Makale

OSMANLI DEVLETİNDE DİNİ TEŞKİLATLANMA VE YAYGIN DİN EĞİTİMİ

OSMANLI DEVLETİNDE DİNİ TEŞKİLATLANMA VE YAYGIN DİN EĞİTİMİ

Dr. Mehmet Bulut*

Osmanlılarda eğitimin temel yapısını medrese sistemi teşkil eder. Osmanlı asırla­rında, devlet felsefesine uygun şekilde kurulup gelişen, eğitim ve öğretimini buna gö­re düzenleyen medreseler, canlı birer ilim kuruluşları durumundadır.1 Öte yandan ca­milerin temel yaygın eğitim kurumu olma özelliği, Osmanlı döneminde de sürmüştür. Osmanlılarda ara eğitim kurumlan olarak da, tekke, zaviye, dergah ve ocakları saya­biliriz. Bunlar, birer “serbest eğitim kurumlan”2 olarak, bir nevi halk eğitimi işlevi­ni yerine getirmişlerdir.

Kuruluş döneminde Osmanlı toplumunda sosyolojik olarak bir “Merkeı-Uç” ay­rımı vardı. Uç bölgelerinde devlet teşkilatı içerisinde yer alan bir dini teşkilatlanma bulunmamaktadır. Din seçkinleri, tarikatların ileri gelenleri kamunun örgütlenmesin­de görev almış ve önemli işlevler görmüşlerdi.3

Osmanlı Devletinde Dini Teşkilatlanma

Daha önce tarih sahnesinde yer alan İslam devletleri gibi Osmanlılar’da da devle­ti idare edenler, yaptıkları icraatın İslam’ın temel kurallarına uygun olmasına çaba gösteriyorlardı. Çünkü İslamiyet, toplumun kimliği olmuştu; cemiyetin ekonomik ve sosyal yapısı, eğitim düzeni İslam inanç ve düşüncesiyle bütünleşmişti. Devletin ve siyasi iktidarın bu kimliğe ilgisiz kalması düşünülemezdi.4

Daha önceki İslam devletlerinden farklı olarak Osmanlı devleti dönemi, eğitim-öğ- retim faaliyetlerinin ve din hizmetlerinin kurumlaştığı bir dönemdir. Osmanlı devlet bü­rokrasisinde dinî nitelikli hizmetler Şeyhülislamlığa bağlı kurumlar eliyle yürütülmüştür.

Şeyhülislamlık

Osmanlı Divan-ı Hümayunu üçlü bir örgüt yapısına sahiptir: Örfi-askeri yapı, ma­li yapı ve kazaî-şer’î yapı. Bu sınıflamada din bürokrasisi kazaî-şer’î bürokrasidir.5 Osmanlı devletinde "dini teşkilatlanma”, “Şeyhülislamlık” adı ile oluşturulmuştur.

“Şeyhülislam” tinvanı, İslam dünyasında XI. yüzyıldan itibaren kullanılmaya baş­lanmıştı. OsmanlIlardan önce bu terkibin resmi bir anlamı yoktu; sadece saygı ifade­si olmak üzere bazı kişilere lakap olarak verilmiştir. Sözü edilen yüzyıldan itibaren “müctehid” imam ve bilginler için kullanılan bir ünvan olmuştur.

Şeyhülislamlık ilk kez Osmanlılarda resmi bir nitelik kazanarak ilmiye teşkilatı­nın başı olan İstanbul kadısına resmi ünvan olarak verilmiştir. Fatih Kanunnamesin­de Şeyhülislamdan “Ulemanın başı" diye söz edilmektedir.^

Şeyhülislam Unvanının siyasi otorite tarafından başkent müftüsüne verilmesi ve böylece Şeyhülislamlığın devlet örgütüne girmesi Osmanlı devletinde II. Murad za­manında, 1444’den sonra olmuştur. Bu makama ilk atanan kişi de dönemin ünlü bil­ginlerinden Fahreddin-i Acenıî’dir. Ancak bu görevi daha önce yerine getiren Şeyh Edebali, Dursun Fakih, Şemseddin Fenari gibi bilgin hukukçulara bu ad verilmemiş­tir.7

ilmiye teşkilatının başına şeyhülislamların geçmesiyle birlikte XVI. yüzyıldan iti­baren Şeyhülislamlığın Osmanlı devlet yönetimindeki önemi artmıştır. Şeyhülislam, vezir-i azam gibi, padişahın yardımcı elemenlarından biridir ve porotokoldeki yeri vezir-i azamdan hemen sonra gelmektedir.8 Şeyhülislam, Divan-ı Hümayun üyesi de­ğildi; ama önemli konularda görüşü alınmak üzere Divana davet edilirdi.

Şeyhülislamlığın Hizmet Alanları

Şeyhülislamın görevlerinden biri kendisine yönetilen dini ve siyasi konulardaki meselelere fetva vermek, diğeri de, başında bulunduğ ilmiye örgütünü yönetmektir.

Birinci görevi dini ve siyasi niteliği olan bir görevdir. Siyasi konularda verdikle­ri fetvalar ile devlet idaresinde etkili olmuşlardır.

Fetva hizmetlerini yürütmek üzere Şeyhülislamlık bünyesinde ve taşrada ayrıca müftüler görevlendirilmiştir. Devlet adanılan ve halk dini-hukııki konularda müftüle­re başvurarak fetva alabilmişlerdir.

Şeyhülislamlığın dini bürokrasiyi yönetme görevine gelince, bunlar idari görev­lerdir. Kadı, müderris ve müftülerin atama ve terfilerini yapmaktır.9

Şeyhülislamlığın irşad ve halkı din konusunda aydınlatma, yani yaygın din eğiti­mi faaliyetleri kısmen medreseler, kısmen de müftülük kurumu aracılığıyla yerine ge­tirilmiştir. Bu işler için ayrı bir örgütlenmeye gidilmemiştir.10

Osmanlı devlet bürokrasisinde Şeyhülislamlığa bağlı olarak dini nitelikli hizmet­leri yürüten kurumlardan "İlmiye Teşkilatı”. Osmanlı devletinin merkezi idare örgü­tünün önemli bir bölümünü oluşturmaktaydı. Eğitim, öğretim, yargılama, hukuki ve dini danışmanlık, şehirlerin yönetimi gibi önemli hizmetleri yerine getiren kamu ku­rum ve kuruluşlarını bünyesinde toplamaktaydı. Bu hizmetler içinde müsliiman top­lumun inanç ve ibadetleriyle ilgili sorunların çözüme bağlanması önemli bir yer tut­maktaydı. Buna rağmen, “din işi-devlet işi” ayrımı kabul edilmediğinden, sayılan hizmetlerin yürütülmesi “devlet işi” kapsamındadır ve bu nedenle ilmiye teşkilatını salt din örgütü olarak nitelendirmek isabetli olmaz.11

Yukarıda da değinildiği gibi ilmiye Teşkilatının görevlerini üç kısımda toplamak mümkündür. Dini ve hukuki danışmanlık, eğitim ve öğretim, yargılama ve yönetim. Şeyhülislamlık bünyesinde ifta işlevini gören müftülük, eğitim öğretim (tedris) işle­vini gören medreseler, kaza işlevini gören kadılık örgütleri yer almaktaydı. Dini ve hukuki danışmanlık hizmetlerini Şeyhülislam ve müftüler; eğitim ve öğretim hizmet­lerini müderrisler; yargılama ve yönetim hizmetlerini ise kadılar yerine getirmişler­dir. Söz konusu hizmetlerin gerçekleştirilmesine yardımcı olmak üzere Şeyhülis­lamlığa bağlı geniş bir sekreterler kadrosu bulunmuştur.

