Makale

CENAZE DEFNİ ve KABİR ZİYARETİ ÜZERİNE BİR İNCELEME

CENAZE DEFNİ ve KABİR ZİYARETİ ÜZERİNE BİR İNCELEME

Doç. Dr. Fikret Karaman*

İnsanın dünya üzerindeki fizikî varlığı sürekli olmayıp diğer canlılar gibi hayal ile ölüm çizgisi arasında sınırlıdır. Bu husus Kur’an-ı Kerim’de şöyle açıklanmıştır: “Si­zi bir çamurdan yaratan sonra ölüm zamanını takdir eden ancak O’dur.Bir de O’nun katında muayyen bir ecel (kıyamet günü) vardır... İnsana duyulan saygı, ölümü ile sona ermez. Tam tersine vefatından sonra da artarak devam etmektedir. Onun defne­dildiği kabir ve kabristan, yakınlan tarafından hasret ve ilgi odağı olmaktadır. Bu aşı­rı istek ve arzu, coğu zaman;cenazeyi teçhiz, tekfin, mezarlığa nakil, kabre yerleştir­me, mezarı kapatma, dua ve ziyaret gibi durumlarda insanı, bazı yanlışlıkların ve aşı­rılıkların içine sürüklemiştir.Günümüzde kabir ve türbe ziyaretlerinde gördüğümüz bid’at ve hurafeler de bunun uzantısı ve canlı örnekleridir. Ne yazık ki bu tür olum­suz davranışlar yüce dinimizin amelî ve itikadî prensiplerine gölge ve şüphe düşüre­cek derecede ön plana çıkmış bulunmaktadır. Bu nedenle biz araştırmamızda; “Cena­ze Defni ve Kabir Ziyaret Üzerine Bir İnceleme” genel başlığı altında konuyu küçük dilimlere ayırarak bir değerlendirme yapmaya çalışacağız. Aslında İslam fıkıh, hadis ve kültürüne ilmihal bilgileri de dahil edildiğinde cenaze defni ve kabristanla ilgili çok geniş hükümler ve bilgiler vardır. Biz bu çalışmamızda konu hakkındaki tabii uy­gulamalardan çok, cenaze defni vekabir ziyareti konusundaki bazı davranışların fark­lı inanç bid’at ve hurafe zeminine kaydırılmasındaki sakıncalara yer yer değinmek is­tiyoruz. Bilindiği üzere İslamiyet nerden gelirse gelsin ve hangi maksatla olursa ol­sun batıl inanç bid’at örf ve adetleri yasaklamıştır.

Cenaze; Arapça kökenli bir kelimedir. Çoğulu “Cenaiz”dir. Daha çok insan na’şı için kullanılır. Ruhun bedeni terk etmesi haline ölü ya da cenaze denir. İslam gelene­ğinde ölmek üzere olan kişiye, mulıtazar, öldükten sonraki haline cenaze, cenaze için yapılması gereken hazırlıklara teçhiz, yıkanmasına gasil, yıkandıktan sonra kefenlen- mesine tekfin, tabuta konulup namazının kılınacağı yere ve daha sonra kabrine nakle­dilmesine teşyi, kabre konulmasına da defin denilmiştir.2

Kabir kelimesi, sözlük olarak insanın ölümünden sonra defnedildiği yere verilen isimdir. Türkçede daha çok “ziyar edilen yer” manasına gelen “mezür” kavramı da kabir kelimesinin karşılığı olarak kullanılmaktadır. Aynı kelimenin türevlerinden olan “ el-kabur”, derin çukur ve yer, "el-makber” ise mezarlık ( kabristan ) anlamı­na gelmektedir.3

Kabir kelimesi tekil, çoğul veya başka türevler şeklinde Kur’an-ı Kerim’in sekiz ayn yerinde zikredilmiştir.4 Sahih hadis kaynaklannda da kabir ve ona ilişkin hüküm­ler hakkında müstakil bölümler düzenlenmiştir. Fıkıh kitaplarında ise cenaze bahsi ve devamında kabirle ilgili geniş açıklamalara yer verilmiştir. Öyle anlaşılıyor ki tarihin her döneminde cenaze ve kabir daima insanın meşguliyet alanı içinde önemli bir yer tutmuş, bundan sonra da tutmaya devam edecektir.

1-îlk işlemler: Her toplum kabul ettiği dinin prensiplerine göre cenaze ile ilgili çeşitli işlemler yapmaktadır. Bu cümleden olarak Hindular ölülerini yakmayı, Zer- düştiliğe inananlar onları “Sessizlik Kuleleri” diye isimlendirilen yüksek mekanlarda yırtıcı kuşlara terketmeyi, Yahudilik ve Hristiyanlar ise, örf ve adetlerine göre bazı iş­lemleri tamamladıktan sonra yine onları toprağa gömmeyi uygun görmüşlerdir. İslam dini ise, insanın maddî ve manevî hatırasına çok önem vermiştir. Ruhun bedeni ter- ketmesi, onun yok olması anlamına gelmez. Bu nedenle insan öldükten sonra onun na’şı yakınları tarafından itina ile korunur. Göz kapaklan ve ağzı kapatılır. Mümkün­se sırt üstü yatınlır ve elleri iki yana uzatılır. Daha sonra defin için hazırlıklara baş­lanır, meşru ve ciddi bir mezaret yoksa onu uzun süre bekletmek doğru değildir. Hat­ta teçhiz ve tekfin işlemlerinin sür’atle tamamlanarak defin hususunda acele etmek bile tavsiye edilmiştir. Hz.Peygamber (a.s ) bu hususta şöyle buyurmuşlardır:

“Cenazeyi defnetmekte acele ediniz. Eğer bu ölü iyi bir kişi ise, bu bir hayırdır. Onu(bir an evvel kabirlerdeki) hayır ve sevabına ulaştırmış olursunuz-Eğer bu cena­ze iyi bir kişi değilse,bu da bir şerdir. Onu omuzlarınızdan çabuk indirip korsunuz. ”5 Hadiste kastedilen sür’at,ölüm kesinleştikten sonra gasil, teçhiz ve tekfin gibi iş­lemleri acele yapmaktır. Ancak bu davranış,diğer insanlara haber vermeye ya da ce­naze namazı ve nakli için cemaatin toplanmasına mani olacak kadar telaşlı ve acele olmamalıdır. Hatta Ibn Bezize gibi bazı alimler, ölümün layıkıyla anlaşılması için, aradan bir gün ve gece geçmesinin daha uygun olduğu kanaatına varmışlardır.6 Gü­nümüzde ise bu endişenin izale edilmesi için görevli bir hekim tarafından muayene edip ölümün gerçekleştiğine dair bir rapor düzenlenmesi en isabetli bir tedbirdir, işte bu merhaleden sonra cenazeyi ailesinin gözü önünde bekletmek doğru değildir. Bir an önce cenaze namazı kılınarak asli mekanına emanet edilmesi yolunda gayret gös­terilmelidir.

