Makale

ULEMA VE OSMANLI YENİLEŞMESİ: II. MAHMUD’UN BAZI ISLAHATI KARŞISINDA ULEMANIN TUTUMU ÜZERİNE TESPİTLER

ULEMA VE OSMANLI YENİLEŞMESİ: II. MAHMUD’UN BAZI ISLAHATI KARŞISINDA ULEMANIN TUTUMU ÜZERİNE TESPİTLER

Dr. Seyfettin Erşahin*

Osmanlının XIX. yüzyılın başlarındaki yenileşme sürecine ulemanın olumlu kat­kıları, büyük ölçüde, daha sonraki dönemlerde ortaya konan ıslahat programlarının geleceğini etkilemiştir. Ulema söz konusu ıslahatı niçin, nasıl ve hangi delillerle des­teklemiştir? Ulemanın bu yenileşmeye getirdiği yorumlar, daha sonraki yıllarda Ba­tılılaşma/ Avrupalılaşma adını alan yenileşme ile İslam arasında bir uzlaşma olarak değerlendirilebilir mi? Bu yazının bir amacı bu sorulara cevap arama çabalarına mü- tevazi bir katkı katkıdır.

Ulema, klasik dönemlerde iktidarın meşruiyet kaynaklarından en önemlisi olan şeriatın yorumcusu, yöneten ile yönetilen üzerinde nüfuz sahibi, bu iki kesim arasın­da köprü ve ülkedeki aydın kesimin en önemli bölümü idi. Dolayısıyla bu yetki ve so­rumlulukları haiz bir grup gözardı edilerek gerçekleştirilmeye çalışılacak herhangi bir ıslahat programının başarıya ulaşma şansı oldukça azdı.

Yenileşme insanlığın karakteri, hayatın kendisi, ilerlemenin ve gelişmenin anah­tarıdır. Bu gerçekliğe İslam düşüncesinde Ebu Davud’da yer alan “Allah her yüzyılın başında bu ümmete, dinini yenileyecek bir yenileyici/müceddid gönderecektir” (Melahim, 1) rivayeti ile işaret edilmiştir, hatta yenileşmeye meşruiyet kaynağı oluşturul­muştur. Nitekim İslam da, bir bakıma, geldiği çağ için, dinî, sosyal, ekonomik ve kül­türel ilkeleri ile bir yenilik idi.

Yenileşme klasik olarak "gelişmiş toplumun özelliklerinin az. gelişmiş bir toplum tarafından alınması olarak tarif edilmiştir. Batı dillerindeki karşılığı modernleşme olan yenileşme, XV. yüzyıl Avrupasında “toplum ve kiiltürdeki büyük dömişum (transformasyon)” iken daha sonraki yüzyıllarda “insanlar anısında sıkı işbirliği ya­parak tabiatın kontrol altına alınmasını" hedefleyecek kadar anlam genişliğine ka­vuşmuştur. Bu durumda yenileşme insanın, zaman, tabiat-çevre ve hemcinsleri ile ilişkilerini, geleneksel kalıpladan çıkararak yeni şartlara göre dönüştürmeyi ifade et­meye başlamıştır2. Bu da ekonominin sanayileşmesi, bilginin aklîleşmesi/laikleşmesi ve yönetimin bürokratikleşmesi ile başarılacaktır3.

Yaklaşık üç asırdır Avrupa dışındaki dünya tarafından hayata geçirilmeye çalışı­lan dönüşüm, kimi zaman Batılılaşma veya Avrupalılaşma olarak adlandırılmıştır. Ancak bu sözcükler Batı’nın siyasi, sosyal ve kültürel değerleri etrafında Avrupa merkezli bir dünyayı çağrıştırdığı için, yenileşme/modernleşme sözcüklerinin daha nötr ve evrevsel bir kavram olduğu düşünülmektedir.

Osmanlıda ıslahat veya tecdid/cedid kavramlarıyla ortaya konan yenileşmenin içeriği zamana göre değişiklik göstermiştir. Klasik dönemlerin hemen akabinde beli­ren durgunluğu gidermeye yönelik ıslahat daha çok kanım-1 kadime dönmek olarak algılanırken XIX. yüzyıldan itibaren Avrupalılaşma veya Batılılaşma şeklini almıştır. Burada şuna da işaret etmeliyiz ki Osmanlı ıslahatı savunmacı toplumun kendinden gelmeyip tepeden inme nitelikte bir yenileşme hamlesi olarak gelişmiştir.

Yenileşme açıkça geleneksel yapının değiştirilmesini öngörüyordu. Osmanlımn geleneksel sisteminin tepesinde sultan oturuyordu. Sultanın iktidan, asker sahibi ol­madan iktidar sahibi olunmaz, para sahihi olmadan asker sahibi olunamaz., zengin reaya/halk sahibi olmadan para sahibi olunamaz, adaleti tesis etmeden de zengin re­aya olmaz.” ilkesine dayanıyordu. Bu anlayışa göre örgütlenen Osmanlıda bütün yet­kilerin sultanda toplandığı bir yönetim sistemi vardı. Sultan çeşitli icra görevlerini kul adı verilen sivil ve askeri bürokrasi ve ulemaya vermişti. Bütün yönetim birimleri doğrudan Saraya yani merkezi hükümete bağlı idi. Devletin hukuku büyük ölçüde şe­riata dayanıyordu. Ulemanın başı olan Şeyhülislam şeriat adına görüş belirten en yük­sek makam idi. Bununla beraber doğrudan doğruya yönetime müdahale etme hakkı yoktu. Fakat XVIII. yüzyılda bütün önemli yönetim işlerinde .Şeyhülislamın görüşü­nü almak, gelenek, hatta ilke haline geldi. Bu uygulama daha sonraki ıslahatçıları zor durumda bıraktı. Çünkü bütün yenilikler gelenek için, dolayısıyla geleneğin kalesi olarak algılanan şeriat için birer tehdit unsuru olarak kabul edildi.

Osmanlı toplumu askeriye ve reayadan oluşuyordu. Askeri sınıfa, yönetim birimle­rinde çalışan seyfiye (ordu), kalemiye (sivil bürokrasi) ve ilmiye (ulema sınıfı) dahildi. Müslüman ve gayr-i müslim nufusdan meydana gelen ve en temel görevi vergi vermek olan reaya yönetime hiç katılamıyordu4. Osmanlı devletinde etkli gruplar, vurucu güce sahip olan askeri sınıf (Yeniçeriler), devletin meşruiyet ve hukuk kaynağını elinde tut­an ulema ve XVIII. yüzyılda birer mahalli gtiç olarak ortaya çıkan âyânlar idi5.

Osmanlı yönetim usûlü, İslam ve Türk bozkır geleneğinin bir devamıydı. Mutlak hakimin padişah/sultan olduğu bu sistem nizam-ı alemin korunması, adaletin tesis edilmesi ve emanetin ehline verilmesine dayanıyordu. Osmanlıda kamu düzenini ifa­de eden nizam-ı alem siyaset-i ilahi (şeriat) ve siyaset-i sultani (yasağ-ı padişahi ve­ya örf) ile korunuyordu6. Osmanlı, adaletin tesisini varoluş nedenlerinden biri olarak görüyordu; adalet mulkiin temeli idi. Mülk/iktidar ancak adaletle ayakta kalabilirdi. Nitekim Koçi Bey XVII. yüzyılda bunu “kiifiir ile dünya durur, zulüm ile durmaz" şeklinde kaydetmişti7. Esasen klasik dönemde Osmanlı Devleti daire-i adi (adalet da­iresi) denilen denge üzerinde duruyordu: Kınalızade Ali’nin Ahlak-ı Alai’sinde bu şöyle belirtilmişti: “Adidir mıtcih-i salah-1 cihan; cihan bir bağdır divarı devlet; dev­letin nâzımı şeriattır; şeriata hâris olamaz illa melik; melik zapteyleyeıııez illa leşker; leşkeri cem edemez illu mal; malı cenı eyleyen reayadır; reâyâyı kul eder padişah-ı âleme adi. ”x Nizam-ı alemin korunması ve adaletin tesisi ve yönetimin başarılı ola­bilmesi de emanetin ehline verilmesine bağlı idi. Nitekim şeriatın kaynağı Kur’an’da “Gerçekten Allah size emanetleri ehline vermenizi ve hükmettiğinizde adaletle hük­metmenizi emreder". (Nisa, 4/58) ilkesine yer verilmişti. Bu ilkeye uymak devlet ve halkın selâmeti, refahı ve yükselmesinin başlıca vasıtalanndandı.

Islahata Giden Yol

XVI. yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı Devleti’inde duraklama dönemi başlamış­tı. Geleneksel sistemdeki dengeler bozulmaya yüz tutumuş, XVII. yüzyılda zaaflar iyice belirmişti. Bu yüzyılda İstanbul ve eyaletlerdeki isyanların yanında, Anado­lu’nun önemli bölümüne dağılan Celali isyanları başgöstermişti. 1683 tarihli ikinci Viyana Seferi’indeki başarısızlık ve 1699’da Avusturya karşısında alman yenilginin akabinde imzalanan Karlofça Antlaşması, Osmanlıya Avrupanın üstünlüğünü kabul ettirmişti. Kısaca, Osmanlı iktidan içte ve dışta büyük sıkıntılarla karşı karşıya kal­mıştı. Ancak bütün bu sorunlara çözüm getirecek ciddi ıslahat hareketlerinden söz edilemez. XVII. yüzyılda gerilemenin sebepleri hakkında layiha ve risaleler kaleme alan Osmanlı ileri gelenleri, esas sebebi nizam-ı aleme ihtilal ve reaya ve herayaya infial şeklinde yorumlamışlar ve kanun-ı kadim’e dönmeyi önermişlerdi9.

