan ile Amr b. Âs’a, diğer cephelerdeki Is­lâm ordularının durumunu rapor edecek ve düşman hakkında bilgi toplayacak casus­lar görevlendirmelerini ve kendileriyle ilgili sırları gizlemelerini emretmiştir13. Kay­naklarda, Islâm’ın ikinci halifesi Hz. Ömer’in de istihbarat faaliyetlerine büyük önem verdiği belirtilmektedir. Bu bağlamda Antakya civarında oturmakta olan Curcume kabilesiyle, ajanlık karşılığında anlaşmış ve onlardan bu hizmetlerine karşılık cizye vergisi almamıştı14.

istihbarat çalışmaları Hz. Osman döneminde de devam etmiştir. Kıbrıs fatihi Mu- âviye b. Ebû Süfyân’ın ada halkıyla yaptığı zimmet antlaşmasına gerektiğinde düş­manın durumunu rapor etmeleri şartını da koyduğu bilinmektedir. Bu tür faaliyetler Islâm tarihi boyunca devam etmiştir15.

Karşı casusluk için bu faaliyetler yapılırken, düşman hesabına çalışan casusların da etkisiz hale getirilmesi ve cezalandırılmaları gerekecektir. Nitekim Peygamber (s.a.s), müslümanlann keşif koluna yakalanan iki Kureyşli köleye, Kureyşin gücü ve bulunduğu yer hakkında bilgi vermeleri için zorlamıştır16.

Islâm hukukuna göre, Islâm devleti lehinde casusluk yapmak caizdir. Hatta dev­letin bekası için zaruret halini alırsa bu tür faaliyetlerde bulunmak vacip kabul edil­miştir17. Buna karşılık, bir müslümanın düşman lehine casusluk yapmasının haram olduğu konusunda, Islâm hukukçuları arasında görüş birliği vardır18.

Islâm hukukçuları, kendisine kesin olarak güvenilmesi durumunda gayri müslim- lerden casus seçilebileceği konusunda aynı görüşü paylaşmışlardır. Çünkü gayri miis- limler düşman ülkesine daha rahat girebilir, oranın halkıyla kaynaşıp sırlara daha ko­lay ulaşabilirler19. Nitekim Peygamber (s.a.s.), o zamanlar henüz Islâm’ı kabul etme­miş olan Huzâ’a kabilesinden bazılarını casus olarak kullanmıştır20. Ayrıca bu hiz­metlerine karşılık onlara bir ücret ödenmesi de mümkündür21.

İslâm’da yukarıda naklettiğimiz âyet ve uygulama örnekleri, istihbarat çalışmala­rının ne kadar önemli olduğu konusunda bize yeterli derecede fikir vermektedir. Islâm devleti lehinde bu tür faaliyetlerde bulunmak caiz görülmüş hatta olayın önemine gö­re vacip dahi kabul edilmiştir. Ancak düşman lehine, Islâm devleti aleyhine casusluk yapmak Islâm hukukunda suç olarak değerlendirilmiş ve failine ceza öngörülmüştür. Düşman lehine çalışan casuslara, bunlara yardım ve yataklık edenlere verilecek ceza­lar konusunda değişik görüşler ileri sürülmüş olup konu ile ilgili hükümler suçlunun miislüman, zimmî ve müste’men oluşuna göre farklılık arzetmektedir. Makalemizde Islâm ceza hukuku açısından casusluk suç ve cezasını incelemeye çalışacağız.

2) Casusluk Suçu ve Cezası

a) Müslümanın casusluk suçu işlemesi

Yukanda da belirttiğimiz gibi Islâm, istihbarat çalışmalarına büyük önem vermiş­tir. Ancak düşman ülkelerle işbirliği yaparak Islâm devleti aleyhine casusluk yapan müslümana da ceza uygulanması öngörülmüştür.

Uygulanacak cezanın ağırlığı Islâm hukuk ekollerince tartışılmıştır. Buna göre müslümanın casusluk suçu işlemesi durumunda, Ebû Hanife ve Ebû Yusuf a göre, kendisine ceza olarak fiziki baskı (dayak, vb) ve tevbe edinceye kadar hapis cezası uy­gulanır22. Şafiilere göre de düşman lehine casusluk yapan müslümana ölüm cezası uy­gulanmaz23. imam Malik’ten rivayet edilen bir görüşe göre, casusun pişmanlığı kabul edilmez, dindaşlarına zararı dokunduğu ve yeryüzünde fesat çıkardığı için öldürülür24.

Hanbeli mezhebinin ağırlıklı görüşüne göre ise, casus, gerektiği takdirde ölüm ceza­sı da dahil olmak tizere tazırle cezalandırılır25.

