Makale

OSMANLILARIN HAREMEYN-Î ŞERİFEYN HİZMETLERİ

OSMANLILARIN HAREMEYN-Î ŞERİFEYN HİZMETLERİ

Dr. Sadık Eraslan*

Osmanlı cihan İmparatorluğu veya Devlet-i Aliyye-i Osmaniye dendiği zaman her Türk ve müslüman şöyle bir durup düşünmelidir sanırım. Zira 600 küsür sene çe­şitli din ve mezhebe mensup, tabiri caizse 72 milleti bünyesinde bulunduran ve üç kı­taya yayılan milyonlarca km2’lik geniş topraklar üzerinde bu denli uzun ömürlü ol­muş başka bir devlet veya idare şekli göstermek mümkün olmasa gerek. Nitekim Os- manlı imparatorluğu yıkılalı 75 sene gibi uzun bir müddet geçmesine rağmen hâla dünyanın çeşitli ilim ve kültür merkezlerinde muhtelif ilim adamları tarafından bu devletin uzun ömürlülüğünün sırları araştırılmakta ve önemle üzerinde durulmakta­dır. işte 700. kuruluş yıl dönümü kutlanan ve atalarımız tarafından kurulmuş olan bu cihan imparatorluğunun değişik yönleri üzerinde durmak her birimizin görevi olsa gerek. OsmanlI’nın Hz. Muhammed sevgisin’in çok bariz bir alameti olan “Hare- meyn-i şerifeyn hizmetleri”, üzerinde durmak ve bunları dile getirmek gücümüzü aşan nitelikte bir husus olmasına rağmen belli bir ölçüde de olsa, bunun mutlaka ka­leme alınması gerektiği kanaatim taşımaktayım. Zira OsmanlI’nın bu denli uzun ömürlü olmasının en önemli sırlarından birinin Hz. Muhammed (s.a.v) sevgisi ile bu­na bağlı olarak Haremeyn-i Şerifeyne yapılan hizmet olduğu düşüncesindeyim. Çün­kü Hz. Peygamber (s.a.v.) sevgisi ve Haremeyn-i Şerifeyn bütün müslümanlann çok önem verdikleri ortak ve mukaddes değerlerdir. İslam alemi için paha biçilmez olan bu müşterek değerler asırlarca Devlet-i Aliyye-i Osmaniye binası için manevi bir harç teşkil etmiş ve çeşitli sarsıntılar karşısında bünyeyi koruma görevi yapmıştır. Nitekim biz bu durumu muhtelif tarihî vakalardan rahatça anlayabiliyoruz. Meselâ örnek ola­rak verebileceğimiz bu tür olaylardan biri, ileride bahsi geçecek olan Tunus-Cezayir sınır anlaşmazlığına neden olan konudur. Birer Osmanlı vilayeti olan her iki ülke hal­kını savaşın eşiğine getiren bu önemli ihtilafı çözme şekli ve bu esnada zikredilen ibareler bize önemli bir ipucu veriyor. Zira ihtilâf konusu olan bölge gelirinin ne Tu­nus ne Cezayir ve ne de Osmanlı hâzinesine verilmeyip, her üç taraf için de müşterek ve mukaddes bir değer teşkil eden Medine’ye gönderilmesi her iki toplum nezdinde de Osmanlıya bir kat daha güven ve itimat sağlamıştır.

Diğer yandan Emeviler döneminde iktidar uğuruna bütün müslümanların kıblegâ- hı olan Kâbe-i Muazzama’nın mancınıklarla yıkılıp yakılmasına karşı, bu binanın Os- manlı tarafından son derece saygı ve ihtiramla yapılması ehl-i kıble olan her mümin için büyük bir önemi haizdir, iftiharla söylüyoruz ki, şu andaki Kâbe-i Muazzama bi­nası atalarımızın eseridir. Kâbe’nin olduğu gibi, onun etrafındaki Mescidü’l-Haram’ın projesini hazırlayan ve bir ahşap bina olmaktan kurtaran da Osmanlı mimarı ünlü us­ta Mimar Sinan’dır. Bu mukaddes binalara ilaveten Osmanlı tarafından Haremeyn-i Şerifeyn, yani Mekke-Medine’ye mahsus Osmanlı hizmetleri saymakla bitmez. An­cak biz detayına girmeden sadece belli başlı bazı önemli noktalara temas etmekle ye­tineceğiz. Aksi takdirde bu büyük hizmetlerin her biri bir makale değil, sürre alayla­rı örneğinde olduğu gibi bir kitap teşkil edecek niteliktedir. Meselâ Kâbe-i Muazza­ma ve Mescidül-Haram inşaatlarının her biri nice tarihî olaylara sahne olmuşlardır. Yani Osmanlı sultanları gerçekten Hâdimul-Harameyn olduklannı bu hizmetlerde göstermişlerdir. Bunlara ilâveten Mekke ve Medine içme suyu şebekeleri, her iki mu­kaddes beldedeki belli başlı Mimar Sinan ve Osmanlı eserleri, Hicaz demiryolu asır­larca devam eden ve Haremeyn halkı için gönderilen sürre yardımları, üzerinde dur­mamız gereken çok önemli hususlardır. Mekke ve Medine tarihlerine göz atabilmiş ve dünyanın dört bir tarafından buralara gelmiş her bir müslüman Osmanlı’yı yâd et­meden, hizmeti geçenlere rahmet okumadan geçmemeli diye düşünürüm.

Biz de burada gücümüz dahilinde 700. kuruluş yıldönümü vesilesiyle daha evvel bu mekanlara emeği geçen Osmanlı idarecilerinin bazı önemli hizmet ve eserlerini hemen hemen yalnızca saymakla yetinmiş olacağız. Zira yukarıda da belirttiğim gibi, bütün hizmetleri saymaya kalkışmak dahi, kapsamlı kitaplar yazmayı gerektirir. Onun için biz aynı zamanda gerek Kâbe-i Muazzama ve gerek Mescidül-Haram’ın Osmanlı öncesi durumlarını da bir nebze kaleme almaya çalıştık ki, okuyucu için bir mukayese imkânı olsun. Osmanlı öncesi ve sonrası karşılaştırıldığı takdirde durum kendiliğinden ortaya çıkacağı için bizim ayrıca herhangi bir değerlendirmeye girme­mize ihtiyaç kalmayacaktır diye düşünüyoruz. Osmanlı, saymakla bitmez Haremeyn hizmetlerinin yanında Hz. Muhammed hürmetine bu mukaddes beldelerin sakinleri­ne ve özellikle Ehl-i Beyt olan şerif ve seyyidlere çok büyük bir değer verdiğinden, kendilerinden evvel vuku bulmuş bazı nahoş olayann da zikredilmesi gerektiği dü­şüncesindeyim. Meselâ Emevî döneminde iktidar uğruna yapılan katliamlar peygam­ber şehri Medine’nin yağmalanması ve asırlardır Islâm aleminin unutamadığı Kerbe- la olaylarına karşı OsmanlI’nın asırlarca Ehl-i Beyte tanıdığı müsamaha, sevgi, saygı ve hatta dokunulmazlığı mukayese ettiğimiz takdirde Devlet-i Aliyye-i Osmaniye’nin biraz daha iyi anlaşalabileceği kanaatindayım.

İşte bu sebepler dolayısıyla, kısa da olsa, Osmanlı öncesine ait Kâbe ve Harem’in tarihine ait bazı safhaları hatırlatma ihtiyacı hissettik.

ISLÂMDAN ÖNCE KÂBE

Ka’b: sözlük anlamı itibariyle genelde dört köşeli yapı demektir. Kâbe de Ka’b kö­künden olup dört köşeli olması hasebiyle bu ismi almıştır.

İlmî istilahta ise Kâbe: Bazı rivayetlere göre Melekler veya Adem (a.s.) tarafın­dan temeli atılan ve daha sonra Hz. İbrahim (a.s.) tarafından inşa edildiği kesin olan Mekke vadisinin ortasında etrafı Harem’le çevrili meşhur ve malum olan Beytullah (Allah’ın evi)’tır.

Kabe’nin bir çok isimleri vardır. Bunların da en meşhur olanları şunlardır:

1- Kâbe, 2- Bekke, 3- Beytullah, 4- Beytü’l-Atik, 5- Hatime, 6- Bâsse, 7- Beytü’l- Haram, 8- Kadis, 9- Nâzır, 10- Karye-i Kadime1.

Konumuzun özelliği nedeniyle bu isimleri ayrı ayn ele alıp bunların konuluş se­bepleri ve ne anlama geldikleri hususu üzerinde duramıyoruz2.

Kâbe’nin inşa tarihine gelince, bu hususta değişik rivayetler sözkonusudur. Ancak konumuz daha ziyade Osmanlı dönemi olması nedeniyle elden geldiği kadar Kâbe’nin Islâm ve Osmanlı öncesi inşa tarihini kısa tutmaya çalışacağız. Onun için öncelikle Islâm’dan önce Kâbe’nin kaç kez inşa edilip ve yıkıldığını tesbite çalışmak istiyoruz. Mesela Eyyub Sabri Paşa’nın Mir’atü’l-Haremeyn isimli eserinde şu bilgilere yer ve­rilmektedir: Kâbe’nin yapılış tarihi hususunda iki temel görüş vardır. Bir görüşe göre Kâbe 10 sefer yapılmış ve yıkılmıştır. 11. sefer ise Osmanlı döneminde yapılmış ve bir daha yıkılmamıştır. Ancak zaman zaman kısmî tamirat geçirmiştir. Bu görüşe gö­re Kâbe ilk sefer Melekler, 2. sefer Adem (a.s.), 3. sefer Şit (a.s.), 4. sefer İbrahim (a.s.)3, 5. sefer Amalika, 6. sefer Curhumîler, 7. sefer Hz.Peygamber’in dedelerinden Kusay b.Kilâb, 8.sefer Kureyş Kabilesi4, 9. sefer Abdullah b. Zübeyr, 10. sefer Hac- cac b. Yusuf es-Sakafî tarafından inşa edilmiştir. Böylece Kâbe Osmanlı’dan önce 10 sefer yeniden inşa edilmiştir, işte bu görüşe göre Kâbe 11. sefer Osmanlı tarafından yapılmış ve bir daha yıkılmamıştır.

Kâbe’nin 7 sefer yeniden inşa edildiği görüşüne göre ise 1. sefer Melekler, 2. se­fer Hz.Ibrahim (a.s.), 3. sefer Amalika, 4. sefer Curhıımiler, 5. sefer Kureyş kabilesi, 6. sefer Abdullah b.Zübeyr, 7. sefer Haccac b.Yusuf es-Sakafı tarafından yıkılıp ye­niden yapılmıştır. Bu görüşe göre Kâbe’nin Osmanlı tarafından yapılışı 8. sefer olmuş olur5.

Kâbe’nin ilk yapılışı ve daha sonra kimler tarafından yeniden inşa edildiği ile il­gili bunlar ve bunlara benzer daha başka görüşler de vardır. Ancak yaptığımız araş­tırma sonucunda elde edebildiğimiz bilgilere göre Hz.tbrahim’den evveline ait tarihî bilgiler bizim için İlmî açıdan delil olarak geçerli değildir. Zira bir çok kaynakta yer almakla beraber çoğu israiliyyat kabilinden olan bu bilgiler kuvvetli bir delile dayan­mamaktadır. Ancak şu var ki, aynı bilgiler mesela İbn Kesir gibi ilim adamlarına gö­re, inkâr ve red de edilmez. Zira kendisi de Kâbe’nin ilk defa Hz.Ibrahim tarafından yapıldığını, fakat bunun Adem (a.s.)’den beri bilinen bir saha üzerinde inşa edildiği­ni savunmaktadır6. Bu nedenle Hz.Ibrahim’den evvelki bilgiler îsrailiyat kabul edilip delil olarak kabul edilmemekle birlikte, bir çok önemli İlmî kaynakta yer aldığı için bilgi babından okuyucunun takdirine sunulmuştur.