2-Alkışlamak: Geride kalanlar için; cenazenin teçhizi,tekfini, namazının kılınma­sı,nakli ve defnindeki en önemli amaç, ahiret alemini düşünmek, ölümü hatırlamak ve ibret almaktır. Zira Kur’an-ı Kerim’de de ifade edildiği gibi her canlı bu anı tadacak­tır. Aynı sıramn bir gün bize de geleceğini unutmamalıyız. "Her canlı ölümü tada­caktır. .. ”7 “Nerede olursanız olun öliim size ulaşır; sarp ve sağlam kalelerde olsa­nız hile!... ”8 Gerçekten acı, üzüntü, gözyaşı, ızdırap ve ayrılık ateşinin tutuştuğu bir törende aykırı davranışda bulunmak o andaki teslimiyet, vecd ve samimiyetle uyum­lu düşmemektedir. işte uygun olmayan bu davranışlardan biri de cenaze nakli ve def­ni esnasında ona saygı adına tutulan alkışlardır. Tarih ve kültürümüzde cenaze ile al­kışın birleştiği bir döneme rastlanmamaktadır. Alkış daha çok hayatta olanlara bağlı­lığını isbatlamak için el çırpmak maksadiyle takdir hislerini dile getirmektir.Nitekim Osmanlı döneminde de yapılan birçok protokol hizmetlerinde alkışın bu amaçla icra edildiği görülmektedir.

Ancak Kur’an-ı Kerim’de dua,Kabeyi tavaf ve namaz kılmak gibi hallerde ıslık ve alkışın bir işaret olarak cahiliyye dönemi araplar tarafından kullanıldığı bildiril- mektedir.Fakat onların bu eylemi ise Kur’an-ı Kerim’in şu ayetiyle kınanmıştır: "On­ların Beytullah yanındaki duaları da ıslık çalmak ve el çırpmaktan başka bir şey de­ğildir. Anlaşıdığına göre,müşriklerin bazı erkek ve kadınları Beytullah’ı çıplak ola­rak tavaf ediyorlardı. Tavaf esnasında parmaklarım birbirine kenetleyip ağızlarına götürerek ıslık çalıyorlar,bir taraftan da ellerini çırparak alkış tutuyorlardı. Bu da id­dialarına göre onların duası idi. Islık ve el çırpma olayı dua, ibadet ve hatıra adına ya­pılmış olsa bile tasvib görmemiştir. Bu nedenle son yıllarda bazı cenaze törenlerinde toplanan kalabalıklar da el çırpmayı bir adet, hatta cenazeye karşı tabii bir görev ve anlayış haline getirmişlerdir. Oysa ki hangi amaçla olursa olsun bu eylem doğru de­ğildir. Cenazeye olan saygı ve üzüntümüzün bir işareti olmaktan da uzaktır. Tersine

ağıt yakmak ,yüksek sesle ağlayarak feryat etmek onu nasıl rahatsız ediyorsa, alkış ve ıslık gibi hiçbir ilmi mesnedi olmayan hareketler de onun ruhunun incinmesine sebep olur.Temennimiz bu davranış ve uygulamanın daha fazla yaygınlaşıp tabii bir teamül haline gelmeden önlenmesidir. Bu nedenle hem cenaze sahibi hem de cenaze tören­lerine katılanlar yeterince aydınlatılmalıdır.

3-Çelenk ve Diğer Bid’atlar: Fert ve toplumun gerçek değerlerini olumsuz ola­rak etkileyen bid’at ve hurafeler cenazeye ilişkin işlemleri de etkilemiştir. Cenazenin defin süreci içinde eve, cami bahçesine veya mezarlığa çelenk hazırlayıp göndermek de tabii bir ihtiyaç gibi gösterilmeye çalışılmaktadır. Gittikçe yaygın hale gelen bu davranış da, israf ve şekil yönünden cenaze adabına uygun düşmemektedir. Ancak İs­lam dini genel olarak ağaç dikmeyi ve yeşilliği korumayı özellikle kabristanların iç ve dış çevresinin ağaçlandırılmasını tavsiye etmiştir. Konu hakkında Ibn Abbas’ın ri­vayet ettiği bir hadis i şerife göre Hz. Peygamber (a.s.) azab edilmekte olan iki kab­re uğradı da:

“Bunlar muhakkak azab ediliyorlar. Hem de bunlar büyük bir işten dolayı azab edilmiyorlar. Bunlardan biri idrardan sakınmaz, idi. Diğeri de koğuculıık ederdi. ” buyurdu. Sonra Peygamber (a.s.) yaprakları koparılmış taze bir hurma dalı aldı ve bu­nu ikiye böldü. Kabirleri üzerine bunlardan birini dikti. Sahabiler: Ya Rasulellah! Bu­nu niçin yaptınız.?diye sordular. Rasulellah (a.s); “Bu dallar kurumayıp taze kaldığı müddetçe, bu iki kabir sahihinden azabın hafiflemesini iinıid ederim. ” buyurdu.10 Ka­birlere ağaç dikilmesinin manevî faidesi Hz. Peygamber (a.s)’ın bu fiilinden ve söz­lerinden anlaşılmaktadır. Kur’an’daki şu ayet de bu hususu te’yid etmektedir: “...Hiç­bir şey hariç değil, hepsi O ’na hamd ile teşbih eder. Fakat siz,onların teşbihini iyi an­lamazdınız.... ”u Kabristana dikilen ağaç da, canlı kaldıkça onun zikrinden ve esinti­sinden kabir sahibi faydalanacaktır. Böylece ağacın maddî, sıhhî, medenî ve manevî kıymetinin ne kadar önemli olduğu bir kez daha ortaya çıkmaktadır.