Islâm hukukçularının çoğunluğuna göre, düşman lehine casusluk yapan nıüslü- man öldürülmez. Ancak kendisine fiziki baskı, hapis vb. ta’zir cezalan uygulanır26. Casusluk suçu işleyen mtislümana, öliim cezasının uygulanmaması görüşünde olan hukukçular, Hâtıb b. Ebû Beltea (ö.30/650) olayını delil kabul etmektedirler. Hâtıb, Mekke’deki mallarının daha iyi korunacağı ümidiyle, Peygamber (s.a.s)’in müşrikle­re karşı yapmakta olduğu savaş hazırlıklarını, Mekke’de bulunan dostlarından birisi­ne, mektup yazarak bildirmek istedi. Fakat mektup Mekke’ye ulaştırmamadan ele ge­çirildi. Hz. Ömer (ö.24/644), “Ey Allah’ın Resulü! Bancı izin ver, onun boynunu vu­rayım.” dedi. Peygamber (s.a.s), mektubun ne Islâm’a karşı bir niyetle yazıldığını ne de Mekkelilerin eline geçmek suretiyle müslümanlara zarar vermediğini belirttikten sonra, Hâtıb’ ı, Bedir savaşında (2/624) gösterdiği gayret ve hizmetlerini de göz önün­de bulundurarak af etti27. Müslüman casusun öldürülmeyeceği görüşünü benimseyen hukukçular bu olayı, delil kabul etmektedir. Buna karşılık müslüman casusun öldü­rülmesi görüşünü savunan hukukçular ise, belirtilen olayın Hâtıb’ın şahsına özgü bir uygulama olduğu dolayısıyle diğer olayları kapsamayacağını ifade etmişlerdir28.

Casusluk konusunda müstakil bir çalışma yapan M.Râkân ed-Dağmî ise, bütün bu görüşlere yer verdikten sonra şu değerlendirmeyi yapmaktadır: Islâm devleti aleyhin­de, düşman lehinde casusluk suçu işleyen müslümanın makul bir gerekçesinin bulun­maması ve işlemiş olduğu suçla müslümanlara büyük zarar vermesi durumunda ken­disine, bu suça başkalarının da teşebbüs etmemesi için ölüm cezası uygulanır29.

Kanaatimize göre, casusluk suçu işleyen müslümana, işlenen suçun ağırlığı ve suçlunun durumu da göz önünde bulundurularak, ölüm de dahil olmak üzere çeşitli ta’zir cezalan uygulanabilir. Çünkü casusluk suçunu, Islâm ceza hukukundaki had, cinâyet ve ta’zir şeklindeki üçlü ayınm doğrultusunda değerlendirdiğimizde, bu su­çun ancak ta’zir suçları kapsamında ele alınabileceğini ifade edebiliriz. Dolayısıyla suçun ortaya çıkardığı zararlar göz önünde bulundurularak ve de suç-ceza dengesi de korunmak suretiyle yetkili merci, suçluya ta’zir türünden gerekli cezaları uygulama hakkına sahiptir. Casusluk suçu işleyen her müslümana ölüm cezası uygulamak gerekir, ya da böyle bir suçu işleyen hiçbir müslıimana ölüm cezası uygulanamaz hükmü çoğu zaman pratikte sıkıntılara yol açar.

b) Zimmîniıı casusluk suçu işlemesi

Sözlükte; and, hak, güvenlik, söz verme30 anlamlarına gelen zimmet kelimesinden türetilmiş olan zımmî kelimesi, Islâm hukuku terimi olarak; kendilerine verilen mal, can ve ırz güvenliğine karşı, Islâm dinine iman etmemekle birlikte, devletin hukuk düzenine bağlı kalmayı kabullenmiş sürekli ikamet hakkına sahip gayri müslim va­tandaşlara denir31.

Zımmîlcr, Islâm ülkesinin müsliimanlar dışındaki gayri müslim vatandaşlarıdır. Bunlar, zimmet akdi gereği, Islâm ülkesinde mal, can ve ırz güvenliği yanında, sürek­li ikamet hakkına da sahiptirler.Yine zimmîler, bu akit gereği bazı istisnalar dışında vatandaşlık haklarından faydalanma imkanına kavuşurlar32. Islâm hukuk literatürün­de, Islâm ülkesinin hukuk düzenine bağlı kalmayı kabul etmiş Islâm dini dışındaki dinlere ya da inançlara mensup insanlar, genel olarak zimmî terimi ile isimlendiril­miştir. Kendileriyle, Islâm devleti arasında gerçekleştirilen devletin hukuk düzenine bağlılık sözleşmesi niteliğindeki anlaşmaya da, zimmet akdi terimi kullanılır. Islâm devletiyle, zimmet akdi imzalayan her şahıs bu statüde kabul edilir. Yahudi ve hıris- tiyanlarm zimmî ya da ehlü’z-zimme kavramının kapsamına dahil olduğu konusunda Islâm hukukçuları aynı görüştedir. Ancak bu iki din dışında mecûsi, sâbiî, ateist, müş­rik gibi inançlara mensup şahısların zimmî statüsünde kabul edilip edilmemesi husu­sunda farklı görüşler ileri sürülmüştür33.

Kanaatimizce, kendisine tanınan mal, can ve ırz güvenliğine karşılık Islâm devle­tinin hukuk düzenine bağlılığı kabul eden her şahsın, inancı ne olursa olsun zimmî statüsünde değerlendirilmesine hiçbir engel yoktur. Vatandaşlığa kabulde temel da­yanak, kişinin ya Islâm devletinin idari düzeninde orijin kabul ettiği İslâm’a iman et­mesi ya da hakim hukuk düzenine bağlılık ifade eden zimmet akdidir. Nitekim ehli kitabın zımmîlık adı altında vatandaşlık statüsüne kabulü, inançlanna değil, devletin hukuk düzenine bağlı kalacaklarına dair imzaladıkları bağlılık anlaşması niteliğinde­ki zimmet akdine endekslidir. Buna göre mecûsı, sâbiî, budist ve ateist gibi inanç ya da ideolojik akım mensuplarının, tslâm devletinin hukuk düzenine bağlı kalmaları durumunda, vatandaşlık hakkını elde edebileceklerini ifade edebiliriz. Şunu belirte­lim ki, burada kişinin inanmadığı bir dinin esas alındığı hukuk düzenine bağlılığı, onun bütünüyle bu hukuka göre yaşaması anlamına gelmez. Bu statüdeki kişilerin, devletin hukuk düzenine bağlılığı, özellikle kamu düzenini korumaya yönelik kural­larla sınırlıdır34. Toplum olarak bir arada yaşama ve devletin devamını sağlama, ça­ğımızda olduğu gibi ancak bu realitenin göz önünde bulundurulmasıyla elde edilebi­lir. Kamu düzeninin sağlanmasına yönelik kurallar, genelde kişilerin inançları ile ilin­tili değildir. Bu tür kurallarda, kamuyu oluşturan bütün bireylerin maslahatının göze­tilmesi temel amaçtır. Kamusal nitelikte olmayan ve daha çok özel hukuk ya da özel yaşamla ilgili kurallarda, zimmî statüsündeki kimselenn, İslâm hukukuna göre dav­ranma yükümlülükleri yoktur.

