İSLÂM CEZA HUKUKUNDA ZAMANAŞIMI VE CEZALARA ETKİSİ
Dr. Yaşar Yiğit*
I) KAVRAM VE KAPSAMI
Hukuk terminolojisinde zamanaşımı; bir hakkın elde edilmesi veya yitirilmesi için kanunda öngörülen sürenin geçmiş olması anlamına gelmektedir.1 Tanımından da anlaşıldığı gibi zamanaşımı sonucunda, bir mülkiyet hakkının veya ayni hakkın kazanılması ya da kaydedilmesi söz konusudur. Başka bir ifade ile zamanaşımı sonucunda, hukukta “hak"2 kavramı kapsamında ele alınan ve de korunan maddi veya manevi bir değerin, ya kazanılması ya da kaybedilmesi söz konusudur. Bir mülkiyet hakkının veya ayni hakkın kazanılması sonucunu doğuran zamanaşımı, “kazandırıcı (iktisabi) zamanaşımı ” söz konusu hakların düşmesi neticesini doğuran zamanaşımı da ’‘düşürücü (iskatî) zamanaşımı” terimleri ile ifade edilmektedir.3
Ceza hukuku açısından zamanaşımı; hukukun suç olarak nitelendirdiği ve karşılığında failini sorumlu tuttuğu bir fiilin ya da kamuya karşı işlenmesi durumunda, fail hakkında hukuki işlem yapılabilmesi için belirtilen sürenin geçmesiyle mağdurun bu hakkını kaybetmesine veya kazanmasına sebebiyet veren zaman şeklinde tanımlayabiliriz.4
Hukukta zamanın önemi inkar edilemez. Özellikle ceza hukukunda zaman, olayların çözüme kavuşturulmasında göz ardı edilemeyecek boyutta önemli bir etkendir. Olaya ispat vasıtaları açısından baktığımızda, zamanın önemini daha da iyi anlayabiliriz. Dâvaların açılmasında, cezaların uygulanmasında, olayların çözümünde öncül kabul edilen delillerin değerlendirilmesinde belirli sürelerin göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Çünkü, zamanla olayın aydınlatılmasında önemli bir yeri olan delillerin veya yardımcı unsurların aşınması ya da bütünüyle yok edilmesi hiç de uzak ihtimal değildir. Aynı şekilde mağdura, kendisine karşı işlenen suçu herhangi bir süre ile kayıtlı olmaksızın yetkili mercilere dâva etme hakkı tamnması, yargılama açısından bazı sakıncalar doğurur. Olayın tanıklarının bilgi ve görgülerinin zamanla birtakım sübjektif (öznel) ve objektif (çevresel) etkenler nedeniyle aşınacağı da bir gerçektir. Hukukun hedefi, adaleti sağlamaktır. Adaletin sağlanması da şüphesiz bazı ilke ve kurallara uymakla mümkündür. Hele hele ceza hukukunda, delillerin toplanmasında yapılacak küçük bir hatanın telafisi imkansız sonuçlar doğurması mümkündür. Belirttiğimiz gerekçeler nedeniyle olayların çözümünde deliller önemli yer tutar ve hüküm bu deliller üzerine bina edilir. Adaletin sağlanması delilerin sağlamlığı ile orantılıdır. Aşağıda da belirteceğimiz gibi, gerek dâva zamanaşımı gerekse ceza zamanaşımı, Islâm hukukçularının bir kısmı tarafından bazı suçlarda kabul edilmiştir. Ancak şunu belirtelim ki, Islâm hukukunda zamanaşımı her ne kadar dâvacının dâva hakkını düşürse de, gerçekte hak sahibi bu haktan mahrum kalamaz ve bu durum başkasını da hak sahibi yapamaz. Haksızlık ve zulüm olarak değerlendirilen bir durumun, zamanın geçmesiyle hakka çevrilmesi adalete uymaz. Nitekim Islâm hukukunda kodifikasyon hareketlerinin ilk örneğini oluşturan Mecelle’de bu durum. “Tekâ- düm-i zaman ile hak sâkıt olmaz. ” 5 ifadesiyle dile getirilmiştir. Fakat hukukî emniyet ve istikran sağlamak ve de kötü niyetli kişilerin hile ve tertiplerini önlemek için hakkın özüne dokunmaksızın, o hakka ait dâvanın dinlenmemesi kabul edilmiştir.6
Zamanaşımı kavramının ilk dönemlerden itibaren hukukta yer aldığını görmekteyiz. Nitekim ceza hukukunun tarihsel gelişimine baktığımızda, değişik hukuk sistemlerinde zamanaşımı ile ilgili düzenlemeleri bulmak mümkündür.7 Örneğin Eski Yu- nan’da, belirli bir süre içinde açılmayan bir dâvada, delillerin elde edilmesindeki zorluk ve tehlike dolayısıyla, zamanaşımının düşürücü bir tesir icra edeceği, bazı suçlar müstesna, bir prensip olarak kabul edilmiştir.8 Yine Roma hukukunda ilk önce zina, fuhşa tavassut, ırza tecavüz gibi suçlarda 5 senelik bir zamanaşımı kabul edilmiştir. Daha sonra diğer bütün suçlarda 20 yıllık zamanaşımı ilke haline getirilmiştir. Ancak usûlün (Anne-baba,...) öldürülmesi, çocuk değiştirme gibi bazı çok ağır suçlar ile kamuya karşı işlenen suçlarda zamanaşımı dikkate alınmamıştır.9
II) ZAMANAŞIMININ CEZALARA ETKİSİ
Ceza hukukunda zamanaşımı-ceza ilişkisi iki noktada söz konusu olmaktadır. Bunlardan birincisi, işlenen suçun yetkili mercie dâva edilmesinde, diğeri de, yetkili merciin ceza mahkumiyetinden sonra suçluya ceza infazı noktasındadır. Suçun işlenmesinden sonra kanunda belirtilen süre içinde mazaretsiz olarak mağdur tarafından yetkili mercilere dâva açılmaması durumunda dâva, zamanaşımına uğrar. Bu tür zamanaşımı hukukta, “dâva zamanaşımı” terimi ile ifade edilmektedir.10 Aynı şekilde cezaya kesin mahkumiyetten sonra, belirli sürenin geçmesi ile cezanın infaz edilmesine engel olan müesseseye de “ceza zamanaşımı ” denilmektedir.11 Ancak aşağıda da belirteceğimiz gibi, gerek dâva zamanaşımı, gerekse ceza zamanaşımı bütün suçlarda ve cezalarda söz konusu değildir. Şimdi Islâm ceza hukukunda zamanaşımının, gerek dâva gerekse ceza infazı sürecinde cezalara etkisini inceleyeceğiz.
A) Dâva zamanaşımı
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, dâva zamanaşımında, bir istem veya dâva hakkının kanunda öngörülen süre içinde kullanılmaması ile bu hakkın yitirilmesi söz konusudur.12 İşlenen her suçta, suçtan zarar gören “mağdur" ve suçu işleyen kişi “suçlu ” olmak üzere iki taraf bulunmaktadır. Hukukun suç olarak nitelendirdiği bir eylem ve davranışın işlenmesi durumunda, yetkili merciin suçlu hakkında işlem yapabilmesi için mağdûr tarafından dâva açılması gerekmektedir. Yetkili mercie dâva açma hakkı öncelikle mağdûra aittir, işlenen suçun mağdûru da ihlal konusu hakka göre tespit edilmektedir. Konumuzun bütünlüğü açısından dâva ve dâva hakkı kavranılan hususunda aynntıya girmeden bilgi vermeyi uygun buluyoruz.
1) Dâva ve Dâva hakkı
Hukuk terimi olarak dâva; bir kimsenin başka bir kimseden hakim huzurunda hakkını istemesini ifade eder.13 Tanımda geçen “hak” kelimesiyle hem hakkın tesbiti ve temini, hem de haksız taleplere karşı kişinin hukuken korunması ve hakkının ihlalinin önlenmesi kastedilir. Hak isteminde bulunan şahsa davacı (müddeî), kendisinden istemde bulunulan şahsa dâvâlı (müddeâ aleyh), istenilen şeye ve hakka, dâva konusu (müddeâ ve müddeâ bih) terimleri kullanılmaktadır.14 Yargılama hukukunun konulan içinde yer alan dâva, değişik ayınmlara tabi tutulmuştur.15
Bu ayınmlar, genelde dâvanın kuruluşundaki sakatlık ve hükümsüzlüğe, ilgili olduğu hak ve görüldüğü mahkeme gibi kriterler esas alınarak yapılmıştır.16 Dâvanın, yapılan en yaygın ayırımı hukuk ve ceza dâvaları şeklindeki ikili ayınındır.17 Söz konusu ayınm dâvanın ilgili olduğu yargı türü göz önünde bulundurularak yapılmıştır.