XVIII. yüzyılda ise adı konnıamakla beraber Avrupa’dan etkilenen ıslahat hare­ketleri başlatılmıştı. Lale Devri (1718-1730) diye adlandırılan zaman diliminde mat­baanın açılması (1727) ile bazı sanat dalları ve eğlence hayatındaki gelişmeler bir ta­rafa bırakılırsa XVIII. yüzyılda yapılan ıslahatın esasını askeri ıslahat oluşturuyordu. Bununla beraber Osmanlılar yenilgilerden kurtulamıyorlardı. Osmanlı-Rus Savaşı (1768-1774) sonunda imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması (1774) ile öteden beri OsmanlIlara bağlı olan Kınm Hanlığı elden çıktığı gibi, Ruslara, Osmanlı Devleti uy­ruğundaki ortodokslara himaye hakkı tanındı. Bu madde Rusların içişlerine karışma­sı demekti. Bunun akabinde Rusya uzun yıllar müslüman toprağı olarak kalan Kırım’ı 1779’da ilhak etti. Öte yandan Osmanlı Devleti, nispeten makul şartlarla Avusturya ile 1791’de Yaş Antlaşması’nı imzalamak zorunda kaldı. Bu gelişmeler Osmanlılar üzerinde büyük bir olumsuz etki bıraktı.

Bu sırada, 28 yaşında tahta geçen III. Selim (1789-1807), bilgi ve yeteneğine gü­venerek, Devlet-i Aliyye’yi kurtarmaya girişti. Sultan’ın isteği üzere ilgililerin hazır­ladıkları layihalarda, öncelikle ordunun ıslah edilmesi vurgulanıyordu. III. Selim, bir dizi tamamlayıcı ıslahatla birlikte, orduyu Avrupa orduları düzeyine çıkarmaya karar verdi. Nizam-ı Cedid adıyla kurduğu yeni ordu ile bu yönde adımlar attıysa da muha­liflerin direnişi ile karşılaştı. Kabakçı Mustafa önderliğindeki muhalif Yeniçeriler, Şeyhülislam Ataullah Efendi’nin desteğini de alarak 1807’de III. Selim’i tahttan in­dirdiler10.

XVIII. yüzyılda yapılan ıslahat, öncekilere bakarak, daha esaslı ve sonuçları ba­kımından daha verimli olmuştur. Bu dönemde Osmanlı yetkilileri pek çok alanda Av­rupa’dan geri olduklarını anlamış ve bu gerilemenin sebepleri üzerinde durarak çare­ler bulmaya çalışmışlardır. Ancak bu ıslahat hareketleri de öncekiler gibi padişah ve çevresindeki bir kaç devlet adamının girişimi olmaktan öteye gidememiş, toplumsal bir taban bulamamış ve kapsamı genişletilememiştir.

I. II. Mahmud’un Islahatı

III. Selim’in tahtan indirilmesinin akabinde yaşanan kısa fetret döneminden son­ra, II. Mahmud 28 Temmuz 1808’de Osmanlı tahtına çıktı. II. Mahmud zamanı (1808-1839) Osmanlı Devleti’nin en buhranlı dönemlerinden biri olmasına rağmen ıslahat bakımından en karekteristik dönemini teşkil eder. Söz konusu dönemdeki ıs­lahatın kapsamı genişletilmiş ve etkilen günümüze kadar uzanan sonuçlar alınmıştır.

Sultan Mahmud, siyasi, askeri, sosyal ve ekonomik yönden orta çağ yapısında olan Osmanlı Devleti’ne Avrupai bir nitelik vererek tahtını, mülkünü ve reayasını bu­nalımdan kurtarmaya çalıştı. Bu amacına ulaşmak için de esasen merkez,deştirme si­yaseti izledi. Diğer bütün ıslahatı bu siyaseti başarmaya yönelik girişimlerdi. II. Mah- mud’un yapması gereken, yüzyıllara dayanan îslami toplum ve yönetim geleneğinin direncini kırmak, bu meyanda İstanbul ve taşradaki halkın önemli bir kısmının da desteğini kazanan güçlü sımflann muhalefetinden kurtulmaktı.

II. Mahmud, içte ve dışta iktidannı tehdit eden pek çok tehlikeyi adım adım orta­dan kaldırdı. Iç tehditlerin başında eyaletlerde ortaya çıkan isyanlar geliyordu. Ekim 1808’de padişahın da imzaladığı Sened-i ittifak ile Anadolu ve Rumeli’de merkeze yan bağlı veya asi durumda bulunan ayanlar ve derbeyler tekrar merkeze itaati kabul etmişler ve orduda bazı yenilikler yapılması öngörülmüş, padişahın bazı yetkileri de kısıtlanmıştı11. Sultan 1809’dan başlayarak ayanları tenkil etti ve hemen hemen bü­tün mahalli otoriteleri ortadan kaldırdı. Osmanlıyı tehdit eden dış tehlikelerin başın­da Ruslarla yapılan savaşlar geliyordu. Ekim 1806’da başlayan Osmanlı-Rus savaşı ve Şubat 1807’de Ingiltere ile girişilen deniz savaşı henüz sonuçlanmamıştı. Bunun yanında Osmanlı ülkesinin bazı bölgelerinde bir dizi isyanlar vardı. Arabistan’da 1812’de Vehhabi isyanı başgöstermişti. 1820’de Eflak ve Boğdan ve 1821’de bağım­sızlık talebiyle Mora isyanı çıkmıştı. Mısır valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa da dev­lete kafa tutmaya başlamıştı. Buna ek olarak Temmuz 1830’da Fransızlar Cezayir’i işgal etmişlerdi.

II. Mahmud dönemindeki iç ve dış gelişmelerden dolayı Osmanlı Devleti’nin ge­leceği konusunda İstanbul’da karamsar bir hava olduğu kaynaklardan anlaşılmakta­dır. Tarih boyunca bazı İslam toplumlannda olduğu gibi, bu şartlar altındaki İstan­bul’da da bir kurtarıcı, yani Mehdi bekleniyordu. Başkent halkı kahvehanelerde ve çeşitli toplantı yerlerinde, ulema ve ümera ise saraylarda ve konaklarda Mehdi gel­meden bir şey yapılamayacağına inanmaya başlamıştı. Bu karamsar beklentiye izzet Molla’nın cevabı dinamik ve mantıklı oldu: “... Gelelim zuhur-i Mehdi yakın iken ni- zanı-ı âlem olamaz, diyen adamlara. Şöyle cevap veririz, ki mehdi yarın zuhur edecek olsa biz. hu günden adalet ve nısfete çalışalım ki bizi Mehdi-i Muııtazar adi ıı dadde ¡>öriib aferin desin. ... Mehdi zuhur edecek diyerek tanzim-i memalik etmenin manası

11 Halil İnalcık, “Sened-ı İttifak ve Gülluıne Hatt-ı Humayunu", Belleten, XXVIII/109-112, 1964,603-652.

yoktur... Hultısa-i kelam herkese nizanı verilmedikçe şu ııslub-ı kadim üzere kim çare mülahaza ederse vahi ve izaa-ı inayet olduğu zahirdir. ”12

Merkezi iktidarını güçlendiren II. Mahnuıd bir an önce ıslahata geçmek istiyordu. Ancak öngörülen ıslahatın hayata geçirilmesi için bunların gerekliliğine inanan iyi bir kadroya ihtiyaç vardı. II. Mahmud’un böyle bir şansa sahip olduğu tam olarak söyle­nemez. Söz konusu reformları sonuna kadar, 1827-1836 yıllarında seraskerlik, daha sonra da sadrazamlık yapan Hüsrev Paşa destekledi. Onun desteği daha çok nizamı sağlamak, başkadılan bastırmak şeklinde oldu. Bunun yanında 1801’de Fransa’da el­çilik yapan ve Avrupayı tanıyan Galip Paşa, II. Mahmud zamanında sadrazamlık da­hil çeşitli makamlarda bulundu ve ıslahatın hayata geçirilmesinde padişahın yanında yer aldı. Öte yandan, Sultan, sınırlı sayıda Avrupalıyı ıslahatına destek vermeleri için sarayına davet etti13.

II. Mahmud, kendisini sadece askeri ıslahatla sınırlayamazdı; idari, mali, eğitim, hatta sosyal ve kültürel alanlarda bile ıslahata ihtiyaç vardı. Bir bakıma, D. A. Rus- tow’un dediği gibi bu gerekli ve mantiki bir süreç idi:

“Ordu siyasi yapıdan tecrid edilerek ıslah edilemezdi. Yeni ordu, matematik, Fransızca, coğrafya konularında eğitilmiş subaylar ve ‘Alla Franca’ tıbbi eği­tim almış doktorlara muhtaçtı. Asker toplama ihtiyacı, sultana rağmen güçlü vasalların bulunduğu eyaletlerde idarenin güçlendirilmesini gerekli kıldı. Yeni ordu ve idarenin masrafları yem bir vergi sistemine gebe idi. Geleceğin subay­larını, idarecilerini ve vergi tahsildarlarını yetiştirmek için tamamen yeni bir okul sistemi kuruldu. Okul için çok paraya ihtiyaç vardı, öğretmenlerin eğitimi ise çok okulu gerektiriyordu.”14

Bu gereklilik çerçevesinde II. Mahmud zamanında yapılan ıslahatı askeri, idari, sosyal, kültürel, ekonomik-sınai ve sağlık alanlarında olmak üzere altı başlık altında toplayabiliriz. Askeri alanda, Asakir-i Mansure-i Muhammediye oluşturulmuş, aske­ri talim usulleri ihdas edilmiştir, idari alanda, gelenksel kurumlann yerine nezaretler ve meclisler kurulmuştur (Umur-ı Dahiliye Nezareti, Umur-ı Hariciye Nezareti, Ma­liye Nezareti, Evkaf Nezareti, Meclis-i Has, Meclis-i Dar-ı Şura-yı Askeri, Meclis-i Vala-yı Ahkam-ı Adliye ile ziraat, sanayi ve ticaret için meclisler). Sosyal alanda, kı­lık-kıyafet ve postacılıkta yenilikler yapılmış, ilk nufus sayımı gerçekleştirilmiştir. Kültürel alanda, ilk öğretim mecburi hale getirilmiş, askeri ve tıbbi yem okullar açıl­mış, ilk Türkçe gazete çıkarılmış, Avrupa’ya öğrenci gönderilmeye başlanmıştır. Ekonomi ve sanayide yeni adımlar atılmış, çeşitli sanayi dallarında fabrikalar kurul­muştur. Sağlık konusunda da yenilikler yapılmış, hastaneler açılmış, karantina uygu­lamasına geçilmiş, halk sağlığını korumaya yönelik küçük yayınlar yapılmıştır15.

Bu ıslahattan bazıları üzerinde biraz durmak istiyoruz.