Şeyhülislamlığın sözü edilen görevleri yerine getiren birimlerinin hiyerarşik yapı­sı şu şekildedir:

- Şeyhülislam (Başkent-Istanbul Müftüsü)

- Kazasker (Kadıasker) (Rumeli ve Anadolu Kadıaskerı)

- İstanbul Kadısı

- Vilayet Kadıları, Müftüler ve Müderrisler

- Sancak Kadıları

- Naipler

- Cami ve mescidlerdekı din görevlileri.12

Şeyhülislamlık bünyesinde fetva verme işlevini yerine getiren müftülükler ile eği­tim öğretim işlevini yerine getiren medreseler üzerinde burada biraz durmak istiyo­ruz. Diğer işlevleri konumuz dışında kalmaktadır.

1) Şeyhülislamlığın İfta Hizmetleri: Müftülük

Ifta kurumu, doğuşundan itibaren dini bir kurum olarak gelişmiş ve fıkıh bilimi­nin gelişmesi bu kurumun yerleşmesine katkıda bulunmuştur. Emeviler ve Abbasıler döneminde olduğu gibi Osmanlı devlet idaresinde de padişahlar önemli işlerinde Şey­hülislamlardan fetvalar almış ve ona göre hareket etmişlerdir. Böylece fetva kurunuı- nu çalıştırmışlardır.

Müftülük, ıfta (dini soruların cevaplandırılması) Osmanlı döneminde teşekkül et­miş bir kurumdur. Yetkili bir din adamının sorulan dini soruları cevaplaması için bir kamu görevlisi olması gerekmemesine rağmen Osmanlılar bu fetva işini bir kamu hizmeti olarak değerlendirmiş ve Müftülük denen idari bir birimi ortaya çıkarmışlardır. Müftülük teşkilatı OsmanlIlarda XV. yüzyılın ortalarından sonra gerçekleşmiştir.13

Müftülük, İlmiyenin hizmet kollarından biridir. Osmanlı Devlet teşkilatının ilk devirlerinde ifta, kadılık ve müderrislik tek şahısta toplanırken sonraları, ülke sınırla­rının genişlemesine paralel olarak bu üç görev birbirinden ayrılmıştır. Yine önceleri, dini faaliyetleri üstlenen müftülerin tayin ve idareleri vezir-ı azamlara aitken sonrala­rı, imam, hatip ve müezzinlerin tayını gibi müftülerin tayini de Şeyhülislama veril­miştir.14

Taşrada kaza dahilinde müftü, ulemadan bin olarak doğrudan kadı’nın emrinde çalışan bir görevli olmamakla beraber dolaylı da olsa onun yardımcısı pozisyonunda­dır. Müftüler verdikleri fetvalarla kadıların herhangi bir mesele hakkında hükiim ver­melerine yardımcı olmuşlardır. Fetva, hüküm olmuyordu; ancak hükmün verilmesin­de önemli rol oynuyordu.15

Fetva, en genel tanımı ile, “sorulan bir somya verilen cevap”tır.16 İslam huku­kunda fetva ise, "fakihin hiikünı mahiyetinde olmaksızın verdiği cevap’”’1 anlamında kullanılmıştır ve sorulan bir dini meselenin hükmünü açıklığa kavuşturmak anlamına gelmektedir.

Dinin hükmünü açıklaması için soru sorulan kişiye “miiftü”; müftünün soruyu ce­vaplamasına “istifta”, verdiği cevaba da "fetva" denmektedir.

Müftülerin verdikleri fetvalar, siyasi, sosyal ve hukuki bakımlardan önemli oldu­ğu gibi halkın din konusunda bilgilenmeleri açısından da önem taşımaktadır. Bu yö­nüyle yaygın din eğitiminde önemli bir işlevi vardır. Konumuzu ilgilendiren yönüde bu husus olmaktadır.

Müftülük teşkilatı bir takım farklılaşmalarla birlikte günümüze kadar varlığını sürdürmüştür.

2) Şeyhülislamlığın Öğretim (Tedris) Hizmetleri: Medreseler

Örgün eğitim kurumlan olan medreselere Şeyhülislamlığın önemli bir hizmet ala­nı olarak burada kısaca temas etmek istiyoruz. Medreseler, Nizamülmıilk zamanında kurulmuştur. Yıkılışına kadar tam yedi yüzyıl halka eğitim hizmeti vermiştir. Bu du­rum, günümüzde örgün ve yaygın eğitim açısından üzerinde durulması gereken bir hadisedir. En azından mukayese yapma imkanı verecektir.

Osmanlı dönemindeki medreseler burada, konumuzu birkaç yönden ilgilendir­mektedir. Birincisi Osmanlı din teşkilatına dahil bir kurum olması, İkincisi din görev­lisi (irşad görevlisi, yaygın din eğitimcisi) yetiştirmiş olması ve nihayet üçüncüsii ba­zen yaygın din eğitimi işlevini de yerine getirmesidir.

Osmanlılarda ilk medrese, Orhan Bey tarafından 1331’de îznikte kurulmuş olan “İznik Orhaniyesi”dir. Bundan sonra Bursa, Edirne ve diğer şehirlerde de medreseler açılmıştır. İstanbul’un fethim müteakip de yeni büyiik medreselerin açılmasına de­vam edilmiştir. Bu medreseler arasında Fatih Sultan Mehmet (1450-1481) ve Kanu­ni Sultan Süleyman (1520-1560) tarafından yaptınlan medreseler en önemlileridir. Bu iki padişah döneminde medreseler önemli gelişme göstermişler ve teşkilat itiba­riyle de genişlemişlerdir.18

“Medreselerde din bilimleri ile birlikte Matematiğe, Astronomiye ve tabii bilim­lere de yer verilmekteydi. Medreseler özellikle orta ve yem çağların ileri düzeyde, bi­limsel omaya önem veren eğitim ve öğretim kurumlarıydı. Fatih medreselerinde, bu­günkü üniversite düzeyi anlamında zamanın yegane kimya ve fizik kürsüleri bulun­maktaydı. Buralarda serbestçe bilimsel tartışmalar yapılırdı. Özellikle Kanuni devri medreselerinde Hukuk, ilahiyat, Edebiyat, Matematik, Tıp ve Felsefe gibi o zamanın bütün ilimlerine yer verilirdi.