Klasik İslâm hukuku kaynaklarında dâvalann bu şekilde net bir ayırımı söz konusu değildir. Fakat daha sonraki dönemlerde bazı Islâm hukukçuları, bu ayınma işaret etmişlerdir. İbn Kayyım (Ö.751/1350) ve İbn Ferhûn (Ö.799/1396), dâvalan günümüz hukukunda olduğu gibi, ceza (da’va tuhmetin) ve hukuk (da’va gayr-u tuhmetin) dâvalan olmak üzere ikiye ayırmaktadır.18
Suç işleyen şahıs hakkında, bu suça karşılık hukukun belirlediği cezanın uygulanması için bir dâvanın ve dâvacımn bulunması gerekmektedir. Bu dâvacı bazen fertler, bazen de kamu olur. Günümüz hukukunda olduğu gibi, İslâm ceza hukukunda da yetkili merciin harekete geçmesi için, mağdur tarafından dâva açılması gerekmektedir. Şüphesiz açılacak dâvada taraflann (suçlu-mağdûr) tespiti hukuki açıdan önemlidir. Bu noktadan hareketle, Islâm ceza hukukunda işlenen had, cinayet ve ta’zir suç- lannda, dâva açma hakkının başka bir deyimle dâva hakkının kime ait olduğu konusuna açıklık getirmeye çalışacağız.
Bir sübjektif hakkın mahkeme aracılığı ile istenmesi yetkisine Mim hakkı denilmektedir.19 Öncelikle şunu belirtelim ki, İslâm ceza hukukunda suçlar, had, cinayet ve ta’zir suçlan olmak üzere üçe ayrılmaktadır.20 işlenen suçlar da bu ayırımda yer alan gruplardan birinin kapsamında ele alınmaktadır. Bu suçlarda mağdur tarafı ya fert ya da kamu temsil eder. Ancak suç kime karşı işlenirse işlensin, gerçek şu ki, mağdur sadece ne ferttir ne de kamu. Çünkü suç ister kamuya karşı işlensin ister ferde karşı, bir yönüyle de diğer tarafa eiki etmektedir. Fakat bu etkinin ağırlığına göre suçun fert ya da kamu hakkı ile ilgili oluşu tespit edilmekte ve dâva hakkı da bu temel üzerine oturtulmaktadır. Buna göre hadler gibi kamusal hakkın ağır bastığı suçlarda devlet, yetkili organları vasıtasıyla, herhangi bir fert tarafından dâva açılmaksı- zm kendiliğinden, taraf olarak suçlu hakkında, dâva açma hakkına sahiptir. Kamu hakkı ile ilgili suçlarda, aynı zamanda toplumun her ferdi de dâva açma hakkına sahiptir.21 Çünkü işlenen suç dolaylı da olsa kamuyu teşkil eden fertlere de etki etmektedir. Bu yönüyle onlar da işlenen suçun mağdûru konumundadır.
Öldürme ve yaralama suçlan gibi kişisel haklan ilgilendiren ceza dâvalannda ise, yetkili merciin suçlu hakkında koğuşturma ve soruşturma yapabilmesi için, mağdur tarafın mutlaka dâva açması gerekmektedir. Aksi takdirde suçlu hakkında cezaî bir işlem yapılamaz.22 Ancak bu nitelikteki suçlar her ne kadar ferde karşı işlenmiş olsa da kamuya verdikleri zarar da göz ardı edilemeyecek boyuttadır. Dolayısıyla bu tür suçlarda, kamu adına devletin yetkili organları da dâva açma hakkına sahiptir. Ancak açılan dâva sonucunda suçluya verilecek ceza, doğal olarak işlenen suçun karşılığındaki asli ceza olmayacaktır. Örneğin kasten adam öldürme suçu işleyen kişiye, asli ceza olarak kısasın uygulanması gerekir. Niteliği itibariyle kısas, kişisel haklarla ilgili suçlar karşılığında uygulanan bir ceza türü olduğundan, mağdur tarafın dâva açması gerekir. Aksi takdirde devletin suçluya söz konusu suçun karşılığındaki cezayı uygulama hakkı yoktur. Ancak devlet, bu tür suçlann önüne geçmek için, kamu adına açacağı dâva sonucunda, suçluya ta’ziren cezalandırma hakkına sahiptir. Nitekim Maliki hukukçular görüşlerini bu doğrultuda belirtmişlerdir. Onlara göre, kısas hakkına sahip kimseler katili af etse de, yetkili merci suçun kamu düzenine verdiği zara- n dikkate alarak, ta’ziren 100 sopa ve bir yıl hapis cezası uygular.23
Sonuç olarak ifade etmek gerekirse, İslâm hukukunda had ve bazı ta’zir suçları kamu aleyhine işlenmiş suçlar niteliğindedir.24 Bu suçlan işleyen şahıslar hakkında, kamu adına devletin yetkili organları dâva açabileceği gibi, topluma mensup herhangi bir şahsın da dâva açma hakkı vardır. Fakat, kısas, diyet, kazf, sövme, dövme ve tazminatı gerektiren ta’zir suçları, kişiler aleyhine işlenmiş kabul edilir ve yetkili merciin harekete geçmesi için mağdurun dâva hakkını kullanması gerekmektedir. Başka bir ifadeyle kişisel haklar ile ilgili suçlarda, yetkili merciin suçluya ceza uygulayabilmesi, mağdurun dâva açmasına bağlıdır.25 Ancak yukanda da ifade ettiğimiz gibi, bu tür suçlarda, işlenen suçtan kamu düzeni de zarar görmüşse, yetkili merci suçluya karşı dâva açma ve ta’zir cezası uygulama hakkına sahiptir.
2) Dâvanın zamanaşımına uğraması
Suçun işlenmesinden sonra, kanunda belirtilen süre içinde mazeretsiz olarak mağdur tarafından yetkili mercilere dâva açılmaması durumunda, mağdurun dâva hakkını yitirmesine neden olan süre, ceza hukukunda “dâva zamanaşımı" kavramı ile ifade edilmektedir.26
Yukanda da belirtildiği gibi İslâm ceza hukukunda suçlar, had, cinayet ve ta’zir suçlan olmak üzere üçe aynlmaktadır. Bu ayınmda yer alan suçlarda, dâva zamanaşımının olup olmadığı konusu İslâm hukuk doktrininde tartışılmış ve değişik görüşler iler sürülmüştür. Ancak şunu belirtelim ki, bu suçlarda dâva zamanaşımından maksat, söz konusu suçlann ispatında delil olarak kullanılan unsurlann etkilenmesidir. Tabii dolaylı olarak işlenen suç da bu etki alanının kapsamına girmekte ve mağdur, kendisine karşı suç işlemiş kişiyi yetkili mercilere dâva etme hakkım kaybetmektedir. Şimdi dâva zamanaşımının had, cinâyet ve ta’zir suçlarına etkisini inceleyeceğiz.
a) Had suçlarında dâva zamanaşımı
Sözlükte had; iki şeyin arasını ayıran sınır, engel ve mâni olmak anlamlanna gelmekten.27 Terim olarak ise had; Allah (kamu) hakkı olarak uygulanması gereken miktarı belli cezalara denir.28 Karşılığında bu tür cezalar konulmuş suçlara da, had suçlan denir. Tanımdan da anlaşıldığı gibi had suçları, cezalannın miktan bellidir. Cezalannda, alt ve üst sınır yoktur. Dolayısıyla bu tür suçların cezalarında hakimin takdir yetkisi, af ve sulh söz konusu değildir.29
Zina, kazf (zina isnadı, iftirası), hırsızlık, irtidâd (Islâm’dan dönme), içki içme, yol kesme ve silahlı soygun suçlarının had suçu olduğu konusunda Islâm hukukçuları arasında görüş birliği vardır.30 Bağy (Yasal düzene isyan) suçunun had suçu olup olmadığı ise tartışmalıdır.31 Had suçlan kapsamında değerlendirilen bu suçlarda, dâva zamanaşımının olup olmadığı diğer bir ifadeyle mağdur tarafın dâva hakkını kaybedip etmediği Islâm hukuk doktrininde tartışılmıştır.