Zimmînin casusluk suçu işlemesi durumunda, Ebû Yusuf dışındaki Hanefilerle, bazı Şafiiler ve Hanbeli mezhebinin diğer bir görüşüne göre, zimmet akdi bozulmaz ve suçlu öldürülmez. Ancak fiziki ceza uygulanır35. Ebû Yusuf ise, casusluk suçu iş­leyen zimmînin idamla cezalandırılacağını ifade etmiştir36. Maliki ve Hanbeli mezhe­binin tercih edilen görüşüne göre, zimmîlik statüsünün temelini teşkil etmekte olan zimmet akdi bozulur ve zimmî, devlet başkanı tarafından ölümle, asılarak teşhir edil­mek veya köle statüsüne geçirilmek suretiyle cezalandırılır37.

Şafiî mezhebinin hakim görüşüne göre ise, zimmet akdinde, Islâm devletiyle ilgi­li sırların düşmana aktarılmasını yasaklayan bir madde bulunmuyorsa, casusluk suçu işleyen zimmî öldürülmemekle beraber kendisine fiziki ceza uygulanır38. Ancak zimmel akdi yapılırken böyle bir suçun akdi bozacağı şarlı konulmuşsa zimmînın devlet­le olan sözleşmesi bozulur vc öldürülmesi mübah hale gelir39.

c) Müste’menin casusluk suçu işlemesi

Geçici bir süre İslâm ülkesine girme ve orada giiven içinde kalma izni (eman) ve­rilmiş yabancı gayri müslime miiste’men denilmektedir40.

Günümüzde herhangi bir ülkenin vatandaşı pasaport, vize vb. düzenlemelerle be­lirli bir süre kalmak üzere başka bir ülkeye çeşitli amaçlar için gitmektedir. Ve bu şahıslar “yabancı” kavramı ile nitelendirilmektedir, işte günümüzdeki bu niteleme Islâm hukuk literatüründe “miıste ’men" terimi ile ifade edilen anlam ile örtüşmekte- dir.

Miistemenin casusluk suçu işlemesi durumumla, kendisiyle devlet arasında ger­çekleştirilen eman akdinde, Islâm devleti aleyhindeki sırları düşmana ya da düşman casuslara aktarma hususunda yardım ve yataklık etmesini yasaklayan bir madde bu­lunmasına rağmen bu suçu işlemişse öldürüleceği konusunda görüş birliği vardır41. Eman akdinde böyle bir maddenin yer almaması durumunda müste’men casusluk su­çu işlerse, Islâm hukukçuları uygulanacak ceza konusunda değişik görüşler ileri sür­müşlerdir.

Malikiler, Hanbeliler ve Hanefılerden Ebû Yusuf, müste’menin eman akdinin bo­zulacağını ve devlet başkanmın ölüm cezası ya da müste’meni köle statüsüne geçir­meyi tercih edebileceğini ileri sürmektedirler42.

Ebû Yusuf dışındaki Hanefiler ile Şafiiler ise, eman akdinin casusluk suçuyla bo­zulmayacağını, dolayısıyla suçluya da ölüm cezası uygulanamayacağı, ancak fiziki baskı (dayak) uygulanıp hapsedileceğim ifade etmişlerdir43.

d) Harbinin (Vizesiz- pasaportsuz yabancı) casusluk suçu işlemesi

Islâm hukukunda, Islâm ülkesiyle arasında ne zimmet akdi ve ne de eman akdi bulunmayan yabancı ülke vatandaşı gayri müslimlere, harbî terimi kullanı­lır^.

Islâm ülkesi ile arasında herhangi bir sulh antlaşması bulunmayan ülke vatandaş­larına, genel olarak yukarıda belirttiğimiz gibi harbî terimi kullanılmaktadır. Günü­müzde herhangi bir ülkeye vizesiz ve pasaportsuz olarak kaçak bir şekilde giren kim­seler harbî statüsünde kabul edilebilir.

Islâm ülkesine eman almadan giren harbîye casus veya esir hükmü uygulanır. An­cak böyle bir kimse elçi veya tüccar olduğunu iddia ederse yanında resmi belge, mek­tup, ticaret malı gibi iddiasını destekleyecek deliller bulunması halinde mal ve canı­na dokunulmaz45.