Kâbe’nin banisinin Hz.Ibrahim ve oğlu İsmail olduğu Kur’an-ı Kerim7 ile sabit ol­duğundan biz de bunu esas aldık. Buna göre Hz.Ibrahim ve oğlu İsmail tarafından ya­pılan Kâbe binası sadece dokuz zira yüksekliğinde, üstü açık ve kapısı da yerden olan çok sade bir yapı idi8.

Hz.Ibrahim tarafından çok sade bir şekilde yapılan bu bina onun devri boyunca hep tavansız kalmıştır. Bu da, Hz.Ibrahim (a.s.)’ın, Allah (c.c.)’a sonsuz itaat ve tev- zuundan dolayı tevhid akidesinin sembolü olarak israfa girmek istemeyişinden ileri gelmektedir. Zira bu asırda her tarafta insanlar taptıkları putları için Mısır ehramları gibi çok görkemli yapılar tesis etmekteydiler. Hz.Ibrahim (a.s.) inanç ve itikat itiba­riyle olduğu gibi, ibadet etmekte olduğu mekan ve kullandığı sembol itibariyle de müşriklere en ufak bir şekilde benzemek istememişti9.

Hz.îbrahim (a.s.)’den sonra yukarıda belirtildiği şekilde Ka’be, değişik zamanlar­da ve değişik kimseler tarafından yıkılıp yeniden yaptırılmış ve nihayet Hz. Peygam­ber 35 yaşlarında iken Kureyş kabilesi tarafından yeniden inşa edilme lüzumu ortaya çıkmıştır, işte Kâbe’nin bu seferki inşası, Islâm tarihi açısından bazı önemli özellik­ler içermektedir. Bu özelliklerden biri, Hz. Peygamber’in Haceru’l-Esved’i duvardaki yerine yerleştirme konusunda yaptığı meşhur hakemlik olayıdır ki, bununla hemen o anda çıkmak üzere olan bir savaşı ve fitneyi önlemiştir10, ikinci özellik ise, o zama­na kadar daima Hz. İbrahim’in attığı temel üzerinde inşa edilen Kâbe binasında mad­di imkansızlıklar nedeniyle değişiklik yapılmasıdır. Şimdi önemine binen kısaca da olsa bu husus üzerinde duralım.

Şöyle ki: Kâbe binası, İslâm’dan önceki şekli itibariyle en, boy ve yükseklik bakı­mından bugünkü Kâbe’den farklı idi. Özellikle uzunluk bakımından Kâbe, şimdiki Ha­tim duvannı içine alacak şekilde büyüktü. Kureşliler Kâbe’yi yıkıp yeniden yapmak is­teyince, eski şekli üzerinde tamamlayamadılar. Bu sefer Kâbe’nin boyunu Hatem tara­fından altı arşın" bir karış kadar kısaltıp artan malzemeyi geride bıraktıkları temel üzerinde yarım ay biçiminde bir duvar yaptılar, işte yarım ay gibi çevrilen bu mekâna Hatim denir. Nitekim Islâm’ın gelişine kadar Kâbe’nin yapısı bu şekilde kaldı12.

ABDULLAH b. ZÜBEYR OLAYI

Abdullah b. Zübeyr çok müttakî ve dürüst bir kişidir. Babası büyük sahabi Zübeyr b. Avvam olup annesi de Hz. Ebubekir’in kızı Esma’dır. Emevi halifesi Muaviye’nin ölümü üzerine oğlu meşhur Yezid, Şam’da halifeliğini ilan etmişti. Ancak Abdullah b. Zübeyr, bu kişinin halifeliğe layık olmadığını düşünerek kendisine biat etmediği gibi, Mekke’de halifeliğini ilan etmiş ve bir çok kimse kendisine biat etmişti. Fakat bu arada Hz. Hüseyin’in şehadeti gibi çok önemli olaylar da cereyan etmişti, işte bu önemli olaylar, Yezid’in iktidar uğuruna Kâbe’nin bulunduğu Mekke ve Peygamber şehri Medine’yi de affetmeyeceğini gösteriyordu. Nitekim çok geçmeden Hz. Hüse­yin’in başına gelenler bu mukaddes yerlerin başına da gelmişti13. Zira Yezid’in emriy­le gerek Kâbe ve gerek Mescidül-Haram mancınıklarla dövülmüş Kâbe yakılıp yıkıl­mış ve hatta Hacerü’l-Esved yanarak parçalanmıştı14.

Fakat bu arada Yezid de ölünce Abdullah b. Zübeyr tekrar Hz. İbrahim’in attığı temeller üzerine Kâbe’yi yeni baştan yaptırdı15. Fakat kısa bir müddet sonra Meşhur Haccac b. Yusuf es-Sakafi (Haccac-ı Zalim)’nin Mekke’ye vali olması üzerine Abdul­lah b. Zübeyr’i siyasi nedenlerle öldürmüş ve Kabe’yi tekrar eskiden Kureyşlilerin maddi nedenlerden dolayı eksik olarak yaptıkları temeller üzerinde bina ettirmişti. Bu, bir rivayete göre 7. ve diğer rivayete göre 10. kez yapılan temelden inşadır. Hac- cac’dan sonra gerek Emevî ve Abbasi ve gerekse daha sonra gelen müslüman idare­ciler tarafından Kâbe muhtelif şekillerde tamirata uğramışsa da Osmanlılara kadar bir daha yıkılıp yeniden yapılmamıştı16.

OSMANLI ÖNCESİ HAREMEYN-I ŞERİFEYN

(Mescidii’l-Haram ve Mekke)

Daha evvel belirtildiği gibi, İslâm’dan önce de Kâbe vardı. Ancak Kâbe’nin etra­fında bu gün mevcut olan ve içerisinde ibadet edilmekte olan Mescidu’l-Haram bina­sı yoktu. Kâbe’nin etrafı düz bir kumluktan ibaretti. Bu kumlukta ise fakir, miskin ve kimsesiz yabancılara ait ottan, hasırdan yapılmış basit kulübecikler bulunurdu. Kâ- be’ye ancak bu kulübeciklerin arasında bulunan daracık yollardan ulaşalabiliyordu.

İslâm’ın ortaya çıkmasıyla birlikte Kâbe’nin etrafındaki bu boşluğa “Mescidu’l- Harum" ismi verildi. Ancak Mescidu’l- Haram’ın hududu çok dar olup sadece Ma- kam-ı İbrahim’in arkasına kadar geliyordu17.

Ebu Rebah’a göre de, Harem’in tamamı Mescidu’l-Haram’dır18. Fakat burada bi­zim için asıl önem arz eden Mescidu’l-Haram’ın sınırları ve kapsadığı alan olmayıp, Osmanlı öncesi ve sonrası itibariyle uğradığı değişikliklerdir.

MESCİDÜ’L-HARAM’DA YAPILAN DEĞİŞİKLİKLER

Mescidu’l-Haram, yani yukarıda kısaca belirttiğimiz Kâbe-i Muazzama’nın çevre­sindeki malum düzlük; Hz. Ömer’in halifeliğine kadar orjinal haliyle kalmaya devam etmişti. Gerek Hz. peygamber ve gerek 1. Halife Hz. Ebubekir devrinde Mescidu’l- Haram olarak kabul edilen Kâbe çevresindeki bu düzlük herhangi bir fizikî sınırla be­lirlenmemişti. Sahadaki mevcut basit kulübeler ile Kâbe arasında kalan düzlük müs- lümanlar tarafından Mescidu’l-Haram olarak kullanılmaktaydı. Bir kumluktan ibaret olan düzlüğe de bahsi geçen basit evler arasındaki yollardan girilirdi. Ancak Hz. Ömer devrine gelindiğinde müslümanlann gittikçe çoğalmaları üzerine artık bu saha kâfi gelmez oldu. Cemaat ve hacılar Mescid sahasına sığmaz oldular19.

İşte bu sıralarda Halife Hz. Ömer bir umre ziyareti münasebetiyle Medine’den Mekke’ye gitmiş ve Mescidu’l-Haram’ın bu yetersiz hale gelen durumunu görmüştü. Bu sıralarda aynı zamanda Kâbe’de de tamire muhtaç yerler ve çatlaklar meydana gel­mişti. Durumu yakından inceleyen Hz. Ömer, hem Kâbe’de meydana gelen bu arıza­lan gidermeyi ve hem de Mescidu’l-Haram’ı genişletmeyi emretti. Böylece İslam Ta­rihinde ilk olarak Hz. Ömer bir istimlâk faaliyetini gerçekleştirerek çevredeki bütün evleri yıktırıp Mescidu’l-Haram’ı genişletti20. Hz. Ömer’den sonra sırasıyla Hz. Os­man21, Abdullah b. Zübeyr, Emeviler ve Abbasiler döneminde bazan genişletmek su­retiyle ve bazan sadece inşa ve tamirat suretiyle Mescidu’l-Haram elden geçirilmiş­tir22. Fakat asıl inşa ve yeniden yapılanma faaliyetleri ve günümüze kadar devam ede­bilecek bir şekle kavuşturulması, Osmanlı döneminde gerçekleşmiştir.

Ostnanlı Dönemi Kâbe

Kâbe-i Muazzama bir rivayete göre 8. kez, diğer bir rivayete göre 11. kez IV. Mu­rat (1039/1661) tarafından yeniden yaptırılmıştır.

Bu olayı kısaca şu şekilde aktarabiliriz:

Haccac’ın inşa veya tamiratından itibaren Hicrî II. asrm başlarına kadar Kâbe’ye herhangi bir müdahele olmamıştır. Ancak 1019/1641 yılından itibaren Kâbe duvarının özellikle doğu cephesindeki çatlaklıklar gittikçe büyümeye başlamıştır. Yağmur sel­lerinin etkisiyle gittikçe tehlikeli hale gelmeye başlayan bu çatlakların tamir edilme­si gereği ortaya çıkmıştır. Bunun üzerine IV. Murad’ın babası Sultan Ahmed, Kâbe duvarlarını yıkıp yeniden inşa etmek ve bu iki çatlak duvardan birini altından, diğe­rini de gümüşten yapmak istemiş, fakat devrin ilim adanılan onu bu düşüncesinden vazgeçirmişlerdi. Bunun yerine, Kâbe duvarlarını yıkılmaktan kurtaracak bir kuşak yapmasını istemişlerdi. Bu talep üzerine Sultan Ahmed, Kâbe-i Muazzama binası için onu ayakta tutacak altın kaplama sağlam bir kuşak yaptırdı. Bu kuşak dal020/1642 yılının sonu ile 1021/1643 yılının başında Kâbe’ye takılmış oldu. Yalnız bu tamirat için Sultan Ahmed tarafından seksen bin (80000) dinar altın harcanmıştır23.