Ancak cenaze ile ilgili yapılması gereken işlemlerin arasına çoğu zaman bilgisiz­lik .menfaat te’mini, bazen de eski din ve kültürlerin etkisinde kalınarak bid’at ve hu­rafelerin karıştığı görülmektedir, işte cenazeye çelenk gönderilmesi cenazenin kata­falka konularak uzun süre bekletilmesi, saygı duruşunda bulunulması, görev yaptığı yer veya yerlere götürülerek başında konuşmalar yapılması, cenazenin bekletildiği yerlerde veya kabrin başında mum yakılması gibi davranışlar, bid’atlann en çok dik­kat çekenleri arasındadır. Defin sırasında veya daha sonra ölü için para karşılığında Kur’an okutmak, hatim indirmek, yine ölü için muhtelif gün ve yıl dönümlerinde mevlid okutmak, ziyafet vermek doğru değildir. Elbette ölüm nedeniyle Kur’an okun­masının hem okuyana hem de kendisi için okunana sevaba vesile olacağı ümit edilir. Ancak bu işlemin başkasına para ile yaptırılması ve Kur’an okuyanların da Allah rı­zasını değil, menfaati amaçlamaları durumunda, o fiilin ibadet olma niteliğini ortadan kaldırmaktadır. Ayrıca cenazenin yedinci, kırkıncı, elli ikinci gecesi gibi belli gün ve gecelere tahsis edilerek icra edilen hatim ve mevlid merasimleri hakkında da Kur’an ve sünnete dayalı bir bilgi veya tavsiye mevcut değildir. Kabrin yanında namaz kıl­mak, üzerine mescid inşa etmek, mum yakmak ve bez bağlamak da bazı geçmiş din­lerin kalıntısı olan bid’atlardandır.

4- Cenazenin Toprağa Gömülmesinin Hükmü: Cenaze için en hayırlı olanı, acele hazırlanıp uygun bir mezarlığa defnedilmesidir. Zira ölüyü gömülmeden toprak üzerinde bırakmak, ona saygısızlık olur. Çünkü insan şerefli ve hürmete değer bir varlıktır. Bu değer onun hem şekline hem de huy, tabiat ve karakterine verilmiştir. Ni­tekim Kur’an-ı Kerim bu hususa şöyle işaret etmiştir: “Biz, hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahihi kıldık... ”12, “Biz insanı en güzel hiçinule yarattık. ”13 insana veri­len bu saygı ve değer ölümle sona ermez. Tam tersine onun na’şınm korunması ve ya­kınlan tarafından usulüne uygun bir biçimde defni gerekmektedir. Bütün fakih ve müfessirler şu ayetleri cenazenin defnine delil olarak göstermişlerdir: “Derken Allah; kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini ona göstermek için yeri eşeleyen bir karga gön­derdi. (Katil kardeş) “Yazıklar olsun bana! Şu karga kadar da olamadım ki, kardeşi­min cesedini gömeyim " dedi ve ettiğine yananlardan oldu. ”14 Bu ayeti kerimeden an­laşıldığına göre Hz. Adem (a.s.)’ın oğlu, Kabil, Habil’i öldürdükten sonra nasıl def­nedeceğini bilmiyordu. Çünkü insanlar arasında yeryüzünde ilk ölüm olayı, bu hadi­se ile meydana gelmiştir. Yahut bu işi yapan katil, bir ölünün gömüldüğüne şimdiye kadar şahit olmamıştır. Her iki ihtimalde de ortak olan yön cenazenin toprağa gömül­mesi ile ilgili işlemin öğretilmesi ve teşvik edilmiş olmasıdır. Şu ayet de bu hususu te’yid etmektedir: “Biz., yeryüzünü dirilere ve ölülere toplanma yeri yapmadık mı?”15 Ölülerin toplanma yerinden maksat, onlann defnedilirken bir araya getirildikleri kab­ristana işaret etmektedir.16 Bu yüzden bütün fakihler ölüyü gömmenin farz-ı kifaye olduğunda ittifak etmişlerdir.17 Sözü buraya kadar getirmişken kabir, kabir hayatına ve oraya defnedilen insanlann amellerine ya da alınacak ibretlere dikkatimizi çeken şu ayetlerin meallerine de göz atmakta yarar vardır:

“Kıyamet vakti de gelecektir; bunda şiiplıe yoktur. Ve Allah kabirdeki kimseleri diriltip kaldıracaktır. "li!

“Sonra onıııı canını aldı ve kabre soktu. ”19

“Onlardan ölmüş olan hiçbirine asla naınaz kılma; Onun kabri başında da dur­ma! Çünkü onlar, Allah ve Resulünü inkar ettiler ve fasık olarak öldüler. ”20

Yıldızlar döküldüğü, denizler birbirilerine katıldığı, kabirlerin içindekiler dı­şarı çıkarıldığı zaman, insanoğlu (yapıp) gönderdiklerini ve (yapmayıp) geride bırak­tıklarını bir bir anlar. ”21

“Kabirlerde bulunanlar diriltilip dışarı atılanlar ve kalplerde gizlenenler ortaya konduğu zaman insan (halinin ne olacağını) düşünmez mi?”22

“Çokluk siz.i o derece oyaladı ki, nihayet kabirleri ziyaret ettiniz".23,

“Ey iman edenler! Kendilerine Allah’ın gazap ettiği birkavmi dost edinmeyin. Zi­ra onlar, kafirlerin kııbirlerdekilerden (onların dirilmesinden) ümit kestikleri gibi ahiretten ümit kesmişlerdir. ”24

