Makale

KUR'AN'DA RAMAZAN

KUR’AN’DA RAMAZAN

Mustafa Ateş
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

Hira Mağarası mekân olarak nasıl Kelâm-ı İlâhî olan Kur’an’ın tecelli ve zuhur zemini olduysa, Ramazan da bu ilâhî tecelli ve zuhurun zamanı olma şerefine ermiştir. Onun için Ramazanı Kur’ansız, Kur’an-ı Ramazansız düşünmek birbirleriyle iç-içe olmuş, birbirinin zarf ve mazrufu durumunda bulunan bu iki kutsal değeri ayrı ayrı mütalaa etmek imkansızdır. Hele Peygamber Muham-med (S.A.S)’siz bunları ele almak hiç mümkün değildir. İslâm ümmetinin şuurunda ve gayr-ı meşurunda bu üç kutsal gerçek bugün de iç-içedir. Ramazanın gelişi bi-ze.bitmiyen Kur’an çağının başladığı kutsal hatıratı yeniden yaşattığı gibi, Kur’an da bize, Ramazanın gelişiyle yeni ve taze bilgiler sunar, ruhun keşfine, kalbin fethine uzanan yolları açar. Onun için "Kur’an’da Ramazan" derken, sadece oruç ve Ramazan ahkâmıyla ilgili Kur’an ayetleri değil, Ramazanla başlayıp kıyamete kadar Kur’an’la devam edecek olan bir medeniyetin, bir ilâhî nizamın geçmişi ve geleceği sözkonusudur.
Günümüzde Asr-ı Saadet Ramazanlarının ve o Ramazanları Resûlüllahla birlikte yaşayan "altın neslin" ha-let-i ruhiyyelerinin çok iyi tahlil edilmesi lazım... Bu tahlil yapıldığı takdirde, günümüzde yaşanan bunalımların ve çaresizliklerin pek-çoğu halledilecek ve aydınlık bir çıkış yolu bulunacaktır. İslâm’ın, tarihin seyri içinde ulaştığı nokta ile bugün, yolun sonu denilebilecek tıkanma noktasına gelip dayanmış olan müslüman toplumların durumu, mukayese edildiği takdirde çok ciddi meselelerle karşı karşıya kaldığımız düşünülebilir. An-cak, bu endişe verici durumun bizzat münezzeh İslâm’dan kaynaklanmadığı, bir-iki asırdan beri müslümanların Islâmı yanlış algılayışlarından kaynaklandığı ortaya çıkacak, temelin sağlam, kaynağın berrak oluşu bizim için teselli kaynağı olacaktır. Çünkü islâm gibi, ruhî, ahlâkî, hukukî ve içtimaî temellere istinad eden vahy ile müeyyed bu yüce din, büyüklüğünden, derinliğinden ve çağın problemlerine cevap verecek orjinalitesinden bir şey kaybetmediği ortaya çıkacaktır.
Her Ramazanda, her Kadir gecesinde ümmeti çepeçevre kucaklayan bu ilâhî rahmet görülüyor ki, bugün de kıymet ve kudsiyetinden, feyz ve bereketinden birşey kaybetmemiştir. Hiç olmazsa halkın bütünleştiği, cema-atleştiği, dolu-dolu Kur’an okuduğu gözlenmektedir. Şimdi bir gelenek ve görenek olarak yaşanan bu Ramazan hayatına, düşünceye açık bu mübarek günlere, biraz tefekkür, bir iç mücadelesi, biraz mazi şuuru, biraz gelecek endişesi katmalıyız.
Bu yönüyle onu biraz zenginleştirmeliyiz. Çünkü Ramazan, bütün bu gelişmelere müsait bir iklim demektir. Bizzat Allah’ın Rasülü bile bu mübarek ay için olağan üstü bir hazırlığa başlar, tabir caizse paçaları sıvardı. Onu bu hayır-hahlığa sevkeden, zaten mülayim ve mu’tedil olan mizacını hiçbir engele çarpmayan bâdısaba kadar cömert kılan Ramazandı. Çünkü Kur’an-ı Kerim’i Rabbın yüce katından getiren Cibril, O’na gelir, her Ramazan gecesinde O’nunla buluşur, mücerredle müşahhasın