Özellikle Hanefî hukukçulara göre, Islâm ceza hukukunda, zina isnadı (kazf) dışındaki had suçu dâvalarına ve bir haramın işlenmesine sebep olan fiili durumlara yapılan şahitliğin dinlenmesi için özürsüz olarak aradan uzun bir zaman geçmemiş olması gerekmektedir. Bu durum ispat vasıtalan açısından dikkate alınmaktadır. Şahit, olayı gizlemek veya şahitlik yapma konusunda serbesttir. Önce olayı gizleyip sonradan şahitlik yapmaya kalkışması içindeki kötülüğün, kin ve düşmanlığın kendisini tahrik ettiğini gösterir ve bu tavnyla itham altına girmiş olur. Dâva zamanaşımının, özellikle ispat vasıtası olarak şahitliğin tek alternatif olduğu suçlarda kabul edilmesi, delillerdeki aşınma ve güvenilirlik ölçüsünün kaybolma ihtimali gerçekçelerine dayanır. Aynca delillerin aşınması ispatta şüphe meydana getirir. Şüphenin varlığında da hadlerin uygulanmaması genel geçer bir kuraldır.32 Buna göre hırsızlık suçu dâvasında, aradan uzun zaman geçmişse hırsıza el kesme cezası uygulanmaz. Bu durumda hırsızın çaldığı malı tazmin etmesine hükmedilir.33 Beşerî hukukta da dâva zamanaşımı, benzeri gerekçeler sebebiyle kabul edilmiştir.34
Yukanda belirtilen gerekçeler, ceza hukukunda suçlann tespiti açısından hiç de hafife alınamayacak güçtedir. Suçun oluşumunda, suçun ispatına yarayacak deliller belirli bir sürenin geçmesiyle gerek suçlu gerekse bazı dış etkenler sebebiyle yok edilebilir. işte delillerin güvenilirliğine etki edecek bu etkenlerin ceza vermede her zaman göz önünde bulundurulması hukukun gereğidir. Çünkü Hz. Peygamber; "Elinizden geldiği ölçüde miisliitnıınlam had cezalarını uygulamayın. Eğer suçlu için (ceza dışında) hır çıkış yolu vcırsa, onu serbest bırakın. Çiinkii yetkilinin suçluyu af konusunda yanılması, ceza uygulamada yanılmasından daha hayırlıdır. ”35 buyurmaktadır. Bu durumda delillerin aşınmasını, şahitlerin geçerli bir sebep olmaksızın şahitliklerini gizlemeleri ve gerekli süre içinde suçu yetkili mercilere bildirmemeleri dikkate alınmaksızın suçlunun cezalandırılması, uygulamada telafisi güç sonuçlara yol açabilir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi şüphenin varlığı durumunda hadlerin uygulanmaması genel ilkedir. Bu ilke kaynağını bir çok âyet36 ve hadisten37 almıştır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de, “Şüphesiz ki zan, gerçeği ifade etmez.”3* ve “Ey İman edenler! Zaıtdaıı çokça kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır...”39 buyurulmaktadır. Hz. Peygamber de, “Şüphe bulunduğunda, hadleri kaldırınız. ”4() buyurmaktadır. Ancak mağdurun gecikmesi, hastalık, yol güvenliğinin olmaması, mesafenin uzaklığı gibi açık bir mazerete dayanıyorsa şahitliği kabul edilir. Bu durumda dâva zamanaşımına uğramaz. Söz gelimi; dâvâlı, hakimi bulunmayan bir yerde olup onu hakim huzuruna götürmek gecikmeye sebep olmuşsa, bu bir mazeret sayılır ve şahitliği dinlenir.41
Belirttiğimiz gerekçeler doğrultusunda Hanefi mezhebinin görüşünün çağımızdaki diğer hukuk sistemlerinin görüşleriyle uyuştuğunu görmekteyiz 42
Çoğunluğu temsil eden Şafii, Maliki ve Hanbeli mezhepleri ise, had suçlarında dâva zamanaşımını kabul etmemektedirler. Bu mezhepler, had suçu dâvalarında, suç ister ikrarla, isterse şahitlikle sabit olsun, zamanaşımınının dâvaya etkisinin olmadığı görüşündedirler.43
Kazf suçu gibi kişisel hakların yoğunlukta olduğu suçlarda ise, zamanaşımı dikkate alınmaz. Aynı şekilde suçun ispatında, ikrarın delil olarak baz alındığı durumlarda da, zamanaşımının dâvaya etkisi yoktur. Çünkü ikrar, kişisel bazda kalan bir ispat vasıtasıdır.44 Mecelle’de45 de belirtildiği gibi, bağlayıcılık noktasında ikrar, kişisel bazda kalan bir delil olmasından dolayı, ikrarda bulunan kişinin ikrarına engel bir durum tespit edilemediği sürece ikrarıyla sorumlu tutulması, başka bir deyimle ikrarın sonuç doğurmasına hukuki hiçbir engel yoktur. Nitekim kişinin, ikrarı ile sorumlu tutulacağı genel bir hukuk ilkesi olarak, “Kişi ikrarıyla nıuâheze olunur. ”46 ifadesiyle formüle edilmiştir. Diğer ispat vasıtalarında olduğu gibi zaman, ikrarı zedelemez, ikrarın geçersizliği, süreç içinde ikrarda bulunan şahısta, hukuki açıdan ikrara engel bir durumun hasıl olmasına bağlıdır. Dolayısıyle ikrarın delil olarak baz alındığı had suçu dâvalarında zamanaşımının dikkate alınmaması isabetlidir.
b) Öldürme ve yaralama (Cinâyet) suçlarında dâva zamanaşımı
Bir İslâm hukuk terimi olarak cinâyet; insanın canına ve vücut bütünlüğüne karşı işlenmesi yasak olan fiillere denilmektedir.47 Klasik Islâm hukuku kaynaklarında, “cinâyât (öldürme ve yaralamalar)”, “cirâh (yaralamalar)” ve “diyât (diyetler)” başlıkları altında ele alman suçlar genelde “cinâyet” suçlan olarak isimlendirilmekte- dir.48 Bu başlıklar altında daha çok kısas ve diyet cezalannı gerektiren suçlar işlendiğinden, bazı kaynaklarda bu suçlar kısas ve diyet suçlan şeklinde de isimlendirilmek- tedir. Bu kullanımda büyük ölçüde, fakihlerin, "cinâyet” kelimesini bu fiillere kullanmayı gelenekselleştirmelerinin etkisi vardır49
Kapsam olarak incelediğimizde, genel adıyla “cinâyet” özel adıyla, kısas ve diyet suçlannın, kişinin ya hayatına ya da vücut bütünlüğüne karşı işlenmiş suçlar olduğunu görürüz. Vücut bütünlüğüne karşı işlenen suçlar da günümüzde “Müessir fiil" terimi ile ifade edilmektedir. Müessir fiiller, ölümle sonuçlanmayan yaralama, herhangi bir organ ya da uzvun işlevini yitirmesine sebebiyet veren fillerden ibarettir.50 Islâm ceza hukukunda cinayet suçları, kasten öldürme, kasta benzer öldürme, hataen öldürme, kasten işlenen müessir fiil ve hataen işlenen müessir fiiller olmak üzere beş kısımda İncelenmektedir.51
Cinâyet suçlan karşılığında uygulanan kısas ve diyet cezalannda mağdûr veya mirasçılan, suçluyu af edebilir. Kul hakkı ile ilgili olmalarından dolayı hak sahibi şahsın suçluyu affı geçerlidir.52 Suçlunun, hak sahibi tarafından af edilmesi durumunda kendisine kısas cezası uygulanmaz. Ancak yetkili merci, uygun görürse kamu menfaati gereği suçluya ta’zir cezası uygulayabilir.53
Öldürme ve yaralama (cinâyet) suçlarında, zamanaşımının dâvaya etkisi yoktur. Kazf suçunda olduğu gibi bu suçlarda kişisel hak söz konusudur. Kişisel haklarda ise, zamanaşımının dâvaya etkisinin olmadığı konusunda Islâm hukukçuları arasında görüş birliği vardır.54
c) Ta’zir suçlarında dâva zamanaşımı
Ta ’zir suçlan; Şâriin (Kanun koyucunun), belli ceza tayin etmediği, fakat fert ya da topluma olan zararından dolayı yasakladığı fiillere denir.55 Ta’zir suçlannın çerçevesi oldukça geniştir. Had ve cinâyet suçlarında olduğu gibi belirli bir sınır veya sayı söz konusu değildir. Yetkili merci, fert veya toplum zaranna gördüğü herhangi bir fiili yasaklayıp, bu fiilin işlenmesi durumunda failine ceza uygulayabilir. Ta’zir suçlan, cezalannın miktannın nasslarda takdir edilmemesi, affın geçerli olması ve hakimin takdir yetkisinin bulunması gibi özellikleriyle diğer suçlardan aynlmaktadır.56
Islâm ceza hukukunda oldukça geniş bir alanı kapsayan ta’zir suç ve cezalannda yetkili merciin takdir hakkı bulunduğundan, maslahat, zamanaşımının dikkate alınmasını gerektiriyorsa, yetkili merci zamanaşımını dikkate alır. Eğer maslahat, zamanaşımının dikkate alınmasını gerektirmiyorsa, zamanaşımı dikkate alınmaz. Bu konuda da Islâm hukukçuları aynı görüşü paylaşmışlardır.57
3) Dâva zamanaşımında süre
Dâvanın dinlenmesine engel kabul edilen süre konusunda Hanefiler, farklı görüşler ilen sürmüşlerdir. Ebû Hanife, gecikme konusunda bir zaman belirtmemiş, bunu hakimlerin takdirine bırakmıştır. Ebû Yusuf ve İmam Muhammed ise, olayın gerçekleştiği andan itibaren meydana gelecek bir aylık veya daha fazla bir gecikmeyi, had suçu dâvalannda şahitliğin kabulüne engel saymışlardır. Bu müddetin altı ay olduğunu ifade edenler de olmuştur.58
Dâva zamanaşımını kabul eden hukukçular arasında süre konusundaki görüş ay- rılıklan, bu konuda kesin bağlayıcı bir nassın (âyet-hadis) bulunmaması esasından kaynaklanmaktadır. Bağlayıcı ve söz konusu süreyi sınırlayıcı bir nass bulunmadığına görü, sürenin yetkili merciin takdirine bırakılması daha isabetli olacaktır. Devlet, bulunduğu çağ ve toplumsal gerçekleri de göz önüne alarak bu süreyi takdir eder.