Savaş şartlarında harbîlerin mal ve canlarına zarar verilmesi mübah kabul edil­mekle birlikte, dârülharbe emanla giren müslüman veya zimmînin onların mallarına dokunması haramdır. Ancak mal ve canı esasta mübah olduğundan harbînin müslü- man veya zimmî tarafından öldürülmesi halinde, Islâm ülkesine dönüşlerinde onlara kısas cezası uygulanmaz46. Bunun aksine Islâm ülkesiyle arasında zimmet veya eman akdi gereği bulunan kişilerin statüleri, harbilere göre hüküm bakımından farklılık ar- zetmektedir. Onların mal, can ve ırz dokunulmazlıkları, akitleri gereği, devletin gü­vencesi altındadır.

Harbinin casusluk suçu işlemesi durumunda, öldürüleceği konusunda Islâm hu­kukçuları görüş birliği etmişlerdir47. Nitekim Hz. Peygamber bu statüdeki casusları takip ettirerek öldürtmüştür48.

Yukarıda verdiğimiz bilgilerden de anlaşılacağı üzere casusluk suçunun, Islâm ce­za hukukundaki had, cinâyet ve ta’zir şeklindeki ceza ayırımlarından ta’zir grubu içe­risinde yer aldığı açıktır. Tazir cezaları da, günün koşullarına göre devletin takdir edeceği ceza türlerini kapsayacak niteliğe sahiptir. Buna göre casusluk suçuna karşı­lık ta’zir cezası olarak duruma göre, sınırdışı etme, fiziki ceza, hapis ve ölüm cezala­rından herhangi birisi uygulanabilir.

*Fatih, İbn-ı Meddas Salıhpaşa Camii Imam-Hatibı.

1 Ibn Man/.ûr, Lısânü’l-Lisan, Beyrut 1993, II, 247, Zebîdî, Tâtu’l-Arûs, Kuveyt 1965, IV, 119, İbn Ab- bâd, el-Mulnt. Beyrut 1994, IV, 387

2 Dağmî, Muhamnıed Râkâıı, et-Tecessiıs ve Ahkâmuluı, Amman 1984, s 52; Mahmasânî, el-Kânun ve’l- Alâkâtu’d-Devlıyye. Beyrut 1982, s 247; HamiduIIah, Islâm’da Devlet idaresi, s 358; Kallek, Cengiz, "Casus". DtA.

3 Ahmet Rı/.a, Mu’teın, Beyrut 1958, IV, 199; Ibn Fâris, Mu’cem, yy , 1969, IV, 199; İbn Abbâd, el-Mu- hîl, IV, 387; Şevkânî, Neylü’l-Evtâr. Beyrut, ty , VIII, 10.

4 el-Huturât, 49/12

5 en-Nisâ, 4/71.

6 Kurtubî, el-Câmi’ li Ahkâmı’l-Kur’un, Beyrut 1965, V, 273, Şubeyr, “el-İstiâne bi Gayrı’l-MUslımîn”, MecelletiT’î-Şerîa ve’d-Dirâsâtı’l-lslâmıyye, sy. VII, Kuveyt 1987, s.249.

7 el-Enfâl, 8/60.

8 Ibn Hişâm, es-Sîratü’n-Nehevıyye. Mısır 1355, II, 265, tbn Sa’d, et-Tııbakâtu’l-Kübrâ, Beyrut 1957, II,

12, Kapar, M Alı, Hz Muhammmed’m Müşriklerle Münasebeti, İstanbul 1987, s 157; Yaman, Ahmet, Islâm Devletler Hukukundu Savaş, İstanbul 1998, s. 129, Kallek, Cengiz, "Casus", DlA, Miras, Ka­mil, Tecridi Sarih Tercemesi, Ankara 1984,VIII,311.

9 Bkz Âtıfı, M Sadık, el-Islâm ve’l-Alâkâtü’d-Devliyye, Beyrut 1406/1986, s.225, Avn, Abdürrauf, el- Fennü’l-Harbî fi’l-ls/âın, Kahire 1961, s 213; Hamıdullah, Hz Peygamber’in Savaşları, trc Salih Tuğ, İstanbul 1981, s 227; Dağıııî, et-Tecessus ve Ahkâmuha, Beyrut 1985, s.52.

10 Hamidullah, Islâm’da Devlet İdaresi, Ankara, ty., s. 235; Kallek, “Casus". DİA; Yaman, age., s.129

11 Kallek, “Casus”, DİA

12 Dağnıî, et-Tecessüs ve Ahkâmuluı, s.75, Kallek, “Casus", DİA

13 Kallek, “Casus’’, DİA.

14 Numanî, Hz Ömeı ve Devlet idaresi. II, 165, Fayda, Hz. Öıneı Zamanında Gayri Muslımler, İstanbul 19X9, s. 143, Erdoğan, Islâm Hukukunda Ahkâmın Değişmesi. İstanbul 1990, s 88, Kallek, “Casus”. DİA, Yaman, age , s. 131

15 Bk/.. Kallek, "Casus", DİA

16 Haltab, Komutan Peygamber (trc Ahmet Ağııakça), İstanbul 1988, s 88, Yaman, age , s. 131.

17 Âtıfi, age . s 225; Dağnıî, age., s. 171; Kallek, "Casus", DİA

18 Dağnıî, age.. s 154; Kallek, “Casus". DİA

19 Mevsılî, el-İhtiyar. İstanbul 1951, IV, 130; Haraşî, Şerhu Muhtasarı Hulîl, Beyrut, ty., III, 114, Şirbı-nî, Muğnî’l-Muhtâc, Mısır 1958, IV, 340; Şübeyr, “el-htıûne bı Gayrı’l-Müslimîn", s 251