5- Cenazenin Defin İşlemi: Ölüm olayı tahakkuk edince cenazenin yıkanması, kefenlenmesi, namazın kılınması ve kabristana nakli gibi yeni bir süreç başlamakta­dır. Bu esnada cenaze sahiplerinin üzüntülü ve yapılacak işlemler bakımından dene­yimli olmadıkları da dikkate alındığında bazı yanlış davranışların içine düşmeleri muhtemeldir. Bu nedenle en yakın komşu ve cami görevlilerinin cenaze ile ilgilene­rek yardımcı olmaları isabetli olur. Cenazenin en yakın kabristana defni daha uygun­dur. Hz. Peygamber (a.s.) Uhud şehitlerini bulundukları yerde defnedilmelerini tav­siye etmiştir. Medine’deki Bakî kabristanına nakline gerek duyulmamıştır. Ayrıca Şam, Mısır, Yemen ve Anadolu gibi yerlerde savaşırken şehit olan Ashap ve Ta­bii’nin aynı yerde defnedildikleri görülmektedir. Bu hususta Hanefi ve Maliki müc- tehidleri cenazenin bir yahut iki mil mesafeye nakline cevaz vermişlerse de aynı yer­deki kabristana defni mendup saymışlardır. Çünkü bu durumda defnin te’hir ve ölü­ye gösterilmesi gereken hürmetin çiğnenmesi söz konusudur. Hanbeliler de cesedler, ruhların çıktığı yerde defnedilir diyerek mazeret olmadan cenazenin bir başka belde­ye naklini mekruh saymışlardır. Bu hususta Hz. Aişe (r.a.) kardeşi Abdurrahman (r.a.)’ın Medine’ye on iki mil mesafede bulunan Habeşi’de vefatı üzerine Mekke’ye nakledilmesine memnun kalmadığı, başta haberi olsaydı buna izin vermeyeceği şek­lindeki açıklamasını delil göstermişlerdir.25

Dikkat edilecek diğer bir husus da daha önceden açıklandığı gibi cenazenin ihti­yaçtan fazla bekletilmemesidir. Hz. Peygamber (a.s.)’ın dönemindeki uygulama da bu istikamette olmuştur. Ölüm kesinleştikten sonra na’şı, ailesinin gözü önünde hap­sedip bekletmek doğru değildir. Cenaze bir an önce istirahatgahına tevdi edilmelidir.

6- Ağlamak, Ağıt Yakmak: Cenazenin defninden önce veya sonrasında ya da ka­bir ziyaretinde ağlamak caizdir. Çünkü bu insanlardaki acıma ve merhamet duygusu­nun dışa yansımasıdır. Buna rağmen Yüce Allah sabır ve teslimiyet içinde acı ve mu­sibetlere tahammül edenleri de övmüştür: “O sabredenler, kendilerine bir belâ geldi­ği zumun; Biz Allah’ın kullarıyız ve biz O’na döneceğiz., derler. ”26 Nitekim Hz. Pey­gamber (a.s.) oğlu İbrahim vefat edince hüzün ve teessüründen dolayı göz yaşlarını tutamamıştır. Bu olayı gören sahabe; "siz de mi ağlıyorsunuz., oysa ki siz ölüye ağla­mayı yasaklamıştınız. ” sorusu üzerine Resulullah şu cevabı verdi: “Hayır! Ben ancak iki sesi men ettim. Bunlar yüzlerinin tırmanması, yakalarının yırtılması ve musibet anındaki yüksek sesle ağıttır. ”27 Öyle anlaşılıyor ki sesini yükselterek ağlamak, çir­kin söz söylemek, bağınp çağırmak, ağıt yakmak, üst başını dövmek ve yolmak doğ­ru değildir. Hatta bu taşkınlıklar sonucunda cenazenin rahatsız olacağı yine Hz. Pey­gamber (a.s.) tarafından açıklanmıştır: “Ölü, arkasından ailesinin ağlaması yüzünden az.ap görür. ”28 Başka bir hadiste de bu tür davranışlar cahiliyye adeti olarak telakki edilmiştir: "Ölüler için avuç içi ile yanaklarını yırtan, cahiliyet çağrısı ile feryad ve figan eden kimse bizden değildir. ”29 Bu ve benzeri hadisler ölü için yüz, baş dövme­yi, yaka yırtmayı, çeşitli sözler söyleyerek feryâd ve figanla bağınp çağırmayı açık olarak nehyetmiştir. Bu çeşit cahilane hareketler İlâhî hükme razı olmamayı günde­me getirir. Bu olumsuz davranışlann tamamı yasaklanmıştır. “Bizden değildir” sözü nehiyde mübalağa ifade etmektedir. Gerçekte ise, “Bizim sünnetimize uymamıştır” demektir. Yoksa müslümanlıktan tamamiyle çıkar demek değildir. Bilindiği gibi sün­net ehline göre masiyet işlemek, ma’siyet sahibi olan mü’mini; o ma’siyetin helal ol­duğuna itikad etmedikçe imandan çıkarmaz.

7- Kabirlerin Şekli: Kabrin kokuya mani olacak ve yırtıcı hayvanların eşip ölü­yü çıkarmasına mahal bırakmayacak şekilde derin kazılması gerekir. Baş ve ayak ta- raflann geniş olması, kıble cihetinde lahdin açılması, cenazenin göğsünün ise kıble­ye doğru gelecek şekilde yerleştirilmesi tavsiye edilmiştir. Kabrin bilinmesi için ze­minden bir kanş yükseltilmesi uygundur. Kabri tümsek yapmak dört köşe veya düm­düz yapmaktan daha faziletlidir. Baş ucuna taş koymak da caizdir. Bu hususta Hz. Enes İbnı Malik (r.a.)’in anlattığına göre Resulullah (a.s.) Osman b. Maz’un’un kab­rini bir taşla işaretlemiştir.30