1039/1661 yılına gelindiğinde her zaman olduğu gibi yine Mekke şehri büyük bir yağmur selinin altında kaldı. Harem-i Şerif ve Kâbe taş, toprak, çamur ve odun yığın­larıyla doldu. Bu sırada Kâbe’nin üçte ikisi yıkıldı. Öyle ki, bu sel felâketinde bini aş­kın insanın öldüğü yazılmaktadır, işte bu felâket üzerine OsmanlI’nın Mısır valisi Mehmet Ali Paşa, Kâbe ve Harem-ı Şerifi yeniden ele almak üzere Rıdvan Ağa’yı gö­revlendirdi. Ancak tamirat ve inşaatın yapılabilmesi için önce Kâbe ve Hareme dol­muş olan çamur ve taş yığınlarım temizlemekle işe başlandı. Kâbe ve çevresini temiz­lemek için her gün 30-40 bin yük çamur ve alüvyon atmak durumunda kaldılar. Mi- na girişine varıncaya kadar Harem-i şerifi temizleme işi 1040/1662 senesi Rebiula- hir ayının 9 perşembe günü tamamlanmış oldu24.

Kâbe tamiratı için Mısır vilâyetinin Mekke’ye daha yakın olması hasebiyle Os- manlı idaresi adına inşaat malzemelerinin çoğu buradan getirtilmişti. Ayrıca Kâbe’nin inşaatı esnasında o kadar saygı ve itina gösterilmiştir ki, idareciler tarafından ustala­ra, duvardan düşen eski taşların zayi edilmeden düzeltilip tekrar yerlerine konulma­ları tembihlenmiştir. Yalnız bu arada Kâbe taşlarının tekrar yerleşirilmesi hususunda herhangi bir yontulma ve düzeltmeye tabi tutulmalarının caiz olup olmadığı konusun­da ihtilafa düşülmüştür.Bunun üzerine konu ile ilgili olarak dört mezhep ulama ve müftülerinden fetva alınması lüzümü hissedilmiştir. Ancak zarûrete binaen bu tadila­tın caiz olabileceği kararı dört mezhep müftülerinden çıktıktan sonra inşaata başlan­mıştır25.

OsmanlI’nın Kâbe’ye verdiği önem açısından dikkat edilecek bir husus da, daha evvel Kâbe’nin yıkılmaması için yapılan kuşaklardan on bin dirhem altın ile yüz yir­mi dört bin dirhem gümüşün elde edilerek inşaat masrafı olarak ayrılabilmesidir. Ay­rıca Rükn-i Yemani ile Haceru’l-esved arasındaki kuşaktan hesap edilmeyecek kadar altın ve gümüş çıkmıştır26.

Diğer bir husus ta, Kâbe’nin sadece yıkılan iki duvarının değil, belki binanın tü­münün yıkılıp yeniden yapılması gereğinin ortaya çıkmasıdır. Ancak bunu ahaliye kabul ettirmek kolay değildir. Dolayısıyla bunun için de dört mezhep imamının fet­vasına müracat edilmiştir. Aynı zamanda Kâbe inşaatına sarf edilecek paranın mutla­ka helâl bir maldan elde edilmiş olmasına dikkat çekilmiştir. Bunlara ilâveten yıkılan Kâbe duvar ve tavanından çıkan taş ve toprakların itina ile muhafazası istenmiştir. Di­ğer bir husus da, duvarlardan çıkan kerestenin dahi en ufak bir zedelenmeye uğrama­dan korunmasının sağlanmış olması ve yerinden çıkarılan Kâbe’nin eski kapısının ise başlar üzerinde tutularak sağlam bir mekana kaldırılmasıdır27. Yani Osmanlı döne­minde Haremeyn ile ilgili yapılan bütün hizmetlerde olduğu gibi Kâbe inşaatının en basit sayılabilecek safhalarında da saygı ve hürmetten en ufak bir taviz vcrilmemiştir. Meselâ, bu hususlardan biri de, Kâbe temellerinin atılması sırasında özelllikle te- berriiken eski taşların kullanılmasına ve eski usul üzerine inşaata itina gösterilmesi­dir. Öyle ki, Kâbe duvarında kullanılacak bütün taşlar teker teker yıkanıp temizlen­dikten sonra yerine konulmuşlardır. Temel atma esnasında ve inşaatın başlangıcında devrin en önde gelen devlet adanılan hazır bulmuşlardır. Bunlardan Osmanlı saltanat temsilcisi Rıdvan Ağa, Mekke Şerifi, Şerif Abdullah, Mekke kadısı ve Harem şeyhi gibi simaları burada saymak mümkündür. Bunun dışında, bölge valisi, dört mezhep müftüleri ve inşaat ustalanndan yirmi kişiye padişah adına hil’at giydirilmiştir. Bun­ların hepsi birlikte günün sultanına duada bulunmuşlardır. Kâbe inşaatı esnasında Os- manlı temsilcisinin emriyle makamat-ı arbaada her gün bir hatim okunmuş ve Kâbe arsası üzerinde hatim duası yapılmıştır. Aynca her gün üç tane fakih hafız tarafından birer Fetih suresi okunmuştur, inşaat müddeti boyunca bina sahası hürmeten bir tah­ta duvarla çevrilmiş olup giriş çıkış için bırakılan kapı ise Osmanlı temsilcisi Rıdvan Ağa tarafından idare edilmiştir. Her gün, kapıcı tarafından kapı açıldığında dört ma­kamda hazır bulunan hafızlar Kur’an hatimine ve duvarcılar da duvarlara besmele ile başlarlardı. Makam-ı Hanefi’de bulunan hafızlar da aynca Fetih suresini okurlardı28. Bu usul, yani her gün bir hatim ve üçer de Fetih suresinin okunması, Kâbe inşaatı bi­tinceye kadar devam etmiştir. Hacerü’l-Esved’in yerine yerleştirilmesi için çok daha büyük bir itina gösterilmiştir. Bu mübarek taş için gümüş kaplamalı ve altın yaldızlı bir yer hazırlanmıştır. Bu arada dikkat çekici şöyle bir hadise daha zikre değer kana- atındayım. Meselâ, Hacerü’l-Esved’in yerine konulması sırasında, önde gelen bazı kimseler, bu mübarek taşın duvardan tarafa düşen yüzünün dışta kalan yüzünden da­ha düzgün olduğunu söyleyerek taşın çevrilmesini istedilerse de Osmanlı temsilcisi olan Rıdvan ağa “yok yok! Haceru’l-Esved ile oynamak caiz değildir, şu andaki du­nunu çok iyidir. ” diye Hacru’l-Esvede olan sonsuz saygı ve bu konudaki tavizsiz has­sasiyetini ortaya koymuştur. Nitekim daha evvel Kanuni tarafından da Kâbe kapısı­nın her iki tarafına birer gümüş kaplamalı direk koydurulduğu gibi, eskimiş gümüş yaldızlı Kâbe kandilleri de altın yaldızlı hale getirilmiştir. Rıdvan ağa da bu kapının altım üstünü zemzemle yıkayarak kendi elleriyle silmiştir.

Nihayet 1040/1662 yılı Ramazan Ayının son günlerinde IV. Murat tarafından ya­pımı sürdürülen Kâbe inşaatı tamamlanmış ve bu tamamlanma olayı Kâbe duvarla­rındaki mermerlere Kitabe olarak yazılmıştır29.

Bu inşaatın bitiminden iki sene sonra Mekke’de yağan şiddetli yağmurlar sonu­cunda Kâbe’nin tavanı tekrar hasar görmeye başlamıştır. Yine İstanbul’dan gelen emir üzerine Mısır valisi M. Ali Paşa tarafından Kâbe tavanı ile Makam-ı İbrahim’i tamir etmek üzere ikinci defa Rıdvan ağa, mühendis Abdurrahman’ı da yanına alarak Mek­ke’ye gitmiştir (H. 1044 Zilhicce ayı). Gereken tamirat Rıdvan ağa tarafından yapıl­mıştır. Ancak Kâbe’nin diğer kısımlarıyla birlikte tamiratın tamamlanması yine mü­barek Ramazan ayma isabet etmiştir. Böylece 1045/1667 yılında yine Kâbe ile ilgili bütün inşaat çalışmaları bitirilmiş ve hürmeten Kâbe’nin eski kapısı İstanbul’a getiril­miştir30. Kâbe’nin ilk yapıldığından itibaren ihtilaflarıyla birlikte en meşhur görüşe göre 11. defa Osmanlı sultanı IV. Murad devrinde ve onun emriyle temelden yıkılıp yapılmış oldu. Daha sonra H. 1235-1819’da Sultan II. Mahmud ve H. 1259-1843’de onun oğlu Abdulmecid tarafından Kâbe kısmen tamirat gördüyse de asıl ve son bani IV. Murad’tır. Dolayısıyla şu anda iftiharla söylenebilir ki, bu gün için dahi tüm Is­lâm aleminin Kıblegâhı ve metafı olan Kâbe-i Muazzama bir Osmanlı eseridir31.

osmanli dönem! mescIdü’l-haram

Daha evvel de sözü edildiği gibi gerek Hulefa-i Raşidin, gerek Emevî ve Abbasi halifeleri tarafından Mescidu’l-Haram’da bazı ilaveler de yapılmak suretiyle birçok tamirat ve yenileme faaliyetleri yapılmıştır. Ancak Osmanlılar tarafından Mescidu’l- Haram’da yapılan inşa faaliyetleri ile bunları mukayese etmemiz dahi çok zordur. Zi­ra daha evvel yapılan çalışmalar esnasında genelde eski malzemeler kullanılmış veya yenileme yapıldıysa da bu çok sınırlı kalmıştır.

Osmanlı döneminde ise çok köklü ve Mescidu’l-Haram’ın tamamını kapsayan sağ­lam, kalıcı inşa faaliyetleri gerçekleştirilmiştir. Bu muazzam hizmet de Osmanlı sul­tanlarından Kanuni Sultan Süleyman’ın oğlu II. Selim’e nasip olmuştur. Şöyle ki: Ey- yüp Sabri Paşa’nın anlattığına göre bu döneme kadar Mescidu’l-Haram’ın tavan ve re­vakları tamamen ahşaptan ibarettir. Aynı zamanda Abbasi halifesi Muktedirbillah’tan beri söz konusu bina herhangi bir tamir ve restorasyon görmemiştir. Bu sebepten Mescid’in bazı yerleri adeta yıkılmakla karşı karşıya kalmıştır. Özellikle doğu taraf­taki revaklar Kâbe’ye doğru eğilmiş ve tavan kirişleri duvardan ayrıldığından tama­men yere düşecek hale gelmişlerdir (979/1571). Öyle ki, bu sıralarda söz konusu ta­vanın altında namaz dahi kılmak hayli tehlikeli bir durum almıştır32. Mescidu’l-Ha- ram’ın bu perişan durumunu öğrenen Osmanlı Sultanı II. Selim Mısır’da bulunan mi­marı Sinan Paşa’ya gönderdiği ferman üzerine Mısırlı Ahmet bey mutemetliğinde Mi­mar Sinan Mescid’in tamamının yenilenmesi hususunda görevlendirilmiştir. Fakat ba­zı kaynakalara göre Mescidu’l-Haram’ın inşa faaliyetlerine ilk teşebbüs eden Osman- lı Sultanı II. Selim olmayıp belki onun babası Kanuni Sultan Süleyman’dır. Konu ile ilgili olarak Muhammed Emin El-Mekkî, yazdığı eserinde şu ifadelere yer vermiştir:

“Kanuni tarafından 973/1565 tarihinde Harem-i Şerif yapımı esnasında dört mezhep müftülerine birer duşhane bir de Medrese bina ettirilmiştir33. ” Ancak gerek Eyyüp Sabri Paşa’nın Mir’âtûl-Haremeyn’i gibi eski kaynaklarda ve gerek konu ile ilgili ka­leme alınan yeni çalışmalarda bu bilgiler te’yid edilmemektedir. Bu bakımdan Ha- rem’i yenileme faaliyetinin ilk defa Osmanlı Sultanlarından II. Selim tarafından baş­latılmış olması tezi daha kuvvetli görülmektedir. Nitekim Mimar Sinan’ın Mekke ve Medine’deki eserleri ile ilgili 1988 yılında yayınlanan bir çalışmada da şöyle denmek­tedir: “II. Selim 1571 senesinde, yangınlardan ve sel baskınlarından hasar görmüş akın Mescid’iıı bütünüyle yenilenmesini emretmiş ve bu iş ile Mimar Sinan’ı görev­lendirmiştir34. ” II. Selim’in göndermiş olduğu fermanda şu hususlar yer almaktadır: “Harem-i şerif fevkalade bir sağlamlıkta yeniden bituı edilmeli, daha evvel ahşaptan yapılmış olan revakları ve tavan tamamen yıkılmalı, yerlerine mermerden yapılmış direkler ve bu direkler üzerine altın alenili kubbeler inşa edilmelidir. ” Bu fermanda belirtildiği gibi Mescidu’l-Harem’i inşa etmek üzere adıgeçen kimseler Mekke’ye git­mişlerdir. Nihayet Bab-ı Ali çavuşlarından olup mimarlık sıfatıyla gönderilmiş olan Mühendis Mehmet Efendi’nin gösterdiği şekilde 980/1572 senesi Rebiulevvel’in or­talarında şark tarafındaki duvar Bab-ı Ali’den Babu’s-Selam’a kadar yıktırılarak yeni­sinin temeli atıldı. Daha sonra görülen lüzum üzerine kuzey ve doğu cephelerinin ta­mamı yıktırıldı. 982/157435 Mescidu’l-Haram’da bu yenileme faaliyetleri M. 1572 yı­lında başlayıp 1576 yılına kadar sürmüştür. Mescid’in avlusu Mimar Sinan’ın planına göre büyütülmüş ve binanın ahşap örtü sistemi ile revakları tümüyle yıkılarak mer­mer ve taş malzemeyle yenilenmiştir. Düz ahşap örtü yerine altın alenili, mahrûtî be­yaz badanalı kubbeler inşa edilmiştir. Kubbelerin içi altın yaldız ve kaligrafik motif­lerle süslenmiş, avlu renkli mermer plaklar ile kaplanmış, minareler tamir edilmiştir. Şehrin en çukur vadisinde konumlanmasından ötürü devamlı sel baskınına maruz ka­lan mescidin 19 kapısı yeniden düzenlenmiş ve kapı eşikleri yükseltilerek bend göre­vi gören merdivenler ihdas edilmiştir. Kubbeleri taşıyan sütunların çoğu mermer, bir kısmı da kırmızı taştan yapılmıştır. Ortasında Kâbe’nin yeraldığı geniş avlu (tavaf ya­pılan saha) dörtgen formda tutulmuştur. Daha evvel olduğu gibi, dört cephe revaklar­la kuşatılmıştır. Bu inşaat faaliyeti sona ermeden II. Selim hakkın rahmetine kavuş­muştur 982/1574. Onun yerine geçen III. Murad döneminde az bir müddet inşaata ara verildikten sonra 984/1576 senesinde inşaat tamamlanmıştır36. Bu esnada Mescid’in iç kısımlarına Hulefa-ı Raşidin’in isimleri, Allah (c.c.) ve Peygember(s.a.v.)’in isim­leri ile ayet-i kerimeler yazılmış ve iç kısım böylece tezyin edilmiştir37. Ancak o gü­ne kadar Harem-ı Şerifin hiçbir zaman bu derece süslenmediği burayı gören herkes­çe itiraf edilmiştir. Bununla birlikte 983/1575 senesinde tekrar Harem büyük bir sele maruz kalarak taş ve toprakla dolmuştur. Bu nedenle iki senede bir Harem’i temizle­me programı mutad bir görev haline getirilmiştir. Eyyüp Sabi Paşa bu arada şu ifade­lere de yer vermiştir: Gerek Osmanlı ve gerek Abbasi halifelerinden hiç bir kimseye bugüne kadar sözü geçen bu iki sultana38 dört yılda müyesser olan büyük eserler ve üstün faziletler nasip olmamıştır. Mısır idaresi tarafından (inşaat için) Ahmet beye gönderilen malzemelerle kubbeler üzerine konulan altın alemlerin tamamı hariç ol­mak üzere yalnız padişahın özel hâzinesinden yüz on bin altının sarf edildiği Ahmet bey tarafından aktarılmıştır39.

Muhammed el-Mekkî ise konu ile ilgili olarak şu bilgileri vermektedir: Az evvel de belirttiğimiz gibi bu zata göre Kanuni bu işi başlatmıştır. Ancak onun vefatı üzeri­ne oğlu II. Selim, Mısır valisi Sinan Paşa’yı görevlendirmiştir. Fakat inşaatın bitimine az kala kendisi de vefat etmiştir. Tabi ki artık bu eseri bitirme şerefi onun oğlu III. Mu- rad’a nasip olmuştur. Muhammed el-Mekki’ye göre şu andaki Harem-i Şerifin (eski bi­na) iç kubbe, sütun ve revakları tamamen Kanunî ve II. Selim döneminden kalmadır. Mimarî açıdan bu kadar mükemmel sütunların tamamı Osmanlı sultanlarının emriyle Mısır’dan getirtilmişlerdir. El-Mekkî’ye göre sadece Osmanlı mimarisi olan kısım 500 kubbeden meydana gelmektedir. Açık alan hariç sadece bu eski kubbe altlan 150.000 kişiyi içine alır. Kâbe etrafında bulunan ve daha evvel bir kumluktan ibaret olan kısım (metaf) da 150.000 kişiyi kapsayıp toplam 300.000 kişiyi almaktadır. Bu ölçüm, Ayn- ı Zübeyde denilen Mekke içme su yollarını tamirle görevli olarak İstanbul’dan gönde­rilen Harbiye miralaylarından Sadık Bey tarafından yapılmıştır40. Tabii bu ölçümler, ifade edildiği gibi sadece Osmanlı mimarisi olan iç kubbeler ile açık alan için geçerli- dir. Sonradan Suudlular tarafından yapılan ilâveler buna dahil değildir.

Böylece III. Murad’ın inşaatı sona erdirme şerefine nail olmasına ve bazı görüşle­re göre başlangıçta gerçekleşen Kanunî’nin katkılarına rağmen Mescidu’l-Haram’ın asıl banisi Osmanlı sultanları içerisinde II. Selim’dir. Zira Mescidu’l-Haram’ı sel ve yangınlara dayanıklı olmayan ve bu nedenle sık sık sellerle yıkılıp yangınlarda kül olan ahşap halinden kurtaran bu zattır. Mimar Sinan gibi dünyaca meşhur büyük bir mimarın projesi olarak günün en son teknikleri kullanılarak bina edilen Harem günü­müze kadar ayakta kalabilmiştir. Zira ilk defa Osmanlı döneminde ahşap ve düz olan tavandan vazgeçilerek yangına karşı dayanıklı malzeme kullanılıp kubbeli sisteme geçilmiştir. Bununla beraber yeni yapıda sel ve yangın ihtimallarına karşı bütün mi­marî teknikler kullanılarak sağlam tedbirler alınmıştır. Harem’in giriş ve çıkış yollan merdiven basamaklanna kadar dikkat ve itina ile planlanmıştır.

II. Selim döneminde gerçekleştirilen bu inşaat sırasında Mescidu’l-Harem’in etra­fında medrese ve yurt gibi sosyal amaçlı binalar kurulmuş, avlu içinde yer alan Ma- kam-ı İbrahim, Minber, Zemzem Kuyusu, Mezhep imamlannm makamlan ve diğer hizmet yapılan da yenilenmiş veya onanlmıştır. Aynca “Metaf” dediğimiz tavaf sa­hası da yeniden düzenlenmiştir.

Bu dönemde yapılmış olan ve II. Selim’in eseri sayılabilen Mescidu’l-Haram’ın o günkü hali Haremeyn’in Suud hakimiyetine geçtiği zamana kadar yeni bir inşa faali­yetine ihtiyaç duymamıştır. Ancak zaman zaman bazı Osmanlı Sultanlan tarafından kısmen onanm görmüş ve tezyin edilmiştir41. Bunlara kısa da olsa ileride temas ede­ceğiz.

Genel Olarak OsmanlI’ların Haremeyn Hizmeti ve Burada Meydana

Getirdikleri Eserler

Mescidu’l-Haram’ın yenilenme projesini yapan ünlü usta Mimar Sinan’dan söz et­mişken bu zata ait Haremeyn-i Şerifeyn’deki diğer eserleri de burada zikretmek isti­yoruz:

Az önce Mescidu’l-Haram’ın tamiri ve yenilenmesini anlattığımız için burada ken­disine ait bu hizmeti tekrar etmiyoruz. Bu büyük hizmetin dışında Sinan’a ait eserle­ri şöyle sıralayabiliriz:

Sultan Süleyman Han Medresesi:

Mescidu’l-Haram’ın 19 kapısından birine ve 7 minaresinden birine ismini vermiş olan Medrese hemen Harem’e bitişik bulunmaktaydı. Bu gün maalesef ayakta değil­dir, Mescid’in genişletilmesi sırasında yıkılmıştır.

Haseki Sultan imareti:

Maalesef bu eserin Mekke’nin neresinde yapıldığı ve na zaman yıkıldığı bilinme­mektedir.

Sultan Süleyman Han ve Sokullu Mehme Paşa Hamamları:

Sokullu Mehmet Paşa Hamamı ki bu, Mescid’in Umre Kapısı’na yakın olduğu için halk arasında “Ümre Hamamı” ismiyle bilinmektedir. Ancak 1975 yılında Mescid’in genişletilmesi esnasında yıkılmıştır. Sultan Süleyman Han Hamamı ise "Gışaşiye Hamamı ” olarak bilinmektedir ve halen ayaktadır.

Değer bir eser de Çeşme-i Arafal-ı Feyzü’l-Berekâat yanında bulunan Rıbatü’l- Hayl Çeşmesidir42.

Önemine binaen Kâbe ve Mescidu’l-Haram’ın tarihçelerini müstakil olarak işleyip ve bunlann birer Osmanlı eseri sayılabileceklerini ifade ettikten sonra şimdi biz ge­nel manada ancak kısa olarak OsmanlIların Haremyne ve ahalisine verdikleri önemi aktarmaya çalışacağız.

Sürre Alayları

Osmanlılann Haremyn-i Şerifeyn ve ahalisine verdiği hizmet saymakla bitmez. Bu hizmetlerden birçoğu birer kitap teşkil edecek derecede büyük ve önemlidir. Me­selâ, Osmanlının Haremyn ahalisine verdiği önemin en açık örneklerinden biri sırra (sürre) alayları yoluyla yapılan yardımlarıdır. Bu olayla ilgili olarak ilmi çalışmalar yapılmış ve müstakil eserler yazılmıştır43. Zira bu yolla bu mukaddes beldelere gön­derilen aynî ve nakdî yardımın rakamlarla ifadesi bile hayli zordur. Ancak şunu ifa­de edelim ki bu süne yardımını ilk ihdas eden kişi Abbasî halifelerinden el-Muhte- dirbillah olmakla birlikte daha sonra muntazam olarak sürre yardımım göndermek İs­lâm halifelerinden hiç birine nasip olmamıştır. Bu yardımı muntazam olarak sadece Osmanlı Sultanlan gerçekleştirmişlerdir.