20 Bkz. Heykel, el-Cihûd ve’l-Kıtâl fı’.s-Sıyû.seti’ş-Şer’ıyye, Beyrut 1993,11,961, 1149 vd

21 Nevâvî, el-Alâkûtu’d-Devliyye ve’n-Nuzuınu’l-Kadâıyye, Beyrut 1394/1974, s. 131

22 Ebû Yusuf, Kitııbu’l-Hıırâc. Kahire 1396, s 206; Serahsî, Şerhu’s-Sıyer, yy , 1972, V, 2040; Mahma- sani, el-Kânûn ve’l A/âkâtu’d-Pevliyye. s.249, Huseyn, Y.Alı, “Ukûbetü TecessU.si’l-Mu.slıııı", Dırâsât, c XV, sy. III, Amman 1988, s 198, Zeydân, Ahkâmu’z-Ziınınıyyîn, Bağdat 1963, s 240

23 Şafii, el-Uınııı. Beyrut 1973, IV, 249, Hattâbî, Meâlimu’.s-Sünen, Beyrut 1971, III, 109; Ibn Kayyım, Zâdu’l-Meâd, Bcyıut 1995, III, 114, Dağmî, age , s. 155, Zuhaylî, Â.sâru’l-Harb, Dımcşk 1992, s. 64, Kallek, “Casus", DİA

24 Hattâb, Mevûhibıı’l-Celîl, Beyrut 1992, III, 357, Ibnu’l-Arabî, Aitktımu’l-Kur’Cm, yy, ty , IV, 1783; Haraşî, Şerhu Muhtasarı Hulîl, Beyrut, ty , 111, 119, Mevvâk, et-Tâc ve’l-lklîl (Mevâhibu’l-CelîlTe), Mısır 1328, III, 357, Ibn Kayyım, Zâdü’l-Meâd. V, 65, a ııılf , et-Turuku’l-Hukmıyye, Beyrut 1989, s 224, Tabeıî, Ihtılâfu’l-Fukuluî, Leıden 1933, s. 173, Dağmî, age., s 158, Mahmasânî, age, s 249, Hu­seyn, ağın., s 195, Behııesî, el-Me.s’ûlıyyetü’l-Cııuııyye. Beyıut 1984, s.80

25 tbn Kayyım, et-Turuku’l-Hukmiyye, s.224, Kallek, “Casus". DİA

26 Serahsî, Şerhu’s-Sıyer, V, 2040, Şîrâ/.ı, el-Mühezzeh, yy , ty., II, 246; lbn Kayyım, Zâdu’l-Meâd, V, 65; lbn Fcıhûn, Tebsıratu’l-Hukkâm, Kahire 1986, II, 194, Dağmî, et-Tetessüs ve Alıkâmuha, s.158; Mahıııasani, age., s 249; Behtıesî, age.. s 81

27 Buhâri, Cihâd, 141, Megâ/.î, 9; Müslim, Fadâilü’s-Sahabe, 161, Ebû Davud, Cihâd. 98; Dârimî, Rıkûk, 48.

28 Şafiî, el-Ümın, Beyrut 1973, IV, 249; Haraşî, Şerhu Muhtasun Halil, III, 119; lbn Kayyım, Zâdii’l-Me- âd, III, 115; Şevkânî, Neylu’l-Evtâr, VIII, 10.

29 Dağmî, et-Tecessıis ve Ahkâmuha. s. 161.

30 İbn Man/.ûı, Usânü’l-Usüu, I, 450; Ahmet Rı/a, Mu’cemu Metm’l-Luga, II, 507, el-Mu’cemu’l-Vesît, I, 315, Bilmen, Hukuki hlcimıyye Kamusu, İstanbul 19X5, III, 422

31 İbn Kayyım, Ahkâmu U\lı’x-Ziınme, Dınıcjk 1961, II, 475; Hamıdullah, Islûmda Devlet İdaresi, s 484, Zeydân, Ahkâmu’z-Ziınımyyîn. s 22

32 Buhûtî, Keşşâfu’l-Kına’, Beyrut 19X2, III, 117; Zeydân, age., s 22; Karaman, Islâm Hukuku, İstanbul 1987, III, 234

33 Görümler ve deliller için bk/. Kâsâııî, Hedâiu’s-Sanâı’, Beyrut 1986, VII, 110, İbn Kudüme, el-Mugııî, Beyrut, ty., X, 568; Makdisî, eş-Şerhu’l-Kebîr, (el-Muğnî ılc), X, 584, Zeydân, age , s 25, Karaman, «ge., III, 236.

34 lbnu’l-Humâm, Şer/ıu Fethi’l-Kildir, Beyrut, ty., V, 209, Makdısî, eş-Şerhu’l-Kehîr, X, 611; Buhûtî, cıge, 111, 117.