Kabri kireç ile sıvamak, üzerine bina yapmak, yanında gecelemek, üzerinde mes­cit inşa etmek, kabri öpmek, tavaf etmek, türbeden hastalığa karşı şifa istemek mek­ruhtur. Bu durumla ilgili bazı hadisler rivayet edilmiştir. Ebu Said (r.a.) naklediyor: “Resulullah (a.s.) kahir üzerine bina yapılmasını yasakladı. ”31 Hz. Aişe (r.a.) ise şöyle bir olay rivayet etmiştir: Hz. Peygamber (a.s.) hasta olduğu zaman kadınlardan bazısı Habeşistan’da gördükleri bir kiliseyi konuştular. Ona Mari’ye (Meryem Ana) kilisesi deniyormuş. Daha sonra Resulullah’ın zevcelerinden Ümmü Seleme ile Üm- mü Habibe Habeşistan arazisine gitmişlerdi. Bunlar o kilisenin güzelliğini ve içinde­ki suret ve timsalleri zikrettiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (a.s.) başını yukarı kaldırdı ve şöyle buyurdu: “Onlar kendilerinden iyi bir kimse çıkıp da vefat ettiği za­man, onun kabri üzerine bir mescid bina ederler, sonra o binaya bu suretleri (resim­leri) yaparlar. İşte onlar Allah katında nıahlııkatın en şerlileridir. ”32 Bu ve benzeri hadislerden anlaşıldığına göre; iyi kimselerin kabirleri üzerine mescid bina edilmesi ve kabir sahiblerine ibadeti andırır bir biçimde ta’zim etmek dinen yasaklanmıştır. Hz. Peygamber (a.s.), bu ta’zim gitgide, oranın bir put edinilmesine ve putlara ibadet etmeye götürür diye yasaklamıştır. Bundan dolayı kabirleri mescid edinmek resimle­ri asıp dikmek, bir ölünün hatırasına ta’zimen kabrinin başında namaz kılmaktan nehy buyurulduğu gibi, mutlak olarak kabristana karşı namaz kılmaktan da nehy bu- yurulmuştur.33

Alimler umumiyetle, kabir üzerine yazı, nakış, kabartma gibi işlemler yapmanın da caiz olmadığını söylemişlerdir. Ancak Hanefi alimleri kabrin tanınması maksadıy­la üzerine ölünün ismi, doğumu, vefatı, beyit ve benzer ibarelerin yazılmasında sakın­ca görmemişlerdir.

8- Kabir Ziyareti: Tarihin her döneminde kabir ziyareti insanın özel ilgi, merak ve heyecanına sebep olmuştur. Kabirlere “mezar" denmesinin bir gerekçesi de budur. Çünkü mezar ziyaret edilen yer manasına gelmektedir. Bu nedenle günümüzde; “me­zarı ziyaret” kavramı, “Kabri ziyaret” kavramından daha yaygın olarak kullanılmak­tadır.

Başlangıçta iyi niyetle yapılan kabir ziyaretleri zamanla ifrat çizgisini aşarak bid’at, hurafe ve batıl inançları gündeme getirmiştir. Gün gelmiş mezarlıklar umut kapısı haline gelmiştir. Başları darda kalan, hastalıklarına deva arayan hekes mezar­lıklara koşmuştur. Hatta İslam’ın doğuşu sırasında Arabistan’daki müşrikler bile ölü­lerden medet bekliyorlardı.34

İnsanlara “Tevhid Akidesi"ni getiren İslamiyet başlangıçta, şirk, küfür ve batıl inançların canlanmasına yol açabilecek bütün davranışları yasaklamıştır. Kabir ziya­reti de bunlardan biridir. Nitekim Hz. Peygamber (a.s.) İslam’ın itikadî prensipleri müslümanlar tarafından iyice anlaşılıp gönüllere yerleşinceye kadar kabir ziyareti ko­nusunda dikkatli ve temkinli davranılmasını istemişlerdir. Ancak iman prensipleri kalplere kökleşip yerleşince eski yasaklar da tedricen kaldırılmıştır. Artık kabirlere tapınma endişesi ortadan kalkınca ziyaret yasağına da son verilmiştir. Şu hadisler de bu hususu teyid etmektedir: “Size kabir ziyaretini yasaklamıştım. (Şimdi buna izin veriyorum) Onları ziyaret ediniz.. ”35

“Sizi kahirleri ziyaret etmekten men etmiş idim. Fakat şimdi Hz. Muhamnıed’e annesinin kabrini ziyaret etmesi için iz.in verildi. Siz de kahirleri ziyaret edin! Çiinkii bu ziyaret size ahireti hatırlatır. ”36

Enes Ibn Malik (r.a.) ise şu hadisi nakletmiştir: Hz. Peygamber (a.s.) bir kabir ya­nında ağlamakta olan bir kadını yanından geçti de, o kadına:

- “Allah’a ittikaa et ve sabreyle” buyurdu. Kadın:

- “Benden uzaklaş, sen benim musibetimle musibetlenmedin, dedi.

Kadın Hz. Peygamber (a.s.)’ı tanımıyordu. Kadına:

- Bu zat Hz. Peygamber (a.s.)’dır, denildi.

Bunun üzerine kadın Hz. Peygamber (a.s.)’ın evine gitti. Orada kapıcılar (bekçi­ler) bulamadı. Hz. Peygamber (a.s.)’ın yanına girdi de:

- Ben seni bilemedim, dedi Hz.Peygamber (a.s.):

- “Sabır ancak musibetin birinci darbesi sırasındadır. ” buyurdu.

Evet kabir ziyareti hakkında benzer manalar ihtiva eden başka hadisler de vardır. Fakat biz bu kadarını yeterli gördük. Ancak gerek hadis gerekse fıkıh kaynaklarında kabir ziyaretleriyle ilgili farklı yorum ve tartışmalar olmuştur. Bu hususta şu değer­lendirmeyi yapmak mümkündür:

1- İslam’ın ilk yıllarında bilinen sebeplerle kabir ziyaretlerinin yasaklandığı doğ­rudur. Ancak şartlar normale döndükten sonra kabir ziyareti için ruhsat bizzat Hz. Peygamber (a.s.) tarafından verilmiştir. Hatta ziyaret, erkekler için müstehaptır. Çün­kü ondan maksat ölümü ve ahireti hatırlatmaktır. Zira bu husus önceki hadiste de ifa­de edilmiştir.

