Makale

Sosyal Dayanışma niçin önemlidir?

Prof. Dr. Ramazan Altıntaş
Cumhuriyet Üniv. İlahiyat Fak.

sosyal dayanışma
niçin önemlidir?

İslam, kendisini yalnızca insanın manevî kurtuluşuyla sınırlayan öte dünyacı bir din değil; kişinin manevî kurtuluşunu fizikî ve dünyevî durum ile irtibatlandıran bir dindir. Bu sebeple Allah insanı, kendisine ibadet etmesi kadar, yeryüzünü imar etmesi için de yaratmıştır. Bunun en güzel örneğini, inanç ve davranış biçimleriyle insanlığa yegane model oluşturan Hz. Peygamberin hayatında görüyoruz. Onun, Medine’ye hicretten sonra kurduğu ilk yapı cami, diğeri ise çarşıdır. Bunların biri İslâm’ın ahiret boyutuna işaret ederken, diğeri ise dünya boyutuna işaret etmektedir. Aslında ahiret ve dünya birbirinden ayrılmaz. Çağrışım ilişkileri bakımından biri diğerini hatırlatır. Camiden alınan eğitim ruhuyla çarşı-pa- zarlar helâl ve haram ölçütlerine göre bir hayatın yaşanmasına hizmet edecektir. Bu açıdan İslâm önce insana, kendi ayakları üzerinde durmasını öğretir, insanı, çalışma ve üretime teşvik eder. Alın terine, emeğe, insanın onurlu yaşamasını sağlayan yüce bir değer olarak bakar. Böylece İslâm, insanların yeryüzünde, barış ve adalet içerisinde iyi bir yaşam sürmelerini amaçlar.
İslâm’a göre insanın görevleri olduğu kadar hakları da vardır. Hatta görevler haklardan önce gelir. Çünkü bir insanın hakkı, aslında diğer insanların üzerindeki görevidir, insanlar görevlerine özen göstermeyince, haklar da korunamaz olur. Bu sebeple İslâm toplumu bir çeşit "mükellefler" toplu- mudur. Bazı mükellefiyetlerin başında, toplumun zayıf ve yoksul bırakılmış kitlelerine karşı görevlerimiz gelir.
Çağımızda pek çok insan yoksulluk içerisinde yaşıyor. Dünyada yoksulluk ve açlıkla mücadele eden sivil insani yardım teşkilâtları olmasına rağmen, çok ciddî anlamda gıda, sağlık ve diğer tabiî ihtiyaçların karşılanmasında büyük mesafeler alındığı da söylenemez. Hedeflerinde açlıkla mücadele bulunan Birleşmiş Milletler (BM) tarafından hazırlanan raporlara göre dünyada her beş insandan birisi yoksuldur. Afrika’dan Latin Amerika ülkelerine varıncaya kadar birçok ülkede açlık tehlikesi baş göstermiş, milyonlarca insan yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Özellikle misyoner ve yıkıcı, bölücü gruplar bu durumu istismar ederek, sosyal barışı zedeleyici faaliyetler içerisine girmektedirler.
BM enformasyon dairesinin yayınladığı raporlara göre; Filistin’den Sudan’a, Moğolistan’dan Arjantin’e, Afganistan’dan Burundi’ye varıncaya kadar milyonlarca insan inanılmaz derecede sefalet içinde yaşıyor.
Olaya ülkemiz açısından bakacak olursak, UNi- CEF’in yaptığı araştırmalara göre, Türkiye nüfusunun üçte biri, yani, 15 milyon insan açlık sınırının altında yaşamaktadır. Bu bir felâkettir. Geçici pansumanlarla bu sorun çözülemez. Yeni istihdam alanları yaratmak gerekiyor. Dünya Bankası’nın (WB) yayınladığı raporlara bakılırsa, nüfusun %2,4’ü günde 1 $’ın altında gelirle yaşarken, nüfusun % 18’i günde 2$’ın altında gelirle yaşıyor. Bir başka ifade ile, Türkiye’de nüfusun en yoksul % 10’u millî gelirin (GSMH)’nın % 2,3’ünü alırken, en zengin % 10’li ise, millî gelirin (GSMH)’nın %32,3’ü alıyor. Bu aşağı yukarı 15 milyon insana tekabül etmektedir. Dolayısıyla gini index sayısı 41,5 gibi yüksektir. Bu index yükseldikçe gelir dağılımında adaletsizlik daha da artmaktadır.
Ayrıca, resmi verilere göre Türkiye’de 3,5 milyon insan işsizdir. Özellikle eğitimli gençlerin %30’u işsizdir. Eğitimli genç işsizlik, özellikle kentlerde ciddi bir gerilim kaynağı oluştururken, genç kuşağın geleceğe inancını sarsıyor ve yaşama sevincini azaltıyor, ciddi norm kaymalarına zemin hazırlıyor.
Dolayısıyla yoksulluk, birçok alanda kamu harcamalarını kısmaya sebep olurken, bazı alanlarda da güvenlik meselelerini artırdığı için bazı alanlara fazla pay ayırmayı zorunlu kılıyor. Örneğin, ülkemizde GSMH’mn %2.2’si eğitim harcamalarına; %2,2’si sağlık ve %5,0’ı da askerî harcamalara ayrılması buna çok güzel örnektir. Kalkınmış ülkelerde bu durum çok değişiktir. Örneğin Fransa millî gelirinin % 6,0’ını eğitime, %7,3’ünü sağlığa, %2,7’sini de askeri harcamalara ayırmıştır. Eğer karşılaştırırsak, arada büyük uçurumların olduğu görülür.