“Medreselerin, devrine göre oldukça ileride bulunan bu bilimsel niteliği, Osman- lı Devleti’nin yükselmesinde önemli rol oynamıştır.

“Ancak medreseler, tarih içindeki rolünü zamanında gereğince oynamış olmakla beraber sonralan, bünye yenilemesi yapamıyarak duraklama, çözülme ve yıkılma sü­recine girmiştir.”19

Osmanlı yönetiminde müftülük hizmetleri müftülerce yürütüldüğü gibi tedris (öğ­retim) hizmetleri ve müderrisler eliyle yürütülüyordu. Medreseyi bitirenler nuilazemetle ilk defa Yirmili bir medreseye tayın olunuyordu. Burada 5’er akçe terakki ile Otuzlu bir medreseye ve ondan 10’ar akçe terakki ile Kırklı ve Ellili medreselere yük­selirlerdi. Diğer yüksek seviyelerdeki medreselerde dc müderrislikten sonra kadılığa geçip yine Şeyhülislamlığa kadar yükselebilirlerdi. Müderrislerin de istedikleri tak­dirde kadılık veya müftülüğe geçmeleri mümkündü.20

Şeyhülislamlığa bağlı olarak çalışan medreselerin mali yönü çoğu zaman şahıslar ve vakıflar tarafından finanse edildi. Medrese müfretadının ana çerçevesi de gelenek­sel olarak finansörlerce belirleniyordu. Hangi medresede hangi derslerin okutulacağı daha çok medreseyi vakfeden şahsın medreseyi tescil ettirdiği zamandaki bildirisine bağlıydı. Müderrislerin tayini dışında medreseler tamamen muhtardı. Mütevellinin koyduğu şartlara göre bir öğretim uygulanıyordu.

Osmanlı Döneminde Yaygın Din Eğitimi Etkinliklerinin Gerçekleştirildiği Ortamlar

Osmanlı döneminde yaygın din eğitim faaliyetleri, başta camiler olmak üzere de­ğişik mekanlarda sürdürülmüştür.

Yaygın eğitim etkinliklerinin ağırlık noktasını bu dönemde de cami dersleri ve meslek öğretimi teşkil eder. Cami dersleri camilerde sabah namazından iş saatine ka­dar devam eden derslerdi. Ulemadan bir müderris tarafından ilmihal, ahlak ve Arap­ça okutulurdu. Öte yandan müderris, imam ve hatipler dini bilgiler; tekke ve zaviye­lerde de şeyhler tarikat adabı ile birlikte tasavvufi bilgiler verirlerdi.21

Osmanlı eğitim sisteminde yaygın eğitim, medrese ve mektepler dışındaki kunımlar- da her yaş ve bilgi düzeyinde insanlara verilen eğilimdir. Çok çeşitlilik arzeden bu ku­ramların başında, daha önceki dönemlerde olduğu gibi, cami ve mescitler gelmektedir.

1) Camiler

Cami ve mescitlerin birer yaygın din eğitimi kurumu olma özelliği, Osmanlı döne­minde daha belirgindir. Çünkü medrese sistemi ile örgün eğitim kurumlan hem daha çok kurumlaşmış, hem de yaygınlaşmıştır.

Camilerle bitişik veya yakınlannda çoğu kez medreseler yer almıştır. Cami, bir kül­tür kompleksinin merkezi durumundadır. Bir mahallenin odak noktasını teşkil eder. Me­sela kitapçı dükkanlan genellikle camilerin etrafında açılmışlardır. Kütüphane, aşevi gi­bi yardımcı tesisler de eklenmiştir. Ayrıca büyük camilerin yanına sebil, imaret, daruşşi- fa, hamam vb. sosyal hizmetlerin görüldüğü binalar da yapılmıştır. Bu haliyle cami bir külliye konumundadır.22 Hatta, Üskiidar-Atik Valide ve Kadırga Sokullu Mehmet Pa­şa camilerinde görüldüğü gibi cami külliyelerıne bazen birer tekke de ilave edilmiş­tir. Hazire, küçük mezarlık, türbe, nıııvakkıthane ve hünkar kasırları ile meşrutalar da cami kiilleyisine dahil ünitelerdir. “Genel hatlaııyla camiler mahalle mescidleri, cu­ma camileri, ordugah camileri, kışla camileri, medrese ve tekke mescidleri, gibi çe­şitlere ayrılır. Ancak hepsinde ortak özellik, sağlam ve sade olmalarıdır. Derinlikten fazla genişliğe önem verilmiştir. Işıklandırmada orta yol izlenmiş, karanlıktan kaçıl­mış fakat ‘saraya’ dönüştürülmemiştir. Bütün mescid ve camilerde ‘gölgeli ışık’ esas alınmıştır.”23

a) Camilerin İdaresi

“Osmanlı döneminde camiler banilerinin kurduğu vakıfların mütevellileri tarafın­dan yönetiliyordu. Bu vakıfların hukuki statüsü vakfiyelerle belirlenmekteydi. Cami­ye ait vakıfların yönetiminden sorumlu olan mütevellilerin her yıl muhasebe sonuç­larını mahalli kadı aracılığıyla merkeze gönderip tasdik ettirmeleri gerekiyordu. Ca­mide bir görev boşaldığında mütevellinin doğrudan tayin yapma yetkisi olmadığın­dan kadıya münasip birini teklif eder, kadı da bir i’lamla durumu İstanbul’da Divan- ı Hümayun’a arzeder, teklif edilen şahsın durumu incelendikten sonra uygun görülür­se kendisine görev verilirdi. Vakıf sahibinin vakfiyede tesbit ettiği imanı, müezzin, hatip, kayyım, ciizhan, devirhan, sûrehan, dersiam gibi cami görevlilerinin ücretleri mütevellilerce ödenirdi. Artan gelirler de (zevaıd-i evkaf) caminin bakım, onarım vb. ihtiyaçları için kullanılırdı.

