OSMANLI DEVLETİ’NİN MERKEZİ HÜKÜMET TEŞKİLATI
(Divan-ı Hümayun)
Avni Kurt*
GİRİŞ
Osmanlı Devleti, kuruluşunda sade bir teşkilâta sahip olmakla birlikte zamanla bürokratik bir yapı kazanmıştır. Bürokratlaşmayı "kademeleşmiş bir düzene sahip, devamlı bir memur kadrosunun kamu işlerini yürütmesi” manasında kullanıyoruz1. Osmanlı Devlet teşkilât ve müesseseleri, özellikle devletin yükseliş devrinden başlayarak belirli alanlarda uzmanlaşmış devlet memurlarının kademeli bir işbölümü (idari hiyerarşi) düzenine ulaşmıştır. "Dikkatle ve yakından tetkik edilecek olursa görülür ki imparatorluğun altıyiiz seneden fazla süren hayatında izhar ve ispat etmeğe muvaffak olduğu kudret tezahürleri, son haddine kadar tertip, tanzim ve tecrübe edilmiş anane ve usuller sayesinde saat gibi işlemiş muazzam teşkilatına medyun bulunmuştur. Harp gayeleri için teşkilâtlanmış muazzam bir ordu teşkilâtı manzarasını arzeden imparatorluk dahilinde umumi bir seferberlik havası ve zihniyeti tabii ve daimi bir haldi. Esasen bu suretle etrafı gören geniş bir plan içinde tertip ve tahrik eden bir nazını kuvvet, askeri disiplin, bu maksatla biitiin memleketi ayaklandırıp vazifelendirmiş ve teşkilatlandırmış olmasa, zamanın teknik ve ekonomik vaziyeti icabı imparatorluğun bir başından diğerine değil orduları posta katarlarını bile sevketme imkanı olmazdı. ” ifadesi, Osmanlı devlet teşkilatının azametini göstermektedir.
Bu makalemizde, Osmanlı imparatorluğu’nun merkezi hükümet teşkilatını (yasama ve yürütme teşkilatını), bu teşkilatın aslı, görevli ve yardımcı üyelerini, statülerini izah etmeye gayret edeceğiz.
A. DİVAN-I HÜMAYUN
Fonksiyonu çeşitli müellifler tarafından değişik biçimlerde izah edilen2 "Divcın-ı HümayunPadişah, Vezir-i Azam, Kubbe Altı Vezirleri, Kadıasker, Nişancı (Tevkii), Defterdar ve Rumeli Beylerbeyi’nden oluşmaktaydı3. Bu asli üyeler yanında, belli bir statüye kavuştuktan sonra, Yeniçeri Ağası ve Kaptan Paşa (Kaptan-ı Derya)4 da Divan-ı Hümayun’da görev almışlardır. Şeyhülislamlar ise, Divan-ı Hümayun üyesi olmamakla beraber, Divan toplantılarına katılma hakkına sahiptiler5. Dıvan-ı Hümayun’un yardımcı üyelerini Reisülküttap, Tezkireciler ve Çavuşbaşı oluşturmaktaydı.
Personel olarak Divan-ı Hümayun’u oluşturan kişilere ve teşkilat içindeki fonksiyonlarına sırayla burada kısaca temas edelim.
B. DİVAN-I HÜMAYUN’UN ASLt (ASIL) ÜYELERİ
1. Başkan - Padişah
Osmanlı devletinin en üstün gücüdür. İslâmî devlet telakkisi de kendilerine bu üstün gücü vermiştir. Çünkü unutmamak gerekir ki, özellikle Yavuz’dan başlamak üzere Osmanlı Padişahları sadece bir padişah değil, İslam dünyasının büyük çoğunluğu tarafından da kabul edildiği üzere, aynı zamanda bütün Müslümanların da halifesi idiler6. Osmanlı imparatorluğu’nun ilk devlet teşkilatında kuvvetler ayrılığı söz konusu olmadığı gibi, vazife ayrılığı da yoktu7. Devletin başındaki mutlak kudreti haiz olan padişah namına hükümeti idare eden ve hükümete ait bütün selahiyetleri haiz bulunan Vezir-i Azam veya Sadrazam, gerek devlet adamları gerekse halk karşısında Padişahı temsil eden mutlak bir vekildir8. Padişahlığın mümeyyiz vasıflarından biri, onun irsî bir mahiyet arzetmesidir. Saltanat makamının intikalinde ilk zamanlarda ehliyet ve liyâkat gibi esasların nazar-ı dikkate alındığı görülmekte ise de bilahare bu prensiplerden uzaklaşıldığı müşahede edilmektedir9. Yine ilk devrelerde Padişahların halkın şikayetlerini bizzat dinler, fertlerin istek ve arzularına, şikayetlerine büyük bir alaka gösterip halk tarafından takdim edilen dilekçeleri memnuniyetle kabul edip yerine getirirler ve halkın işlerinin görüşüldüğü Divan-ı Hümayun’a riyaset ederken, daha sonraları toplantılara iştirak etmedikleri görülmüştür10.
Fatih devrinde tertib edilen bir kanunda yer alan “Divan’da lıergün vüzeram ve kazaskerlerim ve defterdarlarım geldikte çavuş başı ve kapucular kethüdası önlerine düşüp, istikbal etsinler... ” şeklindeki ifade, Fatih devrinde Divan’ın hergün toplandığını göstermektedir11. Ancak Divan toplantılarının XVI.asrın ikinci yarısından itibaren Cumartesi, Pazar, Pazartesi ve Salı olmak üzere haftada dört gün toplandığı; XVII. asrın sonlarına doğru toplantıların haftada iki güne indiği; II.Ahmet (1691- 1695)’in saltanat yıllarında tekrar dört güne çıkarıldığı; XVIII.yüzyılda tekrar ikiye indirildiği ve daha sonraları haftada bir güne indirildiği zikredilmektedir12.
Fatih Sultan Mehmet’in Divan-ı Hümayun teşkilâtında yaptığı yenilikleri şöylece maddeleştirebiliriz:
a) Fatih zamanına kadar Divan’a Padişah başkanlık ederken bundan böyle Vezir-
i Azam başkanlık etmeye başlamıştır. Padişah perde veya kafes arkasından Divan’ı takip etmiştir13. Bu usul için Kanunnamesin’de "... evvela bir arz odası yapılsın, Cenah-1 şerifim pes-i perdede durup haftada dört giin viizeram ve kazaskerlerim ve defterdarlarım rikab-ı hümayuna ai7iı girsinler... ”14 diye emredilmiştir.
b) Divan sona erdiğinde padişahla Divan üyelerinin yemek yemeleri usülü kaldırılmıştır15.
c) Divan üyelerinin görüşmeyi müteakip, padişaha bilgi vermesi usulü de Fatih zamanında konulmuştur16.
d) Hergün toplanan Divan, Fatih ile haftada dört gün toplanmaya başlamıştır’?.
e) Divan-ı Hümayun, Padişah Divanı olduğundan, onun bulunduğu yerde toplanır. İstanbul’un fethine kadar Divan Bursa’da, sonra sürekli olarak Edirne’de toplanmışken fetihten sonra İstanbul’da Saray’da toplanmıştır18.
f) Divan üyeleri arasında kesin bir görev bölümü yapılmıştır19.
g) Divan üyelerinin toplantıda, protokole göre oturmaları Fatih zamanında tespit edilmiştir20.
Divan-ı Hümayun’un iki mühim özelliği vardır. Bunlardan birisi, onun bir kurul; merkez teşkilatının ileri gelenlerinin toplanıp devlet işlerini görüştükleri bir kurul mahiyetinde olmasıdır. İkincisi ise onun bürokratik teşkilât özelliğini taşımasıdır. Bu bakımdan müessesenin amme hizmeti ülkenin ihtiyaçlarının bir kısmına inhisar etmeyip bütününe yöneldiğinden siyasî, sosyal, kültürel, İktisadî, askerî, dinî ve benzeri meseleler hizmet alanına girmiştir21.