B) Ceza zamanaşımı
Cezaya kesin mahkumiyetten sonra, belirli bir sürenin geçmesi ile cezanın infaz edilebilmesine engel olan zamana, ceza zamanaşımı denir.59
İslâm hukukçulannın büyük çoğunluğu yukanda da belittiğimiz gibi suçlarda dâva zamanaşımını kabul etmedikleri gibi, cezalann infazında da zamanaşımının söz konusu olamayacağını ifade etmişlerdir. Çoğunluğu temsil etmekte olan hukukçuların görüşleri, devletin ya da yetkili merciin had cezalannı her durumda uygulaması gerektiği gerekçesine dayanmaktadır. Onlara göre, suçun ispatında veya mahkûma ceza infazında zaman, dâva ya da cezayı düşürecek nitelikte bir etken değildir. Mahkemece kesin karar verildikten sonra, cezanın infaz edilmesi gerekir. Cezanın, kesin mahkeme karanndan sonra infaz edilmemesi, Allah’ın koymuş olduğu cezalan uygulamama anlamına gelir. Aynı şekilde suçlunun, cezasının belli bir kısmının infaz edilmesinden sonra kaçması ve daha sonra belirli bir zamanın geçmesiyle yakalanması durumunda cezanın kalan kısmının infaz edilmemesi, uygulamada bazı kötü kullanımlara sebebiyet verebilir.60
Özellikle şahitliğe dayanan had cezalarında, şahitliğin mazaretsiz olarak belirli bir süre icra edilmemesi durumunda, dâvanın zamanaşımına uğrayacağı görüşünde olan Hanefi hukukçular ise, cezaların da mahkumiyetten sonra belirli süre içinde geçerli bir gerekçeye dayanmaksızın infaz edilmemesi halinde zamanaşımına uğrayacağını ifade etmişlerdir.61
Hanefilerin bu görüşü cezalarda, dâva, yargılama ve infazı bir bütün olarak kabul etmelerinin doğal sonucudur. Belirtilen bütünlüğün herhangi bir aşamada zedelenmesi durumunda, mahkûma ceza infaz edilmez.62 Örneğin, suçlu, uygulanacak cezanın bir kısmı infaz edildikten sonra kaçsa, zamanaşımı olarak kabul edilen sürenin dolmasından sonra tekrar yakalansa, kendisine cezanın kalan kısmı infaz edilmez.63 Fakat suçlunun yargılanması ve cezanın kesinleşmesinden sonra, hukuken geçerli bir özür sebebiyle ceza infaz edilemezse, bu durumda cezanın zamanaşımına uğraması söz konusu değildir.64
Kanaatimize göre, kesinleşmiş bir cezanın belirtilen örnekteki gibi, suçlunun kendisinden kaynaklanan bir sorun sebebiyle infaz edilmemesi durumunda, cezanın zamanaşımına uğraması hukukta güven prensibiyle çelişir. Çünkü kesinleşmiş bir cezanın suçlunun kendi fiiliyle zamanaşımına uğramasını kabulunmek, insanların hukuka olan güvenlerinin sarsılmasına neden olur. Kesinleşmiş bir ceza, herhalde değişik safhalarda infaz noktasına gelse de uygulanmalıdır. Bu örnekte olduğu gibi, suçlu kaçtıktan sonra ne zaman yakalanırsa yakalansın cezanın kalan kısmı infaz edilmelidir. Ancak ikrarla sabit olan cezalar için bu durum söz konusu olmayabilir.
İslâm hukukçulann kişisel hakların ağır bastığı cezalara zamanaşımının etkisinin olmadığı konusunda aynı görüştedirler. Buna göre cinayet cezalarında, zamanaşımının etkisi söz konusu değildir. Çünkü bu cezalarda kul (kişisel) hakkı ağır basmakta ve bu cezalar ancak hak sahibinin affı ya da suçlu ile anlaşılması durumlarında uygulanmaz.65
Ta’zir cezalarında ise, yetkili merci zamanaşımının dikkate alınmasını maslahata uygun buluyorsa ceza uygulanmaz. Çünkü bu cezalarda yetkili merciin takdir hakkı vardır. Yetkili merci, bu hakkı kamu maslahatına uygun olarak kullanabilir. İslâm hukukçularının çoğunluğu bu kanaattedir.66
Beşeri hukukta da, Anglo-Amerikan hukuku dışında bütün kanunlar ceza zamanaşımını kural olarak kabul etmişlerdir.67
TCK. da bazı suçların ceza zamanaşımına uğrayacağını kabul etmiştir. Örneğin; ceza kanunu madde 112/4’ te “Beş seneye kadcır ağır hapis veyahut hapis cezaları on senenin geçmesiyle z.anıanaşımına uğrar. ” denilmektedir.
Sonuç olarak zamanaşımının cezalara etkisi konusundaki görüşleri aşağıdaki şekilde özetleyebiliriz:
a) Kişisel haklar kapsamında ele alınan suçlarda bütün hukukçulara göre dâvcı zamanaşımı söz konusu değildir. Aynı şekilde had suçları kapsamında değerlendirilen ancak niteliği itibariyle kişisel hakkın yoğunlukta kabul edildiği kazf suçunda da dâva zamanaşımı söz konusu değildir.
b) ikrarın delil olarak baz alındığı had suçu dcıvalarında da dâva zamanaşımı dikkate alınmaz.
c) İslâm hukukçularının çoğunluğu, zamanaşımının gerek dâva gerekse ceza infazı noktasında, cezalara etkisinin olmadığı görüşündedir. Hanefiler ise, dâva, yargılama ve infazı bir bütün olarak ele aldıklarından, söz konusu merhalelerden herhangi birisinde meydana gelen eksiklik, diğer aşamaları da etkilemektedir. Buna göre şahitliğin tek alternatif olduğu had suçlarında, şahitliğin mazaretsiz olarak belirli süre içinde icra edilmemesi durumunda, dâva zamanaşımına uğrar. Aynı şekilde ceza mahkûmiyetinden sonra, hukuken geçerli bir nuızaret bulunmaksızın belirli süre cezanın infaz edilmemesi durumunda, ceza zamanaşımına uğrar.
*Fatih, Ibn-i Meddas Salihpaşa Camii İmam Hatibi.
