Makale

KÖTÜLÜGE İYİLİK ER KİŞİNİN KÂRI

DR. DURAK PUSMAZ / Haseki Eğitim Merkezi Müdürü

KÖTÜLÜGE İYİLİK ER KİŞİNİN KÂRI

Her insanın yaratılışında, kendisine iyilik yapanlara karşı medyun olma duygusu vardır. Onun için "el-insân abîdü’l-ihsân: İnsan iyiliğin kölesidir.” denilmiştir. Genel olarak insan kendisine yapılan iyiliği unutmaz. İlk fırsatta onun karşılığını vermek ister. İyiliğe iyilikle mukabelede bulunmak dinimizin de emridir. Nitekim Peygamber Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde: “Kim size iyilik yaparsa karşılıkta bulunun. Şayet verecek bir şey bulamazsanız kendinizi, ona karşılığını vermiş görünceye kadar dua edin"1’1 buyurmuştur. Demek ki imkanı olan, kendisine iyilik yapan kimseye iyilikle mukabelede bulunacak. Buna gücü yetmiyorsa “ne yapayım, karşılığını veremiyorum.’’ demeyecek, ona dua edecek. İyiliğe iyilikle mukabelede bulunmak güzel bir şey. Zaten medenf insanlardan iyiliğe karşı kötülük düşünülemez. Onun için Kur’an-ı Kerim’de Rahman Suresinin 60. ayetinde: “İyiliğin karşılığı iyilikten başka bir şey olur mu?” buyurulmuştur.
İyiliğe karşı iyilikle mukabelede bulunmak gayet normal ve herkesin yapabileceği birşey. Peki bize kötülük yapan kimselere karşı ne yapacağız? Kötülükle mukabelede mi bulunacağız, yoksa onlara da mı iyilik yapmaya devam edeceğiz?
Buna şöyle cevap verebiliriz: Yüce dinimizde; zarar gören, bir kötülüğe maruz kalan kimsenin, misliyle mukabelede bulunmasına ruhsat verilmiştir. Kur’an-ı Kerim’de: “Ceza verirken, size verilenin aynıyla karşılık verin. Yemin olsun ki, eğer sabrederseniz bu, sabredenler için daha hayırlıdır.’"21 buyrulmuştur. Daha fazlasıyla mukabelede bulunmak haddi aşmaktır. Haddi aşmak ise muharebede bile yasaklanmıştır. Bakara sûresinin 190. ayetinde: “Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda savaşın. Ancak aşırı gitmeyin, Allah aşırı gidenleri sevmez.” buyurulmuştur. Düşmanla savaş esnasında merhamet hoşgörü ve affetmek söz konusu olmaz. Herşeyin yeri ayrıdır; merhametin yeri ayrı, affın yeri ayrı, düşmanla savaşın yeri ayrıdır. Nitekim Fetih sûresinin 29. ayetinde Hz. Muhammed ve ashabından bahsedilerek: "Muhammed Allah’ın Resûlüdür. Ve onunla birlikte olanlar da kâfirlere karşı zorlu, kendi aralarında ise merhametlidirler.” buyurulur.
Evet mü’minler muharebe meydanında kafirlere karşı çok çetin, zorlu ve katıdırlar, kendi onurlarını ve vatanlarını korurlar, kolay yutulur lokma değildirler. Kendi aralarında ise son derece şefkatli ve merhametlidirler.
Genellikle bir kimse kendisine yapılan kötülük karşısında beş türlü durum alabilin
a- Gücü yetiyorsa kendisine kötülük yapan kimseye misliyle mukabelede bulunabilir,
b- Ona daha şiddetli ve ağır bir ceza verebilir,
c- Sabreder, hiç bir karşılık vermez,
d- Sabretmekle kalmaz, biraz daha ileri giderek onu affeder,
e- Affetmekle de kalmaz bir adım daha ileri giderek ona iyilik ve ihsanda bulunur.
Başlangıçta da belirttiğimiz gibi dinimiz insanın, kendisine karşı yapılan kötülüğe misliyle mukabelede bulunmasına ruhsat vermiştir. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur: "Kötülüğün cezası, onun gibi bir kötülüktür. Kim kendine yapılan kötülüğü affedip barışırsa, onun mükâfatı Allah’a aittir. Şüphesiz ki Allah, zalimleri sevmez. Zulmüne uğradığı zalime ayniyle mukabele edip intikamlarını alanlar; işte onlar için ne bir kınama, ne de bir cezalandırma vardır. Kınama ve cezalandırma ancak insanlara zulmedenler ve yeryüzünde haksız yere bozgunculuk çıkaranlar içindir. İşte bunlar için can yakıcı bir azap vardır. Kim sabredip affederse, şüphesiz ki bu, mutlaka azmedilip yapılması gereken işlerdendir.’"31