(H.l 163-1164) 1750 yılında, Bab-ı Asafi adı verilen Paşa Kapısı Teşkilâtı’mn kurulmasından sonra, Divan-ı Hümayun’un gördüğü işler bu teşkilâta geçmiştir. Subli- me Potr, Hore, Pforte tabiri Avrupa dillerinde Osmanlı Hükümeti manasında kullanıldı. (H.1260) 1844 yılında Bab-ı Ali Teşkilatı kurulmuş ve merkezi idare nizamında önemli değişiklikler olmuştur. Bab-ı Asafı ve Bab-ı Ali kurulduktan sonra Divan-ı Hümayun’un vazifesi sadece devlet işlerinin yürütülmesinde yapılan işlemlere ait evrakı muhafaza etmek olmuş ve İmparatorluğun sonuna kadar bir sembol olarak kalmıştır22.
Divan-ı Hümayun, yalnız padişaha karşı sorumluluğu bulunan teşkilâttır. Dolayısıyla padişahın Divan-ı Hümayun kurulu başkanı olduğu dönemlerde bir denetimden bahsetmek lüzumsuzdur. Görüşme ve danışmalardan sonra padişahın huzurunda alınan karar kesinlik kazanarak denetim dışında kalırdı. Divan’ın gelişkin döneminde, padişah artık divandan çekilmiş fakat kendi divanını murakebe etme ihtiyacım hissetmiştir. Bazı ender durumlarda istisnai olarak Divan toplantılarına iştirak etmiştir. Bu durumlarda da padişahın, Divan’da alınan kararları denetlemesi manasızdır.
Divan toplantılarında padişahın divanı denetlemesi üç yoldan olmaktadır.
a) Divan toplantısına (oturumlarına) katılmadan gizlice denetlemesi,
b) Toplantıdan sonra kendisine "Arz” yoluyla bilgi verilmesi,
c) Dolaylı yollarla; casus tutarak, kıyafet değiştirip halkın arasına katılarak ve Divan üyeleri hakkında malumat edinerek denetlemesi. Bu denetim usûllerinden en etkin olanı, "doğrudan doğruya denetim” de diyebileceğimiz birinci usûldür. Padişah kubbe altında Vezir-i Azam’ın oturduğu yerin üstünde demir parmaklıklı bir perde ile örtülü Kasr-ı Adil denilen yerde oturarak Divan oturumlarını denetlerdi. Buna "Kafes” veya "Kafes Arkası" denetimi denmektedir23.
Ayrıca ilave etmek gerekir ki, Divan teşkilatının bünyesinde görev bölümü olduğundan, Divan üyelerinin her biri, kendi görevleriyle ilgili bütün işlerin ve dolayısıyla bu işleri yürütmekle yükümlü olan bütün müesseselerin başı olup, onlara emir verme ve onları murakabe etme selahiyetine sahiptiler24.
2. Vezir-i Azam
OsmanlIlarda, hükümdara cismani hususlara dair vazifelerinin, yani direkt olarak devletle ilgili fonksiyonların ifası bakımından yardım eden elemanların (personelin) en başında vezir bulunmaktadır25.
Vezirlik makamı Abbasîler devrinde Sasaniler’ın tesiriyle26 Halife Abdullah Sef- fah tarafından ihdas edilmiştir. Abbasilerdeki vezirlik, Vezaret-i Tefviz ve Vezaret-i Tenfiz olmak üzere ikiye ayrılıyordu. Tefviz’e memur olan vezir, Halifenin şahsına ve makamına mahsus, mesela veliahd tayini gibi bazı salahiyetler müstesna, bütün devlet işlerinde tam ve geniş selahiyetleri haizdi. Tenfiz’e memur olan vezirlerin se- lahiyetleri ise daha mahdut olup, Halifenin tevdi ettiği alanlardan ibaretti27.
Daha önce de zikrettiğimiz gibi bu unvan, OsmanlIlarda I.Murat zamanında "Azam” sıfatı da eklenerek Çandarlı Kara Halil-zâde Ali Paşa’ya verilmişti. Vezir-i Azamlık müessesesi, Abbasilerdeki Tefviz Vazareti’ne tekabül etmek üzere, Halife namına devletin siyasî, İdarî, malî ve askerî işlerini geniş selahiyetlerle çekip çevirmeğe memur ve padişaha karşı mesuldü. Vezir-i Azamlann bu geniş selahiyetlerinden dolayı kendilerine “Vekil-i Mutlak” da denilmiştir. Demek ki Vezir-i Azam, padişahın cismanî kuvvet ve selahiyetlerinin temsilcisidir. Padişahın ruhani ve dini sıfat ve selahiyetlerini temsile de Şeyhülislam vekil kılınmıştır28.
Orhan Bey zamanında ihdas edilen vezaret makamını, diğer vezirliklere üstünlüğünü mümkün kılmak ve böylece devlet teşkilatı içinde bir hiyerarşi temin etmek için vezirlik makamını işgal eden vezirlere önceleri “Vez.ir-i Evvel”, “Vez.ir-i Azanı”’, Kanunî Sultan Süleyman devrinden itibaren de “Sudr-ı Azam” ismi verilmiştir. Böylece vezirlerin sayısı artmasına rağmen bunların üzerinde "Vezir-i Evvel” ismi altında yine padişahın mutlak vekili sıfatını haiz üstün bir elemanın mevcudiyeti muhafaza edilmiş bulunmaktadır29.
Vezir-i Azam’ın tayin edilmesi bir fermanla olur. Bu fermanla Padişah tayin konusunda iradesini belirtir. Ancak Padişahın Mühür’ü de fermandan önce veya sonra mutlaka Vezir-i Azam’a verilmelidir. Padişahın mührünü almadan Vezir-i Azam işe başlayamaz. Mühür vazife müddetince mukaddes bir emanet gibi Vezir-i Azam’m koynunda taşınır. Mührün geri istenmesi, vazifenin sona erdiğinin en kesin işaretidir. Bu duruma göre mühür verme ve alma muameleleri, sembolik manadan ziyade gerçek bir kamu hukuku tasarrufu sayılır30.
Kanuni devrinden sonra, padişahlar ordu başında sefere çıkmak alışkanlığından uzaklaşmaya başlayınca bu görevi genellikle Vezir-i Azam’a bıraktılar. Eğer Vezir-i Azam ordu başında savaşa giderse yetkileri sınırsızlaşır. Ordunun gelip geçtiği yerlerde padişah gibi davranırlar. Padişah adına fermanlar çıkarırlar. Barış zamanındaki sınırlamalar artık söz konusu değildir31.
Osmanlı Divan-ı Hümayunu barışta ve savaşta devamlı toplanırdı. Zaten divan üyeleri ön planda askeri görevleri olan memurlardı. Sefere çıkılırken Serdar-ı Ekrem olan Sadrazam’a ve Kazasker’e Tuğra çekilmiş boş kağıtlar verilir ve onlar mutlak vekil olarak kanun ve yürürlükteki hükümler çerçevesinde gereken emirleri buraya yazarlardı32.