1 Ergüney, Hilmi, Türk Hukukunda Lügat ve Istılahlar, İstanbul 1973, s.341; Adal, Erhan, Hukukun Temel İlkeleri, İstanbul 1988, s. 189; Şafak, Alı, Hukuk Terimleri Sözlüğü, Ankara 1992, s.660.
2 “Hak” kavramı konusunda bilgi için bk/.. Senhûrî, Mesâdiru’l-Hakfı’l-Fıkhı’l-tslâmî, Beyrut 1953, I, 13, Mahmasânî, en-Nazariyyetu’l-Âmme li’l-Mûcebat ve l-Ukûd, Beyrut 1948, I, 35; Bardakoğlu, Ali, “Hak”, DİA.
3 Karaman, Hayreddin, Mukayeseli Islâm Hukuku, İstanbul, 1987, II, 562.
4 Benzen tanımlar için bk/. Kandehlevî, S. es-Sıddîkî, “Nazariyyetü’t-Tekâdünı fi’ş-Şerîatı’l-lslâmiy- ye”, ed-Dirâsâtü’l-lslâmiyye. c.XVII, sy.II,s.68; Âmir, Abdüla/.îz, et-Ta’zır fi’ş-Şerîati’l-lslûmiyye, Kahire 196 9, s.522; Taner, Tahir, Ceztt Hukuku, İstanbul 1949, s.668; Dönme/.er-Erman, Na/ari ve Tatbiki Ceza Hukuku, İstanbul 1967, 111, 255; Önder, Ayhan, Ceza Hukuku, İstanbul 1992, s.666.
5 Mecelle, mad. 1674.
6 Yaylalı, Davut, “Islâm Hukukunda Zamanaşımı”, U.Ü.I.F.D., sy. IV, c.IV, Bursa 1992, s.157; el-Mev- sûatü ’l-Fıkhıyye, Kuveyt 1984, XIII, 118.
7 Bk/.. Taner, Ceza Hukuku, s 6’69; Dönmezer-Emıan, Ceza Hukuku, III, 256.
8 Dönmezer-Erman, Ce?u Hukuku, III, 256.
9 Bilgi için bkz. Taner, Ceza Hukuku, s.669; Dönmezer-Erman, age., III, 257.
10 Dönme/er-Erman, age., III, 256; Önder, Ayhan, Ceza Hukuku, s.673; Adal, age., s. 190.
11 Udeh, et-Teşrîu’l-Cinaiyyü’l-hlâmî, I, 777; Âmir, et-Ta’zir fî’ş-Şeriati’l-lslâmiyye, s.522; Dönmezer- Erman, age., III, 256; Önder, age , s.689.
12 Önder, Ceza Hukuku, s.673; Adal, Hukukun Temel tikeleri, s. 190.
13 Bilmen, Ö. Nasuhi, Hukûkı Islâmiyye ve Istılahatı Fıkhıyye Kamusu, İstanbul 1985, VIII, 80; Behnesî, A. Fethi, el-Mevsûcıtü’l-Cinaiyye, Beyrut 1991, III, 44; Ergüney, age., s.88; el-Mevsûatii’i-Fıkhıyye, XX, 270; Mecelle, md. 1613; Yavuz, Cevdet, “Dâva”, DİA, Zuhaylî, Vehbe, el-Fıkhu’l-lslâmî, Dımeijk 1989, VI, 772
14 Mâverdî, el-Hüvi’l-Kebir, Beyrut 1994, XVIII, 292; Bilmen, age., VIII, 81; Yavu/., “Dâva”, DİA.
15 Dâva konusunda bilgi için bkz. ibn Âbidîn, Reddul-Muhtöır, Beyrut 1994, VIII, 285; tbn Ferhûn, Teb- sıratu’l-Hukkûnı, Kahire 1986,1, 106, Tarablusî, Muîmu’l-Hukkâm. Kahire 1973, s.58; Atar, Fahrettin, Islâm Adliye Teşkilatı, Ankara, ty., 184; Bayındır, Abdiilaziz, İslâm Muhakeme Hukuku, İstanbul 1986, s.99; Behnesî, el-Mevsûatü’l-Cinâiyye, III, 43, Üstündağ, Saim, Medeni Yargılama Hukuku, İstanbul 1989, I, 227.
16 Bu ayırımlar için bkz. en-Nâhî, S Abdullatıf, Nazariyyetu’l-Âmme fi’d-Dâva, Beyrut 1988, s.53; Ra- gıb, M. Atıyye, “ed-Da’va’l-Cinâiyye fi’t-Teşrîi’l-lslâmî”, Metelletü’l-Ezher, t.XXXII, sy, V, Kahire 1960, s.493; Üstündağ, age., I, 266, Adal, Hukukun Temel İlkeleri, s.204, Yavuz, “Dâva”, DİA; Bilmen, age., VIII, 85; Önen, Mesut, Hukukun Temel Kavramları, İstanbul 1988, s.292.
17 Hukuk Dâvalan; Eşit statüdeki kişilerin aralanndaki özel hukukla ilgili anlaşmazlıklarını kapsayan ve adli yargının medeni yargılama hukuk bölümünde görülen dâvalara denir. Ceza dâvalan; Adli yargı içinde yer alan ceza yargı organları tarafından bakılan dâvalara denir. Ceza dâvalarını; kanun koyucunun işlenmesini suç olarak nitelediği ve karşılığında ceza koyduğu filleri icra eden şahıs veya şahısların cezalandırılmalan için fert ya da kamu adına açılan dâvalar olarak tanımlayabiliriz. Bilge, Necip, Hukuk Başlangıcı, Ankara 1986, s. 156; Adal, Hukukun Temel İlkeleri, s.205; Önen, Hukukun Temel Kavramları, s.291.
18 tbn Kayyım, et-Turuku’l-Hukmiyye, Beyrut 1989, s.82; İbn Ferhun, age., II, 120
19 Üstündağ, Saim, Medeni Yargılama Hukuku, I, 229; Bayındır, age , s 67
20 Bilgi için bkz. Ûdeh, et-Teşrîu’l-Cinâiyyü’l-lslâmî, I, 7ü; Ebû Zehra, el-Cerîme, s.52; Nebhân, M Faruk, Mebâhis fi’t-Teşrîi’l-Cinâtyyi’/-İslâmî, Beyrut 19X1, s 17, Behnesî, A. Fethî, el-Cerûım fi’l-Fık- hı’¡-İslâmî. Kahire 1988, s. 15
21 lbn Nüceynı, el-Eşbâlı ve’n-Nezâir. Dımeşk 1986, s.145; Behnesî, el-Mevsûatü’l-Cinâiyye, 111, 48, el- Mevsûalü’l-Fıkhıyye. XVII, 146; Bilmen, age., VIII, 229, Bayındır, age., s. 133.
22 lbn Niiceynı, age, s 145; Bilmen, age., VIII, 229; el-Mevsûlu’l-Fıklııyye, XX, 296; Bayındır, age., s. 133.
23 lbn Ferhûn, Tebsıratu’l-Hukkâın. 11,259.
24 Bu suçlar ve dâva hakkı konusunda bilgi için bk/ Behnesî, el-Husûme, Beyrut 1987, s. 17.
25 Remli, Nihâyetü’l-Muhtâc, Mısır 1967, VIII, 333; Şîrâ/.î, el-Miihezz.eb, yy., ty.,II, 274, Behnesî, age, s.71; Bilmen, age., VIII, 230; Bayındır, age , s 133; el-Mevsûatü’l-Fıkhıyye, XVII, 146.
26 Donnıezer-Erman, age, III, 256, Önder, Ayhan, Ceza Hukuku, s. 673; Adal, age., s. 190.
27 Ibn Fâris, Müanelü’l-Luga, Beyrut 1984, I, 210; Ibn Manzûr, Lisânü’l-Lı.sân, Beyrut 1968,1, 237, el- Ferâheydî, Kitabu’l-Ayn, Beyrut 1988, III, 19; ez-Zâvî, Tertibu’l-Kâmûs, Kahire 1971, I, 237; Ahmet Rıza, Mu’cem, Beyrut 1958, II, 42.
28 Kâsânî, Hedûıu’s-SanıV, Beyrut 1986, VII, 33; Mevsılî, el-lhtiyâr, İstanbul 1951, IV, 79; tbnıi’l-Hü- nıâm, Şerhu Fethi ’l-Kadîr, Beyrut, ty., V, 3.
