Makale

DİNİ SORULAR ve CEVAPLAR

DİNİ SORULAR ve CEVAPLAR

Hazırlayan: Dinî Soruları Cevaplandırma Komisyonu

Üç aylar diye adlandırılan Recep, Şaban, Ramazan aylarının aralıksız olarak oruçla geçirilmesinin dini hükmü nedir?
Ramazan ayında oruç tutmak farzdır. Recep ve Şaban aylarında ise; Hz. Peygamber’in diğer aylara oranla daha fazla nafile oruç tuttuğu hadis kaynaklarında yer almaktadır (bk. Ebû Dâvûd, Siyam, 55; Müslim, Siyam, 34; Ibn Mâce, Siyam, 30). Bunun dışında pazartesi, perşembe günleri ile Hicrî ayların 13, 14 ve 15’i gibi belirli günlerinde nafile oruç tuttuğu bilinmektedir. Ancak Recep ve Şaban aylarında Hz. Peygamber aralıksız oruç tuttuğuna dair sahih kaynaklarda herhangi bir rivayet bulunmamaktadır. Bu itibarla, Recep ve Şaban aylarının aralıksız olarak oruçlu geçirilmesinin dinî bir dayanağı yoktur. Hatta, sıhhatine zarar verecek veya zayıf düşecek kişilerin üç aylarda da olsa peş peşe oruç tutmaları uygun değildir.
Seferilik ile ilgili hükümler nelerdir?
İslam dininde sorumluluklar kulun gücüne göre belirlenmiş, sıkıntı ve zorluk bulunduğunda kolaylıklar sağlamıştır. Bu çerçeveden olarak, misafirlere de bir takım kolaylıklar ve ruhsatlar tanımıştır. Dînen misâfir sayılan insanlar; dört rekatlı farz namazları iki rekat olarak kılarlar; mest üzerine, üç gün üç gece süreyle mesh edebilirler. Ramazan ayında isterlerse orucu tutmayıp daha sonra kaza edebilirler. Öğle ve ikindi, akşam ve yatsı namazlarını birleştirerek kılabilirler.
Misafirin cuma ve bayram namazlarına katılması zorunlu değildir. Ancak kılmaları halinde namazları geçerlidir. Aynı şekilde misafir kurban kesmekle de yükümlü değildir.
Memleketine ziyarete giden kişi, namazlarını yolcu olarak mı kılar?
Bir kişinin doğup büyüdüğü yer veya çalışıp geçimini sağladığı, çoluk çocuğu ile yerleştiği ve sürekli kalmaya niyet ettiği yere vatan-ı aslî denir. Vatan-ı aslî, ancak başka bir yeri vatan-ı aslî edinmekle değişir. Kişi başka bir yere göç edip eşini ve çocuklarını buraya naklederek yerleşirse burası va- tan-ı aslî olur. Önceki vatanı, vatan-ı aslî olmaktan çıkar. Daha sonra buraya misafir olarak gelirse dört rekatlı farz namazlarını iki rekat olarak kılar. Nitekim Peygamberimiz (s.a.s.) ve arkadaşları Mekke’yi terk edip Medine’ye yerleştikten sonra Mekke’ye gittiklerinde 4 rekatlı farz namazları iki rekat olarak kılmışlardır (Beyhakî, Salat, lll/l 35-136; Malik, Kasru’s-Salâti, 6).
iş elbisesi ve pijama ile namaz kılınabilir mi?
Namazın şartlarından birisi de necasetten (pislikten) taharettir. Namaz kılacak kişinin elbisesinde, bedeninde ve namaz kılacağı yerde, kan, idrar, şarap, uişki gibi namaza mani necasetler bulunmamalıdır. Tesettüre uymak ve temiz olmak şartı ile iş elbisesi ve pijama ile namaz kılınabilir.