“II. Mahmud döneminde Evkaf-ı Hümâyun Nezareti kurularak (1826) imparator­luk içindeki bütün vakıfların gelirleri bu nezaretin denetimine verilince büyük bir ye- küne ulaşan fazla gelirin vakıf gayeleri dışında devlet hazînesine aktarılması, diğer vakıflarla birlikte cami vakıflarını da zayıflatmış, birçok cami vakfı personel ve tamir giderlerini karşılayamaz hale gelmiştir.”24

b) Cami Hizmetleri

Osmanlı imparatorluğu topraklarının en küçük yerleşim merkezlerine kadar her yerde bulunan cami ve mescidlerde dini hizmet görenler ilmiye mensuplarıydı. Bu gi­bi yerlerin temizlik ve bakımı için vakfeden tarafından ayrı kişiler tayin edilirdi, imamlık ve müezzinlik gibi görevleri ise daha çok Dârü’l-Kurra mezunlan yerine ge­tirdikleri gibi, bu görevler medrese mensuplarına da verilmiştir. Özellikle hatiplik ve vaizlik görevleri medrese eğitimi görmüş olanlara verilirdi. Bunlardan tarikat mensu­bu olanlar daha çok vaizlik için tercih olunmuşlardır.25

“Önceki dönemlerde vaizlik, ımam-hatıplık ve müezzinliğe ilaveten Osmanlıda dersiamlık, hatiplik, kursii şeyhliği, Ayasofya kiirsü şeyhliği, cıııııa vaizliği, salavat- ı şerıfe-hanlık, thlas-ı şerıf-hanlık, Sûre-ı Mtilk-hanlık, Süre-i Yasin-i şerif-hanlık gi­bi birçok vazifeler ihdas edilerek camilerin birçoğu çok yönlü yaygın eğitim ve öğre­tim müessesesi haline getirilmişlerdir. Özellikle Osmanlı tarihi boyunca bazı camiler­deki aynı anda faal olan birçok kiirstide tefsir, hadis, fıkıh ve mesnevi dersleri verile­rek halkın kültür seviyesi yükseltilmiştir. Bu derslerin bir kısmı aynı zamanda med­reselerde de müderris olan dersiamlar tarafından verildikleri gibi miitekaid ulema da ölünceye kadar bu hizmeti yürütmüşlerdir.”26

Camilerde imamdan başka hatip görevlendirilme durumunu OsmanlIlarda da gö­rüyoruz. Büyük camilerde hatip de bulundurulmuş, küçük camilerde her iki görev tek görevli tarafından (imam) yerine getirilmiştir.27

Yukarıda da belirttiğimiz gibi OsmanlIlarda önceleri, dini faaliyetleri üstlenen müftülerin tayin ve idareleri vezîr-i azamlara aitti. Sonraları müftülerin tayinleri ile beraber imam-hatip ve müezzinlerin tayinleri Şeyhülislama verilmiştir. Imam-hatip ve müezzin tayinlerinde, bağlı bulunduğu caminin vakıf mütevellisi tarafından Şey­hülislama dilekçe ile müracaat ediyordu. Şeyhülislam dilekçe üzerine “tevcilı huyu­mla ” diye yazarak havale ediyor, oradan da padişaha arzolunarak görevlendirme iş­lemi yapılıyordu. Bu tür görevlere taşrada tayin işleri mahallin kadısının ilamı üzeri­ne yapılırdı.2X

Vakıf yoluyla kurulan dini ve ilmi kurulularda görev yapacaklar için belirli .şart­lar aranmıştır; aranan şartları maddeler halinde gösteren binlerce vakfiye belgesi bul­mak mümkündür.21*

c) Köy ve Mahalle İmamları

Osmanlı toplumunda köy hayatı da tıpkı şehirler gibi cami etrafında oluşmuştur. Köy idaresi ilgili sancağın kadısına bağlı olarak teşkilatlanmıştır. Burada imamlar idari etkinliğe de sahiptirler. Teşkilat köy kethüdasının yönetimindeki yiğitbaşılardan oluşmaktadır.30

Osmanlı idari sisteminde mahalle imamlarına devletçe idari, mahalli ve dini bir­çok görev verilmiştir, imamlar bulundukları yerlerde ahlak zabıtasına bakmaya, ipti­dai şekilde nüfus ve tapu kayıtlarını tutmaya, evlenme ve boşanma işlerini idareye memurdular. Ayrıca hükümetin mahalle halkına duyurulması gereken bildirilerini ilan görevinde bulunmuşlardır. Dini görevleri de günde beş vakit namazı kıldırmak, ölenlerin dini vecibelerini yapmaktı. Mahalle imamları medrese tahsilini tamamlayan kişilerden oluyordu.31

d) Eğitim Yeri Olarak Camiler

Camilerin eğitim ve öğretim mahalli olarak kullanılması geleneğinin OsmanlIlar­da da sürdürüldüğünü biraz önce söylemiştik. Medresede okutulan bazı genel dersler de camilerde verildiği gibi hat meşki, Kur’an talimi ve hıfzı gibi uygulamalı dersle­rin camilerde verildiği de bilinmektedir. Şehir, kasaba ve köylerde sibyan mektebi ol­mayan yerlerde camilerin çocukların eğitimi için okul olarak kullanılması da çok yay­gındır.32

Hatipler, hutbeleri, daha önceki dönemlerde olduğu gibi, siyasi otorite adına oku­muşlardır. Hutbelerde, geçen bir hafta içinde çevrede gelişen olayların İslam açısın­dan kritiği yapılıyor ve gelccek haftanın da programı sunuluyordu. Cami kürsüleri de önemli irşad hizmetleri üstlenmiştir. Kürsülerde vaazlar ‘‘Kürsü Şeyhi” diye adlandı­rılan görevliler tarafından yapılmıştır. Özellikle cuma ve bayram günlerinde kürsü şeyhleri cemaata yaptıkları konuşmalarla etkili olmuşlardır.33

e) Cami Dersleri ve Dersiam

Osmanlı döneminde cami ve mescidlerde sürdürülen camı dersleri, camide veri­len vaaz ve hutbelerden başka, cami ve mescid içerisinde belli bir kitap takip edile­rek yetkili kişilerce Ramazan dışında bütün yıl boyunca yapılan sürekli derslerdir.34 Bu dersler, camiin içinde sağ ve sol cenahlardaki mahfellerin veya hünkar ve müzzin mahfellerinin altında yahut da maksure adıyla anılan özel bölümlerde okutulurdu. “Dersler yüksekçe bir minder önüne konan bir rahleden takrir şeklinde verilirdi. Ca­mi derslerini veren yetkili kişilere ‘dersıâm’ denilirdi. (...) Cami derslerinin konulan değişik olurdu. Ancak Tefsir, Hadis, Fıkıh ve Tasavvuf konulan ağırlıklı olarak yer alırdı.”35

Yukarıda da değinildiği gibi dersiam, “Medreselerde öğrencilere, camilerde hal­ka açık ders verme yetkisine sahip müderris için kullanılan unvan”dır.36 ‘‘Dersiam” ünvanı verilmesine Osmanlı devletinde XVIII. yüzyılda başlanmıştır. Dersiam olabil­mek için medreseden mezun olup icazet aldıktan sonra ayrıca bir imtihana girmek ge­rekmiştir. Dersiamlar cami derslerini genellikle sabah namazı ile öğle namazı arasın­da vermişlerdir. Bu derslere her kesimden insan katılabilmiştir. Bu faaliyetlerin ida­resi ise “Ders Vekleti "nce yürütülmüştür.