29 Ibn Âbidîn, ReddU’l-Muhtâr, Beyrut 1994, VI, 3; Ûdeh, age, I, 79; Akşit, M. Cevat, Islâm Ceza Hukuku, İstanbul 1976, s.47; Karaman, age., I, 138; Ebû Zehra, el-Cerîme, s.47.
30 Kâsânî, age., VII, 33; Ebû Zehra, el-Ukûbe, s. 105; Hasaneyn, İzzet, en-Na?ariyyeiü’l-Âmme, s. 19; Gâ- midî, Esbâbu Sukûti’l-Ukûbe, Mekke 1994, s.25; Avvâ, M. Selîm, Fı Usûli’n Nizâmi’l-Cinâiyyi’l-lslâ- mî. Kahire 1983, s. 171, Behnesî, el-Hudûd ft’l-lslâm, yy , ty., s.l 1
31 Cezîrî, Kıtâbu’l-Fıkh ala’l-Mezâhibi’l-Erbaa, Beyrut 1986, V, 9; Karaman, age., 1,25.
32 Kâsânî, Bedâiu’s-Sanâî’, VII, 46; Mevsılî, el-lhtiyâr, IV, 81; Ibn Nüceym, el-Eşhâh ve’ıı-Nezâir, Dı- meşk 1986, s.145; Ibn Âbidîn, Reddu’l-Muhtâr, X, 196; el-Fetâıva’l-Hindiyye, Beyrut 1986, II, 158; Kâdîhân, Fetâvâ (el-Fetâvâ’l-Hindiyye ile), III, 472; Meydânı, el-Lubâb, Beyrut 1985, III, 189; Cezîrî, Kitâbu’l-Fıkh ala’l-Mezâıhıbi’l-Erbaa, V, 73; Gâmidî, Esbâbu Sukûti’l-Ukûbe, s. 583; Bayındır, age., s. 161.
33 Serahsî, el-Mebsût, Beyrut 1978, IX, 186; Kâsânî, age., VII, 46; Mevsılî, age , IV, 82, tbnu’l-Hümâm, Şerhu Fethi’l-Kadîr, V, 56; Molla Hiısrev, Dureru’l-Hukkâm. İstanbul 1319, II, 85, Ibn Âbidîn, age, X, 196, Fuzeylât, Sukûtu’l-Ukûbât, Amman 1987, III, 81
34 Dönmezer-Erman, age., III, 266; Önder, age , s.668.
35 Tirmizı, Hudûıl, 2.
36 Âyetler için bk/.. el-Hucurât, 49/12; en-Necnı, 53/28.
37 Hadisler için bk/.. Buhârî, Vasâyâ, 8; Tirmizî, Hudûd, 2.
38 en-Necm, 53/28,
39 el-Hucurât, 49/12
40 el-Hindî, Ali el-Muttaki, Kenzu’l-Ummttl, V, 305; Şevkânî, Neylü’l-Evtûr. Beyrut, ty., V, 118; Zebîdî, Kilûbu Ukûdi’l-CevcVıiri’l-Muııîf’e, Beyrut 1985, I, 299 Yakın anlamda bk/. Ibn Mâce, Hudûd, 5.
41 Kâsânî, age., VII, 47; Mevsılî, age , IV, 81; Ibn Âbidîn, age., VI, 48; Meydânî, age., Ill, 189, Hâmid, M. Ahmed, “et-Tekâdüm ve Eseruhu fî Iskatı’l-Hudûd”, M.Ş.K., C.I.A.M.. 1988, sy. II, s. 121; Yaylalı, agm., s.162; Bayındır, age., s. 162, Muhammed, Avad, Dirâsât fî’I-Fıkhı’l-Ciıuîiyyi’l-lslâmî, Iskende- rıyye 1977, s.241.
42 Bilgi için bk/ Donme/er-Erman, age., III, 266; Önder, age, s.667; Erem, Faruk, Türk Ce?cı Hukuku, Ankara 1971, II, 474
43 Ibn Kudâme, el-Muğnî, Beyrut, ty., X, 187; Makdi.sî (Ibn Kudâme), eş-Şerhu’l-Kebîr (el-Muğnî ile),
X, 205, Ibn Ha/ııı, el-Muluıltâ, XI, 144; Ce/.îrî, age., V, 73; Ebû Zehra, el-Ceriıne, Kahire, ty., s.78; Hâmid, M. Ahmed, agııı s 118; Âmir, A., et-Ta’zir fiVŞerîati’l-lslâmıyye, s.525; Fuzeylât, Sukûlu’l- Ukûbûl, II, 9; el-Mevsûatu’l-Fıkhıyye, XIII, 124; Kandehlevî, “Nazarıyyetu’t-Tekâdüm”, s.69.
44 Serahsî, age., IX, 171; Kâsânî, age, VII, 46; Ibnü’l-Hümânı, age., V, 11; Kâdıhân, Fetâvâ, III, 476; Meydânî, age., Ill, 189, Hâmid, M. Ahmed, agm., s. 116; Kandehlevî, agm., s.26
45 “Beyyine hüccet-ı müteaddıye ve ikrar hüccet-i kaasıradır.” (Mecelle, mad. 78.) Açıklama için bkz. Zerkâ, Ahmed, Şerhu’l-Kavâidi’l-Fıkhtyye, Dımeşk 1989, s.395; Bilmen, age., I, 280; Nedvî, Ali Ah- ıned, el-Kavâidu’l-Fıkhıyye, Dıme^k 1986, s.36l
46 Mecelle, mad. 79.
47 lbn Kudâme, age., IX, 318; Mevsılî, age , V, 22; Bilmen, age., III, 27; eş-Şa/.eli, “Cinâyet”, DİA
48 Bkz Kâsânî, age , VII, 233, lbn Kudâme, age., IX, 3IX, lbn Ruşd, Hidayelü’l-MüUehid. İstanbul 1985,
II, 330; e^-Şazelı, H. Ali, “Cinâyet”, DİA
49 Kâsânî, age., VII, 233; Kâdı/âde, Neltıicü’l-Efkûr (Fethu’l-Kadir’le), IX, 137.
50 Dağcı, Şamil, İslâm Ceza Hukukunda Şahıslara Karşı Müessir Fiiller. Ankara 1996, s.41
51 Gâmidî, age., s.49; Ûdeh, age., I, 79; Şafak, Islâm Ceza Hukuku, Erzurum 1977, s.66
52 Serahsî, el-Mebsût, XXVI, 154; lbn Âbidin, X, 196; Buhûtî, Keşşâfu’l-Kına’, Beyrût 1982, V, 542; Hu- sarî, el-Kısâs, Kahire 1973, s.544; Rekbân, A. el-Alî, “el-Afv ani’l-Kısâs”, Advâu’ş-Şeria, sy.X, Riyad 1399, s 275; Ûdeh, age., II, 157
53 Ûdeh, age., I, 81; Ebu Zehra, el-Cerîme, s. 102.
54 Kâsânî, age., VII, 46; lbn Nıiceym, age., s.145; Meydânı, age., III, 189, Kandehlevi, agnı., s 71; Câd, el-Huseynî S., el-Ukûbetü’l-Hedenıyye, Kahire 1991, s. 128, Âmir, age., s 523; Muhammed, Avad, Dı- râsât, s.235.
55 Kâsânî, age., VII, 63; Mâverdî, el-Ahkâmu’s-Sullaniyye, Beyrut 1990, s.386; Ebû Zehra, age., s 112; Akşit, age., s.5().
56 Mâverdî, age , s.387, Ûdeh, age., I, 80; Behnesî, et-Ta’/.ir ti’l-lslâm, Kahire 1988, s.96
57 Ûdeh, age., I, 779; Karaman, age., I, 158; Kandehlevî, agm., .s.76; Câd, H. Süleyman, age., s. 128; Âmir, age., s.526.
58 Kâsânî, age., VII, 47; Mevsılî, el-lhtiyûr, IV, 82; Ibn Âbidîn, Reddü’l-Muhtar, VI, 47; Meydâni, el-Lü- hâh, III, 190; Ûdeh, et-Teşrîu’l-Cmâî, I, 778; Hâmıd, M. Ahmed, agnı., s. 119; Âmir, age., s.524; Kan- dehlevî, agnı., s.75; Muhammed, Avad, age., s.239.
59 Ûdeh, age., I, 777, Âmir, age., s.522; Önder, Ce?.a Hukuku, s.689.