Şu halde maruz kalınan bir kötülüğe, uğranılan zulme karşı haddi tecavüzden sakınarak, misliyle mukabelede bulunabilir. Bazı durumlarda bu gerekli de olabilir. Zalime hukuki çerçeve içerisinde haddini bildirmek gerekir. Çünkü başkalarına zulmü itiyat haline getirmiş olan zalimleri affetmek mazlumlara haksızlık olur. Ama hemen belirtelim ki kötülük yapana misliyle mukabelede bulunmak, sadece bir ruhsattır, bir cevazdır. Yoksa bir emir değildir. Onun içindir ki hemen bu ruhsatın akabinde Allah’u Teâla: “Sabrederseniz, andolsun ki, bu, tahammül edenler için elbette daha hayırlıdır." buyurarak sabretmenin daha hayırlı olduğunu belirtir.
Sabretmekten daha üstün bir fazilet vardır ki o da affetmektir. Onun için ayette: "Fakat kim affeder, barışı sağlarsa mükâfatı Allah’a aittir." buyurularak müminler affetmeye ve bağışlamaya davet ediliyor.
Kötülüğün üzerine kötülükle değil, iyilikle yürümeliyiz. Çünkü pislik, pislikle giderilmez. O, ancak temiz ve saf su ile giderilir. Kötülüğe karşı kötülük yapmak hiç şüphesiz bir takım menfi neticeler doğurur. Öyle ise bununla mesele halledilip arzu edilen sonuca varılamaz. Halbuki kötülüğe karşı iyilik yapmak fevkalade önemli neticeler doğurur.
Yüce Rabbimiz müminleri, insanların kötülüklerine karşı iyilikle mukabele etmeye çağırır. Zira bu, gönüllerden düşmanlığın sökülüp yerine sevginin, muhabbetin gelmesine vesile olur: “İyilikle kötülük bir olmaz. Sen kötülüğü en güzel şekilde önle. O zaman aranızda düşmanlık olan kimse, sana sanki samimi bir dost gibi oluverir."4
Şunu da hemen belirtelim ki kötülüğe karşı iyilik yapmak kolay bir- şey değildir. Bu, her babayiğidin kârı değildir. Bu, güreş meydanlarında, ya da boks ringlerinde şampiyon olan pehlivan ve boksörlerin işi de değildir. Ancak kötülüğe maruz kalıp gazap- landığı anda nefislerine hükmedebi- len babayiğitlerin kârıdır. Onun içindir ki Kur’an-ı Kerim’de-, “Kötülükleri iyilikle önleme hasleti, ancak sabredenlere verilir. Bu, ancak hayırdan büyük payı olanlara verilir.”’5’ buyurulur. Zaten atalarımız da "İyiliğe iyilik her kişinin kârı, kötülüğe iyilik ise er kişinin kârıdır." diyerek bu hakikati ifade etmişlerdir. Şair ne güzel söylemiş:
Kâtibî yolun erkanın güt
Daima eksik etme kendüye öğüt
Namı iyilikle anılan yiğit
Dünyada kemliğe iyilik edendir.
Başka bir şair de şöyle der:
Eylerim ihsan, isâet edene Ser feda
Hakka itaat edene
Her türlü iyi haslet ve güzel ahlak alanında olduğu gibi kötülüğe karşı iyilikle mukabelede bulunma hususunda da sevgili Peygamberimizi zirvede görüyoruz. O daima kötülüğe karşı iyilikle mukabelede bulunurdu. Kendisine yapılan kötü fiil ve davranışlardan dolayı intikam almaya kalkışmazdı. Nitekim O’nun hakkında Hz. Aişe validemiz şöyle demiştin “Ben, Allah Rasûlü’nün, Allah’ın haram kıldığı şeylerden herhangi biri çiğnenmedikçe şahsına karşı yapılan bir haksızlıktan dolayı intikam aldıklarını kesinlikle görmedim. Fakat Allah’ın haramlarından biri çiğnendiği zaman buna sabredemez, son derece öfkelenirdi. Resülellah (s.a.s.) her ne zaman iki işten birini seçmek arasında muhayyer kılındımı günah olmadıkça onlardan en kolayını seçerdi.’"6
Yüce Peygamberimizin terbiyesinde yetişen Hz. Ali (r.a.) da: “Şahsınıza kötülük eden bir düşmanı affediniz. Lâkin vatanınıza ve milletinize kötülük eden bir kimseyi asla affetmeyiniz. ”7demiştir.
Hz. Aişe validemiz bir başka ifadelerinde de Peygamber efendimizin güzel ahlakı, kendisine karşı yapılan kötülüklere karşılık vermeyip affetmesi hususunda şöyle demiştir: “Rasûlellah ne kaba ve çirkin hareketlerde bulunur, ne de kabalığa yol açabilecek bir davranışta bulunurdu. Çarşı- pazarda kimse ile kavga etmezdi. Kötülüğe de kötülükle mukabelede bulunmaz, üstelik kötülük yapanı affedip bağışlardı.”181
Sevgili Peygamberimiz, ümmetine kötülüğe karşı iyilikle mukabelede bulunmanın en güzel örneklerini vermiştir. İttiba edilmesi inanç ve arzusuyla bu misallerden iki tanesini aşağıya kaydediyoruz.