II. Mahmud ıslahatına önce ordudan başladı. 17 Haziran 1826’da, İstanbul halkı­nın yardımıyla, yüzyıllardır devletin muhafızlığını yapmış, zaferden zafere koşmuş, fakat son zamanlarda iyice yıpranmış olan tarihi Yeniçeri Ocağı’nı ortadan kaldırdı16. Bu olay Osmanlı belgelerinde ve tarihlerinde Vaka-i Hayriyye olarak adlandırdı. Ye­niçerilerin yerine Avrupai tarzda Asakir-i Munsure-i Muhammediye adı verilen aske­ri birlikler kuruldu. Ordunun ıslahı çerçevesinde diğer askeri birlikler de yeniden teş­kilatlandırılıp, donanma modernleştirildi.

Sosyal alandaki kılık-kıyafet ıslahatına gelince, II. Mahmud yeni ordusu için 1826’da Avrupai tarzda ceket ve pantolondan oluşan üniforma giydirdi. Bunun ya­nında 1829 tarihli bir fermanla askerin Kuzey Afrika asıllı bir baş kıyafeti olan Fes’i giymesini şart koştu17. Padişah kademeli olarak kıyafet ıslahatının kapsamını geniş­letti. Aynı yıl çıkarılan bir fermanla çeşitli devlet dairelerindeki memurların yeni kı­yafetlerinin şekli ve özellikleri ilan edildi. Söz konusu fermanla, ulemanın dışındaki devlet memurları, fes, cübbe veya harvani, pantolon ve siyah deri iskarpin giymeye mecbur tutulduıs.

Buna paralel olarak, Osmanlı saraylan ve paşa konaklan Avrupai tarz mobilya ile döşenmeye ve süslenmeye başlandı19. Devletin ileri gelenleri, özellikle asilzâdeler sı­nıfı, günlük hayatlarında Batının sosyal gelenek ve alışkanlıklarını sergilemeye baş­ladılar. Artık konaklarda Avrupai eğlenceler ve Belgrad Ormanlan’nda av partileri düzenleniyordu. İstanbul’daki Avrupa büyükelçiliklerinde, Osmanlı devlet ricali, söz konusu büyükelçilerin hanımlan ile dansa kalkıyorlardı20. Saray ve Bab-ı Ali’de ya­bancı diplomatlann kabulünde geleneksel usul bırakılarak Avrupai protokol kaidele­ri cari kılındı21. Sultan II. Mahmud’un önderliğinde, geleneksel uzun sakallar kısal­tıldı, hatta bazan tamamen tıraş edildi22. Sultan, bazan sakallannı kısaltmaktan kaçı­nan üst düzey devlet görevlilerini azarlıyordu. Avrupai yeniliklere olan düşkünlük o derece artmıştı ki Avrupa’dan gelen at eyerleri başkent İstanbul’da moda ve itibar alameti haline gelmişti23.

Kültür ve haberleşme alanındaki en önemli adımlardan biri Türkçe ilk resmi ga­zetenin Tukvim-i Vakayi adıyla 25 C. Evvel 1247/1 Kasım 1831’de yayın hayatına başlaması oldu24. Bunun yanında en karakteristik yeniliklerden birisi de hiç kuşkusuz devlet dairelerine padişahın resminin asılmaya başlanmasıdır. II. Mahmud 1832’de kendi resminin devlet dairelerine ve askerî kışlalara takılmasını mecbur kıldı. Döne­min ulemasının çoğunluğu bu uygulamayı dine aykın olarak değerlendirse de II. Mahmud bir resmini de Meşihat-ı Islamiye Dairesi’ne göndermekten geri durmadı. Bunun yanında, tarihçi Lütfi, Sultan’ın resminin, ulema ve meşayihin dualan ile zen­ginleştirilen büyük bir devlet töreniyle Selimiye Kışlası’na asıldığını kaydeder25.

II. Ulemanın Islahat Karşısındaki Tutumu

Osmanlı ileri gelenleri ve toplumu Avrupa’ya mesafeli duruyordu. Özellikle Fransız Devrimi’nden sonraki Avrupa ve Fransa’nın Osmanlı kamuoyunda imajı pek de olumlu değildi. Reisu’l-Küttap Ahmed Atıf Efendi’nin 1798’de hazırladığı layi­hasında Fransız Devrimi’nin daha çok laik niteliğini vurgulamakta; devrimci grubun bütün kutsal değerler ve inançları terk ettiğini, din adamlanna saygısızlık yaptığını, akla taparcasına değer verdiğini, Fransa’ya fitne ve fesat saldığını ileri sürmektedir26.

Fransız Devrimi’nin İslam dünyası ve Osmanlı Devleti’ndeki yansımaları ve algıla­malarını, belki de en güzel ortaya koyan belgelerden birisi, Napolyon’un 1798’de Mısır’a çıkması üzerine Suriye, Mısır ve Arabistan’da Arapça olarak dağıtılan şu bil­diridir:

“Bismillahirrahmanirrahim,

Ey Allah’ın birliğine ve müsliiman ümmetine inanmış olan sizler, şunu bilirsi­niz ki: Fransız milleti, göklerin ve yerin Rabb’ının birliğine ve Kıyamet Günü şefaatçisinin risaletine de inanmazlar. Bütün dinleri terk ettiler, ahireti ve onun cezalarını inkar ettiler. Kiliselerini ve haçların süslerini yağmaladılar, rahiple­rine ve keşişlerine saldırdılar. Peygamberlerin getirdiği kitapların açık hataları olduğunu. Kur’an, Tevrat ve Incil’in uydurma olduğunu, bütün insanların in­sanlıkta eşit olduğunu birinin diğeri üzerinde bir üstünlüğü ve meziyeti olma­dığına inanırlar...”27

Bu belgelerden de anlaşıldığı gibi aslında Osmanlı kamuoyu Avrupa’dan gelen veya ondan mülhem olarak ortaya konan ıslahata karşı oldukça duyarlı ve tepkili du­rumdaydı. Bu nedenle II. Mahnıud dönemi resmi uleması, sultan-halife tarafından gerçekleştirilmek istenen Avrupai ıslahata dinî referans bulmak sorumluluğu ve mec­buriyeti altındaydı.

Islahat karşısında bütün bir ilmiye sınıfının aynı tutumu sergilemediği bilinmek­tedir. Üst düzey ulema, bazan muhalefetle beraber olmuşsa da, esasen sultanların ıs­lahat programlanna destek vermiş, alt düzey ulema ise çoğunlukla muhalefetin yanın­da yer almıştır. Ulemanın bu kesimi kamuoyunu yönlendiren ve sayıca çok olan ta­raftı. Mahmud’un yenileşme hamlesinde başarıya ulaşmasının en önemli sebeplerin­den biri de alt düzey ulemanın da desteğini kazanmasıdır. Heyd ve Levy, II. Mah­mud’un özellikle muhalefetin esas unsurunu oluşturan alt düzey ulemanın desteğini almak için izlediği politikayı büyük ölçüde ortaya koymuşlardır28. Biz, bu desteğin sağlanmasında takip edilen siyaseti özetledikten sonra, esasen, Avrupaî bir nitelik ka­zanan ve hayatın bütün yönlerini kapsayan II. Mahmud’un ıslahatına üst düzey ule­manın bulduğu dinî delilleri tespit ve tahlil etmeye çalışacağız.

Mahmud söz konusu desteği kazanmak için yeni ıslahatı ile özellikle alt düzeyde­ki ulemaya çok sayıda istihdam alanı oluşturmuş, muttaki bir sultan/halife profili çiz­miş, mükafat ve ceza metodu ile ulemayı kontrol altına almış ve ulemayı da ıslahatın gerekliliğine inandırmıştı.

Sultan Mahmud uzun zamandır ekonomik sıkıntılar içinde bulunan ve sosyal iti­bar kaybına uğrayan alt düzey ulemaya yeni orduda görev verdi. Asakir-ı Mansure-i Muhammediye teşkilatlandırılırken her yüz kişilik askeri birliğe bir imam tayin edil­di. Bu imamlar kışlada askerlere Islamın ilmihal bilgilerini öğretecekler ve ibadetle­rinde imamlık yapacaklardı. Bunun yanında haftada en az iki kere vaaz vermek üze­re çok sayıda vaiz askeri kışlalara atandı29.

Kamuoyunun desteğini kazanabilmek veya tepkisini azaltabilmek için olsa gerek, II. Mahmud muttaki bir sultan/halife örneği sergiledi. Bu çerçevede,^ini hayatı can­landırmaya yönelik adımlar attı. Düzenli bir şekilde halkın topluluk halinde bulundu­ğu dini merasimlere katıldı. Çok sayıda camı, vakıf ve tekke yaptırdı ve tamir ettirdi. Hulefa-i Raşidin’in üçüncüsü Hz. Osman’ın türbesinin kubbesini yaptırdı30. Çıkardı­ğı fermanlarla halkı dini vecibelerini yerine getirmede dikkatli ve duyarlı olmaya ça­ğırdı. Söz gelimi, bir fermanda “Şeriııt-ı İslamiye’tıin esası olan din-i mübiıı-i Ahme­tliye ’niıı imacl, bina, nıeaş ve meadi olan beş vakit namazın cevanıi-i şerifte cemaat­le eda ve daire eshah-imcın tarikiyle konaklarda cemaatle namaza miidavemet eyle­meleri" emrediliyordu31. Sultan, aynı gayeye yönelik olarak, kıyafet değişikliği ile il­gili fermanında “nıaksad-ı tecdul-i urusunı-ı Devleti-i Aliyye ve kavimin ve kavııid ci- hadılır ve her hal ii karda ıısul-i şeair-i Islanıiyyenin izharı ve icrasıdır’’3,2 ifadeleri­ne yer vermişti. Öte yandan, 1824’te çıkardığı bir fermanla çocukların yeterli dinî eğitim almalarını emretti33.