Vezir-i Azam çalışmalarını, barış zamanında sarayda ve kendi konağında yürütürdü. Divan-ı Hümayun padişah sarayında Vezir-i Azam’ın başkanlığında haftanın belli günlerinde toplanır ve orada öğleye kadar diğer devlet büyükleriyle çeşitli işler görüşülür ve “Padişah Adına” karara bağlanır; belli günlerde padişahın huzuruna çıkılır, varılan kararlar onun tasvibine takdim edilir. Vezir-i Azam öğleden sonra kendi konağında divan kurar. Paşakapısı veya Bab-ı Ali denilen bu konakta bazı devlet memurlarıyla beraber, özel hizmetliler çalışırdı. Padişahın onayına bağlı olmayan işleri burada görüşür ve kararlaştırırdı. XVII. yüzyıldan sonra Divan Hüma- yun’un rolü giderek azalmış ve bütün devlet işleri Vezir-i Azam’ın divanında görüşülmüştür. Divan-ı Hümayun toplantıları önemini kaybedince Paşakapısı, merkezi idarenin beyni haline gelmiştir. Paşakapısı’ndaki işleri düzenleyen Vezir-i Azam’ın kahyası giderek önemli bir rol sahibi olmuş, XVIII.yüzyıldan sonra bunlar bir nevi içişleri Bakanı durumuna gelmişlerdir. Bu kişilere "Sadaret Kethüdası” da denilirdi33.
Vezir-i Azam’ın yetkilerini dört maddede özetleyebiliriz:
a) Divan üyelerini murakabe etmek: Vezir-i Azam’lar bütün işlerde padişahın mutlak vekili olduğundan, Divan üyelerini murakabe etme yetkisine sahiptir34.
b) Divan-ı Hümayun dışında divan kurmak,
c) Devlet merkezi ve tersaneyi murakabe etmek35,
d) Bütün kamu personelinin tayin ve azil kararlannı hazırlamak: Tayin ve yönetme salahiyeti mutlak olarak hükümdara ait olmakla beraber bunların tayin ve azil listelerini Vezir-i Azam hazırlardı36. Ancak ulemanın tayinlerini Şeyhülislam hazırlar, Vezir-i Azam da buna göre tayin muamelesini uygun görürdü37.
Bu konuda bir iki meseleye daha temas etmek gerekir. Vezir-i Azam sefere çıkınca onun yerine merkezdeki işleri tedvir edecek bir kişi seçerdi. Kısaca “Kaymakam ” denilen bu Vezir-i Azam Vekili, onun buyruklarına göre idare eden bu “Sadaret Kaymakam” verdikleri kararlan “Rikap Defterleri”ne kaydederlerdi. Çünkü vezirler mühim defterleri yanma alırlardı38.
Divan toplantılarının sonunda Kazasker adli, Defterdar mali ve Sadrazam genel konularda alman kararlan padişaha arzederler, tasdik edildiğinde müsveddesi derhal deftere geçirilip yürürlüğe girerdi. Kararlann bulunduğu bu defterlere Mühimme Defterleri denmektedir39.
3. Kubbe Altı Vezirleri
Devlet adamlarının Sadrazam’ın başkanlığında toplanıp, devlet işlerini görüştükleri yere “Kubbe Altı" denilmektedir40. Vezirlik de “Yardımcı ” manasına gelmektedir. Fonksiyonu itibariyle de aynı manadadır. Nasıl ki Vezir-i Azam devlet işlerini tedvirde Padişahın yardımcısı ise, Vezir de Vezir-i Azam’ın yardımcısıdır. Çağdaş devlet telâkkisinde, Başbakan Yardımcısı veya Devlet Bakanı manasına tekabül etmektedir. Topkapı sarayında Kubbe Altı denilen yerde toplanıp devlet işlerini teftiş eden ve davaları dinleyen heyete de “Kubbe Vezirleri” denir41. Bunlara, toplandıkları yere nispetle bu ad verilmiştir42. Devlet teşkilâtında vezir sayısı ikiye çıkıp birincisi Vezir-i Azam olarak Padişahın vekili durumuna gelince, diğeri de divana katıldı. Zamanla vezir sayısı da arttı. Bundan dolayı kubbe vezirleri, ikinci vezir demek olan “Vezir-i Scıni”, sonra sırasıyle Vezir-i Salis, Vezir-i Rabi, Vezir-i Hamıs şeklinde anıldılar43. Vezirler sadece merkezde değil, Taşra Teşkilâtında da görevlendirilirdi. Taşra teşkilatında görev yapanlar başarılı olunca, bunlar da zamanla terfi edip yükselirlerdi. A. Mumcu, Kubbe vezirliğinin kuruluş gayesini şöyle ifade etmektedir: XV.yüzyılda başlayarak, devlet bürokrasisinin gelişmesi, merkezde deneyimler geçirmiş, memleketin bu yanını tanıyan devlet adanılan bulunmasını gerektirmiştir. Böylece terfi eden Rumeli Beylerbeyleri Divan-ı Hümayuna alınmışlardır.... Diğer yandan bu vezirler Devletin en üst makamına geçmeleri muhtemel kişilerdir. Divanda bulunmakla taşrada elde ettikleri deneylerini daha da geliştirirler ve merkez örgütünün çalışma usülünü iyice öğrenirler, ikinci neden de şudur: Merkezde yetenekli ve belli görevi olmayan yüksek vasıflı divan üyeleri her zaman için yedek bir güçtür. Örneğin ani bir savaş tehlikesi karşısında bunlardan biri hemen Serdar yapılıp ordunun başında sefere gönderilebilir. Gene kilit noktası olan eyaletlere (Şam, Mısır, Budin) bunlardan biri vali atanır ve orada merkezin otoritesi yeniden kurulabilirdi44.
4. Kazasker (Kadıasker)
Devlet idaresinde, memleketin problemlerini halletmede büyük vazifeler üstlenen en mühim makamlardan birisi de "Kadıaskeıiik” makamıdır. Divan-ı Hümayun’un gelişmeye başladığı dönemlerde Kadıasker de bu miiessesede asil üye olarak yer almıştır45. Fatih Sultan Mehmet zamanında kazaskerlerin ikiye çıktığı kabul edilmektedir46. Fatih’in Kanunnamesi’nde hiyerarşik bakımdan vezirlerden sonra kazaskerlerin geldiği zikredilmektedir47.
Kazaskerlik müessesesi ilk defa I.Murat devrinde ihdas edilmiştir. îlk kazasker İznik, Bilecek ve Bursa kadılıklarında bulunmuş olan Çandarlı Kara Halil Hayrettin Efendi’dir. Kazaskerlik makamının doğuşu Osmanlı ordusunun kurulup gelişmesi ve askeri teşkilâtın devlet içinde önemli bir yer tutmaya başlaması onun zamanına denk düşmektedir. Öyle sanılır ki geniş muhtevalı “Askeri” mefhumu da bu sıralarda (1360-1362) ortaya çıkmıştır48, işte askerlerin her türlü karar (yargı) işlerini görmek ayrı bir Kadı’ya bırakılmış ve askeri sınıfın önemi, Kazaskeri diğer kadıların üzerine çıkarmıştır. Kazaskerler zamanla askeri yargıç "Kadı” statüsünün de dışına çıkarak XV.yüzyılda geniş idari selahiyetler kazandılar49. Halbuki daha önceleri bunlar sadece ordunun hukukî ve şer’i işlerine bakarlardı. Zira kelimenin aslı "Kadı-Asker” olup, "en hüyiik askeri hakim”, “Ordu hakimi” manasına gelmektedir. Protokolde Rumeli Kazaskerliği, Anadolu Kazaskerliği’nden öncedir. Devlet sınırları genişleyince yeni bir kazaskerliğe ihtiyaç duyulmuş ve böylece Yavuz devrinde Arap-Acem Kazaskerliği adıyla üçüncü bir kazaskerlik ihdas edilmişse de bu kazaskerlik iki sene sonra “Anadolu Kazaskerliği ”ne bağlanmıştır50.