Bedevîyi Affetmesi

“Bir kere bir bedevî, kestiği hayvanın etini satıyordu. Resûl-i Ekrem de, bir miktar kuru hurma mukabilinde et almak istemiş ve eti alıp hurmayı getirmeye söz vermişti. Resûl-i Ekrem, evine dönünce hurma kalmadığını gördü. Bunun üzerine çarşıya döndü, bedevîyi buldu:
Senden hurma mukabilinde et almıştım, fakat hurmam kalmamış!” dedi. Bedevî bağırdı, çağırdı. Birkaç kişi müdahale ederek onu teskin etmek istediler. Resûl-i Ekrem:
“- Siz müdahale etmeyiniz, bedevînin hakkı var.” demiş, sonra bedeviye tekrar meseleyi anlatmış, fakat o söylenmiş durmuştu. Nihayet Resûl-i Ekrem, et satan bedevîyi ensardan bir kadının evine göndererek ondan bir miktar hurma almasını söylemiş, bedevi de gidip hurmayı almış. Döndüğü zaman Resûl-i Ekrem’in ashabı ile birlikte oturduğunu görerek onu tanımış ve Hz. Peygamberin gösterdiği sabır ve müsamahakarlıktan son derece duygulanarak:
Muhammedi Cenab-ı Hak sana ecir ve mükafatını versin. Sen bana hakkımı hem de fazlasıyla verdin.’’" demiştir.

Gavras’ı Affetmesi

Zâturrika gazvesi dönüşü Peygamber Efendimiz ve ashabı dikenli ve iri ağaçlı bir vadide konaklamış, ashab gölgelenmek üzere ağaçların altlarına dağılmışlardı. Peygamber Efendimiz de bir ağacın gölgesine gidip kılıcını ağacın dalına asarak uzanmıştı."0’ Düşman kabileden Gavras b. Haris adında bir bedevî gelip, Resûlel- lah’ın asılı olan kılıcını kınından çıkararak:
Seni benim elimden kim kurtaracak?" der. Peygamber Efendimiz de hiç tereddüt etmeden:
Allah azze ve celle." der. Gavras beklemediği bu cevap karşısında korkarak elindeki kılıç birden yere düşer. Resûlellah hemen kılıcı alıp Gavras’a:
“- Şimdi sen söyle bakayım, benim elimden seni kim kurtaracak?” der. Gavras, yapabileceği bir şeyin olmadığını anlayarak:
Sen kılıcı alanların en hayırlısı ol.” diye Efendimize yalvarır. Efendimiz:
Allah’tan başka hiç bir ilah olmadığına ve benim Allah’ın elçisi olduğuma şehadet eder misin?” der. Gavras:
Hayır, fakat seninle savaşmamak ve seninle kavmin yanında da bulunmamak üzere sana söz veriyorum.” der. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz onu serbest bırakır. Gavras kurtulmasına çok sevinir, kavminin yanına varınca: “İnsanların en hayırlısının yanından geliyorum.”11" demiştir.
İşte yüce dinimiz İslâmiyet bunları emretmektedir ve işte yüce Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.) böyle örnek olmuştur. Ne mutlu O’na uyanlara! Ne mutlu O’nun nurlu yolundan gidenlere!
Toplumumuzda birlik ve beraberliğin, huzur ve güvenin sağlanması, düşmanlarımıza karşı devletimizin güçlü olması için insanlarımızın kin, nefret, düşmanlık ve intikam duygularından uzak, hoşgörülü, affedici olmaları gerekir. Bu hususta ve her hususta en güzel örnek Peygamber Efendimizdir. Peygamberimizin hayatını ve güzel ahlakını doğru ve hurafelerden uzak olarak hem kendimiz öğrenmeliyiz ve hem de geleceğimizin teminatı olan yavrularımıza öğretmeliyiz.
Sevgili Peygamberimizin yüce ahlakını örnek alan Yunus Emreler, Mevlana’lar ve Hacı Bayram-ı Veli’ler gibi tasavvuf yolunun büyükleri hep kötülüğe iyilikle mukabelede bulunmuşlar, etraflarına da hep bunu telkin etmişlerdir. Nitekim Yunus Emre dervişi şöyle tanımlan
Dövene elsiz gerek
Söğene dilsiz gerek
Derviş gönülsüz gerek
Sen derviş olamazsın
Sen Hakk’ı bulamazsın.♦

(1) Ebû Dâvûd, Zekat, 38; Nesâî, Zekat, 72.
(2) Nahl Sûresi: 126.
(3) şûrâ Sûresi: 40-43.
(4) Fussılet Sûresi:34.
(5) Fussılet Sûresi:35.
(6) Tirmizî, eş-Şemâilü’rı-nebeviyye, Beyrut, 1996, S. 425-426
(7) Bilal Eren, Güzel Sözler Antolojisi, İst. 1995,s. 22.
(8) Tirmizî, a.g.e., s.424.
(9) Ö.R. Doğrul, Asr-ı Saadet, 1st. 1974, II, 71 72.
(10) Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 311.
(11) Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 390.