60 Ibn Kudâme, el-Muğnî, X, 187, Makdisî, eş-Şerhu’l-Kebır, X, 205; Ce/ıri, age , V, 73; lbn Ha/.nı. age.,
XI, 144, Ûdeh, age., I, 778; Behnesî, Na?ariyyât Ji’l-Fıkht’i-Cınâiyyı’l-lslûınî, Kahire 1983, s.212; Kandehlevî, agm., s.70; Ebû Zehra, el-Cerîme, s.83; Hamid, M. Ahmed, agnı., s 117; Muhammed, Avad, age , s.242
61 Serahsî, el-Mehsût. IX, 69; Mergînânî, el-Hidcıye (Fethu’l-Kadir’le), V, 59; Ibnü’l-Hümâm, age., V, 59; Bâbertî, el-lnâye, 59; el-Fetâva’l-Hindiyye, II, 15ü; Ebû Zehra, el-Cerime, s.82; Kandehlevî, agm, s.74; Behnesî, Nazariyyât, s.212; Gâmıdî, age., s.584; Muhammed, Avad, Pirâsâl, s.242.
62 Serahsî, age , IX, 176; Muhammed, Avad, age., s.243.
63 Serahsî, age., IX, 69; Ebû Zehra, age., s.82; Kandehlevî, agııı., s.75; Behne.sî, age., s.213.
64 Serahsî, age., IX, 70; Ibnu’l-Hümâm, Fethu’l-Kadîr, V, 60; Babertî, el-lnâye, V. 60.
65 Kâsânî, age., VII, 46, lbnu’l-Humâm, age., V, 57; Meydânî, age , III, 189; Kandehlevî, a.g.m , s 71; Amir, a.g e., .s. 523; Câd, el-Huseynî Süleyman, a.g.e., s 128, Muhammed, Avad, age., s 235.
66 Ûdeh, age., 1, 779; Âmir, age., s 526; Kandehlevî, agm., s 76, Câd, H Süleyman, age., s. 128, Karaman, age, I, 158;
BİBLİYOGRAFYA
ADAL, Erhan, Hukukun Temel ilkeleri, İstanbul 1988.
AHMET, Rıza, Mu’cemu Metni’l-Lıiga, c.I-V, Beyriit 1958.
ÂMİR, Abdülaziz, et-Ta’z.irfl’ş-Şerîati’l-lslâmiyye, Daru’l-Fikri’l-Arabi, Kâhire 1969. ATAR, Fahrettin, İslâm Adliye Teşkilatı, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, ty. AVVÂ, Muhammed Selim, Fî Usûli’n-Nizami’l-Cinııiyyi’l-lslâmî, Kâhire 1983.
BÂBERTÎ, Ekmeluddîn Muhammed b. Mahmud b. Ahmed (Ö.786/1384), Şerhu’l-tnâye ala’l- Hidâye (Fethu’l-Kadir’le), C.I-1X, Beyrut, ty. (el-lnâye)
BARDAKOĞLU, Ali, “Hak”, DİA (Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi), c.XVl, İstanbul 1997.
BAYINDIR, Abdülaziz, Islâm Muhakeme Hukuku, İstanbul 1986.
BEHNESİ, Ahmed Fethi, el-Cerûimfi’l-Fıkhı’l-tslûmi, Kahire 1988.
____ , el-Hudûd ft’l-lslâ/n, Kahire ty.
____ , el-Husûme fi’l-Fıkhı’l-Cinâiyyi’l-lslâmî, Beyrut 1987.
____ , el-MevsûatU’l-Cinüiyyejl’l-Fıkhı’l-lslûmi, c.I-IV, Beyrut 1991.
67 Önder, Ayhan, Ceza Hukuku, s 114.
___ , Nazariyyatfi’l-Fıkhı’l-Cinûiyyi’l-tstâmi, Kahire 1969.
___ , et-Tu’zirfi’l-tslâm, Kahire 1998.
BİLGE, Necip, Hukuk Başlangıcı, Ankara 1986.
BİLMEN, Ömer Nasuhı (ö. 1391/1971), Hukûkı Islâmiyye ve htılahatı Fıkhıyye Kamusu, c.I- VIII, İstanbul 1985.
BUHÂRÎ, Muhammedb. İsmail (ö.256/869), el-Camiu’-Sahîh, c.I-VIII, Çağrı Yayınları, İstanbul 1992.
BUHÛTÎ, Mansfır b. Yunııs b. ldrîs (Ö.1051/1641), Keşşâfu’l-Kına’ an Metni’l-Ikna’, c.I-VI, Beyrut 1982.
CÂD, el-Hliseynî Süleyman, el-Ukûbetu’l-Bedeniyye fi’l-Fıkhı’l-Islâmi, Dâru’ş-Şıırıık, Kahire
1991.
CEZÎRÎ, Abdurrahman (ö. 1360/1941), Kitahu’l-Fıkh ala’1-Mez.ahibi’l-Erbaa, c.I-V, Beyrut 1986.
DAĞCI, Şamil, Islâm Ceza Hukukunda Şahıslara Karşı Müessir Fiiller, Ankara 1996. DÖNMEZER, Sulhi-ERMAN, Sahir, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, c.I-III, İstanbul 1967. EBÛ ZEHRA, Muhammed, el-Cerîme fi’l-Fıkhı’l-lslâmî, Kahire, ty.
___ , el-Ukûbefi’l-Fıkhı’l-tslâmî, Kahire, ty.
EREM, Faruk, Türk Ceza Hukuku, c.I-II, Ankara 1971.
ERGÜNEY, Hilmi, Türk Hukukunda Lügat ve Istılahlar, İstanbul 1973. el-FERÂHEYDİ, el-Halil b. Ahmed (v. 175/791), Kitabu’l-Ayn, thk. Mehdî Mahzûmî-lbrahim Samerrâî, c.I-VIII, Beyrut 1988.
FUZEYLÂT, Cebr Mahmûd, Sukutu’l-Ukûbâtfi’l-Fıkhı’l-İslâmî, Amman 1987.
GÂMÎDÎ, Abdullah Atıyye Abdullah, Esbâb-u Sukûti’l-Ukûhe fi’l-Fıkhı’l-İslâmî, Mekke
1994.
HÂMİD, Muhammed Ahmed, “et-Tekâdiim ve Eseruhu fı lskâti’l-Hudûd fi’ 1-Fıkhf l-tslâmî”, Mecelletü’ş-Şerîa ve’l-Kânûn (M.Ş.K.) Câmiatü’l-Îmârati’l-Arabiyyeti’l-Miittehıde, sy.II, 1988.
HASANEYN, İzzet, en-Nazariyyetu’l-Âmme li’l-Cerime, yy, 1984.
HEYET, el-Fetâvâ’l-Hindiyye, c.I-VI, Dam lhyai’t-Turâsi’l-Arabi, Beyrut 1986.
HEYET, Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye, İstanbul 1973.
HEYET, el-Mevsûatü’l-Fıkhiyye, Matbuatu’l-Mevsuatü’l-Fıkhıyye, c.I-XXXIV, Kuveyt 1984-
1995.
el-HİNDÎ, Alauddin Alî el-Muttakî b. Husâmııddîn (0.975/1567), Kenzu’l-Ummâlfi Süneni’l- Akvâl ve’l-Efâl, c.I-XVIII, Beyrut 1993.
HUSARÎ, Ahmed, el-Kısâs, ed-Diyât ve’l-Isyâınü’l-Müsellahfi’l-Fıkhı’l-tslâmî, Kahire 1973. İBN ÂBİDÎN, Muhammed Emin b. Ömer (ö. 1252/1836), Reddü’l-Muhtar ala’d-Dürri’l-Muh- tar, c.I-XII, thk. Âdil Ahmed Abdülmevcud-Ali Muhammed Mııavvaz, Beyrut 1994.
İBN FÂRlS, Ebfl’l-Huseyn Ahmed b. Fâris b. Zekeriyya (ö. 395/1004), Mucmelu’l-Luga, thk.
Züheyr Abdıılmııhsin Sultan, c.I-IV, Beyrut 1984.
İBN FERHÛN, Burhanuddin İbrahim b. Ali el-Malikı (Ö.799/1396), Tehsıratu’l-Hukkam ji Usûli’l-Akdıyye ve Menâhici’l-Ahkâm, c.I-II, Kahire 1986.
