İSLÂMİYET
Sadettin EVRİN
(Müslüman) derken ne anladığımızı açıklamak istiyorum. Müslüman, İslâm dînine mensup demek olduğunu hepimiz biliriz. (İslâm dîni) mânâsına gelen (İslâmiyet) ise, (Allah’a teslimiyet) hâlinde bulunmak demektir. Bu esas, bütün gelmiş geçmiş peygamberlerin öğrettiği yoldur. Kur’ân-ı Kerîm’de Nuh ve İbrahim peygamberlerin lisanından böyle ifade edilmiştir. Hattâ, İsrâil diye lâkaplandırılan ve Benî İsrail’in ceddi sayılan Yakup peygamber de evlâtlarına verdiği nasihatte (Müslim olarak can verin» demişti. Kendisi de, ölüm döşeğinde oğullarına «Benden sonra neye ibâdet edeceksiniz?» diye sorduğu, vakit, onların «Tek Allah’a ibâdet edeceğiz ve O’na boyun eğen müslimleriz» diye cevap verdikleri Kur’ân-ı Kerîm’de yazılıdır. Hazret-i İsâ’nın havarileri de Allah tarafından «Resulüm İsa’ya îman edin) diye ilham aldıkları zaman «Biz müslimleriz» dedikleri Kur’ân-ı Kerîm’de kaydolunmuştur. Bu ifadeler gösteriyor ki, Müslim ve İslâm terimleri, Allah’a ve Resulüne itaat etmek mânâsına kullanılmıştır. Bu zihniyet bütün dinlerde müşterektir. Hazret-i Muhammed’in dînine, bu dinlerarası müşterek ve tek olan yolun adı verilmesinde, cihanşümul din vasfı belirmektedir. Biz Müslümanlar bunu böyle bilmeliyiz, Başkaları da böyle anlasalar gerektir. Çünkü, böyle bir görüş, dini, bir bütünlük olarak kavrayabilmenin tek çıkar tarzıdır. Peygamberlerden sonra husule gelen aykırı ve çeşitli zihniyetler değil, bizzat peygamberlerin hepsinin birden sâlik oldukları yoldur. Yani Allah’a teslimiyet üzere bulunmaktadır. Bu konu, her dinin kitabında, inancında, duasında, varlarında az-çok yer etmiş, dinlerin esas mâhiyeti bu sözde birleşmiştir.
Kur’ân-ı Kerîmede (Mü’minûn) Sûresinin 52-54 üncü âyetlerinde: «Bu sizin ümmetiniz tek bir ümmet ve Rabbiniz de Ben. Karşı gelmekten sakının demişti. Fakat ümmetleri, onların emirlerini birbirinden kesip ayırdılar. Her fırka kendi ellerindeki ile ferahlık bulur. Sen şimdi onları daldıkları yolda bir zamana kadar bırak» denilmektedir.
İşte Kur ’ân-ı Kerîm bütün dinler muvacehesinde Tanrısal hükmü böyle açıklar. Bütün peygamberlerden bahsederken hepsinin aynı gaye üzerinde çalıştıkları belirtilir. Hazret-i Muhammed de (Her millete peygamber gelmiştir. Bunlar babaları bir kardeş gibidir. Vazifeleri aynı, sâlikleri ayrıdır) der. Bu ayrılık, bizim anlayışımıza göre, her bölge insanlarının anlayış, yaşayış, gelenek farklarının bir bölgedeki insanların da mizaç ve karakter farklarının, nihayet bu toplum ve ferde ait ayrıntıların zamanla büyüyen tesirleri yüzünden olmuştur. Din, yalnız muayyen işleri yapmak ve yapmamaktan ibaret değil, bir ruh terbiyesidir. İman, yalnız muayyen sözleri ifade etmekten ibaret değil, onu benliğine sindirmektir. Bir reçel kavanozunu, dışından, yalayan çocuk onun tadını alamaz. Bunun gibi Allah’a teslimiyet hâlini bir elbise gibi giyinmeyen Müslüman da, kusurdan kurtulamaz. Bir hadîs-i şerifte ifade buyurulduğuna göre: «Müslim odur ki: Müslümanlar onun dilinden ve elinden selâmette olur». O halde birbirini çekiştiren, birbirinin aleyhinde bulunan, dövüşen, birbirini yaralayan, küfreden, öldüren, ırza, namusa tecavüz, eden, rüşvet alan, ihtikâr yapan, zimmetine para geçiren, hakkı olmayan şeyi irtikâp eden, yâni ferdin ve toplumun zararına kendi çıkarını düşünen, kanuna aykırı her suçu yapan (mü’min) olsa da (müslim) değildir. Çünkü o Allah’a teslimiyet hâlinden çıkmış, ihtirasına, şeytana tâbi olmuştur.
Muhterem dinleyenlerim: Allah bizim, âlemizin ve toplumun selâmetini ister. Din O’nun öğütleri, tavsiyeleridir. İnsanların vicdandan uzaklaşma tarzında bir eksantirikliği vardır. Dîn bunu tashih eder, ayarlar. Bizi kendimize getirir, çünkü iyi ahlâk, vicdanın bize hâkim olduğu zamanlarda belirir.
Netice olarak, Allah’a teslimiyet, bizi şeytanlaşmaktan koruyan, yavrusu için şefkat ve himaye yeri olan ana kucağı gibidir. Oraya ilgimizi kesmeyelim.