Sultan Mahmud’un ulemanın desteğini sağlamada başvurduğu yollardan biri de mükafat ve cez.ıı metodu idi. Kendisine destek veren ulemayı üst görevlere getirirken, siyasetine karşı çıkanları görevden aldı veya sürgüne gönderdi. Bu dönemde Arapza- de Mehmed Arif Efendi, Salihzade Ahmed Esad Efendi, Dürrizade Abdullah Efendi, Samanizade Ömer Hulisi Efendi, Mehmed Zeyni Efendi, Mekkizade Mustafa Asım Efendi, Hacı Halil Efendi, Yasincizade Abdülvehhab Efendi ve Sıddıkzade Ahmed Reşid Efendi çeşitli tarihlerde şeyhülislamlık makamına gelmişlerdir34. Bu uygulama diğer makamlardaki ulema için de söz konusu idi. Yeniçerilerin ortadan kaldırılması aynı zamanda ulema sınıfının gücünün kırılması anlamına geliyordu; ilmiye sınıfı ta­rihi müttefiki olan askeri gücü kaybetmişti. Padişah, 1834’te kurduğu Evkaf Nezare­ti ile de ulemanın maddi ekonomik kaynak ve desteğini kontrol altına almıştı.

Öte yandan Sultan Mahnıud zamanının uleması ıslahatların gereğine inanmışlar­dı. Bu konuya aşağıda geniş olarak değineceğiz.

Mahmud’un, ıslahatını hayata geçirmek için iki türlü desteğe ihtiyacı vardı: 1. propaganda aracı olabilecek bir iletişim aygıtı, bugünkü adlandırma ile medya, 2. ic­raatına olur verecek bir meşruiyet kaynağı. Ulema, bu iki ihtiyacı da karşılayabilecek yetki, sorumluluk ve teşkilatlanmaya sahipti. Buna göre, ulemanın desteğini kamuoyu oluşturma ve meşruiyet kazandırma olarak özetleyebiliriz.

a. Islahatın Benimsenmesi Yönünde Kamuoyu Oluşturmada Ulema

Avrupai çizgide bir ıslahat programının uygulamaya konabilmesi ve başarıya ula­şabilmesi için dikkatli bir siyaset takip etmeye ihtiyaç vardı. Sultan Mahnıud çok zor durumdaydı. Bir yandan, Osmanlı ordusunun Avrupaî çizgide ıslahı mecburi görünü­yordu. Öte yandan özellikle Avrupaî nitelikteki sosyal ve kültürel ıslahat çeşitli grup­ların tepkisine yol açıyordu. Zira bu gruplar söz konusu ıslahatı ekonomik ve sosyal çıkarlarına tehdit olarak görüyorlardı. Üstelik bu muhalefet dini içerikli söylemlerle de desteklenince ıslahatın başarı şansı çok azalıyordu.

Bu açıdan ulema anahtar eleman konumunda idi. Bütün yeniliklerin, önce toplum üzerinde büyük nüfuz bulunan ve devletin ana direklerinden birini meydana getiren ulema sınıfına anlatılması ve onların olurlarının alınması gerekiyordu, ikinci aşama­da da ulema toplumu ıslahatın gerekliliğine inandırabilirlerdi. II. Mahnıud için en pratik ve makul olanı bu yol idi.

Osmanlı Devleti’nde Takvim-i Vakayi gazetesinin çıkarılmasından önce kamu­oyunu etkileyebilecek ve yeni bir kamuoyu meydana getirebilecek, modern anlamda medya görevi üstlenebilecek vasıta sadece ulema sınıfı idi. Hatta söz konusu gazete yayınlandıktan sonra bile dolaşım darlığı -en fazla İstanbul’da belirli yerlere ve vila­yet merkezlerine girebiliyordu - ve halkın okuma yazma oranının düşüklüğü göz önü­ne alınırsa sözlü basın olarak ulemanın önemi bir kere daha ortaya çıkar35. Ulema sınıfının, toplum üzerinde istediği etkiyi oluşturmak için gerekli olan haberleşme araç­ları vardı. Haftada en az bir kere Cuma hutbelerinde müslüman nüfusa hitap etme şansı ve imkanına sahipti. Kadılar ve müftüler vasıtasıyla Sultan, din görevlilerine ıslahatını halka açıklama ve meşruluğunu anlatma emri veriyordu36. Söz gelimi, Asakir-i Mansure-i Muhammediye’ye fes giydirildiğinde çok sayıda imam, vaiz ve ders-i âm İstanbul’un değişik semtlerine, fesin meşruluğunu anlatmaya gönderilmiş­ti37. Takvim-i Vekayi’nin yayınlanmasının bile ulemaya bırakıldığı söylenebilir. Zi­ra bu gazetenin başyazarlığını ulemadan M. Es’ad Efendi, musahhihliğini de Cemal Efendi yapıyordu38. Bunun yanında söz konusu gazetenin çıkarılması kararının alın­masında da ulemanın söz sahibi olduğu, başka bir ifade ile onlardan cavaz alındığı görülmektedir39.

Osmanlı döneminde 1831’de yapılan ilk nüfus sayımı da ulemanın halk ile dev­let arasındaki en önemli köprü olduğuna işaret etmektedir. Bu sayımda hükümet hal­ka yaklaşabilmek için sayım memurlarının çoğunu ulemadan seçmişti. Lütfi’nin ifa­desine göre “O vakte kaçlar umumun tahrir-i nüfus mesbuk ve menus olmadığından, ihtida emirde halkçı çirkin görünmemek için memurin-i şer’iyye tavassut kılınmış­tır. ”40

Bu örneklerin de gösterdiği gibi, ulema, yönetimin elinde iyi bir propaganda ara­cı olabiliyordu.

b. Islahatın Meşrulaştırılmasında Ulema

Ulemanın ıslahata getirdiği dini meşruiyet delillerini tespit ve tahlil ederken da­yandığımız temel kaynaklar, söz konusu ıslahatla ilgili olarak ulema tarafından hazır­lanan risale, layiha ve fetvalardır. Kuşkusuz, böyle bir çalışmanın arşiv kaynaklan kullanılarak belgelendirilmesi daha sağlıklı sonuçlara ulaşılmasını sağlardı. Ancak biz imkanlarımız çerçevesinde yayınlanan kaynaklardan ve araştırmalardan yararla­nabildik. Dönemin resmi tarihçisi M. Es’ad Efendi’nin41 (1789-1848) Yeniçeriliğin kaldırılması başta olmak üzere asken ıslahatla ilgili olarak kaleme aldığı Üss-i Zafer, yüksek rütbeli ulemanın görüşlerini, fetvalarını, devlet şuralarındaki tutumunu ihtiva etmenin yanında, ıslahatın benimsenmesi yönünde ulemanın kamuoyu oluşturma ça­balarını da büyük ölçüde yansıtmaktadır. Bunun yanında dönemin tarihlerinde de fet­valar ve layiha özetleri bulunmaktadır.

II. Mahmud’un yenilikleri kaynaklarda “ıslah” kavramı ile anılmaktadır. İslam ta­rihi boyunca, bu kavramdan çoğunlukla “ilk ilkelere” yani “sadr-ı Islama” dönmek anlaşılmıştır. OsmanlIlarda ise XIX. yüzyıldan önce ıslah kavramı ile genellikle, Âl-i Osmanın kanun-ı kadimine dönmek kastedilmiştir. Fakat yaklaşık XIX. yüzyılın baş­larından itibaren bu kavram Avrupai askerî, İdarî, ekonomik, sosyal ve kültürel uygu­lamaları Osmanlı sistemine adapte etmeyi ifade etmeye başlamıştır42. Söz konusu kavramın Batı dillerindeki karşılığı reformdur43.

Sultan Mahmud’un ıslahatının gayr-i müslimlerden bazı şeyleri almak veya onla­rı taklit etmek yönündeki ilk teşebbüs olmadığı bilinmektedir. İslam tarihi boyunca çeşitli iktidarlar gibi, Osmanlılar da Avrupai askerî coğrafî ve tıbbî uygulamaları, her­hangi bir itirazla karşılaşmadan yüzyıllarca almışlardır44. Nitekim Osmanlı Devle- ti’nde görev yapan Avrupalı ilk elçilerden Avusturya elçisi O. G. Büspecq 1560’da şu notlan düşmüştü: “Dünyada hiç hır millet hıristiyarılar tarafından icad edilen top, havan ve daha birçok şeyleri kullanmalarıyla da ispatlandığı gibi yabancıların icad- larından yararlanmada Türklerden daha büyük bir isteklik göstermemişlerdir. ”45

İslam Tarihi boyunca ıslahatçılannın yenileşme siyasetlerine ileri sürülen itiraz­larda dini bir kavram olan bid’at sözcüğüne yer verilmişti. Muhafazakâr yoruma gö­re bid’atın her çeşidi Islami esaslardan uzaklaşmak anlamına gelirdi ve kabul edile­mezdi. Ilımlı ve pragmatist eğilim ise bu konuda bid’at-ı luısene ve bid’at-ı seyyie ayırımını getirerek bid’at kavramının anlamını yumuşatmaya çalışmıştır46. Öyle an­laşılıyor ki bu eğilimin amacı müslümanların karşılaştıklan kültür ortamlarına uyum­larını kolaylaştırmaktı. Genelde söylemek gerekirse Osmanlı ulemasının büyük ço­ğunluğu ikinci eğilimi tercih ve takip edegelmiştir.

Yüksek rütbeli ulema, muhalif gruplara cevaben ıslahatı meşrulaştırmak için İslam hukuk usûlünün önemli kavramlanndan maslahat’a başvurmuştur. Nitekim Osmanlı yönetimi de yenilikleri maslahat ile aynı kökten gelen ıslahat olarak adlandırılmamış mıydı!? İslam hukukunun kaynaklan arasında yer alan ve maslııhııt-ı miirsele, mesâ- tih-i miirsele ve istihlak kelimeleriyle de ifade edilen maslahat, fıkıh usûlü kitapların­da “kamu yararı” ve “toplumun refahı” olarak anlamlandırılmıştır. Maslahatta insan­lığın ihtiyaçlarını karşılamada yararlı olabilecek hukuki görüşlerin geliştinlmesi fa- kihlere bırakılmıştır47. Bu fıkhi kural II. Mahnnıd dönemi ulemasının eserlerinde, fet- valannda ve risalelerinde “nıasluhateıı”, “limaslahatiıı” veya daha açıkçası “iktiza­yı vakt ve hal” ve “icab-ı maslahat böyle iktiza eder" şeklinde ifade edilmiştir.

1. Askeri Islahat ve Askeri Tekniklerin Alınması Hususundaki Deliller

Ulema askeri alandaki ıslahatı tecviz ederken îslamiyetin cihadı farz kılması esa­sım göz önünde bulundurmuştur. Ülkenin iç ve dış düşmanlardan korunması ve cihad vecibesinin en iyi şekilde yerine getirilebilmesi için ordunun mükemmel olması ve çağın silahları ile donatılmasını gerekli görmüşlerdir.