Diğer taraftan yoksulluğun yol açtığı birçok sosyal problemler de vardır. Örneğin, bugün büyük bir ekonomik kriz yaşayan Arjantin’de hırsızlık %6,4, cinsel taciz %6,4; Brezilya’da hırsızlık suçu oranı %1 2,2: cinsel taciz %7,5 artmıştır. Yoksulluğun ve açlığın ahlâkî anlamda bir dejenerasyona yol açtığı görülmektedir.
Ayrıca kalkınmış ülkelerde ölüm ortalama yaşı yüksek iken, yoksul ülkelerde bu durum çok düşüktür. Genellikle az gelişmiş ülkelerde, beslenme yetersizliğine ek olarak, zamanında hekime başvurma bilinç ve alışkanlığı eksik ve hatta yok gibidir. Dolayısıyla bu ülkelerde doktor sayısı ve hastanelerdeki yetersizlikler sebebiyle ömür ortalamalarındaki düşüklük arasında bir paralellik kurulabilir. Dünya genelinde yapılan istatistik sonuçlarına göre ileri düzeyde sanayileşmiş ülkelerde ömür ortalamaları %75-80 arasında bir artış gösterirken, az gelişmiş ülkelerde ise bu oran yerine göre %35-40 ya da %55-60 arasında değişmektedir. Başta İslâm ülkelerinin kahır ekseriyeti ve bazı Latin Amerika ülkelerinde durum böyle- dir.
Bilindiği gibi insan sağlığına olumlu yönde etki eden faktörlerin başında dengeli beslenme gelmektedir. Kur’an’a göre dengeli beslenme ile insan ömrü arasında yakın bir ilişki vardır. Nitekim Enbiya Suresi’nin 44. ayetinde bu yakın ilişki ağından şöyle bahsedilir: "Biz onlara ve babalarına iyi geçimlikler (meta’) verdik. Ömürleri de uzadı." Ayette geçen meta’ kavramının varlık/zenginlik/imkân gibi anlamlar taşıması, insanın gelir düzeyinin görünürlüktür, yüksekliğini, yani, yaşam standartlarının ileri derecede olmasını göstermesi bakımından ilginçtir. Sosyolojik manada gelişmişlik, sosyal hayatın bütününü kapsayan bir durum ve görünürlüktür. Günümüzün kalkınmış ülkelerinde geri kalmış ülkelere oranla ölüm ortalamalarının binde 9-10 civarında düşük olmasının sebebini etkileyen faktörler olarak fert başına düşen milli gelir ortalamalarının yüksek oluşu gösterilebilir.
İki örnek verelim. Ömür ortalamalarının yüksekliği bakımından bu durum Japonya’da 80,8 iken Uganda’da 43,2’dir. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Yoksul ülkelerin gelir dağılımını incelediğimizde, sonuçları bakımından korkutucu ve ürkütücü bir şekilde dengesizliklerin olduğu görülmektedir.
Mevcut durumu özetlersek, sosyal hayatın her alanında, dünya bazında küreselleşme politikaları, yoksulluğu daha da artırmaktadır. Yoksulluk ve zenginlik eskiden de vardı. Durum, bugünkü kadar yoksulların aleyhine değildi.
Bugün insanlığın, yoksulluk ve onun doğurduğu açlık problemini çözecek düzeyde zenginliği ve imkânları vardır. Burada ortaya çıkan asıl mesele, insana saygı, yardımlaşma ve dayanışma değerlerinin ortadan kalkmaya yüz tutması ve gelir dağılımındaki derin uçurumlar ve adaletsizliklerin var olmasıdır.
Meselâ dünyada en varlıklı 225 kişinin toplam servetinin %4’ü ile bütün dünya nüfusunun asgari, gıda, su ve sağlık ihtiyaçları karşılanabilir.
ABD ve AB’de bir yılda sadece parfümler için harcanan toplam para ile, dünya nüfusunun gıda problemi önemli ölçüde çözülebilir.
2000 yılı itibariyle dünyada silahlanmaya harcanan paranın sadece %1’i bile, dünyada varolan açlık sorununu ortadan kaldırabilir. (Harun Avcı, ’Yoksulluğa Karşı Sosyal Dayanışma’, Sızıntı, İzmir, 2005, Sayı: 79, s. 132).
Bütün bu durumları göz önünde tuttuğumuz takdirde, İslâm’da sosyal dayanışmaya verilen önemin değeri bugün daha çok kendisini hissettirdiği görülür, işte İslâm dini yoksulluk ve fakirlik problemini çözmek için zekattan fitreye, keffâretlerden sadakaya, vakıftan nafakaya vb. çeşitli alternatif sosyal dayanışma ve yardımlaşma müesseseler ortaya koymuştur.
İslâm dini, sosyal adalet temeline dayanan bir öğreti olarak sosyal dayanışmanın örneklerini ortaya koymuştur. İslâm zayıfların ve mazlumların koruyucusudur. Ekonomik açıdan maddî imkânı olmayan fakirleri, yetimleri, dulları, borçluları ve her türlü aciz olan ihtiyaç sahiplerini koruyucu, destekleyici ve takviye edici temel esaslar getirmiştir.
Netice olarak, küresel düzeyde ortaya çıkan yoksullar ve zenginler arasındaki korkunç uçurum kapatılırsa, dünyada barışın yolu açılacaktır. Yoksa, dünyada barış, salt barış nutukları ve şarkıları düzeyinde kalmamalı, güney ve kuzey arasında meydana gelen gelir dağılımındaki uçurumları ortadan kaldıracak düzeyde uluslar arası girişimler başlatılmalıdır.