35 Serahsî, Şerlıu’s-Styer, V, 2041, Renılî, Niluıyetü’l-Muhtâc, Mısır 1967, VIII, 104; Nevevî, Ravzafu’t- Tâlıbîn, Beyrut 1992, X, 329, Ibn Kayyım, Ahkâmu Ehli’z-Zımme, II, 800, Şîrâ/.ı, el-Miihezzeb, II, 257; Dağmî, «#£*.. s 1^7, Zeydân, Ahkâmu’z-Zunnıiyyîn, s 241

36 Ebû Yusuf, Kılabu’l-Harât, s. 207, Dağmî, age , s.168, Hamidullah, Islâm’da Devlet idaresi, s 359, Yığıl, Ya^ar, fclâm Ceza Hukukunda Cezaların Yuıiırluğü, (Basılmamış Doktora Tc/.ı, UUSBE), Bur­sa 1998, s. 179

37 İbn Kudâme, el-Mıtğnî, X, 607, Şevkânî, Neyi, VIII, 10; Hara.şî, III, 119, Desûkî, Hâşıyetu’d-Desukî, yy., ty., II, 188; Taberî, tlmlâfu’l-Fukahâ, s.58, Makdısî, eş-Şerim’l-Kebît (e!-Muğnî ile) X, 634, Hat- tâb, Mevâlubu’l’Celîl, III, 357; Mevvâk, el-Tât ve’l-Iklîl. III, 357; Ebû Ya’Ia, el-Ahkârnu’s-Suliâniyye, Beyrut 1983, s- 158 vd , Zeydân, Ahkâmü’z-Zımmiyyîn, s 241

38 Şafii, el-Üınm, IV, 168, Taberı, flılılâfu’l-Fukahâ, s. 59, Kallek, "Casus”, DİA

39 Şııbînî, Muğni’l-Muhtâc, IV, 258; Dağmî, age., s 164

40 Karaman, Islâm Hukuku, III, 243, Şckcrci, Osman, tslânı Ülkesinde Gayr-i Mütlimleriıı Temel Hakla­rı, İstanbul 1996, s 82.

41 Bilmen, age , III, 440; Kallek, “Casus", DİA.

42 Serahsî, age, V, 2042; Ibn Kayyım, Ahkâm, II, 809, Şevkânî, VIII, 10, Tabeıî, s. 58, Hattâb, III, 357, Harabı, age , III, 119, Mevvâk, age., III, 357, Zeydan, age., s.243, Dağmî, age., s. 176

43 Şafii, el-Ümm, IV, 167; Serahsî, Şerhu’s-Sıyer, V, 2041; Ibn Kayyım, Ahkâm, II, 809; Dağmî, age . s. 177; Zeydân, Ahkâmu’z-Zımmiyyîn, s 243, Bilmen, III, 440, Karaman, III, 340.

44 Şırbînî, age , IV, 209, Bilmen, age„ III, 338, el-Mevsuatiı’l-Fıkluyye (Kuveyt), VII, 1104

45 Buhûtî, V, 585; Ûcleh, et-Teşrîu’l-Cinâiyyü’l-lslâmî, Beyrut, ty, I, 533, Ö/el, “Harbî ", DİA.

46 Özel, “Harbî ”, DİA.

47 Şevkânî, Neylu’l-Evtâr, VIII, 10; Hattâb, Mevâhibu’l-Celîl, 357, İbnu’l-Arabî, Ahkâmu’l-Kur’an, IV, 1784, Kallek, “Casus”, DİA.

48 Buharı, Cıhâcl, 173, Serahsî, Şerhu’s-Sıyer, V, 2043, Şevkânî, Neylii’l-Evtâr, VIII, 10; Dağıııî, s. 180, Turnagıl, İslamiyet ve Milletler Hukuku, s 181.

BİBLİYOGRAFYA

AHMET Rıza, Mu’ceınu Metni’l-Liiga, c.I-V, Beyrııt 1958.

ATÎFÎ, Mııhammed Sadık, el-lslânı ve’l-Alâkâıtü’d-Devlıyye, Beyrfıt 1406/1986.

AVN, Abdıırraııf, el-Fennu’l-Harbî jî Sadri’l-Islâm, Kâhırc 1961.

BEHNESÎ, Ahıned Fethi, el-Mes’Cıliyyetu’t-Cinâiyye fi’l-Fıkhı’l-Islâmî, Beyrut 1984.

BİLMEN, Ömer Nasiihi (ö.1391/1971), Hukûkı Islâmiyye ve htdahatı Fıkhıyye Kamusu, c.I- VIII, İstanbul 1985.

BUHÂRÎ, Mııhammed b. İsmail (ö.256/869), el-Câımiu’-Scıhth, c.I-VIII, Çağrı Yayınları, İstan­bul 1992.

BUHÛTl, Mansûr b. Yuııııs b. İdrîs (ö.1051/1641), Keşşafu’l-Kına’ an Metni’l-Ikna’, c.I-VI, Beyrııt 1982.

CEZÎRÎ, Abdıırrahmân (0.1360/1941), Kitcıbu’l-Fıkh ala’l-Mezâhıbi’l-Erbaa, c.I-V, Beyrut 1986.

DAGMI, Mııhammed Râkân, et-Tecessüs ve Ahkâmuhu fi’ş-Şerîati’l-Islûmiyye, Amman 1984.

DÂRİMÎ, Ebıı Mııhammed Abdullah b. Abdurrahmân (v.255/869), es-Sünen, c.I-11, Çağrı ya­yınları, İstanbul 1992.

DESÛKÎ, Mııhammed b.Ahmed (ö. 1230/1815), Hâşiyetü’d-Desûkî, c.I-IV, yy., ty.

EBÛ DAVÛD, Süleyman b. Eş’âs es-Sicistânî (v.275/888), Sunenu Ebî Davûd, c.I-IV, Çağrı yayınları, İstanbul 1992.

EBÛ YA’LA, Mııhammed b. Hüseyin el-Ferra (ö. 458/1066), el-Ahkâmu’s-Sultârıiyye, Beyrut 1983.