Ulema askeri ıslahatla ilgili olarak dini deliller bulmakta güçlük çekmemiş görü­nüyor. Geleneksel Osmanlı ordusunun esasını oluşturan Yeniçeri Ocağı’nın kaldırıl­masına ilmiye sınıfı softalan (öğrencileri) ile katılarak büyük destek vermiştir, izzet Molla bu olayla ilgili olarak şu ünlü dörtlüğü kaleme almıştır: Tecemmu eyledi mey- dan-ı lahme /Edip kiifran-ı nimet nice bâğî/Koyup kaldırmadan ikide birde /Kazan devrildi söndürüldü ocağı4*. Bu şiirde yer alan dinî-siyasi nitelikteki bâğî kavramı ile Yeniçeriler kastedilmektedir. İslam hukuku, meşru devlet başkanına silahla karşı ko­yan, isyan eden veya kamu düzenini bozan kişiyi bâgî ilan etmiş ve öldürülmesini he­lal kabul etmiştir49.

Üss-i Zafer’de yer alan fetvada belirtildiği gibi, Osmanlı Devleti uzun zamandan beri kafirler tarafından tehdit edilmekte, cihad etmeyi bırakın kendini bile korumak­ta güçlük çekmekteydi. Bu durumda, bütün vasıtalarla orduyu güçlendirmek zaruri bir ihtiyaç haline gelmişti. M. Es’ad’ın ifade ettiği üzere “ulenıa-i haz.irun tarafından tecviz, edildiği gibi ulıım-i askeriye ve usıtliin tealliimii ve Udimi bütün müslıımanlaru vecibedir. ’’5<l

Ulemaya göre Avrupaî askeri tekniklerin alınması bid’at değildir. Çünkü çeşitli askeri metodlar (hile-i harbiye) müslümanlarca Hz. Muhammed zamanından beri alı- nagelmiştir. Ümmetin icmaına göre her zaman gerekli askeri araçlar ve eğitimi almak zaruri bir ihtiyaçtır ve bu, Kur’an’da “mııkabele-i bi’l ınisil” olarak adlandırılmıştır. Bu konuda fetvada şöyle denilmektedir: "A ’da-yı din ile muharebe vukuunda asakir- i İslam âlât-ı haıbiyenin istimaline ve a’danın funûn-ı harbiye ve desasisini bilip ke­fe re-i müşrikine galebe için ‘giicüniiz.iin yettiğince onlara karşı kuvvet hazırlayın’ ncızm-ı kerimine inıtisalen CılCıt-ı harbiye ittihazı lazım olur nııı? el-Cevap olur”51. Söz konusu fetvanın muhteviyatı şu ayetlerle zenginleştrilmiştir: "Ey iman edenler onlarıı (düşmanlarınıza) karşı gücünüzün yettiği kadar -Allah’ın düşmanı sizin düş­manlarınızı ve onların dışında Allah’ın bilip sizin bilmediklerinizi yıldırmak iizere- kuvvet ve savaş atlan hazırlayın" (Kur’an 40/60), "... topyekiin sizinle savaştın pııt- pesrestlerle siz de topyekiin savaşın” (Kur’an 9/36), "doğrusu Allah kendi uğrunda kenetlenmiş bir duvar gibi sıra halinde savaşanları sever. ” (Kur’an 61/4). Mehmed Es’ad’a göre büyük müfessirler “mastata’tııın nıin kuvve” ifadesini ‘funun-ı harbi- yeyi talim ve tealliim meşrıtdur”52 şeklinde yorumlamışlardır. Bunlar ve benzeri ayet­lere ulemanın fetvalarında, fermanlarda ve hatt-ı hümayunlarda yer verilmiştir53.

Osmanlı uleması askeri reformları ve teknikleri tecviz etmek için İslam tarihinden de örnekler getirmiştir. Söz gelimi, müslümanlar kafirlerin daha gelişmiş askeri tek­niklerini gördüklerinde kendilerininkileri terk etmekte tereddüt göstermemişlerdir. Daha önce savaşta münferiden (vechu’l infirad) çarpışma usûlünü takip eden müslü­manlar, bunu, daha şiddetli bir savaşma usûlü olan saflar (sufuf) halinde çarpışma ile değiştirmişlerdir54. Aynı şekilde, barut kafirlerce icad edilen bir silah olmasına rağ­men müslümanlar onu gördüklerinde hemen benimseyip kullanılmışlardır55.

Ulema bu konuda Avrupai askeri teknikleri almaktan dolayı aşağılık kompleksi­ne kapılmaya gerek olmadığı kanaatına sahip olmuşlardır. Çünkü onların inancına göre, hıristiyan Avrupa ordularının üstünlüğü, Osmanlı ordusuna reaksiyon olarak or­taya çıkmıştı. Şöyle ki, Osmanlılar tarafından defalarca yenilen Avrupalılar, Osman­lI askeri tekniğini araştırmış ve bu konuda bir çok kitap yazmış böylece kendi askeri tekniklerini geliştirmişti. Öyleyse “onların bu babda tedvin ve telif etıniş oldukları ki­tapları mensuh hükmüne gireceğinden” müslümanların Avrupa’dan askeri teknikler adapte etmeleri, aslında kendilerinden kopya edilenleri tekrar geri almalarından baş­ka bir şey değildi56.

Öyle görünüyor ki ulema bu noktada günümüze kadar devam eden yaklaşımın te­mellerini atıyordu. Bu yaklaşıma göre sadece askeri teknikler değil Batı medeniyeti­nin tamamı varlığını İslama borçu idi. Eğer müsltimanlar orta çağlarda klasik çağla­rın bilgi birikimini ve tecrübesini taşıyıp yakın çağ Avrupasına sunmasaydı bugünkü Avrupa medeniyetinden bahsedilemezdi.

Bazı Osmanlı üst düzey ulemasının askerî ıslahat programının devamından ve ol­gunlaşmasından yana olduğunu görüyoruz. 1827’de Rusların da desteğiyle önemli ilerleme kaydeden Mora isyanı ve Ruslann tecavüzkâr tutumları karşısında takınıla­cak tavır konusunda İstanbul’da yeni tartışmalar başlamıştı. 21 Mayıs 1828’de Şeyhü­lislamlık Dairesi’nde toplanan şûrâ üyelerinin, yeni kurulan Asakir-i Mansure-i Mu- hammediye henüz hazır olmamasına rağmen savaşa girmek taraftan idiler. İzzet Mol­la bu toplantıda savaşa girmenin zamansız ve mağlubiyetle sonuçlanabileceğini ileri sürdü. Bu konuda kaleme aldığı layihasında57 Ruslarla imzalanan barış antlaşmasının sürdürülmesini istedi ve ıslahat programlarına devam etmenin savaşa girmekten daha akıllıca bir hareket olacağını savundu. Öyle gürünüyor ki savaş taraftarlan cihadın di­ni bir fariza olduğu ve bundan geri durulamayacağı kanaatini taşıyorlardı. Bu iddiaya cevaben İzzet Molla, bunu kendisinin de çok iyi bildiğini belirtip tavrım şöyle berrak­laştırdı: “Bir devlet beş yüz sene bir halde olamayacağı tevarih aşiyanı eslafa malum­dur. KCır-ı aklı oldur ki şer-i cüz. ’iyi ihtiyar eyleyiib a ’daya izhar-1 miilayemet ile ken­di işine nizanı verip vakten nıinel evkat ahz.-ı sûre didediiz. olmak icab eder... tki yiiz senediir Devlet-i Aliyye memalikine bakılmayub ve henüz, asker tedarük olıınmayub tedariik olumluysa bile düşman askerine kıyasen ekal-i kalildir”58 O, bu fikrini des­teklemek için Hz. Peygamber (SAS)’in bazı uygulamalarını örnek getirdi. Buna göre, Hz. Muhammed Allah’ın elçisi olur olmaz Mısır Mukavkısı’na ve Bizans Kayseri’ne İslama davet mektuplan ve elçiler göndermeyip müslümanlann güçlenmelerini bekle­di. Aynı şekilde müslümanlarla Mekke’li müşrikler arasındaki Hudeybiye Barış Ant­laşması görüşmesi sırasında, Mekkelilerin itirazı üzerine, Hz. Peygamber, sıfatının “Resululah ” yerine linuıslahatin sadece “Abdullah ’in oğlu ” olarak yazılmasına razı oldu. Bu tartışmada İzzet Molla’nın dayanağı "Her zamanın bir muamelesi vardır"5’* kaidesidir. İzzet Molla, muhaliflerinin “bizim devletimiz akıl devleti değil, şer’i dev­lettir, dolayısıyla şeriat cihadı emreder” iddiasına aklî bir yaklaşımla “icab-ı masla­hat böyle iktiza etler”60 şeklinde cevap verdi. Buradan da anlaşıldığına göre, izzet Molla aklın gücüne ve Avrupai ıslahata iyiden iyiye inanmıştır. Nitekim o "Nemçe (Avusturya) devleti iki bin seneden beri bir kaç defa suret-i inkıraza yüz tutmuş iken düşmana mudara ve tedabir-i ashabı akl u deha ile tııhlis-i giriban eylemiiştür"M ifa­desiyle muhaliflerini tedabir-i ashabı akla güvenmeye çağırdı.

2. Gayr-i Müslimlerle Askeri İttifak Kurmak Konusunda Takınılan Tutum

II. Mahmud’un devletini ve reayasını kurtarmaya matuf ıslahatım başarıya ulaş­tırmak için başvurduğu yollardan biri de bazı Avrupa devletleri ile askeri ittifaklar yapmaktı. Halbuki, geleneksel İslam ulemasının çoğunluğunun yorumuna göre Kur’an kafirlerle ittifak yapmayı şu ayet ile yasaklıyordu: "Ey inananlar mü’minleri bırakıp kafirleri dost edinmeyin”. (Kur’an 4/144). Bu eğilime uyan ulemanın önem­li bir kısmı da 1790’larda Avrupalı diğer güçlere karşı oluşturulan Osmanh-Prusya it­tifak antlaşmasına karşı çıkmışlardı. O günlerde konu ulema halkalarında ve diğer toplantılarında epeyce tartışılmış, sonunda ulema, müftü Hamidizade’nin tefsirinde bu ayetin ittifakı tecviz eden bir yorumunu bularak antlaşmaya cevaz vermişlerdi62.