Halka açık ders verme yetkisi olan müderrisler halk arasında oldukça etkili ol­muşlardır. XIX. yüzyılda dersiamlar daha da önem kazanmışlardır. Sayıları da art­mıştır. XX. yüzyılın başlarında medreselerin ıslahıyla programlı, sınıf geçme usulü­ne dayalı medreselerin açılması sonucu buralardaki pek çok müstakil ders genellikle dersiamlar tarafından okutulmuştur.

Darülfunun’un ilk açıldığı dönemde, muhtemelen dersiamlık geleneğinin bir da­vamı olarak bazı derslerin, hocalar tarafından halka açık olarak verildiği bilinmekte­dir.”

2) Tekke ve Zaviyeler

Osmanlı ülkesinin her tarafına yayılmış olan tekke ve zaviyeler, halkın manevi yönden yetişmesinde ve çeşitli sıkıntılara düşmüş olanların problemlerinin hallinde önemli rol oynamışlardır. Bu özelliği ile Osmanlı döneminin yaygın eğitim ortamla­rından bin olmuşlardır.

Osmanlı toplumunda son altı asırda tekkeler, sadece tasavvufi hayatın merkezleri değil, siyasi, ekonomik, askeri, ilmi ve bedeni hayatın yönlendirici birimleri olmuş­lardır. Şüphesiz tekkenin ilk görevi tasavvufi ahlakı yaşatmak, tasavvufi terbiyeyi ka­zandırmak için uygun zemin hazırlamaktır. Tekkeler isteyenlere bu yönüyle kucak açmıştır.38

Güzel sanatların gelişmesinde de tekkelerin önemli katkısı olmuştur. Büyük şiir ustaları, musiki dehaları genellikle tasavvuf erbabıdır.39

Tekke ve tarikat dünyasında şiirle musiki, beste ile güfte daima beraber olmuştur. Bunun en önemli nedeni zikir meclislerinde okunan ilahilerdir. Günümüz dini haya­tına yansıyan en önemli yönü de bu olmalıdır. Tekbir ve Salat-ı Ümitliye’yi bestele­yen Mustafa Itrî, Mevlevi’dir.40

Tasavvuf din konusunda kitleleri en çok etkileyen disiplinlerden biridir. Tekkeler, miislüman ve gayri nıiislim herkesin uğrayabildiği yerler olmuştur. İbadet yeri, misa­firhane ve terbiye mekanlarıdır. Hayatı bütün olarak kucaklayan yerlerdir. Diğer et­kinlikleri yanında kısmen medresenin de fonksiyonunu yaygın bir şekilde yerine ge­tirmiştir. Başta Osnıanlılar olmak üzere tarih boyunca böyle olmuştur.

Osmanlı toplunuında ahlaki kirlenme ve dejenerasyon karşısında tasavvuf ve ta­rikatlar bir arındırma işlevi üstlenebilmiştir Hayatla ilgiyi kesmeden insanları Al­lah’a yöneltmiş, helallarden yararlanma ve nefsi şehvetlerden kesmek açısından bir denge oluşturmuştur. Öte yandan toplumdaki sosyal tabakalaşma karşısında birleşti­rici, kaynaştırıcı fonksiyon üstlenebilmiştir. Öteden beri, dünyanın çok değişik böl­gesinden değişik ırk, dil ve renkteki insanlar aynı kaynaktan faydalanıp, aynı duygu­ları paylaşmakta tasavvuf enteresan bir yapıştırıcı olabilmiştir.

Tekkeler verdikleri tasavvufi hizmetlerle halkın hem genel, hem de din eğitimin­de etkili olmuştur. Bir yönüyle birer yaygın eğitim kurumu işlevi görmüştür. İslâmî değerleri işleyen, güzelleştiren tasavvuf, fertlerin, benliğe bağlı olmaktan çıkarak top­luma faydalı birer kişi haline gelmelerine katkı sağlamıştır. Diğergamlık düşüncesini işlemek suretiyle mutasavıflar dini hükümleri bu açıdan yorumlamışlar, dini uygula­maları manevi anlamda zenginleştirmışlerdir. Kur’an ayetlerinin ve hadislerin zahiri anlamlarından ziyade onlara enfiisi manalar vererek ilgi toplayabilmişlerdir. Allah sevgisi temasına daha çok yer vermişlerdir. Korku yerine sevgi unsurunu işlemişler­dir.^

Tasavvuf, eğitimine aldığı insanlardaki aşırılıkları törpüleyebilmıştir. Çünkü ta­savvuf, insanı, “insan-1 kamil” kılma doğrultusunda çaba sarfetmiştır. Tasavvuf ter­biyesinin oluşmasında ön koşul olan “miııidin şeyhe bağlanması "yla şeyhle miirıt arasında doğan ruhi alış-veriş ve irtibat ile şeyh, mürıd üzerinde bir kontrol mekaniz­ması oluşturmuştur. Böylece şeyh müridi yönlendirebiliyor, onun hislerini tamamla­yabiliyor, onu çekip çevirebiliyor, ona yön gösterebiliyordu.42 Bu olgu şüphesiz in­sanları yönlendirme ve bir eğitim olgusudur. Bu açıdan Ebu Zehra, şeyhi, müritleri­nin nefislerini terbiye eden bir eğitimci, insanları hakka ve doğruya çağıran bir davet- çi olarak nitelemektedir.43

3) Vakıflar

Vakıf44 kurumu, Islamiyetin başından itibaren önemli bir sosyal kurum olarak varlığını sürdürmüştür. Osmanlı döneminde ise vakıf sistemi sosyal güvenlikle alaka­lı olduğu kadar ülkedeki eğitim, sağlık, diyanet ve bayındırlık hizmetlerine de katkı­sı olan önemli bir malî sistemdir.45

Vakıf yoluyla eğitim alanında birçok hizmetler başarılmış, bilginin zenginleşme­si ve kuşaktan kuşağa gittikçe zenginleşerek aktarılması sağlanmıştır.

Yaygın eğitim kurumlan olan cami, tekke, kütüphane gibi kurumların meydana getirilmesine vakıfların çok önemli katkıları olmuştur. Nitekim, vakıfların önemli bir kısmı da dini hizmetlere destek olmak için kurulmuştur. Cami, mescid gibi ibadet yerlerinin yapım, bakım, tefriş ve onarımlan; çevrelerinde oluşturulan birimler (med­rese, hamam, çeşme, şadırvan) vakıflarca yürütülmüştür. Din hizmetlerinde görev alanların çoğunun ücretleri vakıf kuramlarınca karşılanmıştır. Bu tür vakıf kuranlar, buralarda görev alacaklarda aranan nitelikler ve onlara ödencek ücret konusunda be­lirleyici maddeler koymuşlardır. Görevlilerin seçiminde bazı vasıflar aranması İsrar­la istenmiştir. Böylece başta cami ve medreselerde görev alacak kişilerin bilgi ve ah­lak yönünden yeterli olmaları sağlanmıştır.