Bu itibarla, işin cinsine göre iş elbisesinde bulunan badana, boya, madenî yağlar, pas ve benzeri kirler namazın sıhhatine manî değildir. Ancak kişi, camiye veya mescide gidecekse temiz elbise giymesi Kur’an-ı Kerim’in emridir. Örf, adet ve medeniyet gereği olarak camiye veya cemaate giden kimsenin en güzel elbiselerini giymesi cemaate saygının bir gereğidir. Gerek evde, gerek diğer yerlerde tek başına da olsa namazların temiz ve güzel bir kıyafetle kılınması, şüphesiz daha iyidir.
Kişiyi dinden çıkaran sözler nelerdir?
Hz. Peygamber’in Allah’tan getirdiği kesin olarak bilinen vahiyleri ve bunlardan zorunlu olarak çıkan dinî hükümleri inkâr anlamı taşıyan bütün sözler kişinin imandan çıkıp küfre girmesine sebep olur. Ancak alimlerin çoğunluğu, söylediği sözün küfre götürdüğünü bilmeyen ve bu sözleri hata sonucu söyleyen kimsenin kâfir olmayacağı görüşünde birleşmişlerdir.
Allah’a, Peygamberlerine, Kur’an-ı Kerîm’e, din ve imana, -hâşâ- sövmek, hakarette bulunmak veya bunlardan birini hafife almak küfürdür. Böyle bir söz ve davranışta bulunan kimsenin derhal tevbe ve istiğfarda bulunması gerekir.
İslam bilginlerinin, dinî değerlerin yozlaşmasını engellemek, iman ve küfür sınırını belirlemek amacıyla küfrü gerektiren sözler konusunda titiz davrandıkları anlaşılmaktadır. Ancak dinin temel hükümleri ile ilgili olanları bir yana, çok defa zorlama tevillere dayanarak ve kabul edilmesi güç bazı yorumlarla tekfir etmede ileri gidildiği de görülebilmektedir.
Bu itibarla, bu temel hükümler dışında kalan konularda söylenen sözlerden kişinin niyeti dikkate alınmadan, şekilci bir yaklaşımla bir mü’min küfürle itham edilmemelidir.
Kur’an’daki ayet ve surelerin tertibi neye göre belirlenmiştir?
Ayetlerin surelerdeki yerleri, bizzat Hz. Peygamber tarafından belirlenmiştir. Gelen her ayetin, hangi surenin neresinde olduğu Peygamber efendimize bildiriliyor, o da bunu, vahiy katiplerine iletiyordu (Tirmizi, Tefsir, ıo). Bu konuda İslam bilginleri görüş birliği içindedir.
Sûrelerin Mushafdaki sıralanışında hiçbir ihtilaf bulunmamakla birlikte, bu tertibin Hz. Peygamber tarafından mı bildirildiği, yoksa sahabenin içtihadıyla mı yapıldığı konusunda farklı görüşler bulunmaktadır. Bir kısım Islâm bilginleri mevcut tertibin Hz. Peygamber tarafından yapıldığını söylerken, bir kısmı da, bu tertibin sahabenin içtihatları ile meydana geldiğini söylemektedirler. Ayrıca bu tertibin, kısmen Hz. Peygamber tarafından kısmen de sahabenin içtihadıyla meydana geldiğini söyleyenler de mevcuttur.
Ancak Hz. Ebû Bekir döneminde Kur’an-ı Kerim Mushaf olarak tertip edilirken sureler bugünkü şeklinde dizilmiş ve bu konuda icma hasıl olmuştur. Ayrıca Ibn Abbas’ın Tevbe suresinin Enfal’den sonra yazılmasının gerekçesini Hz. Osman’dan sorması dikkate alındığında (Tirmizi, Tefsir, ıo), surelerin tertibinin Hz. Peygamber tarafından yapıldığı görüşü ağırlık kazanmaktadır.
Kabe’yi görene hac farz olur mu?