II. Mahmud zamanında da benzeri sorunla karşılaşıldı. Osmanlılar Mehmed Ali Pa- şa’nın Mısır’dan kalkarak İstanbul’u tehdit karşısında Avrupa’nın siyasi bir parçası olmanın vazgeçilmez bir ihtiyaç olduğuna karar vermişlerdi. Zira Sultan, Rusya ve diğer hıristiyan devletlerin yardımı ile valisinin elinden kurtulabilmişti. Bu siyasi ve askeri gelişmeler üzerine şeyhülislam ve yüksek rütbeli ulema seleflerinin yaptığı gi­bi, hıristiyanlarla ittifak yapmayı tecviz etmişlerdir63.

3. Bağımsızlık İstekleri Karşında Takınılan Tutum

İstanbul yönetiminin 1830’da çözmek zorunda kaldığı en önemli sorunlardan bi­ri de Mora’nın bağımsızlık isteğiydi. Bir yoruma göre müslümanların hakimiyetin­deki bir yeri kafirlere bırakmak caiz değildi. Fakat bu sorun da yeni değildi; Ruslar 1779’da müslüman ülkesi olan Kınm’ı ilhak etmişlerdi. Benzeri bir durum da 1830’larda ortaya çıkmıştı. Fransızlar Cezayir’i istila etmişlerdi. Öte yandan aynı yıl Avrupalı devletlerin baskısıyla Osmanlı Devleti Mora’nın bağımsızlığını tanımak zorunda kalmıştı. Fakat çeşitli kesimlerden dinî içerikli itirazlar geliyordu. Bu nazik anda şeyhülislam Yasincı-zade Abdulvehhab Efendi’nin fetvası idarenin imdadına yetişti. Özetle fetva İslam devletinin diğer topraklarındaki ümmet-i Muhammed’in maslahatı ve selameti için bu ayrılışı tecviz etmiştir**. Fakat bu şaşılacak bir görüş değildi. Zira Osmanlı uleması zamanın gereklerini görebiliyorlardı veya görebilen­ler vardı. Nitekim İzzet Molla 1827’lerde “düşmanın savle-i şedidûtıesinden nıiila- yemet ile muamele eyleyiih bedel-i sulh olarak küçük kıt’adan geçilmek ehvendir ”65 demişti.

4. Resmi Gazete Çıkarma Konusunda Takınılan Tutum

Avrupai ıslahatın en önemli ve kalıcılarından birisi de Türkçe resmi bir gazete çı­karılması idi. Ulemanın bu konuya yaklaşımı tamamen olumlu ve yapıcı olmuştur. Yukarıda değindiğimiz gibi, Takvim-i Vekayi adıyla yayın hayatına giren bu gazete­nin çıkarılması neredeyse tamamen ulemaya terk edilmişti. Başyazarı ve nazın ule­madan M. Es’ad Efendi, musahhihi de Cemal Efendi idi66. Es’ad Efendi’nin67 Mu- kaddime-i Takvim-i Vekayi’de bildirildiği üzere Bab-ı Ali’de ulema ve vezirlerden oluşan şura söz konusu gazeteyi çıkarma gerekçeleri arasında şunları saymıştı:

“fi’l-hakika Devlet-i Aliyye’de vııkû bıılan mesâlih-i dahiliyye ve hâriciyye va- kâyii bildirilmeyüb esbâb-ı hakikiyye ve icâbât-ı zarııriyyesini beyân suretiyle fi’l-hal neşir birle halka tefhim olundukda umûr-ı vâkıaya herkes hakikati üze­re kesb-i ibtilâ ediib evvelki gibi bazıları vehmince birer mana virerek vakiin hilafı havadis şuyûuyladiişdükleri ızdırabdan kurtulacakları bedîhî olduğundan başka fiiniin-ı bedia ve sanayi-i hasane ve es’âr-ı erzâk ve emtia ve emr-ı tica­rete dair mevâdd dahi neşr ve beyan olunduğu vakitde ıbad ve sükkân-ı bilâd haklarında vücııhla faidelii ve mülk ve milletçe hayırlu bir keyfiyet... “68

Bu gerekçeye göre, yeni gelişmeleri halka anlatmak amacıyla yılda bir yazılan ve yayınlanan fakat herkes tarafından okunamayan resmi tarih yerine söz konusu geliş­meler hakkında halkı tam olarak aydınlatmak için bir gazete çıkarmaya ihtiyaç duyul­muştur.

4. Kılık-Kıyafet Islahatı Konusunda Takınılan Tutum

Sultan Mahmud’un kılık-kıyafetle ilgili ıslahatı da toplumda tedirginliklere sebep olmuştu. Bu ıslahat ilgililere şu fermanla duyurulmuştu:

“Cümleye malum olduğu veçhile fi’l asıl ehl-i lslamın esvap ve elbisesi vech-i vecih-i şer’i üzere israf ve teleften ari ve muhafaza-i vucııda kafi olacak dere­cede iken mıırur-ı zaman ve galebe-ı tabiat-ı hazeriyet ile herkes tezeyyün ve ihtişama meyil ve heves ederek ve biri birine bakarak esvab-ı adiye ve alelhıısııs elbise-i resmiye ve esvab-ı divaııiyede hadd-ı şer’iyeden huruç kadr-i raa- nıfini tecavüz ile enva-ı israfat olmuştur...”69

Ulema bu ıslahata karşı isteksiz olmasına rağmen siyasi baskılara dayanamayıp, kendi sınıfllarını istisna ederek, cevaz vermişti. Anlaşıldığı kadanyla ulema bu fer­manı tecviz ederken fermanda ısrarla vurgulanan ve Islamın kesin olarak yasakladığı israf, ihtişam ve tezeyyiin kavramlarının etkisi altında kalmışlardır.

Sonuç

Ulema, II. Mahmud döneminde de büyük ölçüde geleneksel meşrulaştırma göre­vini sürdürmüş, bu bağlamda nakli ve akli delillere başvurarak ıslahatı tecviz etmiş­tir.

Öyle görünüyor ki, ulema bu dönemde yol ayırımında idi. Ya, Avrupai çizgide başlatılan ıslahata, bir tehdit unsuru olarak değerlendirerek, din ii ümmeti muhafa­za etmek adına karşı çıkacak veya devlet ii milletin bekası için yenileşme siyaseti­nin yanında yer alacaktı. Her ne kadar III. Selim’in yenileşme siyaseti yüksek rüt­beli bazı ulema tarafından tecviz edilmişse de Şeyhülislam ve diğer bazı ulema Kabakçı Mustafa isyanına (1807) destek vemişler, isyancıların yanında yer almış­lardır. Ancak iktidarları uzun sürmemiş, kısa bir süre içinde Alemdar Mustafa Pa­şa tarafından uzaklaştırılmışlardır. Gün be gün İstanbul ve devletin diğer önemli merkezlerinde ıslahat taraftarlarının sayısı artıyordu. Her halde, İstanbul’da akli devlet, şer’i devlet70 ve nizam-1 akliye11 gibi kavramlar aydınlar arasında konuşu­lup tartışılıyordu.

Kanaatimizce özellikle yüksek rütbeli ulema, siyaset sahnesinde olabildiğince ka­larak ıslahat programlarının toplum ve kendi sınıfları üzerine olabilcek olumsuz etki­lerini azaltmaya çalışacaklardı. Belki de böyle bir ıslahat rogramını, tabir uygunsa Is- lamileştirerek gelişmelere ayak uydurabileceklerdi.

Bunun yanında, her ne kadar İslam tarihinde siyasi iktidarlarla ters düşmüş, başa­rılı âlimlere rastlamak mümkünse de, genelde siyasi otoritelerle uyum içinde çalışan ulemanın başarısının daha fazla olduğu söylenebilir. Bu âlimler, belki ödün vermek­le ve işbirliği yapmakla suçlansalar da, müslümanların, daha doğrusu İslam Medeni­yetinin, karşılaştığı yabancı medeniyet ve kültür ortamlarından başarı ile çıkmasını ve bugünlere gelinmesini sağlamışlardır.

Yüksek rütbeli ulemanın, Osmanlı Devleti’nde XIX. yüzyılın başlarında başlatı­lan ıslahatına karşı, daha ziyade, zamanın gerçeklerim göz önünde bulundurduğu gö­rülüyor. Zamanın siyasi, sosyal ve ekonomik gelişmelerinden etkilenen ulema, genel­de kendilerine teklif edilen bütün ıslahatı “zanırat mahz.uratı mubah kılar”, “icab-ı maslahat böyle iktiza eder" ve “her zamanın bir usulü vardı” gibi ilkelerden hare­ketle tecviz etti.

Daha önce de değindiğimiz gibi, ulema tarihi bir karar verme aşamasında idi. Bu meyanda aşağı rütbedeki ulema ve medrese öğrencileri ıslahata karşı çıktılar. Hemen belirtelim ki bu konuda henüz muhtelif grupların fikri temellen ve delillerinin ne ol­duğu hakkında kapsamlı bir çalışma yapılmış değildir72.

Eğer ıslahat siyasetinin hedefi, Avrupanın askeri, ekonomik, siyasi ve idari uygu- lamalannı, İslâmî bir çevreye benimsetmek olarak kabul edilirse, ulemanın tavrını an­lamak kolaylaşır. Bu süreçte İslam Medeniyetinin temsilcileri olarak ulema temel eğilimi Avrupa medeniyetinin İslam medeniyeti üzerine olan etkisini ve darbesini yu­muşatmak ve Islamın modern zamanlarda yaşanabilirliğini göstermekti. Bu, Tanzi- mattan beri ulemanın hedefi haline geldi. Bu bakımdan XIX. yüzyıl uleması tamamen savunmacı bir tavır almıştır.

Ulemanın ıslahatı desteklemesinin nedenlerinden biri de sultanın sevgi ve tevec­cühünü kazanmanın yanında, söz konusu ıslahatın İslam ve hilafete yarar sağlayaca­ğı yönündeki ümit ve ınançlan idi.

Bunun yanında, ulema ıslahata fetvâlarıyla dini nitelik vererek, muhalefeti, sade­ce dünyevi otoriteye değil, dine de karşı çıkma riski ile karşı karşıya bırakmış ve ka­muoyu desteklerini kırmıştır.