Osmanlı padişahlan kendi ülkelerine gelen seyyid ve şeriflere saygıda kusur et­meyip onların istirahat ve geçimlerini temin ettikleri gibi ellerine berat vermişlerdir. Hatta Sultan II. Murad, her sene bulunduğu şehir ve kasabadaki Hz.Peygamber süla­lesinden olanlara kendi eliyle bin filori altını dağıtmayı âdet edinmişti.

Osmanlılar Mısır’ın fethinden ve Mekke Medine kendilerine bağlılıklarını sunma­dan çok evvel de sürre ismi altındaki yardımı Haremeyn ahalisine gönderiyorlardı. Osmanlı hükümdarları içinde Mekke ve Medine’ye ilk defa Sürre denilen yardımı gönderen Yıldırım Bayezid ile oğlu Çelebi Sultan Mehmed’tir. Bundan sonra oğlu II. Murad, her yıl Mekke, Medine, Kudüs ve Halilü’r-Rahman’a üç bin beşyüz filoriden mürekkep sürre yollardı. Sadece 855/1451 senesinde gönderilen sürre miktarı sekiz yüz bin kese (altın) idi. Yine II. Murad Ankara’nın Balıkhisarı mıntıkasındaki köyle­rin hasılatını Mekke’ye vakfettiği gibi, tertip ettirdiği 850/1446 tarihli vasiyetname­sinde Mekke ve Medine fukarasından her birine üçbin beşer yüz filori tahsis etmiştir.

Sürre gönderme adeti Fatih Sultan Mehmed ve ikinci Bayezid tarafından da sür­dürülmüştür. Yavuz Sultan Selim ise babasının sürresini iki katına çıkarmıştı. Baba­sı, yarısı Mekke ve yansı Medine halkına mahsus olmak üzere on dört bin duka altı­nı gönderiyordu44.

Mekke ve Medine İçme Su Yolları

Kâbe-i Muazzama ve Mescidu’l-Haram binalanndan sonra Osmanlının Haremyn-i Şerifeyn’deki en önemli ve kalıcı eserlerinden biri Kanuni’nin yaptırdığı Ayn-ı Zü- beyde denilen Mekke içme suyu şebekesidir. Muhammed Emin el-Mekkî’ye göre Ka- nûnî’nin Haremeyn’e ne kadar önem verdiğinin ölçüsü olmak üzere bu eseri göster­mek yeterlidir45. Ayn-ı Arafat da denilen ve Mekke’ye içme suyu taşıyan şebeke Sul­tan Süleyman zamanında hemen hemen tamamen bozulmuştu. Bu yüzden içme suyu bakımından adeta Mekke Kerbela’ya dönmüştü. Mekke halkı da çok perişan bir du­ruma düşmek üzere iken Sultan Süleyman’ın fermanı imdada yetişmiştir. Bu emre bi­naen büyük masraflara girilerek söz konusu su yollan genişletilip temizlenmiş ve şeh­re yeniden içme suyu akıtılmaya başlanmıştır. Uzun zaman Mekke’ye su veren bu teş­kilât daha sonra Sultan Abdulhamid zamanında tekrar bozulmaya bağladı ise de, bu zat tarafından hemen gereken tamirat yaptırılarak hizmete tekrar sokulmuştur. Ancak bu sefer sözkonusu su yollan eskisinden çok daha geniş ve sağlam bir şekilde yaptı­rılarak halkın her türlü su ihtiyacına cevap verebilecek hale getirilmiştir46. Fakat bu arada şunu da belirtmemiz lazımdır ki Ayn-ı Arafat veya Ayn-ı Zübeyde Mekke için nasıl bir değer ifade ediyorsa Ayn-ı Zerka denilen su kaynağı da Medine için aynı şe­yi ifade etmekteydi. Bu da Abdulmecid tarafından ve eskisinden daha geniş ve güzel bir şekilde yaptırılmıştır47.

Seyyid ve Şerifler

Osmanlı’mn Haremyn ve ahalisine verdiği büyük önemin diğer dikkat çekici bir örneği de Seyyid ve şeriflerin Osmanlı ülkesindeki yerleridir. Şöyle ki: Seyyid ve şe­rif denilen Peygamber torunları Hazret-i Peygamberin en sevgili ve küçük kızı Fatı- matu’z-Zehra ile Hz. Ali’nin çocuklan olan Haşan ve Hüseyin isimlerindeki iki oğlun­dan gelmişlerdir. Bunlardan İmam Hasan’dan gelenlere şerif ve İmam Hüseyin ev­lâdına da Seyyid denilmiştir.

Bütün İslâm memleketlerinde Resulullah’a hürmeten seyyid ve şeriflere değer ve­rilmiştir. Özellikle Osmanlılar bunlara o kadar değer vermişlerdir ki, bunlar hürmeti­ne Mekke ve Medine halkından olup Seyyid ve şerif olmayanlara dahi son derece de­ğer verilmiştir48. Osmanlı bu hususa o kadar dikkat etmiştir ki, Seyyid ve şeriflerin şecere denilen silsilenamelerini kayıt ve zapt etmekle görevli Nekibu’l-Eşraflık49 is­mi altında bir müssese meydana getirilmiştir50.

Hz. Peygamber’e hürmeten Osmanlılar bu konuda başka hiçbir hükümdar ve dev­let idaresinin bir örneğini göstermeyeceği fedakârlıklarda bulunmuşlardır. Sayısız olaylardan burada sadece bir örnekle yetinelim. Şöyle ki: Sultan II. Mahmud zama­nında Mekke emiri mensuplarından Şerif Racih isminde birini Mısır valisi Mehmet Ali Paşa birtakım vaatlerle yakalayıp hapsetmiş. Bu adam bir yolunu bulup valinin kendisini hapsederek belki de idam edeceğini sadrazama yazmış ve o da padişahı du­rumdan haberdar etmiştir. Bundan müteessir olan Sultan Mahmud bunun üzerine şu hatt-ı hümayunu yazmıştır:

“Benim vezirim, şerif-i mümcıileylıin cünhası (suçu) ne olursa olsun ol tarafta ika­mette mahzur mülâhaza olunduğu surette takririn veçhile Şerif Galih’in (Şerif Galip Selanik’te) yanma gönderilsin. Maazallahü TeCılû Şürefûnın (şeriflerin) idanıı değil vech-i âhar ile rencide olmalarımı dahi hır veçhile rızay-ı hümayunum yoktur...51

Görüldüğü gibi Osmanlılar bazan Resulullah hürmetine Seyyit ve şeriflerin suç iş­leyenlerine dahi dokunmayıp en ufak bir şekilde rencide olmalarına bile müsade et­memişlerdir. Adeta Osmanlı topraklarında bu sülale bir dokunulmazlığa sahiptir.

Yukarıda bir nebze temas ettiğimiz gibi, Osmanlılar Hz.Peygamber hürmetine onun sülalesini koruyup kolladığı gibi, O’nun hürmetine Haremeyn halkının tamamı­nı da yerine göre koruyup kollamış ve her fırsatta yardımlar ve kurdukları vakıflarla onların mevcut yaşayış ve geleceklerini garanti altına almaya çalınmıştır, işte bunun çarpıcı örneklerinden biri de şudur: Osmanlı’ya bağlı olan Cezayir ve Tunus arasında savaşa kadar gitmiş olan sınır anlaşmazlığı sözkonusudur. Ancak sözkonusu ihtilafın gideriliş şeklinden bizim, Osmanlı’nın asırlarca milyonlarca km2’den meydana gelen ve çok sayıda değişik milleti barındıran bu cihan devletini nasıl idare ettiği ve bu ida­rede Osmanlı’nın Hz.Peygamber sevgisinin rolünü az çok anlamamız mümkündür. Şöyle ki:

- ihtilâfa konu teşkil eden Arko kalesi, 994/1586’de mülhakatıyla birlikte, Kay- ravan Hakimi ve buranın sahibi olan Şeyh Abdüssamed tarafından Osmanlı Devleti­ne verilmiştir. O tarihten itibaren de burasını Osmanlı Devleti adına Tunus Beylerbe­yi idare etmektedir. Daha sonra Cezayir-Tunus arasında sınır anlaşmazlığına sebep olan bu bölgenin, Tunus’a ait olduğu, onların müracaatı üzerine Asitâne (îstan- bul)’den “mufassal ve meşrııh emr-i şerif” gönderilerek, bildirilmiştir. Bununla bir­likte, konu çözümlenemediğinden iki tarafın temsilcileri İstanbul’a gelmişler; Şeyhü­lislam, vezirler, kazaskerler ve Yeniçeri Ağasının huzurunda meclis kurulmuş, iki ta­rafın delilleri ortaya konmuştur.

- Kale ve arazi Cezayir-i Garb’a 50-60, Tunus’a 10 günlük uzaklıkta bulunmak­tadır. Cezayir’de birkaç defa Beylerbeylik yapmış olan müteveffa Hüsrev Beyin ve başka bazı Cezayirli yetkililerin de burasının Tunus’a ait olduğunu bildirir belgeler verdikleri görülmektedir.

- Sonuç: Adı geçen bölge Tunus Beyliğinin sınırları içinde kalacaktır. Fakat ge­liri itibariyle ne Tunus’a ve ne de Cezayir’e bağlıdır. Burasının maktu 2000 riyal ku­ruşluk geliri her sene Asitane (Istanbul)’den gelecek görevliye teslim olunacaktır. Bu para Osmanlı Hâzinesine de girmeyecektir. Peygamber şehri Medine-i Münevve- re’nin fakirlerine vakfedilmiştir. Her sene Osmanlı başkentinden büyük törenle yola çıkarılan Sürre-i Humâyun52’la birlikte Medine’ye gönderilecektir.

- Sultan emr-i şerifinde bundan sonra, her iki tarafa nasihat ve ikazlarda bulu­nuyor. Nisa 59. ayeti hükmünce kendisinin emrine itaati telkin ediyor. Her iki bölge­nin askerlerinin birbirini kardeş gibi sevmelerini istiyor ve din düşmanlarına karşı bir­lik ve beraberlik içinde, karada ve denizde mukaddes cihada hazır olmanın önemini dile getiriyor. Sultan, kendi rızasının da; Cenab-ı Hakkın emrine uymaları, Peygam­ber (s.a.v.)’in sünnetine tabi olmaları yönünde bulunduğunu belirterek sözlerine son veriyor.

Bu fermanında özet olarak Sultan; önce müslümanlann birlik olmaları lüzumunu bildiren bazı ayetleri hatırlatıyor53.

Sonra Peygamber (s.a.v.)’in bu konu ile ilgili bir hadisinin metnini verip, daha bir çok benzeri olduğunu belirtiyor. Sahabe-i Kıram’ın (Hac, 78). “Allah yolumla hakkıy- le cihad ediniz" şeklindeki Kur’an’ın emrine uyarak Allah (c.c.)’ın rızasına ulaştık­larını bildiriyor.