EBÛ YUSUF, Yakub b. İbrahim (ö. 182/798), Kitâbu’l-Harâc, Kahire 1396.

ERDOĞAN, Mehmet, Islâm Hukukunda Ahkâmın Değişmesi, İstanbul 1990.

FAYDA, Mustafa, Hz. Ömer Zamanında Gayr-i Müslimler, İstanbul 1989.

HAMİDULLAH, Mııhammed, Islâm’da Devlet tdâresi, trc.Kemal Kuşçu, Ankara, ty.

___ , Hz..Peygamberin Savaşları ve Savaş Meydanları, trc.Salih Tuğ, İstanbul 1981.

HARAŞÎ, Ebıı Abdillah Mııhammed b. Abdillah b.Ali el-Mâlikî (ö.l 102/1689), Şerhu Muhta­sarı Haiti, c.I-VIII, Dâru’s-Sâdır, Beyrût, ty.

HATTÂB, Ebıı Abdullah Mııhammed el-Mağribî (ö.954/1547), Mevâhibu’l-Celîl lı Şerhi Muhtasarı Halil, c.I-VI, Beyrııt 1992.

HATTAB, Mahmııd Şît, Komutan Peygamber (trc. Ahmet Ağırakça), İstanbul 1988.

HATTÂBÎ, Ahmed b. Mııhammed (Ö.388/998), Meîdimu s-Sünen, Beyrut 1971.

HEYET, el-Mevsûatul-Fıkhıyye, Matbuatıı’1-Mevsııatü’l-Fıkhıyye, c.I-XXXIV, Kuveyt 1984- 1995.

HEYET, el-Mu’cemu’l-Vesît, c.I-II, İstanbul, ty.

HEYKEL, Mııhammed Hayr, el-Kıtâl ve’l-Cihûd fi’s-Sıyâsetı’ş-Şer’iyye, Beyrut 1993.

HUSEYN, Yıısııf Ali Mahmııd, “Ukûbetiı Tecessiısi’l-Müslim li Sâlihi’ 1-Adtivv”, Dırâsât, Amman 1988.

İBN ÂBIDÎN, Mııhammed Emin b. Ömer (ö. 1252/1836), Reddul-Muhtar ala’d-Dürri’l-Muh-

târ, c.I-XII, thk.Âdil Ahmed Abdülmevcûd-Ali Mııhammed Mııavvaz, Beyrut 1994.

İBN FÂRİS, Ebıı’l-Hııseyn Ahmed b.Fâris b. Zekerıyya (5.395/1004), Mucmelu’l-Luga, thk. Ziiheyr Abdulmııhsin Sultan, c. I-IV, Beyrut 1984.

İBN FERHÛN, Burhanııddin İbrahim b. Alt el-Maltki (ö.799/1396), Tebsıratu’l-Hukkâm fi Usûli’l-Akdıyye ve Menâhici’l-Ahkâm, c.I-II, Kahire 1986.

İBN HİŞÂM, Ebû Mııhammed Abdülmelik b. Hişâm (ö. 218/833), es-Sîratu’n-Neheviyye, Mı­sır 1355.

İBN KAYYIM, Şemsüddin Ebû Abdillah Muhammed b.Ebi Bekr (Ö.751/1350), ¡’lâmu’l-Mu- vakkıîn atı Rabbi’l-Âlemîn, c.I-IV, Beyrut, ty.

___ , Zâdu’l-Meâd fi Hedyi Hııyri’l-lbâd, c.I-IV, thk.Abdiilkadir el-Arnavudî-Şuayb el-Ar-

navudî, Beyrut 1995.

___ , et-Turuku’l-Hukmiyye fi’s-Siyâseti’ş-Şer’iyye, Beyrut 1989.

___ , Ahkûmu Ehli’z-Zimme, thk.Subhi Salih, c.I-II, Dımeşk 1961.

İBN KUDÂME, Ebû Muhammed Abdullah b. Ahmed b. Muhammed (Ö.620/1223), el-Muğnî, c.I-XII, Dâru’l-Fikri’l-Arabi, Beyrût, ty.

İBN MANZÛR, Cemaluddin Muhammed b. Mükerrem (Ö.711/1311), Lisânü’l-Li sân Tehzîbu Lisâni’l-Arab, c.I-II, Beyrût 1993.

İBN SA’D, Muhammed (Ö.230/844), et-Tabakûtu’l-KUbrâ, Beyrut 1376/1957.

İBNÜ’L-ARABÎ, Ebubekr Muhammed b. Abdillah el-Mâlikî (ö.543/1147), Ahkâmü’l-Kur’an, c.I-IV, by., ty.

İBNÜ’L-HÜMÂM, Kemaliıddin Muhammed b.Abdilvâhid (Ö.861/İ457), Şerhu Fethı’l-Kadîr (Tekmılesı Netâicii’l-Efkâr ile), c.I-IX, Beyrût, ty.

KAL’ACI, Muhammed Revvâs, Mevsûatu Fıkh-ı Abdillah b. Abbâs, c.I-II, Mekke, ty.

KALLEK, Cengiz, “Casus”, DtA., c.VII, s. 163-166, İstanbul 1993.

KAPAR, Mehmet Ali, Hz. Muhammedın Müşriklerle Münasebeti, İstanbul 1987.

KARAMAN, Hayreddin, Mukayeseli Islâm Hukuku, c.I-III, İstanbul 1987.