2- Kadınların kabir ziyaretine gelince bu hususta bazı görüş ayrılıkları olmuştur. Olayın detayına geçmeden önce Buhari’nin naklettiği ve az önce metnini aldığımız Enes bin Malik’in hadisi hakkındaki merhum Kâmil Mirâs’ın yorumunun bir bölü­münü buraya almak istiyorum: “Kabir ziyaretine mutlak anlamda ruhsat verilmiştir. Ziyaretçinin erkek veya kadın olması, ziyaret edilen kabrin müslim veya gayri müs- lime ait bulunmasının arasında bir fark yoktur. Çünkü hadiste böyle bir ayırım yapıl­mamıştır. Kabir ziyareti hakkındaki ibaha, umumi bir mubah kılınmadır. Nitekim ka­bir ziyaretinden nehiy ve vaktiyle umumi idi, sonra bu nehiy nesh edildi ve umuma mübah kılındı. Erkekler için de, kadınlar için de caiz oldu. Kadınlar için kabir ziya­retinin mübah olduğuna taraftar olan alimlerin dayandıkları en kuvvetli delil îbni Ab- dilberr’in Temhid’de Abdullah İbn Ebi Muleyke’den rivayet ettiği şu haberdir: İbn Ebi Müleyke şöyle demiştir: Hz. Aişe bir kerre kabristandan geliyordu. Kendisine:

- Ey mü’minler anası, nereden geliyorsun diye sordum, Aişe:

- Kardeşim Abdurrahman İbn Ebi Bekr’in kabrini ziyaret ettim, oradan geliyo­rum, dedi.

Ben ona:

- Resulullah kabirleri ziyaretten nehyetmez mi idi? Dedim.

Hz. Aişe:

Evet vaktiyle nehyetmiş idi, fakat sonra ziyaret edilmesini emretti, dedi.

Hem Hz. Aişe (r.a.)’ın bu beyanı, hem de benzer hadislere istinaden alimler cum­hurunun vardıkları ortak kanaata göre kadınlar için kabir ziyaretinin mubah olduğu anlaşılmaktadır. Ancak bu ziyaretin erkek-kadın karışık olarak yapılması halinde fe­satlığa vesile olabileceği için kabir ziyaretine genç kadınların iştiraki doğru bulunma­mıştır. Yalnız kadınlara ait ziyarette ise böyle bir mahzur olmadığından, genç ihtiyar diye bir ayırıma lüzum görülmemiştir.

Fakat burada Ebu Dâvûd’un, İbn-i Abbâs (r.a.)’dan rivayet ettiği şu hadisi de ha­tırlatmakta yarar vardır: “Allah, kabirleri ziyaret ve kabirleri secdegah ittihaz eden, kabirlere kandil yakan kadınlara lanet etsin. ” İbn-i Abdi’l Berr, “Bu hadis kable’l ibâha varid olmuştur. Şu kadar ki, genç kadınlar, fitneden emin olmayacaklarından bunlann kabir ziyaretine gitmemeleri daha hayırlıdır.” diyor.37

Kurtubî de, aynı hadisin açıklamasında şunları söylemektedir: “Yaşlı kadınlarla gençler, ziyaretin erkek, kadın karışık olmasiyle kadınlara mahsus ziyaret olması ara­sında fark vardır. Genç kadınların kabirlerde erkeklerle dolaşmaları müstelzim-i fe- sâd olduğu için haramdır. Fakat yaşlı kadınlar için erkeklerle müşterek ziyaret olsa bile mubahtır. Husûsi kadınların ziyaretlerine gelince, bu ziyarette yaş farkı aramağa lüzum yoktur. Kadınların erkeklerden münferid bu ziyaretleri genç kadınlar için de mubahtır.”38

Ancak kadınların sık sık kabirlerde gezip dolaşmaları aile işlerini yüz üstü bırak­maya sebep olacağı gibi bu gezintilerde izhâr-ı teberrüc ve ziynet eylemeleri de çok muhtemeldir. Daha ziyâde tehlikeli bir cihet ve kesretle ziyaret itiyadının ve kabirle­re mülâzemetin kabirlere ta’zim ve ibadet yalnız ve münhasıran Cenab-ı Hakk’â aid olduğundan bu dakika-i Şer’iyyeyi farketmeyen kadınların böyle kesretle kabir ziya­retlerinin hiç de farkında olmayarak şirke müeddî olmasından çok korkulur.”39

Yine Kâmil Mirâs’ın Buhariyi Şerheden Ayni’ye atfen işaret ettiği şu satırları da buraya almakta yarar vardır: “Zamanımızda ziyaret-i kubur kadınlara mekruhtur, bel­ki de haramdır. Hususiyle Mısır kadınları ki, bunların çoğu fitne ve fesad için kabir ziyaretine giderler. Kabir ziyaretine ruhsat verilmesi ahireti düşünmek, ölülerden ib­ret almak ve zühdî bir hayat yolu tutmak içindir. Bu gaye ile bugünün örfü ve göre­neği tamamiyle muhalif bir haldedir.”40

Fakat Hanefi müctehidleri başta olmak üzere alimlerin çoğnuluğu kabir ziyareti hakkındaki “İbahanın umumi olduğu” görüşündedir. Nitekim bu husustaki nehiy ve başlangıçta umumi idi. Tehlike ortadan kalkınca herkese serbest kılındı. Burada er­kek ve kadın ayırımı yapılamaz. Çünkü kabir ziyareti ahireti hatırlatmaktadır. Kadın­ların da ölümden ibret almaya ihtiyaçları vardır. Ancak kadınlar ziyarette bulunurken tesettüre, erkeklerle karışmamaya ve ziyaretin bütün prensiplerine uymaları hususun­daki hassasiyet her zaman saklıdır. O halde kadınlan mezarlıkları ziyaretten uzaklaş­tırma yerine onlara ziyaretin dini ve sosyal kültürünü vermek daha uygundur.