(Hucurat, 10) ayetini hatırlatarak, burada fesada siz sebep olduysanız tevbe ediniz ve aranızda hüsn-i ülfeti yayınız, diyor. Mü’minlerin arasını ıslahın farz-ı ayın ol­duğunu bilirten Sultan, şayet fesat karşı taraftan geldi ise, bu durumu bize bildirme­niz ve ne veçhile fermanımız gelirse öyle amel etmeniz gerekir.” diye nasihatta bulu­nuyor54. Burada dikkat etmemiz gereken en önemli husus, Osmanlı sultanının kendi­lerine başlı müslüman millet ve topluluklarının birlik ve beraberliklerini Kur’an-ı Ke­rim ve Hz.Peygamber’in sünnetini delil göstererek sağlamasıdır. Böylece Osmanlı’nın Kitap ve Sünnete bağlılığı diğer müsliiman topluluklar için de en güzel bir örnek teş­kil etmiştir kanaatindeyim.

Buraya kadar aktardıklarımızdan da anlaşıldığı gibi Kâ’be ve Mescidu’l-Haram’ın inşa faaliyetlerinden sonra Osmanlılann Haremeyn-i Şerifeyn’e yaptıkları en önemli hizmetler, Mekke ve Medine içime suyu şebekelerinin faaliyete geçirilişi ve daha sonra asırlarca devam eden sürre yardımlarıdır. Ancak burada tafsilatına gireme­diğimiz çok önemli bir husus daha var ki, o da Haremeyn Evkaf Teşkilâtı’dır. Hare­meyn denilen Mekke ve Medine için kurulan ve büyük bir gelir sağlıyan vakıfları bu­rada kaleme almak konunun sahifelerce uzamasına sebep teşkil edecektir. Zira Os­manlI’da bu vakıfların idaresi zamanla Haremeyn Nezareti55 ne kadar yükseltilmişir. îlk defa 995/1586 tarihinde nezaretin teşekkülünden sonra, padişahlarla hatunları ve sultanlar vakıflarıyla darüssaade ağalan ve müntesipleri vakıflannın idareleri birleş­tirilerek fevkalâde ehemmiyet kazandığından, haremeyn müfettişliği, haremeyn mu­hasebeciliği, haremeyn mukataacılığı ve darü’s-seada yazıcılığı isimleri altında baş­lıca dört memuriyetle idare edilmeye başlandı.

Haremeyn evkafı çok önemli olduğu için bunların gelirleri de mühim bir yekûn teşkil ediyordu. 1211/1796 yılında haremeyn muhasebesini inceleyen Firdevsî Efen- di’nin yaptığı hesap sonucuna göre senelik haremeyn evkafı geliri 1.297.794 kuruş­tur56. Tabii ki, gelira milyonlarca kuruşa varan bir teşkilat elbetteki önemli olacaktır.

Dikkate değer hususlardan bin de Haremeyn tkramiyesi’dir. Haremeyn ikramiye­si, Haremeyn halkına (Mekke ile Medine fukarasına) yardım olmak üzere yirmi beş liradan fazla maaş olan memurların mart ayı maaşlarından yüzde on olarak kesilen paradır. Her sene Mekke ve Medine ahalisinden İstanbul’a gelenlerin ileri gelenleri­ne resmen yardım edildiği gibi aynca fakir olanlanna vakıflar vasıtasıyla destek olu­nurdu57.

Osmanlı Sultanlarınca Haremeyn’e Yapılan Diğer Hizmetler

1. H.956 senesinde Kanûnî her iki Harem için mermerden gayet mükemmel birer sanat eseri olan iki minber göndermiştir. Bu minberler üzerinde yazılıdır58.

2. Kanûnî’nin diğer bir eseri de Medine çevresine yaptırdığı büyük bir surdur59.

3. Sultan I.Ahmed de H.1020 senesinde Altın Oluğu yenilemiştir. Ayrıca Kâbe-i Muazzama’da bazı tamiratlar da gerçekleştirmiştir.

Bu zatın Hücre-i Mutahhara için gönderdiği 80.000 halis altın değerinde bir he­diyesi de vardır. Bunun dışında bu zatın çok ilginç bir hediyesi daha var ki, o da Zemzem Kuyusu’nun içine konmak üzere yaptırılıp gönderilen demir bir kafestir. Zi­ra bazı aşk ve zevk erbabı kendilerine hakim olamayarak kendilerini kuyuya atarlar­mış. Bunu haber alan Sultan, böyle bir çareye baş vurmuştur. Diğer bir husus da; Sultan I.Ahmed, Hz.Peygamberin Ravza-ı Mutahhara’sı için altın yaldızlı gümüş şe­bekeler yaptırıp eski şebekeleri teberrüken kendi türbeleri için İstanbul’a getirtmiş­tir60.

4. H.1093 yılında da IV.Mehmed tarafından gönderilen Süleyman Ağa vasıtasıy­la Arafat su yollan ve büyük havuzlan tamir edilerek hacılara büyük bir rahatlık sağ­lamıştır61.

5. II.Mustafa da gerek Mekke’deki ve gerek Medine’deki Harem-i Şerifler için bir çok tamirat faaliyetlerini gerçekleştirmiştir. Ayrıca Hacerülesved’in mahfazası ve Ka­be tavafına ait beş sütunu değiştirmiştir. Buna ilaveten Kâ’be sathındaki mermerlerde de yenilemeler gerçekleştirmiştir62.

6. Sultan II.Ahmed zamanında da Haremeyn’de bir çok hizmetler gerçekleştiril­miştir. Mesela bunlardan biri tavaf sahası mermerlerinin tamiratıdır. Aynca Ayn-ı Zübeyde su yolları ve Arafat’taki su havuzlarının tamiratı da yapılmıştır63.

7. Sultan I.Mahmud tarafından Haremeyn’e bir çok kıymetli avize ve şamdanlar hediye edildiği gibi, H. 1162 tarihinde Medine etrafındaki büyük sur da yeniden tamir edilmiştir64.

8. III.Mustafa’nın yaptığı önemli hizmetler arasında Mekke’deki Ayn-ı Ziibeyde içme suyu tamiri ve her iki harem arasındaki kuyu ve su bentlerinin inşası da geçmek­tedir. Ayrıca bu zat, Şam’dan Medine’ye kadar giden hac yolu üzerindeki kuyu ve su bentlerini yeniden ve mükemmel şekilde tamir ettirmiştir65.

9.1. Abdulhamid de hem Mekke’deki Harem-i Şerifte bazı tamiratta bulunmuş ve hem de Medine’de kütüphane yaptırıp aynı zamanda buraya bir çok kitap hediye et­miştir66.

10. II.Mahmud döneminde de Haremeyn’e saymakla bitmez hizmetler verilmiştir. Bu dönemde Ka’be ve Mescidu’l-Haram’dan tutunuz Arafat, Mina ve Müzdelife gibi mukaddes mekânlarda birçok eser meydana getirilmiştir. Mevcut olanları da tamir edilmiştir. Ayrıca gerek Hz.Peygamber’in çocuklarına ve gerek bazı ashab-ı kirama ait mezarlar da restore edilmiştir. Medine’de medrese ve kütüphane gibi eğitim mü- esseselerınin yanında Medine içme suyu kaynağı olan Ayn-ı Zerka da genişletilerek, büyütmüş ve şehrin ihtiyacını giderir hale getirilmiştir. Kuba Mescidi de kendisi ve babası devirlerinde tamirat görmüştür. Medine’de Hz.Ali Mescidi, Cuma Mescidi gi­bi mabetler de bu zat tarafından yaptırılmıştır. Aynca Mescidu’l-Kıbleteyn (iki kıble- li mescid), Uhut Mescidi, Mescidu’l-Baki, Hz.Ali, Hz.Ebubekir ve Hz.Peygamber’in bayram namazlarını kıldığı Mescid-i Musalla gibi nice mescitler de Osmanlı eserle­ridir. Bu mescitlerin yamsıra mesela Hz.Peygamber’in vefatında mübarek cesetlerinin gasli için suyu kullanılan Bi’r-i Gars gibi kuyulara varıncaya kadar tamamen Osman- lı eserleridir.

Bu kuyuya benzer nice kuyular, Mekke, Medine civannda bulunan çok sayıda sa- habi makberlerinin en son yenilenmiş hali, Mekke-Medine arasında bulunan ve Hz.Peygamber’e ait birer hatıra taşıyan nice mekanlar, Abar-ı Ali denilen Ali kuyula­rı, Bedir savaşı esnasında Hz.Peygamber’in çadırının yeri ile bitişiğindeki mescid ve aynı mekandaki diğer mescitler, Haremeyn arasındaki kuyular ve su bentleri, Medi­ne ile Şam arasındaki Hac yolu üzerinde bulunan bütün kuyu ve su bentleri ve bura­ya kadar saydığımız nice eserlerin en son yenileniş ve tamiratı tamamen II. Mahmut döneminde gerçekleşmiştir67.

11. Gelelim Medine’deki Harem-i Şerif banisi Sultan Abdulmecid’in hizmetleri­ne: Bu zat Hz.Peygamber’in medfun bulunduğu Medine’deki Ravza-ı Mutahhara ile çevresindeki Harem-i Şerifin banisi olmakla nam salmıştır. Fakat bu dönemde Rav- za-ı Mutahhare ile çevresindeki Harem-i Şerife yapılan hizmet ve harcanan parayı anlatmak hemen hemen mümkün değildir. Mesela Sultan Abdulmecid’in, mukaddes mekanın tamiri için sadece nakit para olarak 750 000 Osmanlı lirasını harcaması bu konuda bize bir fikir vermektedir. Yapılan tezyinat ve gösterilen itinanın derecesini altın yaldızlı mermerler ile o zarif kubbe ve revaklar göstermektedir. Abdulmecid aynı zamanda Hz.Fatıma ve Ezvac-ı tahirâtm kabirlerini de tezyin etmiştir. Aynı zat tarafından H.1259 tarihinde Ka’benin etrafı ve Harem-i Şerifin önemli bir kısmı ta­mir edildiği gibi, H.1260’da da kendisi Harem’e bir çok kandil hediye etmiştir. Ay­rıca tavaf sahası olan Ka’be etrafındaki düzlüğün çevresinde bulunan ilk sıra direk­ler, bu sahanın sınırlarını belirlemek ve Hz. Pegamber’in tavafta kullandığı sahayı ortaya çıkarmak için yapılmıştır, işte bu direklere yedi tane daha ilâve eden ve on­ları kandillerle süsleyen yine bu zattır. H.1262’de de Harem sahasında bulunan mah­zenlerden birini muvakkithane ve diğerini muazzam bir kütüphane haline getiren de kendisidir.

Bu saydıklarımız dışında Abdulmecit tarafından yeniden tamir edilen diğer bazı eserler şunlardır: Mina’daki Mescidu’l-Hayf ile Taifteki Mescid-i Kebir, Abdullah b.Abbas ile Muhammed b.Hanefiye’nin kabirleri, Hz.Peygamber, Hz.Ebubekir ve Hz.Ömer’in doğdukları yerler, Mina’daki Hz.Ismail’in mezbahı (kurban edilmeye te­şebbüs edildiği yer) ve Babu’s-Safa’daki yollar, Arafattaki su havuzlan gibi birçok yer. Aynca Hudeybiye Mescidi ile Umre için gidilen Ten’im Mescidini de Abdulme­cit yeniden yaptırmıştır. Taifte Zeyd b.Sabit’in makberi ve H.1270’de Harem-i Şerife ait direkler ile Cennetu’l-Mualla’ya ait tamirat da kendisine aittir. Aynı senede Hace- ru’l-Esved’i de gümüş bir mahfaza içerisine almıştır. Bunlann dışında şimdiki Ka’be Altın Oluğu da Abdulmecit tarafından hediye edilmiştir. Bu oluk 1274 tarihinde İs­tanbul’da altından yaptınlarak özel bir muameleye tabi tutulup bir paraya teslim edil­miş ve Mekke’ye gönderilmiştir. Eski oluk ise teberruken İstanbul’a getirtilmiştir. Ab- dulmecit’in diğer bir hizmeti de bütün masraflan kendi cebinden olmak üzere Harem-

i Şerifte görevli ve Mahmudiye müdenisi olanlara mükellef konaklar yaptırıp vakfet- mesidir68.