Vakıfların yaygın eğitime olan katkısına başka bir örnek de, halkın bilgisini artır­mak için vakıf yoluyla camilerde vaizlerin görevlendirilmesidir.46

Burada şunu da belirtmeliyiz kı, cami ve mescitler, tekke ve zaviyeler dışında kü­tüphaneler, sahhaflar, kıraathaneler, saraylar (huzur dersleri) ve benzeri ortamlar da belli düzeyede, Osmanlı dönemi yaygın din eğitimine katkı sağlamıştır. Nitekim bu ortamlar, daha önceki Müslüman devletlerde de bu işlevi görebilmiştir.

4) Yaygın Din Eğitiminde Cerr

Burada Osmanlı döneminde kırsal kesimlere götürülen yaygın din eğitimi faali­yetlerinden “Cerr” konusu üzerinde durmak istiyoruz.

Cerr, eskiden medrese öğrencilerinin üç aylarda (Receb. Şaban, Ramazan) dini hizmetlerde bulunmak ve halkı aydınlatmak için kasaba ve köylere gitmelerini ifade eden bir terimdir.47

Medrese öğrencileri “Üç aylar” (şiihuru selase) diye adlandırılan kameri Receb, Şaban ve Ramazan aylarında dersleri tatil ederek yurdun dört bucağına dağılırlardı. Üç ay boyunca halka vaaz ve nasihatlarda bulunurlar, camilerde namaz kıldırırlar, Kur’an okurlardı. Kısaca halkın dini ihtiyaçlarını karşılamaya çalışırlardı. Halk da bu öğrencilere hizmetlerinin karşılığı olarak yiyecek, giyecek ve para verirdi. Bayram sonrası medreseye dönen öğrcncıler, kazançlarıyla gelecek yılın iiç aylarına kadar ge­çinmeye çalışırlardı. İşte hu ıısııle medrese dilinde "cetr" adı verilirdi.

“Cerr", kelime olarak çekmek anlamındadır. Bu usul zamanla alay konusu ol­muş. "cerci” tabiri dilimizde küçümseme ifadesi olarak kullanılmıştır. Fakat mesele­nin bir de pratik yönünü düşünürsek, medreseyle halkın içıçe olmasının şüphesiz yay­gın dm eğitimi açısından faydaları vardır. Buna aydın-lıalk kaynaşması olarak da bak­mak mümkündür.48 Nitekim bu uygulama, başlangıçta olumlu sonuçlar vermiştir. Di­ni ve kültürel gelişmeler böylece kırsal kesime, halkın ayağına götürülmüştür. Ayrı­ca halkın da eğitim, öğretim kurıımuna katkısı bu yolla sağlanmıştır. Dar gelirli öğ­rencilere imkan temin edilmiştir. Ayrıca medreseliler için bir uygulama zemini hazır­lanmıştır. Ancak zaman içinde istismar edilmiştir. XIX. ve XX. yüzyılda medreseler­deki eğilim düzeyinin düşüşü, kasaba ve köylere gönderilen medrese öğrencilerinden beklenen fayda edilememesine neden olmuştur. “Cer Molası" diye nitelendirilen bir asalak grubu ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla, zamanla “cerci’’ ve bunun mübalağalı ifa­desi olan “cerrar’’ terimleri tahkir ve zeyif ifadesi olarak kullanılmıştır.

Cerr, Cumhuriyet döneminde de kısmen devanı etmiş; ancak şehir, kasaba ve köy­lere resmen din görevlisi tayini sonucu bu uygulama ortadan kalkmıştır.49

5) Osmanh Dönemi Yaygın Din Eğitiminde Halk Kitapları

Selçuklular döneminde olduğu gibi. Osmanlılarda da halk kitaplarının yaygın din eğitiminde özel bir yeri vardır.

Osmanlı döneminde de öteden beri Tiirkler arasında halkın rağbet ettiği kitaplar bulunuyordu: Leyla ile Mecnun, Ferhat ile ,Şirin, Kerem ile Aslı. Tahır ile Zührc, Aşık Garip. Mevüd. Muhammcdiye, Yunus Emre Divanı, Mızraklı ilmihal, Veysel Karanı, Nasreddin Hoca. Mtizekkı’n-Niifus. Envaru’l-Aşıkin, Ahmed Yesevi Hik- melcri, Nefahatirl-Üns... Bu kitaplar, genel halk kültürü yanında dini kültür aktaran ve halk tarafından ilgi gösterilen kitaplardır. Evlerde okunduğu gibi toplu mekanlar­da da okuııııp dinlenmiştir.

Burada bir cümleyle şuna yer vermeliyiz ki bu kitapların çok önemli katkısı yanında, dinin asliyetine halel getiren bir takım menfi yönleri de vardır. Hurafe bil­giler bu kabildendir. Dine yapılan eklemeler, dini, aslî yapısından uzaklaştırarak hayal ürünü, uydurma, gerçek olmayan bir şekle dönüştiircbilmiştir.

Burada Osmanlı döneminde halkın rağbet etliği kitaplardan bir kaçı üzerinde kısaca duralım:

Bustânü’l-Ârifin: Ebu’l-Leys es-Semerkandî (ö. 373/983)’nin ibadet, zıihd ve ahlakla ilgili eseridir.50 Eserin ilk onyedi böliimti eğitim ve öğretimle; fetva, hadis rivayeti, vaaz ve münazara gibi konulara aittir. Daha çok vaaz ve nasihat üslubuyla yazılmıştır. Medrese öğrencileri ve vaizler arasında tutulmuştur. Müellifin “Ten- bilm’l-Gafilin" adlı eseri de aynı mahiyettedir. Her iki eserin Türkçe tercümeleri yapılmış ve okunmuştur.

Kabusnâme: Keykavüs b. İskender b. Kabus (1049-I065)’a ait bir nasihat kitabıdır. Ahlaki tenbih ve öğütleri ihtiva eder, insan davranışlarına ait çeşitli prob­lemler, arkadaşlık ve sevgi ilkeleri, evlilik ve aile, eğitim ve meslekler ele alınmış­tır.51 Osmanlı Padişahı II. Murat’ın emriyle Mercimek Ahmet tarafından Ttirkçeye çevrilmiştir.

Eserin ilk kırküç bölümü dine, hayat tarzına, kuramlara, ilim ve sanata dairdir. Kırkdördüncü bölümü faziletlerle ilgilidir.52 Bu eserde konular hikayelerle süslen­miştir. Bunlardan alınacak dersler üzerinde de durulmuştur. Kabusname’yi süsleyen bu öğretici hikayeler esere ilgiyi artırmış ve onu bir halk kitabı hüviyetine büründür­müştür.