Kazasker zamanla kadıları denetleyen, tayin eden ve divan toplantılarında yanlışlık ve eksiklikleri tashih eden, kadı kararlannı düzelten yani bir nevi temyiz vazifesi yapan kişi durumuna yükselmiştir51. Kazaskerlik toplumun İlmî ve ahlakî hayatını düzenlemede organizatörlük yapmaktaydı; üstlendiği görevler, bu günkü "Milli Eğitim” ve “Adalet Bakanlığı”mn görevlerini ihtiva etmekteydi52. Müstesna bir mevkie sahip olan kazaskerler divana geldiklerinde vezirler gibi karşılanırlardı53. Hatta kazaskerlere sefer sırasında Padişah huzuruna davetsiz girme selahiyetini de kanun vermekteydi54. Unutmamak gerekir ki, bunlar, Divan-ı Hümayun’da, şer’i meselelerin hallinde en büyük rolü oynarlardı. Çünkü Şeyhülislam, Divan-ı Hümayunda asil bir üye olmadığından Kazaskerler Divan’da ulemayı da temsil ederlerdi55. Kazaskerliğe terfi usülü de belli bir statüye tabi kılınmıştır. İstanbul Kadılığından Anadolu Kazaskerliğine, Anadolu Kazaskerliğinden Rumeli kazaskerliğine terfi edilirdi56. Önceleri kadı ve müderrislerin tayini bunlara bağlı iken daha sonra bu hak ve selahiyet Şeyhülislamlara devredilmiştir57.
Padişahlar sefere katıldıkları zaman kazaskerler de katılırdı. Padişah sefere katılmazsa kazasker de katılmaz ancak vekaleten bir “Onlu Katlısı” tayin ederek sefer bölgesindeki yargılama işlerini ona tevdi ederdi58.
5. Nişancı (Tevkii)
Osmanlı devlet teşkilatında padişahın mühür ve imzasını yazan kişiye “Nişancı ” denilmektedir59. İslam hükümetlerinde “Sahib-i Kalem-i A’la", “Sahib-i Divtınii’l- İnşa”, “Muvakkı’i”, “Tuğrai", “Pervane” adlarını taşıyan Nişancı gördüğü vazifeden dolayı “Tevkii” ismiyle de alınırdı60. Resmi dairelerde “tevki” denince “imza” anlaşılırdı. Eski vesikalarda “tevkii” yerine daima “Nişancı" kullanılmıştır61. Nişancılar rütbe itibariyle Defterdarlar ile aynı seviyede bulunmalanna rağmen protokolde Defterdarlardan sonra gelmekteydiler. Daha sonraları, hangisi daha kıdemli ise (hizmet süresi yönünden) diğerine üstünlüğü kabul edilmiştir62.
Nişancı vazifesini tamamen Divan-ı Hümayun içinde icra ederdi. Bundan dolayı bürosu da Kubbe Ahi’nin yanında bulunmaktadır63. Terminolojik olarak “padişah fermanlarına tuğrayı çeken kişi" manasına gelirse de, Nişancı’nın vazifesi sadece bundan ibaret değildir. Tuğra çekmek64 yanında, fermanların hazırlanmasını temin etmek, önemli fermanları bizzat kaleme almak, yeni konulacak veya değiştirilecek örfi hukuk kaidelerini tespit etmek65; dirliklerin (Tımar-Has-Zeamet) dağıtımında Ve- zir-i Azam’a yardımcı olmak66, mektup yazmak ve tercüme etmek67, ayrıca defterdarların hazırladıkları belgelerin son denetimini yapmak; merkeze intikal eden şikayetleri belli bir sıraya koyup tanzim etmek de nişancının belli başlı önemli görevleri arasındadır58.
Nişancının maiyetinde diğer divan üyelerine nisbetle daha az personel bulunmaktaydı. Bu husus, Nişancının görevinin, divanın diğer üyelerine göre daha hafif olmasından değil, genişliklerinde sathilik arzetmesinden kaynaklanıyordu. Bundan dolayıdır ki zamanla diğer divan üyelerinde bir artış olmuşken aynı devirde iki nişancının birlikte görev yaptığı görülmemiştir69.
Nişancının yukarıda sıralamaya çalıştığımız görevlerinin hemen hepsi Divan-ı Hümayun’un çalışmasının hazırlanması ve yürütülmesi ile ilgilidir. Bundan dolayı Nişancı, Divan’ın mühim bir azasıdır. Gerçekten diğer üyeler Divan toplantılarının dışında da bir takım vazifelerle yükümlü iken, Nişancı’ mn görev alanı, Divanın içine tahsis edilmiştir. Bunun için de nişancıları ulema arasından, daha sonraları da iyi yetişmiş katipler arasından seçme zarureti hasıl olmuştur70. Buna rağmen Nişancı, ulema sınıfından değildir. O, merkezi bürokrasinin şefi olduğundan71 tayini, Şeyhu’l İslam veya Kazasker tarafından yapılmamıştır.
Nişancı, Divan-ı Hümayun bürokrasisinin şefi olarak bu bürokrasi içinde çalışan tüm personelin de başıdır. Çok mühim fonksiyonu olan Reisü’l- Küttap onun emri altında olduğu gibi, Divanın inzibatını emniyetini temin etmekle görevli olan “Çavuş- başı”, “Kapıcılar Kethüdası” ve yazı işlerini bir tertibe sokan “Büyük Tezkireciler" ve “Küçük Tezkireciler” de onun emri altındaydı72.
Nişancılar bilahere giderek önemlerini yitirmişler ve 1836 yılında bu makam ortadan kalkmıştır73.
6, Defterdarlar
Defterdarlık teşkilâtı, Osmanlı merkezi maliye sisteminin adıdır. Defterdar ise, bu işlerin başındaki memurlara verilen addır. Kelime olarak “defter” ve “dar” kelimelerinden teşekkül etmiştir ki, “defter tutarı” demektir. Şark İslam devletlerinde bu makam sahibine Müstevfi denilirdi74.
Fatih, Kanunnamesi’nde defterdar “malın vekili"’, Vezir-i Azam ise “malın gözeticisi” olarak vasıflandırılmıştır. Tabirlerden de anlaşıldığı gibi Defterdar kendi konusuyla alakalı işlerde hür davranabilme selahiyetine sahiptir75.
İstanbul’un fethine kadar bir tane olan defterdar76 Fatih Sultan Mehmet zamanında, Rumeli ve Anadolu Defterdarlığı olmak üzere ikiye ayrılmıştır77. Daha sonra İstanbul işleriyle, Rumeli işleriyle ve Anadolu işleriyle uğraşmaya memur “Şıkk-ı Sunî" (ikinci bölüm) ismiyle tiçüncü bir defterdarlık kurulmuştur. Nihayet bunların isimleri (Unvanları) değiştirilmiş, Rumeli defterdarına “Şıkk-ı Evvel Defterdarı” veya “Başdefterdur”\ Anadolu Defterdarına “Şıkk-ı Sunî”, üçüncüsüne de “Şıkk-ı Su- lis Defterdurı” denilmiştir. Ayrıca Yavuz zamanında merkezi Halep olan “Arap ve Acem Defterdarlığı" kurulmuştur78.
Maliye teşkilâtının başı “Başdefterdar” idi. Öteki defterdarlar bunun emri altındaydı. Padişahın malının vekili olan Başdefterdar’ın yetki ve görevleri çok fazlaydı. Devlet hâzinesi79 (Dış hazine), Maliye kayıtlarının tutulduğu ve çok mühim olan mali kayıt defterleri onun gözetiminde idi. Öyle ki dış hâzineyi ve bu mali kayıt defterlerini kendinde bulunduran defterdar hazır bulunmazsa Vezir-i Azam bile "Defterha- ne”yi açamazdı80. Defterdarların mühim şahsiyetler olduğunu, Bayram tebriklerinin kabulünde Vezir-i Azamların onları ayağa kalkmak suretiyle kabul etmelerinden anlamak mümkündür81. Devletin gelirlerini toplamak, masrafları yapmak, Başdefterda- rın yetki alanı içindeydi. Gider listelerini Başdefterdar altındaki bürolara hazırlatır, onayladıktan sonra Vezir-i Azama gösterirdi. Vezir-i Azam’ın imzasından sonra, gene Başdefterdarın gözetiminde gerekli para hâzineden çıkarılırdı. Başdefterdar ve yetki verdiği diğer defterdarlar akça ihtilafları ile ilgili anlaşmazlıkları da hallederlerdi. Yani onların “Mali Yargı" yetkileri de vardı82.
