Makale

İçimde Kanayan Yara BATI TRAKYA

AYŞE ÖZTÜRK
Ankara Merkez Vaizesi

İçimde
Kanayan Yara
BATI TRAKYA

Ecdat yadigârı olan bu toprakların vefakâr ve fedakâr bekçileri ile tanıştık, kaynaştık. 18 gün beraber olduğumuz bu çilekeş kardeşlerimizin dertleri kalbimde onulmaz yaralar açtı. Batı Trakya içimde kanayan yara oldu.
Daha önceki yıllarda da yurtdışında çalışmakta olan işçilerimize din hizmeti vermek için Avrupa’ya gitmiştik. Onların da yaşayışları, hizmetleri, gayretleri, üzerimizde derin izler bıraktı. Ancak Batı Trakya gibi içimde buruk bir acı, gönlümde yanan bir sızı olmadı. Onlar, Avrupa’da ümit ışığımız, sevinç kaynağımız oldular.
Lozan Antlaşması ile Yunanistan’ın himayesine bıraktığımız Batı Trakyalı kardeşlerimiz ise Yunan Hükümetinin hıyaneti karşısında boynu bükük yaşıyor. Kiliseye çevrilen, sinema, meyhane, kumarhane yapılan camilerine, medreselerine, imaretlerine, türbelerine içi kan ağlayarak bakıyor.
Gurbetçi vatandaşlarımız, misafir olarak kaldıkları ülkelerde camiler yapıyorlar.
Batı Trakya’lı kardeşlerimiz ise, atalarının kendilerine bıraktığı camilerini koruyamamanın acısını yaşıyorlar. Yıkılan camilerini tamir ettiremiyorlar. Türk ve Yunan Hükümeti arasında imzalanan dostluk antlaşmalarıyla kendilerine bırakılan toprakları ve hayır kurumu olan vakıfları çeşitli bahanelerle ellerinden alınıyor. Atalarının kabirleri park yapılıyor, aziz şehitlerinin ruhlarına azap ediliyor. Bütün bu haksızlıklar karşısında susmak onlara büyük bir işkence oluycr. işte bunun için Batı Trakya içimde kanayan bir yara oldu.
Gurbetçi kardeşlerimiz, yabancı ülkelerde doğan ve o ülkenin kültürü ile yetişen çocuklarına, Türklük ve Müslümanlıklarını unutturmamak, onları yabancılara kaptırmamak için mücadele veriyor. Batı Trakya Türkü, iki devlet arasında imzalanan dostluk antlaşmaları sonucunda kendilerine tanınan hakları kullanabilmek için mücadele veriyor. Canı, kanı pahasına dinini, dilini, kültürünü, Türklüğünü korumaya çalışıyor. Çok zor şartlar altında ağır cezalara katlanarak çocuklarına dinini, imanını, Kur’anını öğretmeye çalışıyor, işte bunun için Trakya içimde onulmaz yaralar açtı.
Gurbetçi kardeşlerimiz içimizde kanayan bir yara değil; atalarımızın üç kıtada dalgalandırdığı Tevhid Bayrağını koruyan ümit ışığımız oldular. Onlar, gurbet ellerde islâm’ı yayabilmenin, müslümanlığı anlatabilmenin, din, iman uğrunda hizmet verebilmenin sevincini yaşıyor, istikbâle ümitle bakıyorlar.
Batı Trakya’ya gitmeden önce burası ile ilgili haberler benim için diğerlerinden farklı değildi. Burada yaşayan cefakâr kardeşlerimizin çileli yaşayışlarını görüp de içimde bir acı ile evime döndükten sonra durum çok değişti. Batı Trakya haberleri bende garip bir heyecan uyandırmaya başladı. Televizyonda hava raporu verilirken, harita üzerinde gözüm hep Batı Trakya’da oluyor. Spiker: "Balkanlardan gelen yeni bir soğuk dalgası yurdumuzu etkisi altına alacak.1’ derken; Yassıören yaylasından içim yanarak seyrettiğim Balkanları görür gibi oluyorum. Sanki yüzüme serin serin Balkan yelleri esiyor. Bu yeller, sanki kulağıma şanlı tarihimin zafer şarkılarını fısıldıyor. Yunan Hükümetinin uydurma bahanelerle yolunu kapattığı Şahin’im, Kozlu’m gözümün önünde şekilleniyor.. Boyunlarını bükmüş, benden haber soruyorlar, benden selâm bekliyorlar. Şahin medresesinde ders veren hocaların, müftülerin, ulemanın ruhları benden dua istiyorlar gibi geliyor bana.... Giremediğim, göremediğim, ziyaret edemediğim köylerimin, kabirlerimin acısı yüreğimi yakıyor. Bu ateş gönlümü tutuşturuyor. Göz yaşları içinde dudaklarımdan şu mısralar dökülüyor:

Balkanlardan eser yeller
Hazin hazin şarkı söyler
Görmediğim nice eller
Hepinize selâm olsun.