Muhammediye: Yazıcıoğlu Mehmed Bican (ö. 855/145 l)’ın yazdığı "Megaribii ’z-Zenıan ” adlı Arapça eserin yine kendisi tarafından şiir halinde Türk- çeye tercümesidir. Mesnevi şeklinde yazılan eser 9 bin beyit tutmaktadır.

Eser bir mukaddime ile başlar. Sonra aklın yaradılışı ve cennetin mahiyeti üzerin­de durulur. Hz. Adem ve Havva kıssası üzerinde durulduktan sonra kısaca diğer pey­gamberlerden bahsedilir. Sonra eser bir siyer kitabı mahiyetini alır. Hz. Peygamber’in hayatı, ashabının faziletleri ve Ehli beyt anlatılır. Sonra kıyamet alametleri ve ahiret hayatından söz edilir. Bu arada “Fcısl” başlığı altında islami çeşitli konular işlenir.

Kolayca anlaşılabilecek bir Türkçe ile yazılan Muhammediye, yazılışından itibaren yüzyıllarca Türk halkı tarafından okunmuştur. Türk insanı, Peygamber sev­gisinin dillendirilmesini adeta bu kitapta bulmuştur. Bu özellikleriyle Türk edebiy­atının beğenilen ve benimsenen eserlerinden biri olmuştur. XV. asırdan Cumhuriyet’e ve hatta günümüze kadar Türkiye yanında, Balkanlardan Kafkaslara, Kırım ve Kazan gibi Asya ülkelerinde geniş bir coğrafyada beş asır halkın dini duygularını beslemiş, Islami kültürün en önemli kitaplarından biri olmuştur.53 Anadolu’da köy toplum- larına kadar çoğu evde bulunan ve okunan bu kitapta Hz. Peygamer’ın adabı muaşeretine dair bol örnekler bulmak mümkündür.

Envaru’l-Âşıkin: Yukarıda sözü edilen Yazıcıoğlu Mehmed Bıcan’a ait “Meğaribu’z-Zeman” adlı Arapça eserin, müellifin kardeşi Ahmed Bican tarafından Tüıkçeye yapılan serbest bir tercümesidir. Başka bir ifadeyle Muhammediye’nin nesir halinde çevirisidir. Tıpkı Muhammediye gibi Tiirk-tslam dünyasında ilgi gör­müş, ünü günümüze kadar gelmiş bir halk kitabıdır. Halk arasında sevilerek okunan bu kitabın, Türk nesir tarihi açısandan da ayrı bir yen vardır.54

Vasiyetname ve Tarikat-ı Muhammediye: Birgıvi Mehmed Efendi (1523- 1573) tarafından yazılan ve Türk halkı tarafından tanınan iki kitaptır. Vasiyetname bir ilmihal kitabı özelliğini taşır55

Marifetname: Erzurumlu İbrahim Hakkı (1703-1780)’mn eseridir. Yüzyıllardan beri okunan hacimli bir kitaptır. Yer yer şiirlerle süslenen eser, Osmanlı toplumunun zihniyetini etkileyen eserlerin başında gelir.56 Bilhassa eserin son kısmı, bir âdâb-ı muaşeret mahiyetindedir.

SONUÇ

Yayın eğitim, insan hayatının her dönemini kuşatan önemli bir eğitim sürecidir. Fert ve toplumları etkileyip yönlendirmesi açısından fonksiyonel bir eğitim alanıdır. Sürekli tekrarı ve geliştirilmesi gereken dini bilgilerin öğretiminde de yaygın din eğitiminin özel bir yeri vardır. Esasen yaygın eğitim, İslam eğitim ve terbiye an­layışının karakteristik özelliğini yansıtmaktadır. Hz. Peygamber’ın “Beşikten mezara kadar...” ifadesiyle formüle ettiği tahsil buyruğu, eğitimde hem “devamldığı", hem de “umumiliği” dile getirmektedir. İslam, insana bütün bir yaşamı boyunca, bir şekil­de (öğreten, öğrenen...) eğitim faaliyetlerinin içinde olmasını öğütlemektedir.

Dini teşkilatlanmanın tam oluşturulmadığı, eğıtim-öğretım faaliyetlerinin henüz tam formel hale gelemediği, eğitimin organize faaliyetlerden çok ferdi çabalarla sür­dürüldüğü dönemlerde, yaygın eğitim ve yaygın din eğitimi faaliyetleri ön plânda ol­muştur.

Osmanlı Devleti dönemine gelince, bu dönem, hem formel eğitim kurumlanılın (medreselerin), hem de dini teşkilatlanmanın tam olarak oluşturulduğu dönemdir. Öte yandan, kendinden önce tarih sahnesinde yer alan İslam toplumlarında olduğu gibi Osmanlı toplumunda da, başta cami ve mescitlerde olmak üzere çeşitli ortamlarda yaygın din eğitimi faaliyetleri canlı bir şekilde sürdürülmüştür. Osmanlı devletinde “Şeyhülislamlık” adıyla oluşturulan dini bürokrasi, merkezi idare örgütünün önemli bir cüz’ü olarak, eğitim-öğretim gibi önemli hizmetleri de yerine getiren kurum ve kuruluşları bünyesinde toplamış; örgün din eğitimi faaliyetleri yanında yaygın din eğitiminde de önemli görevler üstlenmiştir. Osmanlı topraklarının hemen hemen her bölgesinde, cami ve mescitlerde sunulan yaygın din eğitimi etkinlikleri yanında, tek­ke ve zaviyeler, vakıflar, kıraathaneler, kütüphaneler, loncalar ve benzeri sosyal teşekküller, halkın dini yönden kültürlenmesinde ve bilgilendirilmesinde önemli kat­kılar sağlamıştır.

* Diyanet İşleri Başkanlığı A.P K Uzmanı.