12. Sultan Abdulaziz’in de Ka’be’nin içerisini bir uçtan bir uca kaplayan ve esma-i ilahiye ile dokunarak süslenmiş güzel renkli bir kisve-i Şerife hediyesi vardır. Aynı zamanda vahyin nazil olduğu Hıra (Nur) dağındaki Mescid de bu zatın eseridir. Me­dine’deki Harem’e kendisi tarafından bakır renginde 143 parça haliçe hediye edilmiş ve aynı Harem’deki 5. minare onun zamananda bittiği için Azi-ziye minaresi ismini almıştır. Diğer taraftan Mekke’deki Ayn-ı Zübeyde su yolları zamanında tekrar tamir edilmiş bunun için yılda 200 lira tahsisat başlanmıştır. Bu iş için mühendis ve su na­zırları görevlendirilmiştir. Ayrıca Mekke ve Medine’deki yabancı müslümanlar için tıbbî tedavi imkanları sağlanmıştır. Medine’de bir takım resmi daireler yapılmış ve şe­hir çevresindeki sur yeniden tamir edilmiştir. Hicretin 1284 senesinde de Taif Kalesi yeniden yapılmıştır.

Annesi Pertevniyal Valide Sultan tarafından Haremeyn’e çok sayıda şamdan he­diye edilmiştir. Mekke’deki “Haseki Suttan" imaretinin banisi de Bezm-i Alem Va­lide Sultandır69.

Özellikle II.Mahmud ile Abdilmecid tarafından çok sayıda şamdan Hz.Peygam- ber’in Ravza-i mutahharesine hediye edilmiştir70.

13. OsmanlI’nın saymakla bitmez Haremeyn hizmetlerinden biri de meşhur Hicaz demir yolunun gerçekleştirilmesidir. Bu konu başlı başına bir kitap teşkil edecek ka­dar geniş ve önemlidir. Ancak bizim, tarih kitaplarında yer alan olayın sebep ve so­nuçlan üzerinde duracak ve herhangi bir değerlendirmede bulunacak imkanımız yok­tur. Fakat bizce bu demiryolu projesi Osmanlı’mn Haremeyn-i Şerifeyn’e verdiği öne­min büyüklüğünün en bariz örneklerindendir. İstanbul, Şam ve Medine’yi birbirine bağlayan bu demiryolu projesi, tarihçilere göre Sultan Abdulhamid’in en büyük ese­ridir. Abdulhamit bu proje ile iki büyük hedefe varmak istemiştir.

1) Tüm Islâm ülkelerine ait hacılara hizmet vermek,

2) Bu vesile ile ulaşım kolaylığını sağlayarak müslümanlar arasında kuvvetli bir birlik sağlamaktır. Onun için Sultan Abdulhamid diğer demiryollanm71 şirketlere verdiği halde Hicaz demiryolunu bunun dışında tutmuştur. Zira Sultan buna çok önem vermiş ve “Hicaz demiryolu inşası beniın eski riiyamdır” demiştir72. 1901 ile 1908 arasında bu hattın tamamlanması planlanmıştır73.

Hicrî 1326’da tamamlanan bu demiryolu Medine ve Şam arasında dokuz sene ka­dar hacılara hizmet vermiştir. Sadece Şam-Medine arasındaki uzunluğu 1303 km’dir74.

Sonuç itibariyle yukarda geçtiği gibi, Osmanlı döneminde Haremeyn-i Şerifeyn ve sakinlerine, özellikle de Ehl-i Beyt mensuplarına yapılan hizmet Osmanlı öncesi bütün idari dönemlerde yapılan hizmetlerden çok çok fazladır. OsmanlI’nın Hz.Mu- hammed (s.a.v.)’e sevgi ve saygısından dolayı bu hizmet, zaman zaman hayırda yanş şeklini almıştır. Osmanlı sultan ve idarecilerinden her biri kendisinden önce geleni bu hizmette geride bırakmaya çalışmıştır. Bu hizmet esnasında özellikle Hz.Peygamber (s.a.v.) sevgisinin belirginliği gayet açık bir şekilde görülmektedir. Meselâ gerek Mekke’de, gerek Medine’de ve gerek her iki şehir arasında Hz.Peygamber (s.a.v.)’in hatırasının bulunduğu kiiçük, büyük bütün mekânlar elden geçirilmiştir. Mekke’de doğduğu hane-i saadetten tutunuz Sevr ve Hira mağaralarına kadar, Hicret esnasında geçtikleri güzergâh boyunca oturup istirahat ettikleri, gölgelendikleri, yiyip içtikleri, ibadet ettikleri bütün mekânlar Osmanlı tarafından mamur hale getirilmişlerdir. Os­manlI’nın verdiği hizmetler sayesinde özellikle Mekke’de bulunan Mescidu’l-Haram ve Ka’be-i Muazzama, daha evvel devamlı maruz kaldıkları sel ve yangın tehlikele­rinden hemen hemen tamamen kurtulmuştur. Onun için günümüze kadar ayakta du­rabilen bu Mukaddes yapılar bir daha yıkılıp temelden inşaya maruz kalmamışlardır.

Osmanlılar Haremeyn-i Şerifeyn’e hizmet verdiği gibi, bu mukaddes mekanlar ve Hz.Peygamber hürmetine buraların sakinlerine de tarih boyunca hiç bir idare ve mil­letin yapamadığı hizmeti yapmışlardır. Bunun da en açık örneği gerek Mekke ve ge­rek Medine içme suyu teşkilatının ihya edilmesidir. Bunlara ilaveten her yıl bu bel­delere gönderilen ve Sürre Alayları ismini taşıyan büyük aynî ve nakdî yardımlar da asırlarca devam etmiştir. Bu da OsmanlI’nın kendine has bir şekilde yaptığı emsalsiz bir hizmettir. Zira daha evvel de bu tür hizmetleri yapmaya çalışan İslâm idareleri ol­duysa da bu çapta ve bu kadar uzun zaman devam etmemiştir. Osmanlı’nın hizmet ve hürmeti, Haremeyn sakinleri ile sınırlı kalmayıp bunlardan ülkenin her tarafında bu­lunan bütün fertlerine itina gösterildiği gibi, Seyyid ve Şerif denilen Hz.Peygamber soyuna ise özel bir yer verilmiştir. Adeta Osmanlı ülkesinde bu soya bir dokunulmaz­lık hakkı verilmiş ve daima sultanlar tarafından korunmuştur.

işte gerek Haremeyn ve sakinlerine ve özellikle Hz.Haşan ve Hüseyin evladına göstermiş olduğu hizmet ve saygıdan dolayı Osmanlı, büyük çoğunlukla Islâm alemi­nin sevgi ve takdirini kazanmıştır. Hatta diyebiliriz ki, Osmanlı’nın altı asrı aşkın ayakta durmasında ve çok sayıda millet ve topluluklardan meydana gelen, değişik inanç ve mezheplere mensup insanları birlik ve beraberlik içerisinde idare edebilme­sinde Haremeyn-i Şerifeyn ve Hz.Peygamber sevgisinin çok büyük bir rolü sözkonu- sudur. Nitekim meşhur Hicaz Demiryolu ile Medine ve Mekke bağlantılarının kurul­ma düşüncesinde bu birlik ve beraberliği sağlama hedefi gözetilmiştir.

Bu bilgilerden yola çıkarak atalarımız olan OsmanlIların özellikle birlik ve bera­berliği sağlama konusunda Hz.Peygamber sevgi ve saygısından büyük çapta istifade ettiklerini görüyoruz. Türk Milleti müslümandır. Dünyanın neresinde olursa olsun is­tisnalar hariç bu milletin fertleri müslümandır. Aynı zamanda Hz.Muhammed (s.a.v.) ve onun getirdiği İlâhî mesaj olan Kıır’an’a bağlıdır. Bu milletin töre ve an’anesi hali­ne gelen mevlit kandilleri ile Hz.Peygamber için söylenmiş na’t-ı şerifler ve medhi- yeleri hemen hemen başka bir millette bulmak mümkün değildir. Öyle ise Osmanlı’da olduğu gibi bu milletin birlik ve beraberliğinin en sağlam harcı, yine Hz.Muhammed ve onun getirdiği mesaja sevgi ve saygı göstermektir. Hz.Muhammed ve ona bağlı olarak Haremeyn-i Şerifeyn’e tarih boyu yapılan hizmet ve bunlara verilen değer, mil­let fertlerini kaynaştırdığı gibi aynı zamanda onlara Islâm alemi nezdinde saygın bir yer kazandırmıştır. Dünyanın neresinde olursa olsun müslümanlar bu şerefli tarihi takdir etmektedirler. İstisnalar hariç bugün de müslüman millet ve topluluklar Türk milletinin ağabeyliğini düşünmektedirler. Yeter ki bu millet, Osmanlı’dan aldığı Hz.Peygamber sevgisini muhafaza etsin ve bu vesile ile hem kendi birlik ve beraber­liğini pekiştirdiği gibi aynı zamanda bütiin Islâm dünyasının sevgi ve saygısını haketmeye devam etsin. Bu da neden olmasın?

*Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı.

1 Ebû’l-Vehd el-E/.ıakî, Kâbe ve Mekke Tarihi, (Çev. Y Vehbi Yavu/), İstanbul, 1974,>>.21, 22.

2 Sahnelerce tutan gemi) bilgi için el-E/.raki’nin adı geçen eserine müracaat edilebilir.

3 Adı geçen eserde melekler sayılmayıp, Âdem’den sonra 2 sefer İbrahim (a.s.) rivayeti de vardır

4 H/, Peygamber’ın 35 yaşlarında iken Haceru’l-Esved’i yerine koyması konusunda hakemlik yaptığı olay bu safhada geçmektedir.

5 Geniş bilgi için bk/..: Eyyub Sabri Paşa, Mir’atü’l-Hareıneyn (Mır’at-ı Mekke), İstanbul, 1306, c.l, s 136, 140, 152, 154, 277, 279, 280, 344, 487, 507.

6 Bkz: İbn Kesir, Ebu’l-Fida İsmail bin Ömer, el-Hiduye ve’n-Nihaye. Mısır, 1932, c.l, s 163, 64. Bu ko­nuda geniş bilgi için ayrıca bk/. • İbn Hitanı, Sıre, c.l, s. 130 ve dd; Fevvaz Ali ed-Dehhas, el-Mesci- du’l-Haraın, Mecelletu’l-Buhu.sı’l-Fıkhıyye el-Muasııa, Suudi Arabistan, yıl: 8, S.29, s. 132, 133.

7 Kur’an-ı Kerim, Al-i Imran, 96.

8 Zebıdi, Tecrid-ı Sarih Tercemesi ve Şerhi, (Çev: Ahıned Naim), c.VI, s. 17

9 Komisyon, Kıîbe-i Muunamu Projesi, Pakistan, 1993, s.24; Geniş bilgi için bk/. Ibnu’1-Esir, el-Kaııül fi’t-Tarıh. Beyrut, ts., c.l, s.23; Ayr bk/ E.Sabıı, a.g.e , c.l, s 23.