Ancak şunu belirtelim ki yenileşme eğitime yönelince ilmiye sınıfı bunun dışında kalmış ve devlet ve toplum hayatındaki eski hâkim rolünü ve statüsünü kaybetmişti. Hukuk alanındaki yenileşmeler bunu daha da belirginleştirmişti. Belki ulema bunun farkında olmasına rağmen devleti ve milleti kurtarmak için bu fedakarlığa katlanmış­tı veya ilerisini görememişti.

Buraya kadar yazdıklarımızdan anlaşıldığı kadarıyla ulemanın Osmanlı yenileş­mesine karşı çıktığı yönündeki iddialar kuşkulu görünmektedir. Yenileşmeye, esasen geleneksel Osmanlı sisteminde rahatları iyi olan; âyan, eşraf ve ağa direnmiştir. Çün­kü bu gruplar yeniliklerin geleneği yıkacağını biliyorlardı.

*Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Araştırma Görevlisi

1 İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yiizyılt, İstanbul, 1988, 12

2 Dankwart A. Rustovv, A Warld ofNations’ Problems of Polıtıcal Modernization. VVashington 1968, 3.

3 Rustow, A World of Natıons,6

4 Başka bir tasnifiyle klasik donemde Osmanlı toplumu erkan-ı erbaa adı verilen dort direkten oluşuyor­du. 1. ehl-i kalem, ilmiye, 2 ehl-i kılıç, seyfıye, 3.ehl-ı ticaret ve hirel, 4. ehl-ı /ıraat, Kınalızade Ali, Alılak-ı Akıt, Bulak, 1248, III, 7-8.

5 Halil İnalcık, “The Natuıe of Traditional Society”, Political Modernization in Japan and Turkey, eds R.E Ward D A Rustow, Princeton, 1964,42-63

6 Tursun Bey, Tarili-i Ebu’l-Feth. ha/., Mertol Tulum, Istanbul, 1977, 12-13.

7 Koçi Hey Risalesi, sad, Zuhuri Danışman, Ankara, 1985, 69.

8 Kınalızade ,111, 149.

9 Mehmet Ö/., Osmanlı’da Çözülme ve Gelenekçi Yorumcuları, İstanbul, 1997.

10 III. Selini dönemindeki ıslahat faaliyetleri için bkz. Enver Z Karal, Selim IH’iin Hatt-ı Hümayunları; Nizam-ı Cedid, Ankara, 1946, aynı yazar, Osmanlı Tarihi, V, Ankara, 1988; Bermand Lewis, The Emergence of Modern Turkey, Oxford, 1968, 40-73

12 H. Velılet Velidedeoğlu, Kanunlaştırma Hareketi ve Tan/imat”, Tanzimat, I, İstanbul, 1940, 170. Ya­zar bu iktibası l/./.et Molla’nın İstanbul Belediyesi Kütüphanesi no, 37’de kayıtlı bulunan Layihasının

15 yaprağından yapmıştır. Krş. Şerif Mardin, The Genesis oj Young Ottoman Thought, Princeton, 1962, 171-172

13 Lewis, 103-105.

14 DA. Rustow, “The Miltary Reform”, Political Modernizaion in Japan ami Turkey, ed R E. Ward, D.R Rustow, Princeton, 1964,353.

15 II. Mahmud dönemi ıslahatı için bk/.. I Engelhardt, Türkiye ve Tanzimat: Devlet-i Osmaniye’nin Tcı- rih-i ıslahatı, çev. A Reşat, İstanbul, 1328; E. Z. Karal, Osmanlı Tarihi, (Nızam-ı Cediıl ve Tanzimat Devirleri. 1789-1856), V, Ankara, 1988; B. Lewis, The Emergence uf Modern Turkey. Oxford, 1968, 75-105; Stanford J Shaw, E/.al Kural Shaw, History of the Ottoman Empire and Modern Turkey, Chambridge, 1987, II, 1-55; Niyazı Beıkes, The Development of Secularism in Turkey, Montreal, 1964, O/.can Mert, “II. Mahmud Devrinde Anadolu ve Rumeh "nin Sosyal ve Ekonomik Durumu. (1808-39)". Türk Dünyası Araştırmaları, S.18, 1982, 33-73; “Batılılaşma”, DlA, V, 148-186.

16 Advıgor Levy, “The Ottoman Ulema and the Military Reforms of Sultan Mahmud II”, The Ulema in Mo­dern Hıstroy, ed. G. Bear, (Asian and African Studies), VII, 1971, 13-39; Advigor Levy, “The Officer Coips in Sultan Mahmut IPs New Ottoman Army, 1826-1839” International Journal of Middle East Studies, 2,1971,21-39, H.A. Reed,’’Ottoman Reform and the Janissaries’ the Eşkinci Layihası of 1826”, Social and Economic History of Turkey. 1701-1920, cds. O, Okyar, H. İnalcık, Ankara, 1980, 193-198.

17 Başlangıçta Asakır-ı Mansuıe’ye III. Selim’in Nızam-ı Cedıd’ın başlığı olan şubara giydirildi. Ancak daha sonraki yıllarda II. Mahıııud tes’i göıunce çok beğendi ve askerine giydirmek istedi Konu ile il­gili Şeyhülislamlık makamında sadrazamın başkanlığında yapılan toplantıda tesın giydirilmesi uygun görüldü, Lewis, 101-102.

18 Fermanın metni için bkz. A. Lütfi, Turıh-i Lüt/i, İstanbul, 1290, II, 269.

19 Lewis, 101.

20 A Cunnigham, “Stardford Conning and the Tanzimat”, The Beginning of Modernization in the Midd­le East in the Nineteenth Century, eds. W. R. Polk, R L Chambers, The Uni of Chicago Press, 196X, 253.

21 Lewis, 106.

22 Engelhard!, 19; Berkes, 122.

23 Engelhardt, 19.

24 Takvım-i Vakayi’nın çıkışı ile ilgili gelişmeler ve konunun bir değerlendirmesi için bkz. Nesimi Yazı­cı, Takvim-ı Vcıkayi "Belgeler", Ankara, 1983.

25 Lütfı, III, 50-51.

26 Ahmet Cevdet, Tcırih, Istanbul, 1301-9, 327, krş Lewis, 66

27 Lewis, 67.

28 Osmanlı ulemasının Tan/.imat öncesi yenileşme programlan, »/.ellikle asken ıslahat karşısındaki tutu­mu için bk/ Ureil Heyd, “The Ottoman Ulema and Westernization in the Time of Selim III and Mah­mud II”, Studies in Islamic History and Civilization, X, Jarusalem, 1964, 63-97, Advigor Levy, “The Ottoman Ulema and the Military Reforms of Sultan Mahmud II”, The Ulema in Modern History, ed. G. Bear, (Asian and African Studies), VII, 1971, 13-39 (Türkçe çevirisi, “Osmanlı Uleması ve Sultan II. Mahmud’un Askeri Islahatı”, Modern Çağda İslâm Uleması, ed, Ebubekır A. Bagadeı, çev. Osman Bayraktar, İstanbul, 1991, 29-62.

29 Levy, 23-24.

30 Iz/et Molla bu olayı di/elerınde şöyle değerlendirmektedir:

“ Yapıldı kubbe-i pur-nûr-ı Zınnuıeyn-i /.ı-şûnm/Canâb-ı câmiü’l-Kur’an Osman bin Affan Muradı ancak ashab-ı Resulullah’a hıdıııetdur / İlahı dest-gîri olsun anlar şah-ı devranın.” Hülbül, 94

31 Lutfi, II, 86.

32 Lutlî, II, 269.

33 Levy, 15-16.

34 II Mahnıud döneminde goıev yapan şeyhülislamların hi/.ıııet kronolojileri için, bk/. Abdulkadır Altın- su, Osmanlı Şeyhülislamları, Ankara, 1972, 279.

35 5000 adet basılan ve esasen merkez ile taşıadaki memurlara ulaştırılması düşünülen gazetenin, her ma­hallede bilgili bir kişinin, söz gelinıi mahalle imamlarının halkın topluca bulundukları yerlerde öngö­rülmüştü. Yazıcı, 4X Buıada da ılıııiyc sınıfının en alt bilimim oluşturan ımamlaıdaıı yaıarlanılma yo­luna gidilmiştir.

36 Heyd, 66.

37 Heyd, 65; I H. U/.unçarşılı, “Asakir-i Mansure’ye Fes Giydirilmesi Hakkında Sadr-ı A/.am Takriri ve II. Mahmud’un Hatt-ı Hunıayunu”, Belleten, 70, 1954, 229.

38 Lutfi, III, 157, Ya/ıcı, 29, 91.

39 “Hûb-ı Ali’de meclt.s-ı meşveret akdiyle vuzerâ ve şûraya ıneınur ulema ve rical meyalımda müzakere ulunarak... " Takvinı-ı Vekayı’nın baş makalesi için bkz Lutfi, III, 109. Siy/, konusu baş makalenin as­lı ve Yeni Türk harflerine aktanlmış şekli Ya/.ıcı tarafından da yayınlanmıştır. Takvim-i Vakayi “Bel­geler”, 161-164

40 Lutfi, III, 142

41 Sahaflarşeyhı-zade olarak bilmen M Es’ad Efendi ulema sınıfından olup müderrislik ve evkaf müfet­tişliği yapmıştır Sultana en yakın ve sadık alimlerinden idi Kitabını bitirince hükümet tarafından bas­tırılıp, dağıtıldı Bkz Üss-i Zafer, İstanbul, 1243/1828, 2

42 İslah kavramının yüzyıllar içinde kazandığı anlamlar için bkz. A. Merad, “Islah", E.l2.

43 Redhouse, Yem tngılızce-Türkçe Sözlük.

44 Halil İnalcık, The Ottoman Empire: the Classical Age I3(H)-I6IX), çev, N Itzkowitz ve C. Imber, Lon­don, 1973, 180

45 Lewis, 41.

46 Bu tartışmalar için bkz. I. Goldziher, Muslim Studies, çev. C. R. Barber ve S M. Stern, London, 1971,

II, 34 v.d.