Böylesine mühim selahiyetleri olan ve bugünkü tabir ile “Maliye Bakam ”na denk olan83 Başdefterdarlar Divan-ı Hümayun’un asıl üyesidirler. Diğer iki defterdar da onunla birlikte Divan toplantılarına katılır ve hep birlikte kazaskerlerin yanına otururlardı84. Başdefterdar paye bakımından Nişancı’dan üstündür85. Ancak daha önce de zikrettiğimiz gibi, Vll.yüzyıl ortalarında kural değişmiş ve Nişancı, Başdefterdar’dan yaşlı ise daha üstün kabul edilmiş, bundan bir süre sonra da ikisi de eşit tutulup hangisi kıdemli ise o daha üstün sayılmıştır86.
Sefer zamanı Başdefterdar, Padişah veya Vezir-i Azam’la birlikte orduya katılır ve savaş hâzinesini gözetir, savaş bölgesindeki akça ihtilafları ile ilgili işlen görürdü. Defterlerin gerekli olanlarını da yanma alırdı. Merkezde Anadolu Defterdan ona vekalet eder ve gördüğü işleri özel defterlere kaydederdi87.
II.Mahmut yeniçerileri ortadan kaldırdıktan ve tımar usulünü lağvettikten sonra biri askeri hesaplara bakmak üzere Masrıfat Nezareti, diğeri de, iltizam’a verilmesi usulü kaldmlmış olan Mukataaların idaresi için Mukataa Nezareti olmak üzere iki yeni teşekkül kuruldu. 1250 (1834) tarihinde Masrifat Nezareti de kaldırarak, Şıkkı Evvel Defterdarlığı, Hazine-i Amire ve Mansure Defterdarlığı adıyla iki kısma ayrıldı. Nihayet Gülhane Hattı Hümayunundan biraz evvel yazılan 3 Zilhicce 1253 (1538) tarihli bir ferman ile bütün defterdarlıklar birleştirilerek ve Defterdarlık ismi kaldırılarak Maliye Nezareti kuruldu88.
7. Rumeli Beylerbeyi
Askerî esaslar üzerine kurulmuş olan Osmanlı İmparatorluğu’nun taşra teşkilatı esas olarak Eyaletlere ve Eyaletler de Sancaklara ayrılmıştır. Her eyaletin başında bir Beylerbeyi bulunmaktadır89. Askerî işlerin başı olarak Beylerbeyi’nin Orhan Bey zamanında ortaya çıktığı sanılmaktadır. Bir süre sonra Çandarlı Kara Halil Hayrettin \ Paşa askeri işlerin de başı olunca Beylerbeyliğinin önemi azaldı. Ancak devletin hız
la gelişmesi, taşradaki askeri gücün, yönetim örgütünün başına geniş yetkili birinin tayini icap edince, Beylerbeyliği Makamı yemden önem kazandı ve zamanla eyalet valilerine de Beylerbeyi unvanı verildi90.
Beylerbeylerinin en kıdemlisi olan Rumeli Beylerbeyi terfi edince Divan-ı Hümayun üyesi olarak Kubbe Altı Vezirliğine tayin edildiği bilinmektedir91. Prof.Ismail Hakkı Uzunçarşılı ise Rumeli Beylerbeyinin de Divan-ı Hümayun üyesi olduğunu zikretmektedir92.
Beylerbeyi ilk zamanlar Başkomutan, yani askeri bir kişi idi. Onun bu hususiyeti her zaman sürmüştür. Beylerbeyi, eyaletin, şer’i yazılan dışında en büyük sivil ve askeri idarecisi ve mesulüdür. II.Mahmut dönemine kadar askeri ve sivil işler kompleks (içiçe) bir durum arzetmiş, bunun için ulema dışındaki idareciler hem askeri, hem de sivil işleri birlikte görmüşlerdir93.
Beylerbeyi eyaletin merkezi olan livayı (sancağı) kendisi yönetir ve kendisine Paşa denilirdi. Eğer beylerbeyi daha eyaletine gitmemişse veya sefere çıkmışsa, “Mütesellim” denilen memur onun adına eyaleti yönetirdi. Eyaletlerde mali işler için “Tımar Defterdarı ” ve “Hazine Kethüdası ” vardır. Beylerbeyinin de Kethüda ve Tezki- reci’si vardır. Bu memurlar onun başkanlığında “Beylerbeyi Divanı”ııı meydana getirirlerdi. Beylerbeyi ve Divan, Tımar meselelerini halleder, şikayetleri dinler, gereken tedbirleri alırlardı94.
Beylerbeyi, mıntıkasında, merkezde Sadrazam’ın salahiyetlerine benzer hukuki bir statüde bulunmaktadır. Merkez tarafından kendine verilmiş geniş bir selahiyet mevcuttur. O da hükümdarı temsil eder ve bütün devlet kuvvetleri elindedir. Beylerbeyi bugünkü manasıyla hem vali hem de askeri kumandan durumunda olduğu gibi karar salahiyetleri de vardır. Ancak kazai salahiyetini teknik bilgi ve ihtisas bakımından kadılar vasıtasıyla kullanmaktadır95.
Rumeli Beylerbeyi’nin Divan-ı Hümayun üyesi olarak önemli bir özelliği vardır.
O, devlet merkezinde görev yapmaz96. Bunun için devamlı olarak Divan toplantılarına katılamaz. Devlet merkezinde ya da Divan-ı Hümayun’un toplandığı başka bir yerde bulunursa üyelik görevini yerine getirebilir. Bu da oldukça istisnai bir durumdur. Rumeli Beylerbeyi bundan dolayı, ancak Divan-ı Hümayunda hazır bulunduğu zaman toplantıda bir rol oynayabilir. Böylece onun Divan-ı Hümayun üyesi olarak önemi, sınırlı kalmaktadır97.
B. DİVAN-I HÜMAYUN’DA SONRADAN GÖREV ALAN ÜYELER
Belli bir statüye kavuştuktan sonra Divan-ı Hümayunda görev alan üyeler şunlardır:
1. Yeniçeri Ağası
Daimi kara ordusunun başı (şefi) olan ve yeniçeri ordusunun her türlü durumundan sorumlu bulunan Yeniçeri Ağası, Divan-ı Hümayun toplantılarının teşrifatında çok önemli bir rol oynamakla beraber, ancak Vezir’lik rütbesine ulaşırsa Divan görüşmelerine katılabilirdi98. Çok uzun bir süre yeniçeri ağalan vezir olamamışlardır.
Uzunçarşılı, devlet teşkilatı bozulmaya başlayıp kanun ve teammülllere ehemmiyet verilmediği zamanlarda yeniçeri ağalarının da vezir yapıldığını zikretmektedir". Aynı müellif, Yeniçeri ağalarının terfi ettiklerinde Beylerbeyi ve Kaptan-ı Derya olabileceğini, Yeniçeri Ağası bulundukları zaman ise rütbelerinin ancak Beylerine eşit olduğunu kaydetmektedir100. Arz’a ilk defa o yalnız başına girer. Böylece Divan-ı Hümayun üyeleri arasında ilk kez Arz’a çıkan tek kişi Yeniçeri Ağası olmaktadır101. Beylerbeyi Divanında tuğra çekme yetkisi olmasına rağmen Divan’ı- Hümayunda bu hakkı yoktur. Bu da onun Divan-ı Humayunda fazla söz sahibi olmadığını göstermektedir102. Mumcu, Yeniçeri Ağasının, Divan toplantılarında Ocak işleri ve İstanbul’un asayişi üzerinde söz söyleme hakkına da sahip olduğu kanaatındadır103.