KÂSÂNÎ, Alâuddîn Ebû Bekr b. Mes’ûd (ö.587/1191), Bedâıiu’s-Sanâd’ fiTertibi’ş-Şerâdc.I- VII, Beyrût 1986.

KURTUBÎ, Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed el-Ensârî (Ö.971/1273), el-Câmi’ li Ahkâmi’l- Kur’an, c.I-XX, Beyrût 1965.

MAHMASÂNÎ, Sııbhî, el-Kânûn ve’l-Alâkâtü’d-Devliyye fi’l-Islâm, Beyrût 1982.

MAKDtSÎ (lbn Ktıdâme), Mııhammed b. Ahmed b. lbn Kııdâme (Ö.682/1283), eş-Şerhu’l-Ke- bîr (el-Muğnî ile), c.I-XII, Dâru’l-Fikri’l-Arabî, Beyrût, ty.

MEVSILÎ, Abdullah b. Mahmud (5.683/1284), el-lhtiyâr li Ta’lîli’l-Muhtâr, c.I-V, İstanbul 1951.

MEVVÂK, Muhammed b. Yûsuf el-Gırnatî (5.897/1491), et-Tâc ve’l-Iklîl ala Muhtasari Ha­lil (Mevâhibu’l-Celîrie), c. I-IV, Mısır 1328.

MlRAS, Kamil, Sahıh-i Buhâri ve Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi, c.I-XII, Ankara 1984.

MÜSLİM, Ebû’l-Huseyn Mıislim b. Haccâc (ö.261/874), Sahîhu Müslim, c.I-lll, Çağrı Yayın­ları, İstanbul 1992.

NEVAVI, Abdıılhâlık, el-Alâkâtu’d-Devlıyye ve’n-Nuzuınu’l-Kadâıyye fi’ ş-Şerîati’ l-lslâmiy- ye, Beyrut 1394/1974.

NEVEVÎ, Muhyıddın Ebû Zekerıyya Yahya b Şeref (0.676/1277), Rcıvzatü’t-Tâlibîn, c.l-VIIl, thk. Adil Abdiilmecid-Ali Muhammed Muavvaz, Dârii’ 1-K.iitiibı’ 1-llmiyye. Beyrııt 1992.

ÖZEL, Ahmet, “Harbî”, DİA., c. XVI, s. 112-114, İstanbul 1997.

REMLÎ, Şeınsıiddın Muhammed b.Ahmed b. Hamza (ö. 1004/1595), Nihâyetü’l-Muhtâc ilâ Şerhi’l-Minhâc, c.I-VIII, Mısır 1967.

SERAHSÎ, Şemsıı’l-Eimme Muhammed b.Ahmed (ö.483/1090), Şerhu Kitabi’s-Siyeri’¡-Ke­bîr, c.l-V, yy., 1972.

ŞÂFİÎ, Muhammed b. ldrîs (Ö.204/819), el-Ümm, c.I-IV, Dârü’l-Ma’rife, Beyrut 1973.

ŞEKERCİ, Osman, Islâm Ülkesinde Gcıyr-i Müslımlerın Temel Haklan, İstanbul 1996.

ŞEVKÂNÎ, Muhammed b. Ali (ö. 1250/1832), Neylü ’l-Evtârfi Şerhi Munteka ’l-Ahbâır, e. I-VI- II, Beyrut, ty.

ŞÎRÂZÎ, Ebû lshak İbrahim b. Ali b.Yusuf (6.476/1083), el-Mühezz.eb, c.I-II, Dârii’l-Fikr, yy.,

ty-

ŞlRBÎNÎ, Muhammed b.Ahmed el-Hatîb (0.977/1569), Muğni’l-Muhtâc ila Ma’rifeti Meâni’l- Miııhâc, c.I-IV, Mısır 1958.

ŞUBEYR, Muhammed Osman, “el-lstiâne bi Gayri’l-Miislimîn fi’l-Cihâdi’l-Islâmî, Mecelle- tü’ş-Şerîa ve’d-Dirâsâti’l-tslâmiyye, sy. VII, Kuveyt 1987.

TABERÎ, Muhammed b. Cerîr (v. 310/923), lhtılâfu’l-Fukahâ, Leiden 1933.

TURNAGİL, Ahmed Reşid, İslâmiyet ve Milletler Hukuku, Sebil yayınevi, İstanbul 1993.

ÛDEH, Abdiilkadir (ö.1374/1958) et-Teşrîu’l-Cınâiyyü’l-lslâmî Mukârenen bi’l-Kânûni’l- Vad’î, c.I-II, Beyrut, ty.

YAMAN, Ahmet, İslâm Devletler Hukukunda Savaş, İstanbul 1998.

YİĞİT, Yaşar, Islâm Cez.a Hukukunda Cezaların Yürürlüğü, Basılmamış Doktora Tezi, UÜS- BE (Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitiisıi), Bursa 1998.

ZEBÎDÎ, Muhammed b. Muhammed Mıırteza (o. 1205/1790), Tâcu’l-Arûs min Cevâhiri’l-Kâ- mûs, c.I-XVIII, Kuveyt 1965.

ZEYDAN, Abdıılkerim, Ahkâmü’z-Zimmıyyîn ve’l-MUste’menîn fî Dâri’l-lslâm, Bağdat 1963.

ZUHAYLÎ, Vehbe, Âsûru’l-Harh fi’l-Fıkhı’l-lslâmî, Dârii’l-Fikr, Dımeşk 1992.