47 muteber sayılıp sayılmamasını göstermemiş olduğu nesne” olarak tarif edilmiştir. Başka bir ifade ile maslahat şudur: “Hükümlerin konmasından maksat insanlara yararlı nesneleri temin etmek yani menfaatlarını celbet- mek veya zararlarını savmak ve sıkıntılarını kaldırmaktır İnsanların yararına olacak şeyler sınırlı de­ğildir ve sayıları da sonlu değildir İnsanlar durumlarının yenileşmesi ile yenileşir ve çevrelerinin de­ğişmesi ile gelişir ve ilerlerler.” Abdulvahhab Hallaf, Islâm Hukuk Felsefesi (Umu Usûli’l-Fıkıh), çev. Hüseyin Atay, Ankara, 1973, 213, Muhammed Ebu Zehra, Islâm Hukuku Melııılolıııısi (Fıkıh Usûlü), çev. Abdulkadir Şener, Ankara, 1973; 267-275; S Mahmasanı, Felsefetii’t-Teşn ft’I hlâm, Beyrut, 1371/1956, 130-132

48 İbrahim Biılbul, Keçecızcıde İzzet Molla, Ankara, 1989, 92

49 Bk/„ Alı Şafak, “Bağy”, DVİA, IV, 251-252

50 Askeri tekniklerin kabulü ile ilgili fetvanın metni için bk/.. Es’ad Efendi, Üss-i Zafer, 36-40.

51 Es’ad Efendi, Üss-i Zafer, 37-38.

52 Es’ad Efendi, Üss-i Zafeı, 20

53 Es’ad Efendi, Üss-i Zafer, 40 vd.

54 Es’ad Efendi, Üss-ı Zafer, 49

55 Es’ad Etendi, Üss-i Zafer, 38.

56 Es’ad Efendi, Üss-i Zafer, 55; krş Heyd, 75

57 Bu layiha Ata Tarihi’nın III. cildi s. 255-367’de verilmiştir. Aynı şekilde Ihsan Sungu, “Mahmud H’nin izzet Molla ve Asakıı-ı Mansure Hakkında Bir Hattı”, Tarih Vesikaları, I, 1941 adlı makalesinde La- yıha’yı ve ona cevaben yazılan layihayı vermiştir Bu yazımızda Sungu’nun nıishasını kullandık.

58 Sungu, 168.

59 Sungu, 169.

60 Sungu, 170

61 Sungu, 170.

62 Araştırmamıza rağmen bu tefsiri görüp nasıl bir ı/.ah tar/.ı getirildiğini birinci elden öğrenemedik. Bu bilgi E. Z Karal taralından verilmektedir. Osnumh Tarihi, V, Ankara, 1988, 18.

63 Heyd, 88.

64 Fetvanın metni için bk/.. Lutfi, II, 14.

65 Sungu, 170.

66 Lütfı, III, 157; Ya/ıcı, 29, 91.

67 Ya/ıcı, 44-46.

68 Takvim-i Vekayi’nin baş makalesi için bkz. Lütfi, III, 109. Soz konusu ba.ş makalenin aslı ve Yeni Tuık harflerine aktarılmış şekli Yazıcı tarafından da yayınlanmıştır Takvim-i Vekayi "Helkeler", 161-164

69 Lutfı, II, 269.

70 Ihsan Sungu, “Mahmud ll’nin l/.zet Molla ve Asakir-ı Mansure Hakkında Bir Hattı”, Tanlı Vesikaları, I, 1941, 170. Bu kavramlar l/./.et Molla’nın layihasında yer almaktadır Kr* Bülbül, 175’den naklen

71 Bkz. Asını, I, 374, Lewis, 72

72 Fazla bilgi için bkz Seyfettin Ervahın, The Ottoman Ulema and the Kefonns of Mahınud II. Manches- ter Üniversitesi, 1990 Yayınlanmamış yüksek lisans tezi.

KAYNAKLAR

AHMED Cevdet, Tarih-i Cevdet, İstanbul, I-X1I, 1301-9.

AHMED Lütfi, Tarih-i Lutfl, İstanbul, 1290.

ALTINSU, Abdiilkadir, Osmanlı Şeyhülislamları, Ankara, 1972.

“BATILILAŞMA”, (komisyon) DİA, V, 148-186.

BERKES, Niyazi, The Development of Secularism m Turkey, Montreal, 1964.

BÜLBÜL, İbrahim, Keçecizade izzet Molla, Ankara, 1989.

CUNNİGHAM, A., “Stardford Conning and the Tanzimat", The Beginnig of Modernization in the Middle East in the Nineteenth Century, eds. W. R. Polk, R. L. Chambers, The Uni. of Chicago Press, 1968, 245-268.

DANKWAT A. Rustow, A World of Nations: Problems of Political Modernization, Washing­ton, 1968.

EBU ZEHRA, Muhammed, Islam Hukuku Metodolojisi (Fıkıh Usıılıi), çev. Abdiilkadir Şener, Ankara, 1973.

ENGELHARDT, I., Türkiye ve Tanzimat: Devlet-i Osmaniye’nin Tarih-ı Islahatı, çev. A. Re- şad, İstanbul, 1328.

ES’AD Efendi, Sahaflar Şeyhi Mehmed, Üss-i Zafer, İstanbul, 1243/1828.

ERŞAHİN, Seyfettin, The Ottoman Ulema and the Reforms of Mahmud II, Manchester Üni­versitesi, 1990. (Yayınlanmamış yiiksek lisans tezi.)

GOLDZİHER, I., Muslim Studies, I-II, çev. C. R. Barber ve S. M. Stern, London, 1971. HALLAF, Abdulvahhab, İslam Hukuk Felsefesi (Ilımı Usûlı’l-Fıkıh), çev. Hüseyin Atay, An­kara, 1973.

HEYD, Ureil, “The Ottoman Ulema and Westernization in the Time of Selim III and Mahmud II”, Studies in Islamic History and Civilization, X, Jarusalem, 1964, 63-97.

İNALCIK, Halil, “Sened-i İttifak ve Gülhane Hatt-ı Humayunu”, Belleten, XXVIII/109-112, 1964, 603-652.

---- , “The Nature of Traditional Society”, Political Modernization in Japan and Turkey,

eds. R. E. Ward, D. A. Rustow, Princeton, 1964, 42-63.

---- , The Ottoman Empire: the Classical Age 1300-1600, çev, N. Itzkowitz ve C. Imber,

London, 1973.

KARAL, Enver Ziya, Selim III’ün Hatt-ı Hümayunları; Nizam-i Cedid, Ankara, 1946.

—... , Osmanlı Tarihi, (Nizam-i Cedid ve Tanzimat Devirleri, 1789-1856), V, Ankara,

1988.

KINALIZADE Ali, Ahlak-i Alai, Bulak, 1248, III.

KOÇİ Bey Risalesi, sad. Zuhuri Danışman, Ankara, 1985.

LEVY, Advigor, “The Officer Corps in Sultan Mahmud II’s New Ottoman Army, 1826-1839”, International Journal of Middle East Studies, 2, 1971, 21-39.

-... , “The Ottoman Ulema and the Military Reforms of Sultan Mahmud II”, The Ulema in

Modern Histroy, ed. G. Bear, (Asian and African Studies), VII, 1971, 13-39. (“Osmanlı Uleması ve Sultan II. Mahmud’un Askeri Islahatı”, Modern Çağda Islam Uleması, ed. Ebubekir A. Bagader, çev. Osman Bayraktar, Istanbul, 1991, 29-62.

LEWIS, Bernard, The Emergence of Modern Turkey, Oxford, 1968.

MAHMASANİ, S., FelsefetU’t-Teşri fi’l İslam, Beyrut, 1371/1956.

MERAD, A., “Islah”, E.P.

MERT, Özcan, “II. Mahmııd Devrinde Anadolu ve Rumeli’nin Sosoyal ve Ekonomik Dununu, (1808-1839)”, Türk Dünyası Araştırmaları. S. 18, 1982, 33-73.

Modern Çağda İslam Uleması, ed. Ebubekir A. Bagader, çev. Osman Bayraktar, İstanbul, 1991.

ORTAYLI, tlber, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İstanbul, 1988.

ÖZ, Mehmet, Osmanh’da Çözülme ve Gelenekçi Yorumcuları, İstanbul, 1997.

Political Modernization in Japan and Turkey, ed. R. E. Ward, D. A. Rustow, Princeton, 1964.

REDHOUSE, Yeni lnglizce-Türkçe Sözlük.

REED, H.A., “Ottoman Reform and the Janissaries: the Eşkinci Layihası of 1826”, Social and Economic History of Turkey, 1701-1920, eds. O. Okyar, H. İnalcık, Ankara, 1980, 193- 198.

RUSTOW, Dankwart A., “The Military Reform”, Political Modernization in Japan and Tur­key, ed. R. E. Ward, D. A. Rustow, Princeton, 1964, 352-388.

SHAW, Stanford J., Shaw, Ezel Kural, History of the Ottoman Empire and Modern Turkey, Chambridge, 1987.

SOCIAL and Economic History of Turkey, 1701-1920, eds. O. Okyar, H. İnalcık, Ankara, 1980.

SUNGU, İhsan, “Mahmud Il’nin izzet Molla ve Asakir-i Mansure Hakkında Bir Hattı”, Tarih Vesikaları, I, 1941, 162-183.

ŞAFAK, Ali, “Bağy”, DVİA, IV, 251-252.

ŞERİF Mardin, The Genesis of Young Ottoman Thought, Princeton, 1962, 171-172.

TANZİMAT, I, Istanbul, 1940.

TAYYARZADE Ata. Tarih-i Ata, Istanbul, I-V, 1292-3.

The Beginnig of Modernization in the Middle East in the Nineteenth Century, eds. W. R. Polk, R. L. Chambers, The Uni. of Chicago Press, 1968.

The Ulema in Modern Histroy, ed. G. Bear, (Asian and African Studies), VII, 1971.

TURSUN Beg, Tarih-i Ehu’l-Feth, haz. Mertol Tulum, Istanbul, 1977.

UZUNÇARŞILI, Ismail H., “Asakir-i Mansure’ye Fes Giydrilmesi Hakkında Sadr-i Azam Takriri ve II. Mahmud’ıın Hatt-ı Humayunu”, Belleten, 70, 1954, 223-230.

VELlDEDEOĞLU, H. Veldet, “Kanunlaştırma Hareketi ve Tanzimat”, Tanzimat, I, İstanbul, 1940.

YAZICI, Nesimi, Takvim-ı Vakayi “Belgeler", Ankara, 1983.