10 Bk/.lbn Hışam, Sire, c 3, s.204-211; Ayr.bk/..Abdulganı Hammade, Tanhu’1-Mekketi’l-Mükerreme, Halep, 1964, s.24.

11 Her bir arşın 68 cm’dir

12 El-E/.rakî, a g.e., s.292.

13 Bkz.Komisyon, Doğuştan Günümüze Islâm Tarihi, İstanbul, 1986, c II, s.322 ve dd

14 Geniş bilgi için bkz. el-E/.rakî, a g.e , s 187, 188

15 Geniş bilgi için bk/.. el-E/rakî, a.g e , s 152-153, Ayr.bkz. E.Sabri, a.g.e , c.l, s.476, Abldulgani Hanı- nıade, a.g.e , s 25, Komisyon, Kâbe Pnııesı, s 31

16 Bk/..Komisyon, Kâbe Projesi, s.33 ve dd. Ayr.bk/..E Sabrı, a.g.e., c I, s 760 ve dd.

17 Eyyub Sabri, Mır’atü’l-Hıtremeyn, (Mir’at-ı Mekke), t II, s.610.

18 E/rakî, a g.e , s 353

19 E/rakî, a.g.e , s.358

20 Komisyon, Mescidu’l-Haram Projesi, s.30; Ayr.bk/.. Hüseyin Abdullah Bâselâme, Tarihu Imareti’l- Mescidi’l-Haram, Suudi Arabistan, 1980, s.II.

21 Bk/.. Komisyon, Kâbe Projesi, s.30. Ayı bk/.. el-E/.raki, a.g.e., s.357, Hüseyin Abdullah Baselâıııe, a.g.e , s. 15, 16

22 Bk/. el-E/.rakî, a.g.e., s 357-363, Ayr bk/.E. Sabrı, a.g.e , c.II, s 630-642, Hüseyin Abdullah Bâselâme, a g e., s. 17, IX

23 El-Ezrakı, a.g.e , s.201, 202.

24 EI-E/rakî, a.g.e , s. 202, 203 ve dd.

25 E. Sabn, a g e , s. 515, 516.

26 E Sabri, a.g e , s. 525, 526.

27 E Sabri, a.g e., s 52K, 530.

28 E. Sabri, a g e., s. 530-532

29 E. Sabrı, a g.e., s. 533-551.

30 El-E/.raki, a ge., s 213-214

31 El-E/.rakı, a.g.e., c II, s 670.

32 E. Sabri, a g e , c.II, s.760,761

33 Muhamnıed Emin el-Mekki, Hulefa-ı hanı-ı Osmaniye Hazentlımn Haremeyn-i Şerifeyndekı Asâr-ı Mebrûre ve Meşküre-i Humayunları; s.27, İstanbul, 1318 Ayr. bk/.. Hüseyin Abdullah Baselanıe, a.g.c., s. 78.

34 Zeki Sönme/, Mimar Sinaıı Dönemi Türk Mimarilıği ve Sanatı. Mimar Sinan’ın Mekke ve Medine’de­ki Eserleri, İst 1988, s. 345, 346

35 E Sabri, a g.e., c.II, s.762, Ayr.bk/ Hüseyin Abdullah Baselanıe, a.g e., s.82-87.

36 Yılma/. Can, İslam’ın Kutsal Mabetleri. Samsun, 1995, s. 31-35

37 E. Sabri, a.ge., II, s 263; Ayr. bk/.. Hüseyin Abdullah Baselâme, a.g.e., s.90, 91

38 Bu iki sultandan gaye, II. Selim ve oğlu III. Murad’tır.

39 E. Sabri, a.g e., c. II, s. 265.

40 Muhammed Emin el-Mekki, Hulefa-t ham-ı Osmaniye Hazeratının Haremeyn-i Şerijeyn’dekı Asar-ı Mehrûre ve Meşkûre-ı Hümayunları, İstanbul, 1318., s. 33

41 Yılma/ Can, a.ge., s. 36; Ayr. bk/. Zeki Sönme/, a.g.e., s. 345,346.

44 I Hakkı U/.unçar^ılı, Mekke-i Mükerreme Emirleri, Ankara, 1972, s 13, 14.

45 M.E. el-Mekkî, a.g e , s 26.

46 E. Sabri, Mir’cıt-ı Medine, e. I, s. 511

47 E. Sabrı, a g e , s. 512

48 İsmail Hakkı U/.unçarşılı, a.g.e., s. 4, 5.

49 Nekibu’l-Eşraf: H/.. Peygamber’in sülalesi mensuplarının işleriyle meşgul olan vazife sahibi hakkında kullanılan bir tâbirdir. Ehl-i Beyt’ten olanlara İslâmiyet’in her devrinde son derece hürmet ve saygı gös­terilir Kendilerine ait işlere bakmak üzere içlerinden biri reis tayin edilirdi. Nekibu’l-Eşraf adını alan bu reis Peygamber sülâlesi mensuplarının işlerine bakar, neseplerini kayıt ve zapteder, doğumlarını, ölümlerini deftere geçirir; onları anormal işlere girmekten ve kötü durumlarda bulunmaktan alıkor, haklarını korur, fey ve ganimetten kendilerine ait hisseyi alıp aralarında dağıtır, sülâleden olan kadın­ların, dengi olmayanlarla evlenmelerini engellerdi Yani Nakibu’l-Eşraf Peygamber hanedanı efradının umumi bir vâsîsi hükmünde idi.

Osmanlılar Mısır’ın fethini müteakip Yavuz zamanında "Hâdımu’l-Haremeyıı" Unvanını aldıkları ve o tarihten itibaren Mekke ve Medine ile sıkı münasebete başladıkları halde daha Yıldırım zamanında "Nakibu’l-Eşraf tâyin etmişlerdir (Geniş bilgi için bkz. M. Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1971, c 11 s. 647, 648.)

50 İsmail Hakkı Uzunçaışılı, a.g.e., s.9.

51 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, a.g.e., s.5, d not 1.

52 Osmanlı Devletinin yıkılırına kadar her yıl büyük bir törenle gönderdiği sürreler için bkz. Münir Ata­lar, Osmanlı Devletinde Sürre-i Hümâyun ve Sürre Alayları, Ankara, 1991

53 Kur’an-ı Kerim, Enfal, 1; Hucurat, 9; Hac, 78

54 Nesimi Ya/.ıcı, 17 Yüzyılın İlk Yarısında Osmanlı Devleti Cezayir Münasebetleri Hakkında Hazt Mü­lahazalar, İslâmî Araştırmalar, c.II, s.7 (Ankara, Mayıs 1988), s.70 vd.

55 Vezır-ı A/amlığa başlı bir daire olup, genellikle bu daireye Daıüsseâde Ağaları bakardı.

56 M Zeki Pakalın, O.T.D.Ç., c.l, s 743

57 Konu ile ilgili geniş bilgi için bk/. M Zeki Pakalın, a.g.e., t.I, s 743, 744; Ayr.Vakıllar için bkz. Zıya Ka/ıcı, İslâmî ve Sosyal Açıdan Vakıflar, İstanbul, 1985

58 M.E.el-Mekkı, a.g.e , s.25.

59 M E.el-Mekkî, a.g.e., s.28.

60 M.E.el-Mekki, a.g.e., s.33.

61 M E.el-Mekki, a.g.e., s 36.

62 M.E.el-Mekki, a.g.e., s.37.

63 M E.el-Mekki, a g.e , s 37.

64 M Eel-Mekkî, a g.e., ,s.37.

65 M.E.el-Mekkî, a.g.e , s 37.

66 M.E.el-Mekkî, a.g e , .s 37

67 M Eel-Mekkî, a.g.e., s.39-45

68 M.E.el-Mekkî, a.g.e , s.45-51.

69 M.E.el-Mekkî, a g.e., s.52-53.

70 M.Eel-Mekkî, a.g.e., .s 52-53

71 Abdulbasıt Bedr, et-Taıihu’ş-Şamil Lı’l-Medinetı’l-Miinevvere, Medine, 1993, c.lll, s.10.

72 Hicaz demiryolu için bkz Orhan Koloğlu, "Hicaz Demiryolu (1900-1908) Amacı, Finansmanı, Sonucu”, Çağını Yakalayan Oıınanlı. 1995, s 289-334

73 Enver Ziya Karal, Osınanlı Taıilıi. c.l, s.468-471.

74 Bkz. Ali Hafız, Fusulun Min Tarıhı’l-Meclıneti’l-Münevvere. (II.Baskı), 1984, Cidde, s.40-44

BİBLİYOGRAFYA

Abdulbasıt Bedr, et-Tarihu’ş-şamil Li’l-Medineti’l-Münevvere, Medine, 1993.

Abdulgani Hammade, Tarihu Mekketi’l-Mükerreme, Halep, 1964.

Atalar, Münir, Osmanlı Devletinde Sürre-i Hümayun ve Sürre Alayları, Ankara, 1991.

Can, Yılmaz, İslâm’ın Kutsal Mabetleri, Samsun, 1995.

el-Ezrakî Ebıı’l- Velid, Ka’be ve Mekke Tarihi, (Çev: Y.Vehbi Yazvuz), İstanbul, 1974.

Eyyub Sabri Paşa, Mir’atu’l-Haremeyn (Mir’at-ı Mekke-Mir’at-ı Medine), İstanbul, 1306. Fevvaz Ali ed-Dehhas, el-Mecsidu’l-haram, Mecelletu’l-Buhusi’l-Fıkhiyye el-Muasıra, s.29, Suudi Arabistan, 1996.

Hüseyin Abdullah Bâselame, Tarihu Imareti’l-Mescidi’l-Harcım, Suudi Arabistan, 1980.

Karal, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, c.I, Ankara 1983.

Kazıcı, Ziya, İslâmî ve Sosyal Açıdan Vakıflar, İstanbul, 1985.

Koloğlu, Orhan, “Hicaz Demiryolu (1900-1908) Amacı, Finansmanı, Sonucu”, Çağını Yaka­layan Osmanlı, İstanbul, 1995, s.298-334.

Komisyon, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, İstanbul, 1986, c.ll.

Komisyon, Ka’be-i Muazzama Projesi, Pakistan, Melik Halid Dönemi, s.24-80.

Mekkî Mııhammed Emin, Hulefâ-i izâm-ı Osmaniyye Haz.erâtının Haremeyn-i Şerifeyndeki Asâr-ı Mebrûre ve Meşkure-i Hümayûnları, İstanbul, 1318.

Pakalın, M.Zeki, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul, 1971, c.I.

Sönmez, Zeki, Mimar Sinan Dönemi Türk Mimariliği ve Sanatı, Mimar Sinan’ın Mekke ve Me­dine’deki Eserleri, İstanbul. 1988.

Uzıınçarşılı, İsmail Hakkı, Mekke-i Mükerreme Emirleri, Ankara, 1972.

Yazıcı. Nesimi. "17. v.y. ’tıı İlk Yansında Osmanlı Cezmir Münasebetleri Üzerine Bav Mülaha­zalar", İslâmî Araştırmalar, c.ll. S.7 (Ankara Mayıs 1988), s.69-74. tbn Hişam, es-Siretu’n-Nebevıye, c.I. lbnu’1-Esır, el-Kamil fi’t-Tarih, Beyrut, c.I.

Ibnu’l-Kesır, el-Bidaye Ve’n-Nihaye, Mısır, 1932.

Zebidi, Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi (Çev: Kamil Miras), Ankara, 1974, c.VI.