İBN KAYYIM, Şemsiıddın Ebıı Abdillah Muhammed b. Ebi Bekr (ö.751/1350), et-Turuku’l-
Hukmiyye fi’ s-Siyaseti’ ş-Şer’iyye, Beyrut 1989.
IBN KUDÂME, Ebıı Muhammed Abdullah b. Ahmed b. Mııhammed (Ö.620/1223), el-Muğnî, c.I-XII, Daru’l-Fikri’l-Arabi, Beyrut, ty.
IBN MÂCE, Ebû Abdullah Muhammed b. Yezîd el-Kazvînî (v.273/886), Sünenü tbn Mâce, c.I-Il, Çağrı Yayınları, İstanbul 1992.
IBN MANZÛR, Cemaluddin Mııhammed b. Miıkerrem (Ö.711/1311), Lisânü’l-Usân Tehz.îbu Lisâni’l-Arab, c.I-Il., Beyrılt 1993.
IBN NÜCEYM, Zeynüddin b. İbrahim b. Muhammed (0.970/1562), el-Eşhcîh ve’n-Nezâir, Dı- meşk 1986.
IBNÜ’L-HÜMÂM, Kemalüddin Muhammed b. Abdilvâhid (ö.861/1457), Şer hu Fethı’l-Kadîr (Tekmilesi Netâicii’l-Efkâr ile), c.l-lX, Beyrut, ty.
KÂDIHÂN, Fahruddîn Haşan b. Mansfır b. Mahmûd el-Özcendî (0.592/1196), Feiâvâ Kâıdı- hân (el-Fetava’l-Hindiyye kenarında), c.I-IV, Beyrut 1986.
KÂD1ZÂDE, Şemsüddin Ahmed b. Bedriiddîn Mahmut (Ö.988/1580), Netûicu’l-Efkar fi Keş- fı’r-Rumûz ve’l-Esrâr (Fethu’l-Kadîr’le), c.I-IX, Beyrut, ty.
KANDEHLEVÎ, Sâcidtiddin es-Sıddîkî, “Nazariyyetii’t-Tekâdiim fi’ş-Şerîati’l-Islâmiyye”, ed- Dirâsâtü’l-Islâmiyye (D.I.), c.XVII, sy.II, 1982.
KARAMAN, Hayreddin, Mukayeseli İslâm Hukuku, c.I-IIl, İstanbul 1987.
KÂSÂNİ, Alâuddin Ebû Bekrb. Mes’ûd (Ö.587/1191), Bedâiu’s-Sanâi’ fi Tertibi’ş-Şerüi’, c.I- VII, Beyrut 1986.
MAHMASÂNÎ, Subhî, en-Nazariyyetü’l-Âmme li’l-Mûcebât ve’l-Ukûd, c.I-III, Beyrut 1948.
MAKDİSÎ (lbn Kudame), Muhammed b. Ahmed b. İbn Kudâıne (Ö.682/1283), eş-Şerhu’l-Ke- bîr (el-Muğnî ile), c.I-XII, Dâru’l-Fikri’l-Arabî, Beyrut, ty.
MÂVERDÎ, Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed b. Hubeyb (Ö.450/1058), el-Ahkâmii’s-Sultâniyye ve’l-Vilâyâtü’d-Diniyye, Beyrut 1990.
___ , el-Hâvi’l-Kebîr fi Fıkhi Mezhebi’l-tmami’ş-Şafiî, c.l-XVlII, Beyrut 1994.
MERGÎNÂNÎ, Ali b. Ebıı Bekr (0.593/1197), el-Hidâye Şerhu Bidayeti’l-Miibtedî (Fethu’l- Kadir’le), c.l-lX, Beyrut, ty.
MEVSILÎ, Abdullah b. Mahmud (Ö.683/1284), el-thtiyâr li Ta’lîU’l-Muhtar, c.l-V, İstanbul 1951.
MEYDÂNÎ, Abdulganiyyi’l-Ganemi (ö. 1289/1881), el-Lübâb fi Şerhi’l-Kitâb, c.I-IV, Beyrut 1985.
MOLLA HÜSREV, Muhammed b. Ferâmuz b. Ali (Ö.885/1480), Dureru’l-Hukkâm fi Şerhi Cureri’l-Ahkâm, c.I-11, İstanbul-1319.
MUHAMMED, Avad, Dirâsâtfi’l-Fıkhi’l-Cinâiyyi’l-tslâmî, İskenderiye 1977.
en-NÂHÎ, Salahuddîn, Abdullatif, Nazariyyetu’l-Âmmefi’d-Da’vâ, Beyrut 1988.
NEBHÂN, Muhammed Faruk, Mebâhis fi’t Teşrîî’l Cinûiyyi’l İslâmî, Beyrut 1981.
NEDVÎ, Ali Ahmed, el-Kavcddu’l-Fıkhıyye, Dıme.şk 1986.
ÖNDER, Ayhan, Ceza Hukuk Dersleri, İstanbul 1992.
ÖNEN, Mesut, Hukukun Temel Kavramları, İstanbul 1988.
RÂGIB, Muhammed Atıyye, “ed-Da’va’l-Cinâiyye fi’t-Teşrii’I-Islâmî”, Mecelletu’l-Ezher, c.XXXII, sy. V, Kahire 1960. REKBÂN, Abdullah el-Alî, “el-Afv ani’l-Kısâs fi’n-Nefs fi’ş-Şeriati’l-lslâmiyye”, Advau’ş- Şericı, sy.X, Riyad 1399.
REMLİ, Şemsiiddin Muhammed b. Ahmed b. Hamza (ö. 1004/1595), Nihâyetü’l-Muhtâc ilâ Şerhi’l-Minhâc, c.I-VIII, Mısır 1967.
SENHÛRÎ, Abdlirrezzâk Ahmed, Masâdırü’l-Hakkfı’l-Fıkhı’l-lslâmt, c.I-VI, Beyrut 1953. SERAHSÎ, Şemsti’l-Eimme Muhammed b. Ahmed (0.483/1090), Kitâbü’l-Mebsût, c.I-XXX, Beyrut 1978.
ŞAFAK, Ali, Hukuk Terimleri Sözlüğü, Ankara 1992.
____ , Mezheplerarası Mukayeseli tslâm Ceza Hukuku, Erzurum 1977.
ŞEVKÂNÎ, Muhammed b. Ali (ö. 1250/1832), Neylü’l-Evtâr fi Şerhi Munteka’l-Ahbâr, c.I-VI- II, Beyrut, ty.
eş-ŞAZELİ, Haşan Ali, “Cinayet”, DlA., c.VIII, İstanbul 1993.
ŞÎRÂZÎ, Ebû lshak İbrahim b. Ali b. Yusuf (Ö.476/1083), el-Mühezzeb, c.I-H, Dârii’l-Fikr, yy.,
ty-
TARABLUSÎ, Alauddîn Ali b. Halil (v.844/1440), Muînu’l-Hukkâm, Kahire 1973.
TANER, Tahir, Ceza Hukuku, İstanbul 1949.
TİRMİZÎ, Muhammed b. İsa (Ö.279/892), Sünenü’t-Tirmizî, c.I-V, Çağrı Yayınlan, İstanbul
1992.
ÛDEH, Abdülkadir (ö. 1374/1958) ei-Teşrîu’l-Cinâiyyü’l-İslâmî Mukârenerı bi’l-Kûnûni’l- Vad’î, c.I-II, Beyrut, ty.
ÜSTÜNDAĞ, Saim, Medeni Yargılama Hukuku, c.I-II, İstanbul 1989.
YAYLALI, Davut, “İslâm Hukukunda Zamanaşımı”, U.Ü.t.F.D. (Uludağ Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Dergisi), sy.IV, c.IV, Bursa 1992.
YAVUZ, Cevdet, “Dâva”, DlA., c.IX, İstanbul 1994.
ez-ZÂVI, Tâhir Ahmed, Tertîbu’l-Kâmûsı’l-Muhît ala Tarikati’l-Misbâhı’l-Munîr, c.I-IV, Kahire 1971.
ZEBÎDÎ, Muhammed Murteza (ö. 1145-1732), Kitabu Ukûdi’l-Cevâhiri’l-Münife, c. I-II, M. Risale, Beyrut 1985.
ZERKA, Ahmed b. Muhammed. (ö. 1357/1938), Şerhu’l-Kavâdi’l-Fıkhıyye, Dımeşk 1989. ZUHAYLÎ, Vehbe, el-Fıkhu’l-Islâmî ve Edilletuhû, c.I-VIII, Dıme.şk 1989.