2. Kaptan Paşa (Kaptan-ı Derya)
Bilindiği gibi Osmanlı Ordusu, Kara Ordusu ve Deniz Ordusu olmak üzere iki kısımdan müteşekkildir. Kaptan Paşa, Deniz kuvvetlerinin en büyük komutanıdırl04. Kaptan Paşa da, biraz önce Beylerbeyinde zikrettiğimiz gibi farklı bir statüye sahiptir. Merkezi teşkilatın üst düzeyde bir idarecisi olmakla beraber Kaptanpaşa sık sık donanmanın başında merkezden uzak kalır ve görevinin büyük bir kısmını böylece yerine getirirdi.
Osmanlı donanması özellikle Fatih devrinde teşekkül etmeye başlamış ve Kaptan Paşalar (Kaptan-ı Derya) önemli devlet ricali arasına katılmışlardır. Kaptan Paşa olarak anılan bu kişi önemli denizaşırı eyaletleri ve adaları da yönetir. Donanmanın her an güçlü bulundurulmasından mes’ül tutulurdu105.
Bu mühim görevleri yerine getirebilmesi için kendisine geniş yetkiler verilmiş, sorumluluğu dahihilindeki yerleri yönetirken ve donanmayı sevk ve idare ederken müstakil tayinler yapabilme, hatta gerekirse Padişah adına tuğralı fermanları çıkara- bilme hakkını haizdi106.
Kaptan Paşa bu görev ve yolculukları sırasında her nereye giderse davaları dinler ve “Ahkcım-ı Şeriat ve umuru siyaseti icra eylerdi”. “Donarıma-yı Humayım Kadısı” veya “Ordu Kadısı" adı verilen bir kadıyı da yanında götürürdü107.
Kaptan Paşa eğer vezir rütbesinde ise merkezde bulunduğu sırada Divan-ı Hüma- yun’un aslî üyesi sayılır ve denizcilik konularında bilgi verirdi108. 1867 yılında Kaptan Paşalık kaldırılmış ve “Bahriye Nezareti" kurulmuştur.
3. Şeyhülislam
Divan-ı Hümayunun üyesi olmamakla beraber Divan toplantılarına katılabilme hakkına sahip olan Şeyhülislam’dan kısa da olsa bahsetmemiz gerekir.
Osmanlı devlet teşkilâtında devletin en büyük manevî şahsiyeti ve ulemanın başı olan Şeyhülislam, Divan-ı Hümayun’un asil üyesi değildir109. Ancak bu onun şanını küçültücü bir hususiyet değildir. Şeyhülislam veya Müftü’l- Enam, devlet teşkilâtında haiz olduğu mühim mevki dolayısıyla teşrifat üstü sayılmıştır110. Bu yüzden bazı merasimlere iştirak etmediği gibi, divanlara da devam etmek mecburiyetinde değildir. Şeyhülislam, Şeriatın temsilcisi ve müdafiidir. Öğretim ve kaza işlerini idare eden bütün teşkilât Şeyhülislam’a bağlıdır. Devlet işlerinin, ana hukuku teşkil eden Şeriata uygunluğu Şeyhülislamın fetvasıyla tespit edilir. Bundan dolayıdır ki sevk ve idarenin, dini hukuku ve ferdi alakadar eden bütün tasarrufları Şeyhülislam’ın reyini ihtiva eden fetvasıyla meşruiyet kazanır. O derecede ki devletin reisi olan ve en yüksek iktidara sahip bulunan Padişahın şer’an, yani dinî hukuk bakımından vazifesine ehil olmadığı ve vazifeden uzaklaştırılması (azledilmesi) lazım geldiği bile gene Şeyhülislamın fetvasıyla tesbit edilir111. Bunun için Şeyhülislam’ın Divan üyesi olmamasını onun şanım küçültücü bir vasıf olarak kabul etmemek gerekir112. Divanda bulunup, düşüncesi alınmak zarureti hissedilirse kendisi “Davet edilir” ve o da gelir görüşlerim söyler. Olağanüstü durumlar ortaya çıktığı zaman Şeyhülislam Divan-ı Hümayun toplantılarına ön ayak olabilir ve toplantıyı yürütebilir113. Şeyhülislamlığın fevkalade mümtaz yerini nazar-ı dikkate alan müellifler, bu makamı, bir kamu hukuku müessesesi olarak Vezir-i Azamlık’la eş tutmuşlardır. Hatta bazı müellifler, Şeyhülislamların yerini bir bakıma Vezir-i Azam’dan bile üstün görmüşlerdir114.
D. DİVAN-I HÜMAYUN’UN YARDIMCI ÜYELERİ 1. Reisülküttap
Reisülküttab’a, Nişancı’yı anlatırken bir nebze temas etmiş, onun, merkez bürokrasinin şefi olduğunu ve emrinde bir takım görevlilerin bulunduğunu anlatmıştık. Reisülküttap, Divan muamelelerini gören katiplerin amiridir. Divanda muamele görecek evrakı Vezır-i Azam’ın önünde okumak, Divanda alınan kararlara ait raporları yazmak onun mühim görevlerindendir115.
XVII.asır sonlarında, yani Divan-ı Hümayun toplantılarının önemini kaybedip işlerin ikinci Divana intikal ettiği dönemlerde Reiesülktittabın önemi artmış, zamanla Divan görüşmelerinde, devlet işleri hakkında fikir beyan eden üyeler arasına girmiştir. Bilhassa Vezir-i Azam’m dış münasebetlere ait işlerinde en fazla yararlandığı makam durumuna gelmiştir. 1836’da Reisülküttap adı ve teşkilatı yerine “Unıur-i Hariciye Nezareti" adıyla bir nezaret kuruldu. Divan-ı Hümayunda görüşülen meselelere ait verilen kararların kayıtlarını yapan ayn Amedi Kalemi, Tahvil (Kise ve Nişan) Kalemi, Ruus veya Nişan Kalemi, Beğlık veya Divan Kalemleri de Reisülküttaba bağlı dairelerdir116.
2. Tezkireciler
Tezkirecıler Nişancının sekreteri idi117. Önceleri nişancının özel sekreteri iken, sonradan, Çavuşbaşının Veziri Azam divanındaki rolü artınca, ona bağlanmış olabilirler118. Divan-ı Hümayun’da Tezkireciler Veziri Azam’m iki yanında durup konuşurlar ve üzerinde karara varılacak konulan ona söylerler. Tezkirecinin Divan toplantısında hazır bulunmaması halinde bu işi Reisülküttap yapar. Tezkireciler Veziri Azam divanında aynı şekilde hizmet ederlerdi. Ayrıca Divan-ı Humayun’un teşrifat işlerinde (özellikle elçi kabullerinde) diğer teşrifatçılık işlerinde çalışanlarla, Divan-ı Hümayun toplantılannın hazırlanmasında ise Çavuşbaşı ile birlikte görev yaparlardı119.
3. Çavuşbaşı
Çavuşbaşılık Osmanlı Devleti’nde en eski memurluklardan biridir120. Çavuşbaşı, sayısı yüzleri aşan çavuşların amiridir. Tarihçi Hammer’in ifadesiyle "yürütme gücünün infaz, şefidir. ”121 infazla görevli Ağa, Esasbaşı, Subaşı onun emri altındadır, imparatorluktaki Malikane rejiminin denetimi de Çavuşbaşına aittir. Çavuşbaşılar arasından Vezir-i Azanı bile çıkmıştır.