1 Ömer Okutan, “Din Eğitimi”, Cumhuııyet Döneminde Eğitim. MEB Yayını, Aııkaıa 1991, s.409

2 İsmet Paımaksı/.oğlu, Türkiye’de Din Eğitimi, MEB Yayını, Ankara 1966, s 5

3 Davut Dursun, Sıyıısi-ldtıri Sistemler Açısından Dm bürokrasisi, İM. 1992. ss 141-142.

4 Şükrü Karatepe, “Osmanlılarda Devlet Yönetimi”, Osmanh Ansiklopedisi (O.A ), Ağaç Yayıncılık, İs­tanbul 1993, c. I, s. 161

5 Dursun, s 195

6 Karatepe, c l,s,149.

7 Karatepe, c. 1, s. 151

8 Dursun, s. 323.

9 Dursun, Siyası-idari Sistemle ., ss. 154-155

10 Dursun, Yonetim-Dm İlişkileri , s 357

11 Karatepe, c I, s 149.

12 Dursun, Siyası-İdari Sistemle . ss. 152-153

13 Dursun, s 116

14 1 Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı, 3 Baskı, TTK Yayını, Ankara 1988, s. 179

15 Dursun, ss 167-168

16 Osman Oztürk, Osmanlı Hukuk Tarihinde Mecelle, İstanbul 1973, s 5

17 Ebul’ula Mardin, “Fetva”, İslam Ansiklopedisi (I A ), l 10, s 583

18 Hüseyin G. Yuulayılın, İslam Tankı Dersleri. 3 baskı, A.U ilahiyat Fakültesi Yayını. Ankara 1998, s 98.

19 Okutan, s 409

20 Cahid Baltacı, “Osmanlı Eğitini Sistemi”, OA, c. 2, s. 63.

21 Erol Ö/bilgeıı. “OsmanlIlarda Gündelik Hayat”, OA, e 2, s 231

22 Osmanlılarda yapı olarak camilcı için bkz Ziya Ku/ıcı, Ana Hatları ile hlam Eğitim Tarihi. s 28-29,

O Nuri Ergin, Türkiye’de Şehirciliğin Tarılıı İnkişafı, İstanbul 1936, s. 104, vd , Eıol Ö/.bılgen, t. 2, s 153, 155; Semavi Eyıce, “Cann-Mınıarı Tarihi”, TDV İslam Ansiklopedisi (DİA), c 7, ss. 7S-87

23 Recep Akakıış, “Camilerimi/.”, Diyanet Gazetesi (D G j. Sayı 356 (Ekini ‘X8), s 2

24 Alımet Öııkal, “Camı”, DİA, c. 7, s 53.

25 Baltacı, c 2, s 63

26 Baltacı, c. 2, s 123 vıl.

27 Pedersen, “Mescid”, İA, s 82, a mit’, “Hatip”, İA, ss 363-365.

28 Bk/ U/.unçaı.şılı, Ihntv^ Tefkilnlı, ss. 179-185.

29 Örnekler için bk/. İbrahim Ateş, “Vakfiyelere Goıe Din Görevlilerinde Aıaııaıı O/ellıkler ve Sağlanan Ekonomik İmkanlar”, Diyanet Deıgısi (DD). c 27, Sayr 4 fEkıııı-Kasını-Aıalık ’91), ss 193-213

30 Ahmet Tabakoğlu, "Osmanlı İktisat Sistemi”, OA, c 5, s 41

31 Osman Nuri Engin, Tiirk Maarif Tcırihı, İstanbul 1977, c l,ss 162-163, O/bılgen, s 249

32 Ahmet Onkal, Nebi Bo/kurt, “Cami”, DİA, c. 7, s. 51

33 “Genellikle kürsü şeyhleri, tekke mensubu kışilerdıı Ehliyetleri ve dirayetleri ile toplum u/erınde ge- ıııi} etkıleıi vardır OsmanlIların yükseliş döneminde ve başta Zembili Alı Elendi olmak u/ere Ibıı Ke­mal ve Ebussuud gibi dini otoriterlerin hakim olduğu yıllarda Ayasofya Caıııı kiıısıisıinun İstanbul Ko- eaıııustafa Paşa Tekkesi şeyhlerinden Sunbül Efendi ve Meıke/ Efendi tarafından işgal edilmesi dikkat çekicidir ” (Recep Akakuş, “Camilerimi/”, s 2-3 )

34 Recep Akaku.ş, "Sorular-Cevaplar”, Diyanet Gazetesi. Sayı. 329 (Temmuz ’X6), s 7.

35 Akakuş, aynı yer

36 Mehmet Ipşıılı, “Dcısıaııı”, DİA. c 9, s 1X5

37 Ipşırlı, ss. 185-1X6.

38 Mustafa Kaıa, “OsmanlIlarda Tasavvuf ve Tankatlaı”, O/l. c I, s 233

39 Tekke edebiyatı konusu için bk/. İskender Pala, “Osmanlı Edebiyatı”, OA, e 4, ss 241-265

40 Kaıa, ag.e., c l,s. 235

41 Aıııiran Kurtkaıı, Sosyolojik Açıdan Eğitini Yoluyla Kulkınımının Temellen, I Ü Iklı.sal Fakültesi Ya­yını, İstanbul 1977, ss 169-171

42 Muhammet! Ebu Zehra, İslam’a Davet, Çev Maşuk Aydın, Birleşik Dağıtım Yayını, Ankara, ts. s. I4X

43 M Ebu Zehra, s. 156

44 Terim ve kavram olarak vakıl için bk/. Hüseyin Halemi, “OsmanlIlarda Toprak Du/enı ve Vakıf Ku­rumu”, OA, t 5, s.s. 201-207

45 “Vakiin esası bir malı insanı, faydalanması için, Allah’ın mulku hukıııunde olmak u/eıe, terdi mülki­yet sahasından çıkaıinaktır. Mallaı ise taşınır ve taşınma/ olaıak ikiye ayrılır. Asıl vakıl taşınma/ mal­ların vaklıdu. O/ellıkle bunların »elitleriyle hayır kurumlan finanse edilirdi Goıukluğu gibi vakıflar­da finanse eden gelir kaynakları (asl-ı vakfeden, bina, ara/t, nakit paıa vs ) ile finanse edilen kurum­lar (mıiessesal-ı hayriye denen eğitim, dm, bayındırlık, sağlık ve sosyal yaıdıııı kuıunıları) sd/. konusu- duı.” Tabakaoğlu, c 5, s 89

46 Yahya Akyiı/, Türk Eğitim Tarihi. Ankara 19X9, s 114.

47 Mehmet Ipşirlı, “Ceıı”, DİA, e 7, s 3XX

48 O N Eıgın, t. 2, s 554.

49 Mchnıcl Ipsıılı, "Ceır’\ D/A, c 7. s 388-3X9

50 Bk/. Ha.san Kamil Yılına/ “Bu.stanü’l-Ârifnı”, DİA. t. (S, s. 475

51 Mehmed Dağ, İslam Eğilim Tarihi. MEB Yayını, İstanbul 1974, s 36

52 H Fikret Kanad, Terbiye ve Tedris Tarihi, İstanbul 1930, t 1. s. 1X3

53 Mustata Uzun, “Muhammediye”, 0/1, <- 3, ss. 100-101

54 Geniş bilgi içn bkz. Âmil Çelebıoğlıı, “Ahmed Bıcan”, DİA. e.2, s 49-51.

55 Bk/ Kıııaıl Kara, “Biıgıvı Mehıııeıl Efendi”, OA, t 4, ss. 20-21

56 Muştala Kaıa, “Manletname”, OA. l 4, s 44