Yassıören yolu açık
Şahin’imin boynu bükük
Balkanların gönlü kırık
Saranlara selâm olsun.

Şahin’ime giremedik
Kozluca’yı göremedik
Kabirleri bulamadık
Bulanlara selâm olsun.

Batı Trakya’ya giden ilk din görevlileri biz değiliz. Bizden önce de bazı arkadaşlar gönderildiler. Muhakkak ki onlar da gördükleri, duydukları, dinledikleri karşısında etkilendiler, duygulandılar. Zaten bunun aksini düşünmek mümkün değil.
Gümülcine’de misafir olarak kaldığım ev, herhangi bir ev değil de, sanki rahmetli dedem Söğütlü Hacı ibrahim Efendi’nin hanesi idi. Siyah feracesi, bembeyaz başörtüsü, güler yüzü, nurlu görünüşü ile bizi karşılayan ve evinde 8 gün misafir eden Gülsüm Hanım, köyümüzdeki çocukluk arkadaşlarımızdan birisi gibiydi.....
Gümülcine’deki Türk mahallelerinde gezerken kendimi hep Söğüt’ümde hissettim. Her mahallede, her sokakta karşılaştığımız siyah feraceli, beyaz örtülü genç, yaşlı bütün Türk kadınları bize selâm veriyor, sarılıyor, kucaklıyor ve beni hasretle koklu-yorlardı. Sanki benim şahsımda Anadolu’mu kokluyorlar, benimle Türkiye’nin hasretini gideriyorlar-dı. Onların bu sıcak ilgi ve sevgileri beni köyüme götürdü. Beni kucaklayan, bana halimi hatırımı, evimi, köyümü, memleketimi soran genç, yaşlı bütün kadınlar, kızlar, çocuklar; hayalimde köyümün nur yüzlü nineleri, anneleri, ablaları, bacıları oluverdi. Aynı giyiniş, aynı görünüş, aynı tatlı gülüş ve sıcak davranışlar... Hatta yüzleri bile benziyordu....
Bugün hâlâ benim ilim’de, ilçemde, köyümde dış kıyafet olarak siyah ferace giyilir ve beyaz namaz başörtüsü örtülür. Köyümde feraceye "Kirlik" denir. Kirden koruyan veya kiri göstermeyen mânâsına geliyor. Rengi siyah olduğu için kiri lekeyi göstermiyor. Bağda, bahçede, tarlada, çayırda, dağda, ormanda... kısacası bütün kır işlerinde dış kıyafet olarak giyiliyor ve böylece iç giyimini her türlü bahçe kirinden koruyor.
Türklerin temiz yaşayışları ve asil davranışları yalnızca Rumları değil, bütün Avrupa insanlarını etkilemiştir. Avrupa, özellikle temizliği bizden, Müslüman Türklerden öğrenmiştir.
Atalarımız her gittiği yere medeniyeti de beraberinde götürmüş, fethettiği ülkelerin insanlarını ifsat etmemiş, imha etmemiş, ıslah etmiştir. Onlara insanca yaşamayı öğretmiştir. Bunun için ortaçağın cehalet bataklığında çırpınan Avrupa insanı Osmanlıyı, bu bataklıktan kurtulmak için ümit kapısı görmüş, Osmanlıya kucak açmıştır.
Osmanlı Avrupa’da zalimin zulmüne son vermek, haksızlığa uğrayanların hakkını savunmak, mazlumun hakkını zalimden almak maksadıyla savaşmış; Avrupa’ya barışı, huzuru, hakkı, adaleti, din ve vicdan hürriyetini götürmüştür.
Cehaletimiz, Türk’e mahsus bu güzel mezuniyetleri sebebiyle üç kıtaya hâkim olmuş, derebeylerin zulmünden bıkan Bizans halkına:
-"Biz memleketimizde kardinal külahı görmektense, Osmanlı sarığı görmeyi tercih ederiz." dedirtmiştir.
Bugünün sözde medeni Avrupa’sında hâlâ Osmanlı idaresinin hasretini çekenler varsa bu, atalarımızın büyüklüğünü ve dünya tarihinde bir rakibinin asla olmadığını gösterir.
Yalanları gerçek diye yazan tarih utansın...
Gümülcine ve İskeçe’de öğle ve ikindi namazlarından önce olmak üzere iki programım vardı. Eşimin ve diğer görevli arkadaşlarımızın ise günlük programları en az üç konuşma ile başlıyor, duruma göre bir günde altı konuşma yaptıkları bile oluyordu. Halkın gerek bize, gerekse konuşmalara duyduğu ilgi ve sevgi bizi coşturuyor, heyecanlandırıyor, bize yorgunluğumuzu unutturuyordu.
Öğleden önceki programlar şehirlerdeki camilerde, ikindiden önceki programlar ise köylerde oluyordu. Polis takibi olmakla beraber, şehir programlarında engelleme ile karşılaşmadık. Ama maalesef köy programlarımız bizim isteğimize göre yapılamadı. Yunan ambargosu Balkan köylerine girmemize izin vermedi.