Hac, sağlık ve servet yönünden haccetme imkânına sahip, hür, akıllı ve bulûğ çağına erişmiş Müslü- manlara farzdır. Kişinin, sadece Kâbe’yi görmesi veya umre yapmasıyla hac üzerine farz olmaz; haccın eda edildiği günlerde Mekke’de bulunup haccetme imkânına sahip olması gerekir. Bu itibarla hac mevsimi dışında Kâbe’yi gören kişilere -hac mevsiminde Mekke’de bulunma veya haccetme imkânı yoksa- hac farz olmaz.
"Telkin" ne demektir, nasıl yapılır?
Ölmek üzere olan kişinin yanında kelime-i tevhîd ve kelime-i şehâdet okunmasına; cenâze defnedildikten sonra, kabirde sorulması muhtemel soruları ve cevapları ölüye hatırlatma konuşmasına telkîn denir.
Ölmek üzere olan kişinin, sağ tarafına çevrilerek
yüzünü kıbleye gelecek şekilde yatırmak müste- haptır. Bu durumda olan kişinin yanında, hatırlatmak amacıyla kelime-i tevhîd ve kelime-i şehâdet okunur. Hz. Peygamber, "ölülerinize (ölüme yaklaşanlara) lâ ilâhe illallah demeyi telkin ediniz" buyurmuştur (Müslim, Cenâiz 1, 2; Tirmizî, Cenâiz 7). Telkin yapılırken, "lâ ilâhe illallah de", "kelime-i şahedet getir", "kelime-i tevhîd getir" şeklinde bir yaklaşımda bulunulmamalı, yanında bunları söylemekle yetinilmelidir. Ayrıca, ölmek üzere olan kişinin yanında Kur’an-ı Kerim, özellikle Yâ-sîn suresi okumak uygun olur.
Cenâze kabre konduktan ve başında Kur’an okuma tamamlandıktan sonra, kalabalık dağılınca, orada kalan bir kimsenin kabrin başında yüksek sesle ve ölüye hitaben iman esaslarını hatırlatmasına da telkîn denir. Hanefîlerden bazı alimler, defnedildikten sonra telkînin meşrû olmadığını söylemişlerdir. Buna mukabil bir kısmı ise, tavsiye edilmediği gibi yasaklanmadığını, bu nedenle mükellef olduktan sonra vefat eden kimsenin mezarının başında telkin verilebileceğini söylemişlerdir.
Cenazede alkış tutulması ve ıslık çalınması caiz midir?
Cenazenin ardından kabre kadar gitmek sünnettir. Cenâze merasimlerinin ölen bir Müslüman’a yapılması gereken son bir vazife olması yanında, yaşayanlara yönelik ölümü hatırlatmak, âhireti düşünerek ibret almak gibi amaçlan vardır. Bu nedenle cenâze törenlerinde bağırıp çağırmak, yüksek sesle ağlamak, ölen kişileri alkışlamak, slogan atmak, ıslık çalmak, zılgıt çekmek, tezahürat yapmak caiz değildir. İslam alimleri, değil bu gibi taşkınlıkları, cenâze merasimlerinde yüksek sesle tekbir getirmeyi bile hoş karşılamamışlar, mekruh kabul etmişlerdir. Bu itibarla cenâze merasiminde hazır bulunanların sükûnet ve vakarla cenazeyi takip etmeleri gereklidir. Bu ölen kimseye gösterilecek saygının da bir gereğidir.
Cenazeye çelenk, çiçek göndermenin hükmü nedir?
Cenaze merasimlerine çelenk gönderilmesinin ve kabirlere çelenk konulmasının ölüye hiçbir faydası yoktur. Öte yandan bu tür harcamalar, yerinde bir harcama olmadığından israftır; israf ise haramdır. Bu itibarla, çelenk için sarf edilecek paranın, sevabı ölenin ruhuna hediye edilmek üzere, hayır kurumlarına veya fakirlere bağışlanması daha uygun ve daha yararlı bir davranıştır.