bütünleştiği o ilk Hira Mağarasında gerçekleşen mülakatın manevî heyecanını, havf ve haşyetini adeta yeniden yaşardı. Kur’an-ı baştan-sona kadar Cibril’e arzeder, kıyamete kadar insanlığın hayatını, mebde’ ve meadını ilgilendiren bu kitabı, sonraki nesillere tam ve kâmil bir düstur-i ilâhî olarak bırakmak isterdi. Daha önceki semavî kitapların, iyi tesbit edilemediği için müdahaleler sonucu saffet ve sadeliğini kaybettiğini, tahrif edildiğini bildiği için Kur’an-ı O’na arzediyordu. Oruç, Kur’an, Peygamber üçlüsüne Ramazanda bir de Cebrail’in refakati, O’na ayrı-bir cömertlik veriyordu. Hiçbir engele uğramayan saba rüzgarı kadar onu bereketli kılan işte bu olaydı. Kur’an-ı baştan başa O’nu getiren vahyin Emini Cibril’in huzurunda okumak, adeta onu mübelliğinin tasdikine iktiran ettirmekti. Belki son Ramazanda bu "arz olayı" iki defa gerçekleşmişti. Böylece gelecek nesillere üzerinde yüzde-yüz ittifak edecekleri bir sağlam metin bıraktı. Sonrakiler de bu emanetin üzerinde gerekli ciddiyet ve hassasiyeti göstererek Kur’an bize kadar intikal etti.
Peygamberimizin Ramazan hayatı, elbette bu kadar değildir. Ama Ramazanda Kur’an ile böyle bütünleşirdi. Şimdi ümmet, Kur’an tilavetine, teravih namazına bir sabır ve tahammül "imtihanı olan oruca ehemmiyet vermekle beraber, bir türlü Kur’an’ın iklimine istenen şekilde giremiyor... Bir bütün olan Kur’an ve Ramazanı, o bütünlüğü ve sadeliği içinde kavrayıp ondan dersler çıkarmak istemiyor. Böyle olduğu için de Kukandan ve oruçtan beklenen ruhaniyet hayatımıza sinmiyor.
Halbuki İslâm’ın geçmişinde bizi bugünkü durgunluk ve karamsarlıktan kurtaracak fevkalâde önemli tecrübeler vardır. Evet bazı dönemlerde bugünkünden daha beter gelişmeler olmuştur. Daha Peygamberimizin ashabı, ahfadı yaşarken gelişen ihtilaf; Emevî ve Haşi-mî rekabeti; Hülâgü baskını; 14. asırda İspanya İslâm Medeniyetinin inkırazı ve Osmanlı cihan imparatorluğunun yıkılışı... Bunlar İslâm’ın büyük talihsizliklerini işaretleyen olaylardır. Ama bu gibi gelişmeler her sistemin ma’ruz kalabileceği talihsizliklerdir... Özellikle İslâm gibi ezel ve ebed fikirlerinin sahibi bir nizam, bu olumsuzluklar karşısında daima kendisini yenilemiştir. Çünkü İslâm’ın iç dinamizmi ve moral gücü, her defasında bu işlevi kusursuz yerine getirmiştir.
Onun için bugün İslâm dünyasına arz olan fikrî, ilmî, siyasî, iktisadî ve teknolojik kifayetsizlik devamlı olamaz. Mutlaka her ikbalin bir idbarı olduğu gibi, her düşüşün de bir yükselişi olacaktır. Kur’an bu. gerçeği şöyle tesbit eder: "işte biz, insanlar arasında günleri böyle değiştirir dururuz..." (Kur’an: 3/140)
Şimdi Hakk’ın hükmüne boyun eğerek, idbarımızın ikbale dönüşmesini Cenab-ı Hak’tan istemek durumundayız. Sırf gerçek iman kutbuna bağlılıkları yüzünden, doğuda-batıda zulme ve haksızlığa maruz kalan ve onların şahsında Islâmı mahkûm etmek isteyen düşmanları, bu mübarek Ramazan günlerinde "Aziz ve Müntekîm" olan Allah’a havale eder, Milletimizin Kurandaki gerçek Ramazanı büyük bir manevî vecdile yaşamasını Cenab-ı Haktan niyaz eyleriz...