3- Kadın ve erkeklerin mezarlıkları ziyaret esnasında orada medfun bulunan in­sanları usulüne uygun selamladıktan sonra şöyle dua etmeleri gerekir: “Selam size ey gerçek dünyanın mü’min ve miislüman sakinleri. İnşallah biz de yakında size katıla­cağız. Allah’dan size ve bize afiyetler vermesini dileriz. ”41 İşte ziyaret için mezarlığa varan kimsenin orada yatan ölülere selam vermesi halinde onların bu selamı duyduk­ları anlaşılmaktadır. Böylece ölüler hem kendilerine verilen selamdan, hem de gelen ziyaretçiden haberdardırlar. En faziletli ziyaret Cuma, Cumartesi, Pazartesi ve Per­şembe günleri yapılan ziyarettir. Sünnet olan kabirleri ayakta ziyaret etmek ve yine ayakta dua etmektir. Nitekim Hz. Peygamber (a.s.) da kabir ziyaretini bu şekilde ya­pardı.42

9- Ölülerden Yardım Beklemek: Daha önceden açıklandığı gibi kabir ziyareti­nin temel esprisi ahiret hayatının hatırlanmasına vesile olmasıdır. Bu yüzden kabris­tanda medfun bulunanlara sadece dua edilir. Yoksa onlar insanların bağışlanmaları için kul ile Allah arasında bir vasıta olarak kabul edilemezler. Esasen böyle bir yetki de ölülere verilmemiştir. Bu nedenle onlardan şefaat istemek ve kendilerinden bağış­lanmalarını talep etmek, ya da kabirlerinin başı ucunda yapılan duanın kabule daha yakın olduğunu düşünmek caiz değildir.

Hz. Peygamber (a.s.)’ın kabri bile ziyaret edilirken, O’nun duvarlarını öpemez, yüz-göz süremez. Öpmek ve istilam etmek ancak Beytullah için caizdir. Kabirlere her ne suretle olursa olsun ibadet ve benzeri şekillerle ta’zim göstermek putperestliğe ka­dar götürür. Oysa ki İslam’ın temeli "Tevhid Akidesi" â\r. Onsuz Cenab-ı Hak’tan af ve mağfiret istenemez. Bu hususta Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Allah kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz, bundan başkasını, (günahları) dilediği kimse için bağışlar, Allah’a ortak koşan kimse biiyük bir günah ile iftira etmiş olur. ”43

Şu ayette ise salih bir toplumun kendi aralarında sevilen insanların kabirleri üzerin­de ibadet etmeleri, onlara ta’zim göstermeleri sonucunda heykellerini yaparak putpe­restliğe ve küfre düştükleri bildirilmektedir: "Ve dediler ki; sakın ilâhlarınızı bırakma­yın; hele Ved’den Suvâ’dan, Yeğûs’tan Ye’ûk’tan ve Nesr’den asla vazgeçmeyin.!”44

Kabir ve türbeleri mescid haline getirmek de caiz değildir. Orada namaz kılan sa­dece Allah’a ibadet etmeyi amaçlamış olsa bile durum aynıdır. Çünkü bu davranış bi­çimi zamanla kabirde yatandan dolayı ona dua etmek suretiyle aşırılığa götürecektir. İşte bu yüzden Hz. Peygamer (a.s.) yalnızca Allah’a ibadet için de olsa, kabrin ibadet yeri haline getirilmesine izin vermemiştir. Böylece Allah’a ortak koşmaya bir kapı açılmasını engellemiştir.45 Konu ile ilgili bir hadiste şöyle buyurulmuştur: “Sizden öncekiler kabirleri mescid ediniyorlardı. Sakın kabirleri mescid edinmeyiniz, sizi bundan sakındırıyorum. ”46

Kabir ve türbeye kurban adamak da caiz değildir. Hatta başka bir maksatla ada­nan kurbanı bir kabrin başında kesmek de doğru değildir. Çünkü kurban sadece Al­lah için kesilir. Oysa ki kurbanın bu tür yerlerde sık sık kesilmesi halk arasında alışkalık halini alır. Artık zamanla bu kurban sadece kabir veya türbede bulunan kişinin hatırasına tahsis edilebilir. Ayrıca Allah dostu kullara yakın olmak amacıyla onların kabirlerine para atılması, mum yakılması, kandillerine yağ dökülmesi baş ucuna ça- put, bez ve iplik bağlanması gibi hareketler de doğdu değildir. Günümüzde kendisini boşlukta hisseden birçok insan bu tür davranışlara tevessül ederek kendisine bir güç, dayanak, ümit ve çıkış yolu aramaktadır.

“Çünkü ölüler için yapılmış adaklar yaratılmış bir şey için yapılmış olmaktadır. Oysa adak bir ibadettir. Yaratılmış bir şeye ise ibadet edilemez.”47 Eğer kişi, ölünün Allah’ın gücü dışında olaylar üzerinde tasarrufta bulunma (etkileme) gücünün bulun­duğuna inanırsa bu inanç onu küfre kadar götürebilir.

10- Cenaze Hakkında Caiz ve Tavsiye Edilen Hususlar: Yüce dinimiz insana hayatında olduğu gibi vefatından sonra da büyük değer vermiştir. Özellikle ölüm ha­li gerçekleşince, onun kötülükleri, suçları ve olumsuz yönleri araştırılmaz. Aksine sağlığındaki iyilikler ile güzel huy ve davranışları anılmaya özen gösterilir. Sevgili Peygamberimiz (a.s.) bu hususta şöyle buyurmuşlardır:

“Ölülerinizin iyiliklerini anın ve kötülüklerden sarfı nazar edin. ”48

Ölen insan hayatta iken yapmış olduğu iyi ameller sebebiyle fayda göreceği gibi, geride kalan yakınları tarafından işlenen hayırlardan da nasiblerini alırlar. Ölümün­den sonra verilen sadaka kendisine yapılan dua ve istiğfar da geçerlidir. Nitekim yap­tığımız mu’tad dualarımızın çoğunda hem hayatta hem de ölmüş mü’minlerin bağış­lanmasını istiyoruz. Sağlığında usulüne uygun vasiyeti varsa ona da bağlı kalınır. Kendisi için Kur’an-ı Kerim okunur. Maddî borçlan ödenir. Mubah, müstehap veya farz ameller cinsindeki adaklar yerine getirilir. Hatta yerine bedel olarak hacca gidi­lebilir.