Sözde demokratik bir ülkede yolculuk hakları kısıtlanan, kendi köylerine bile giriş-çıkışları özel kimliklere bağlanan mağdur ve mazlum insanların varlığı, insan haklarını savunanlar için bir utanç vesilesi olmalıdır. Buzullar arasında mahsur kalan balinaları hürriyetlerine kavuşturmak için mücadale veren 21 inci asrın Avrupası; Balkanların tepelerinde adeta hapis hayatı yaşayan Batı Trakya’lı soydaşlarımızın hürriyetleri için de mücadele etmelidir. 21 inci asırda insanlık, kedilerin, köpeklerin bile rahat yaşaması için çareler ararken, köylerinden çıkmaları özel izne bağlanan, dünyadaki soydaşları ile irtibatları koparılan bu mağdur insanların dertlerine de çare bulmalıdır. Soydaşlarımıza hayat hakkı tanımayan ortaçağ zihniyetine "Dur" demesini bilmelidir.
Yunanlılar, Balkanların kapladığı yüksek yaylalarda yaşayan Pomak Türklerinin, Osmanlılar tarafından zorla müslüman yapılan Makedonyalılar olduğunu iddia ediyorlar ve onlara da böyle propaganda yapıyorlarmış. Bir
taraftan onları böyle gülünç sözlerle kandırmaya çalışırken, diğer taraftan çeşitli hilelerle bu bölgede yaşayan insanların dış dünya ile irtibatlarını kesmek suretiyle onları asim ile etmeyi planlıyorlar.
Yunanlı’nın bu asılsız iddilarına kargalar bile güler. Her türlü hile ve sinsi planlara rağmen bozulmayan; tarihinden, kültüründen, folklorundan, örf ve adetlerinden kopmayan bu insanlar; yaşayışları, giyinişleri, asil ve cesur duruşları, huyları ve karakterleri ile tam bir Anadolulu... Şeklen de, ruhen de katıksız bir Anadolulu... Bu gerçeği anlamak için tarihçi veya sosyolog olmaya gerek yok. Anadolunun köylüsü ile, Makendonyalı oldukları iddia edilen bu insanların yaşayışlarını karşılaştırmak yeter. Tarafsız bir gözlemci her iki yörenin insanlarında aynı yaşayış tarzını, aynı ruh yapısını hemen fark edecektir.
Bu köylerde yaşayan halk; tarihi, kültürü, müziği, folkloru ve Türk’e mahsus karakterleri ile "Biz Türk’üz" diye haykırırken, onlara Türk olmadıklarını söyleyenler; "İddiamız çürüğe çıkmasın, gerçekler anlaşılmasın." diye tarih müzesi Şahin’i ve diğer Balkan köylerini dış dünyaya kapalı tutuyorlar. Ama "güneş balçıkla sıvanmaz." Ne yaparlarsa yapsınlar Batı Trakya Türkü’nün tükenmeyen enerjisi, kırılmayan azmi, çelik iradesi ve sarsılmayan cesareti karşısında bu çürük zihniyet pes edecektir.
Bize, insan hayatının en saf, en masum, en tatlı yılları olan çocukluğumuz ve gençliğimizi yaşatan, bizi maziye götüren, tarihimizin altın sayfalarında gezdiren bu şirin topraklara, bizi hasretle kucaklayan bu kadirşinas insanlara kopmaz bağlarla bağlandık.
Batı Trakya’dan döndükten sonra çok farklı duygular benliğimi sardı. Batı Trakya’nın taşını, toprağını, dağlarını, ovalarını ve sevgi dolu insanlarını unutamadım. Batı Trakya kalbimde bir acı, gönlümde bir sızı bıraktı. Batı Trakya içimde kanayan bir yara oldu. Bu yara gönlümü coşturdu, yüreğimi hislendirdi. Bu içli duygular bana bir şeyler yazdırdı. Ama kalemim; taşı-toprağı tarih olan bu topraklarda, yılların adcıları yüzlerinden okunan bu mağdur ve mazlum insanların arasında yaşadığım ruh halini anlatmaktan aciz kaldı. İfade edebildiğim kadar yazdım. Okuyanların da belki benim gibi gözleri dolar, içi sızlar, yüreği yanar, kalbi kanar da, Batı Trakya’nın çilekeş bekçilerine sahip çıkarlar, dertlerine deva olmaya, soranlarına çare bulmaya çalışırlar.
Ben duygularını kaleme dökemeyen, dili ile ifade edemeyen o kadar aciz bir insan değilim. Fakat Batı Trakya için’ ne yazsam, ne söylesem bana çok yetersiz geliyor. Hissettiklerimin yanında yazdıklarım ve anlattıklarım çok sönük kalıyor.
Batı Trakya için şimdiye kadar pek çok şeyler yazılmış, çizilmiş, söylenmiş... Ben de acizane hissettiklerimin bir bölümünü yukarıdaki satırlarda nesir halinde, bir bölümünü de aşağıdaki mısralar-da şiir halinde ifade etmeye çalıştım.
Allah, Batı Trakyalı kardeşlerimizin ve onlar gibi acı çeken, baskı altında yaşayan siyasi sınırlarımızın dışındaki diğer soydaşlarımızın da yardımcısı olsun. "Amin".
"Oku, şayet sana hisli bir yürek lazımsa,
Oku, zira bunu yazdım, iki söz yazdımsa."