Çavuşbaşı Divan-ı Hümayun görüşmelerinin düzen ve asayişi ile ilgilenerek, görüşmelerin düzen içinde geçmesini temin eder. Toplantı başlamadan önce hazine ve defterhane kapısındaki mühürü açmak, toplantı bitince gene Veziri Azam mühürü ile oralan mühürlemek görevi ona aittir. Divan toplantılanndan önce, tezkirecilerle birlikte dava ve şikayet dilekçelerini inceleyip, Divan sırasında davacı ve davalıları, şikayetçileri düzenli bir şekilde divan huzuruna çıkarmak, işi bitenleri kurul önünden uzaklaştırmak onun görevleri arasındadır. Nihayet Divan toplantılarının bittiğini de haber verir122. Bütün bunlar onun önemli bir yardımcı olduğunun delilidir. Çavuşbaşı, görevinin özelliği nedeniyle Divan-ı Hümayun’da hiçbir zaman oturamaz, ayakta hizmet eder123.
Çavuşbaşılar emir alma yönünden Vezir-i Azama bağlıdırlar. Bunun için Divan toplantıları olmadığı zamanlarda diğer bazı ağalar gibi Rikab-ı Hümayunda kalamazlardı. Vezir-i Azama bağlı oldukları için Vezir-i Azamin divanlan güçlenince, Çavuş- başılann rolleri de artmıştır124.
SONUÇ
Osmanlı Devleti’nin dünyanın en uzun ömürlü ve en güçlü devletleri arasında yer almış olmasında sahip olduğu iyi bir merkezi devlet teşkilatı önemli rol oynamıştır.
Merkeziyetçiliğin hakim olduğu Osmanlı Devlet idaresinde Divan-ı Hümayun, XV. yüzyıl ortalarından XVII. yüzyılın ilk yansına kadar devletin en önemli karar organı durumundadır. Bu divan merkezdeki en önemli işleri gören makam sahiplerinden oluşmuş ve burada padişah adına kararlar alınmıştır.
Divan-ı Hümayun, Fatih Sultan Mehmed’e atfedilen bir Kanunname ile yenileştirilerek mükemmelleştirilmiştir. Bu bağlamda Devletin belli başlı makamlan yeniden oluşturulmuştur. Fatih’in söz konusu Kanunnamesi ile getirilen yeniliklerin en dikkat çekicisi ise, divanda padişahın başkanlığının kaldırılarak bu görevin Vezir-i Azam’a bırakılmasıdır. Padişah’tan sonra en önemli merci olan Divan-ı Hümayun, XVIII. yüzyıldan itibaren Vezir-i Azam divanlannın önem kazanmasıyla devlet teşkilatındaki önemini yitirmiş, zamanla bir merasim ve sembol durumuna düşmüştür.
Gelişkin döneminde Divan-ı Hümayun, en yetkili bir makam olarak, ciddi bir hiyerarşi içinde çalışmış, düzenli bir şekilde toplantılannı gerçekleştirerek devlet hizmetlerini yürütmüştür. Özellikle adli konularda gösterdiği titizlik, yabancı ülkelerin bile dikkatini çekmiştir. Osmanlı toplumunda din ve etnik köken farkı gözetilmeksizin herkese adelet dağıtılmaya çalışılması ve bu konuda padişah divanlannın gösterdiği hassasiyet büyük takdir toplamıştır. Herkes bizzat veya yazılı olarak bu makama dilek ve şikayetlerini ulaştırabilmiş ve önemli ölçüde problemlerine çözüm bulmuştur.
Özellikle padişahın başkanlık ettiği veya bizzat denetlediği divan toplantılarında, divan üyelerinin adaletin dışına çıkmalan veya haksızlık yapmaları imkansızdı. Bu nedenle Divan-ı Hümayun herkesin rahatlıkla başvurduğu bir makam olmuştur.
*Hac Dairesi Başkanı
1 MeydanLarousse, "Bürokrasi" Maddesi
2 Yen geldikçe ifade edeceğimiz bu fonksiyon ve çeşitli müelliflerin görüşleri için bkz Ahnıet Mumcu, Hukuksal ve Siyasal Karar Organı Olarak Divaıı-ı Hümayun, Ankara 1976, s. 33-37; M.Nihat Ünal, Osmanlı Devletinde Dıvan-ı Hümayun (Hükümet), İlim Kültür ve Sanatta Gerçek Dergisi, Mart 1976, sayı: lOs.31-37, TevfîkTemelkıran, “Divan-ı Hümayun Mühimme Kalemi”, İstanbul Ünv.Ed.Fak. Tarih Enst Dergisi, Sayı: 6 (1975) s 131-132
3 Bkz.A.Mumcu, s.37-50, Ünal, s. 38; Kemal Göde, Ishıın Medeniyeti Tarihi (Yüksek İslam Enst.Ders Notlan), s. 78-84.
4 A Mumcu, s.58-64; Coşkun Uçok, Ahmet Mumcu, Türk Hukuk Tarihi, A.Ü.Hukuk Fak Yayını, Ank. 1976, s.244.
5 A Mumcu, s.35; Sıddık Sami Onar, İdare Hukukunun Umumi Esasları, İstanbul, 1960, c.l, s. 519.
6 Halil İnalcık, "Osmanlı Padişahı”, S H F.Dergisi, c.XIll, Sayr 4, s 69-71.
7 S S.Onar, c. l,.s.519.
8 S.S.Onar, a g e, s.519; Mustafa Akdağ, Türkiye’nin İçtimai ve İktisadi Tarihi, İstanbul 1977, c.l, s 267.
9 Recai Galip Okandan, Amme Hukukumu7un Ana Hatları, İstanbul, 1959,s.24.
10 R.G.Okandan, s 2; T. Temelkıran, s. 131.
11 Kanunnanıe-ı Ali Osman (Mehnıed Akif Neşri), İst. 1330, s. 23 (T.Temelkıran, s. 131’den naklen)
12 T.Temelkıran, s. 131.
13 T.Temelkıran, s. 131; K.Göde, s.78.
14 T.Temelkıran, s. 131. Bu kaide hergün toplanan divanın yine Fatih devrinde haltada dort güne indirildiğini göstermektedir.
15 K.Göde, s 7«.
16 K.Göde s.78.
17 K.Göde, s.78, T Temelkıran, s.131; A.Muıncu. s 119; A.Fut Başgil, Esas Teşkilcıl Hukuku, İst. 1960, II.Fasikul, s.77
18 A Mumcu, s.IIX, Ba.şgıl,s.77, S S Onar, l,s 526.
19 K Oode, 78.
20 K Götle, 78, S Samı Onar, I,s.526
21 K.Göde, s.78. Bu müessesenin, siyası, hukuki, idari, iktısadı-malı nıeseleleıdekı selahıyetlerı hk. geniş bilgi Kjiıı bk/. A Mumcu, s 71-118.
22 İsmail Hakkı U/unçar^ılı. Osmanlı Devletinin Merkez ve Halııiye Teşkilatı. Ankara 1948, s 2; tlber Ortaylı, Türkiye İdare Tarihi. Türkiye ve Ortadoğu Anma İdare Enstitüsü Yayını, Ankara, 1979, s 156.
23 A.Mumcu, s. 136-138; Temelkıran, s.132.
24 M Nihat Ünal, s.36. Bi/. konumuzu dağıtmamak için Padişahın hukuki statüsüne temas etmiyoruz. Fazla bilgi için bkz. A.Selçuk Ozçelık, İslam Hukukuna Göre Hükümdarın Hukuki Durumu, Ord Prof.Dr Tahir TAMER’e Armağan içinde, İstanbul 1956,s.l43-165.
25 R G. Okandan, s.31
26 A F.Başgil, I,s. 15.
27 A F.Başgil, I,s.75.
28 A.F.Başgıl, l,s.75.
29 R.G.Okandan, s 32.
30 C Üçok-A Mumcu,s 219
31 C.Uçok-A.Mumcu, s 220
32 llber Ortaylı, s. 148.
33 C Uçok-A.Munıcu, s.221.
34 M.N.Unal, s.40, Okandan, s 32; Arif Başaran, “Osmanlı imparatorluğunun Merkez Teşkilatı”, Türk İdare Dergisi, Yıl: 43 Sayı: 335, 1972, içişleri Bakanlığı Yadını, s.35.’