Ölmüş insanın ardından maddî ve manevî iyiliklerin yapılabileceğine işaret eden şu hadisleri de buraya almakta yarar vardır:

1- “Bir adam Resulullah (a.s.)’ın yanma gelerek: “Ey Allah’ın Resulü, babam Mekke’ye kadar yürümek ve orada bir deve kurban etmek üzere adakta bulunmuştur. Ancak bu adağını yerine getiremeden öldü. Onun yerine bir başkasının yürümesi ve benim mülkümden bir devenin onun adına kurban edilmesi durumunda, adağı yerine getirilmiş olur mu?” diye sordu. Resulullah (a.s.) da şöyle buyurdu:

“Evet, onun adına adağını yerine getir ve onun adına kurban kes. Onun yerine yü­rü. Şimdi düşün, babanın üzerinde bir adama ait borç olsaydı ve sen kendi malından babanın borcunu ödemiş olsaydın, alacaklı olan adam memnun olmaz mıydı ? Yüce Allah ’ın rızasının alınması bundan daha önceliklidir. ”49

2- Ebu Hureyre (r.a.) da şöyle rivayet etmiştir: “İnsan vefat edince üç şey hariç dünyadaki ameliyle ilişkisi kesilir. Ancak bu üç şey dolayısıyle amel defterine sürek­li hayır yazılır. Bunlar; Sadaka-i cariye, kendisinden istifade edilen bir ilim ve eser ile kendisine dua eden salilı bir evlat geride bırakmaktır. ”50

3- Yine bir gün Benî Seleme’den bir adam gelerek:

- “Yâ Resulallah! Ana ve babamın vefatlandan sonra onlara yapabileceğim bir iyilik var mıdır?” diye sordu. Resul-i Ekrem (a.s):

- “Evet, onlara luıyır dua eder, onlar için istiğfar eder, vasiyetlerini yerine geti­rir, akrabalarını göriip gözetir, dostlarına da ikram edersin. ” buyurdu.51

Konuyu, dünya ve ahiret aleminin birbirinin tamamlaycısı olduğunu belirten şu ayetle bitirelim: “Onlardan bir kısnıı da: Ey Rabbimiz.! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru! derler. ”52

*Elazığ Müftüsü.

1 En’am, 6/2

2 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, İst. 1993, c.7, s.353.

3 Mevlıit San, Arapça-Türkçe Lügat, Bahar Yayınevi, İst. 1982, s. 1192. Geniş bilgi için Bkz. Süleyman Toprak, Ölümden Sonraki Hayat Kabir Hayalı, Konya, 1990, s. 35.

4 Muhammetl Fuad Abdulbakı, el-Mu’cemü’l Müfehres, Darü’l Hadi, Kahire, 1988, s.671.

5 Buharî, Cenaiz, 51

6 Sahih-i Buharı Tercemesi (Tere. Mehmed Sofuoğlu), Ötüken, İst. 1987, c.3, s. 1240.

7 Al-i tmran, 3/185.

8 Nı.sâ, 4/78.

9 Enfal, 8/35

10 Buharı, Cenaız, 81.

11 Isrâ, 17/44

12 Isra, 17/70

13 et-Tîn, 95/4.

14 Maide, 5/31.

15 Murselât, 77/25-26.

16 Haşan Basri Çantay, Kur’ıtn-ı Htıkim ve Meâlı Kerim, İst. 1953, (- 3, s.l 129.

17 Vehbe Zuheyli, İslam Fıkıh Ansiklopedisi (Teıc. Komisyon) Risale, İst. 1994, c.3, s 72.

18 Hacc, 22/7.

19 Abese, 80/21

20 Tevbe, 9/84

21 lnfitar, 82/2-4.

22 Aıliyat 100/9-11

23 Tekâsiir, 102/1-2.

24 Mümtehıne, 60/13.

25 Müslim, Cenaiz, 16, Sünen-i Tirmı/.i, Cenaiz, 29.

26 Bakara, 2/156.

27 Sünen-i Tirınizi, Cenaiz, 24.

2X Sünen-i Tırmizi, Cenaiz, 23

29 Buharı, Cenaiz, 35.

30 İbrahim Canan, Hadis Ansiklopedisi, Kütüb-i Sitle. Feza Gazetecilik, İst., c 17, s. 133.

31 Canan, a.g.e., s. 134.

32 Buharı, Cenaız, 71

33 Mehnıed Sofuoğlu, Sahih-i Buhtıri ve Tercemesı, Otuken, İst 1987, c.3 s 1264, Dipnot

Açıklaması

34 Toprak, a g.e., .s.417 vd.

35 Müslim, Cenaı/, 36.

36 Sünen-i Tirntm, Cenai/., 60
37 Sahth-i Buharı Muhtasarı, Tecrid-i Sarih, Tere. (Mütercim Kanıil Miras) Diyanet İşi. Bşk. 1968, c.4, ü.373.

38 a«e„ s.373

39 a g.e„ s.373

40 a g.e , s.373.

41 Mıislim, Cenaiz, 35.

42 Zuheyli, a.g.e., s.90

43 Nisa, 4/48

44 Nuh, 71/23.

45 İbn Teymiye Külliyatı, Tevhid Yayınlan, İst 1986, c. 1, s.238

46 Muvatta, Sefer, 85

47 Said Havva, El-Esas Fı’s-Sünne İslam Akaidi, (Terceme, Komisyon) AKSA, İst. 1992, c. 10, s.593

48 Sünen-i Tinnizi, Cenaiz, 33.

49 Sünen-i Nesai, Kitabü’l Vesaya, 6/253.

50 SUnen-i Nestu, Kitabu’l Vesaya, 6/251.

51 Riyâzü’s-Sâlihin Tere., c 1, s.374.

52 Bakara, 2/201.