Bosnalı Bacım

Müslüman Müslümanın deriz kardeşi,
Size böyle dertler revamı bacım!..
Adınızı andıkça gözümün yaşı,
İçimde kor gibi yanıyor bacım!..
Barbar koymuşlar Türk’ün adını,
Kim istemez şehitliğin tadını,
Savaşa alet oldu Bosna kadını,
Esirgemem sizden duamı bacım!..

Vücuda yapışınca bırakmaz kene,
Zulümle geçiyor ömür bu sene,
Alçakça saldırılar namusa, dine,
Ciğerimde yara kanıyor bacım!..
Diye bilir misin neyime gerek,
Vatan toprağını ele mi verek,
Lime, lime doğransa da bu yürek,
Canı kanla yıkarız, vermeyiz bacım!..
Birer birer düşüyor Bosna’da kentler,
Barış gücü altında kurulmuş setler,
Müslümanın önünde dağ olsa bentler,
Birlikte setleri yıkarız bacım!..
Ecdat yadigârına uzanan eller,
Laf üretmek kolay konuşur diller,
Bahar geldi ama açmıyor güller,
Gül bile mateme bürünmüş bacım!...
Nasıl savunuyor herkes soyunu?
Herkes sağmak ister uysal koyunu,
Buna derler açıkça Batı oyunu,
Bu oyuna alet olmuşuz bacım!..
Uçağı tankıyla geldi körfeze,
Tek ülke söyleyin gelmez mi dize?
Müslumanı gavuru seyreder size,
Acınız boynumuza vaciptir, bacım!..
İnsanlık unutmuş güzel duyguyu,
Batılılar öttürüyor boruyu,
Niye böyle yapıyorsun diye soruyu,
Neden hiç bir kimse sormuyor bacım?..
Uğruna canını verdiğin vatan,
Saçımız yolundu hep tutam, tutam,
Bahar geldi ninniyle yavrumu uyutam,
Dert bir değil, beş değil neyleyim bacım?..
Hüseyin ALKIR’ım bunu yazarım,
Günü gelir Batı oyununu bozarım,
Acizim kendi kendime kızarım,
Zulmü seyredenler sürünsün bacım!..
Bu hale düşürenler KAHROLSUN bacım!..

H. Hüseyin ALKIR