35 l.H.Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinde Merkez ve Bahriye Teşkilatı, s. 141-142.
36 I.H.Uzunçarşılı, a g.e, s. 112-113.
37 I H.U/unçarşılı, a g e, s. 151.
3X C Uçok-A.Mumcu, s.222.
39 I.Ortaylı, s 146, T. Temelkııan, s. 155-160
40 K. Göde,s.90.
41 K.Göde, s.90.
42 A.Mumcu, s.45, I H U/unçarşılı, s. 14
43 K Göde, s. 90
44 A.Mumcu, s.45-46. Ayrıca bkz. I.H.U/.unçar^ılı, Merkez, ve Bahriye Teşkilatı, s. 193
45 A Mumcu, s 46
46 t.H.U/.unçarşılı, Merkez ve Bahriye Teşkilatı, s 228.
47 TEOM, 13/EK s.10-11 (A.Mumcu, s.46’dan naklen).
48 C Üçok-A Mumcu, s.226.
49 1 Ortaylı, s. 166.
50 l.H.Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti İlmiye Teşkilatı, s.151-152.
51 C Üçok- A Mumcu, s 227; (.Ortaylı, s. 167
52 K Gode, s 79.
53 Fahri Erdem, Islam-Türk Medeniyeti Tan/u. Yük lsl.EnsI. Ders Notları, .s.249
54 M Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, c 2, s.23.
55 Uriel Heyd, Studies m old Ottoman Gsimınal Law, Oxford 1973, s,270 (A.Mumcu s 46’dan naklen).
56 F Erdem, s.251; C.Üçok-A.Mumcu, s. 227.
57 C.Üçok-A.Mumcu, s.227.
58 C Üçok-A.Mumcu, s.228.
59 Pakalın, III, s.484. C.Uçok-A Mumcu, s,243.
60 M.Z Pakalın, II,s.697
61 M.Z Pakalın, III, s.484.
62 1 H Uzunçarşılı, Merkeı ve Bahriye Teşkilatı, s 222.
63 l.H.U/unçarşılı, Merke? ve Bahriye Teşkilatı, s. 221
64 K.Göde, s. 79.
65 A. Mumcu, s.47
66 K.Göde, s 79.
67 K.Göde, s.79.
68 A.Muıııcu, s. 47.
69 M.N.Ünal, s.55
70 I.H.Uzunçarşılı, Merkez ve Bahriye Teşkilatı, s 215, A Mumcu, s 47
71 C Üçok-A.Mumcu, s 243; A.Mumcu, s.48.
72 C.Üçok- A.Mumcu, s.244; A Mumcu, s.48.
73 C Üçok-A.Mumcu, s.243
74 M Z.Pakalın, I, s 411
75 A Muıncu-C Üçok, s.234; A.Mumcu, s.49.
76 İlk defterdarın I Murat’ın son senelerine doğru veya I.Beya/.ıt zamanında tayin edilmiş olması pek muhtemeldir. Pakalın, I,s,413
77 S S.Onar, I, s.413.
78 A Mumcu-C.Uçok, s 234. S.S.Onar I, s.524; Arif Başaran, “Osmanlı imparatorluğunda Devlet Ricali”, Tiirk İdare Dergisi, (İçişleri Bakanlığı yayını), yıl; 45, Mart-Nisan 1974, yıl 45, Sayı: 347.S.17.
79 Mühim bir noktaya temas etmek gerekir ki OsmanlIlarda kuruluşundan beri maliye ha/.inesi manasına gelen ve Beytülmal, Ha/.ıne-ı Hümayun gibi adlarla anılan hazine yanında, sonraları harp ve diğer fevkalade masrafları karşılamak için bir "ihtiyat hâzinesi" olarak düşünülen “İç Hazine” veya “Enderun luızinesi” de vardır Bilindiği gibi saray masrafları ve kapıkulu askerlerinin maaşı darlık zamanlarında ha/.ıneden ödenir ve sonra yerine konurdu. Defterdar, iç hâzinesinin değil, birinci hâzinenin (dış hâzinenin) sorumlusuydu. Bkz tlber Ortaylı, s 158
80 C Uçok-A.Mumcu, s.335; Koçıbey Risalesi, Sadeleştiren: Zuhuri Danışman, İst. 1972, s.141, 142.
81 Bkz.A.Başaran, Osmanlı imparatorluğu’nun Devlet Ricatı, s. 18.
82 C Uçok-A.Mumcu, s 235
83 K.Gode, s 79.
84 A Mumcu, s.5().
85 A Mumcu, s 50.
86 I U/.unçarşılı, Merke/. ve Bahriye Teşkilatı, s.222.
87 C.Uçok-A Mumcu, s 236
88 Pakalın; I,s.415; Üçok-A Mumcu, s 236. Osnıanlı Maliye Teşkilatının geçirdiği istihaleler ve teşkilatın Osmanlıdakı şekli hakkında geniş bilgi için bk/. M Zeki Pakalın, Maliye Teşkilatı Tarihi, (1442-1930), Maliye Tetkik Kurulu yayını, 1977-180/1 14 ciltlik eserin bilinci cildinde tafsilatlı malumat vardır
89 S S.Onar, s 530.
90 A Mumcu, s.50.
91 A Mumcu, s 51.
92 I.H U/.unçarşılı, Merkez ve Hain iye Teşkilatı, s 18
93 C.Üçok -A.Mumcu, s 264.
94 I.Ortaylı, s. 187; C Üçok-A.Muıncu, s 264.
95 S. S.Onar, c I. s. 531,
96 Halil İnalcık, The Ottoman Empire (Classical agc) s. 106 (A Mumcu, s.52’ den naklen)
97 A.Mumcu, s 52
98 I H U/.unçarşılı, Osnutnlı Devletinde Kapıkulu Ocakları, Ankara 1943, c 1,, s. 181
99 t.H.U/unçaışılı, a g e, s. 1X3.
100 I.H.U/.unçarşılı, a.g.e, s. 182.
101 İ.H.U/unçarşılı, a.g.e, s.181
102 A.Mumcu, Divan-ı Hümayun, s.53.
103 Bkz.a.g.e, s.53.
104 M.Z.Pakalın, c.II s 182; Uzunçarşılı, Merkez ve Bahriye Teşkilatı, s 414 v d.
105 C.Üçok, A Mumcu, s.239.
106 C.Üçok A Mumcu, s 240.
107 M.Z.Pakalın, c.II s. 183; C.Üçok-A.Mumcu, s. 240
108 C Üçok- A Mumcu, s.240, Mumcu, s.54-55
109 A.Mumcu, s.55.
110 S.S Onar, c.l, s.523
111 S S.Onar, c I,s.523
112 A Mumcu, Dıvan-ı Hümayun, s.57, I.H U/.unçarşılı, İlmiye Teşkilatı, s.178, 18, 193.
113 A.Mumcu, s.58.
114 l.H U/.unçarşılı, İlmiye Teşkilatı, s. 178’de Nof 4; C.Uçok-A.Mumcu, s 226
115 I.H.U/.unçarşılı, Merkez ve Bahriye Teşkilatı, 245-246.
116 T.Temelkıran, s. 133, A Mumcu, s.60.
117 A.Mumcu, s.61.
118 Çavuşbaşının mühim fonksiyonu için bk/.. A Mumcu, s 61.
119 1 H.U/.unçarşıIı, Merkez ve Bahriye Teşkilatı, s. 268
120 M Z.Pakalın, II s.337
121 Hommer, Statsverfavsun, II, s 119, (A.Mumcu, s.62’ den naklen).
122 M Z Pakalın, c.I, s.337; A.Mumcu, s 63
123 A Mumcu, s 63
124 1 H U/unçar.şılı, Marktı ve Bahriye Teşkilatı, s. 414, A Mumcu, s 64