Makale

ÇADIRDAN CUMHURİYET’E DEVLET-MİLLET VE VATAN

Tahsin YAPRAK / Emekli Ankara Merkez Vaizi

ÇADIRDAN CUMHURİYET’E DEVLET-MİLLET VE VATAN

Türk milletinin Anadolu’da kurduğu son Türk Devleti Türkiye Cumhuriyeti’dir. T.C.; Çadırlardan, aşiretlerden, beyliklerden, hanlıklardan, kağanlıklardan, hakanlıklardan, sultanlıklardan, padişahlıklardan süzüle süzüle Cumhuriyet kültürüne erişerek doğmuştur. Tarihî, kültürel silsilesi ve nesebi, asaletinin şahididir. Sağlamlığının teminatıdır. Çünkü T.C. Devletinin kurulusundaki tarihî ve kültürel temeller, Türk devlet geleneğinin ve en büyük devlet kurma tecrübesinin birikimlerinden süzülmüştür.
T.C. Devletimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Pasa, bu gerçeği "Büyük devletler kuran ecdadımız, büyük ve şümullü medeniyetlere de sahib olmuştur. Bunu aramak, tedkik etmek, Türklüğe ve cihana bildirmek bizim için bir borçtur” diyerek ifade ve ilan etmiştir1.
Bu itibarla T.C. Devletimizin babası Osmanlı İmparatorluğu’dur, diğer bir deyişle T.C., Osmanlı İmparatorluğumun çocuğudur. Anadolu Selçuklu Devleti de dedesidir. Yani T.C. Selçuklu Devletinin torunudur. Anadolu’ya baştan başa söyle baktığımız zaman da, bütün medeniyet eserleri ve mimarisiyle Türkleşen ve İslamlasan Anadolu’nun özyurt ve anavatan tapularını yazdıkları eserler bize bu gerçeği göstermektedir.
Kuruluş ve doğuşlarının temellerinde cihanşümûl ve hiç değişmeyecek kaide ve esaslar vardır. Türk devlet geleneğinin ve halk idaresinin sürecinde hâkim ve devamlı olan bu kaide ve esasları, 9 asır önce Yusuf Has Hâcib, Balasağun’da başlayıp, Kaşgar’da tamamladığı eseriyle Tavgaç Buğra Han’a talim edercesine okumuş olduğu Kutadgu Bilig kitabında bütün devlet adamlarına ta’mim etmiştir. Buğra Han da Yusuf’u, Hâs Hâcib makamında yanına almış, ona en büyük itibarı vermiş, gelecek Türk devletlerine ve nesillerine (esas teşkilat kaynağı) kuruluş esasları olarak bırakmıştır.
Aynı zamanda, "Türk-lslâm fikir ve sanat hayatının en eski bir numunesini teşkil eden”2 Kutadgu Bilig, temel devlet esaslarını, devlet kurma ve millet idaresi tecrübesi ve tekniğini ortaya koymuştur.
Bu bakımdan Kutadgu Bilig, Türk halkının millet ve devlet olma sürecinde, kuruluş temelleri bakımından olduğu kadar, fikir ve sanat hayatı açısından da çok mühim bir gelişme devrinin aynasıdır. Dikkatle ve iyi anlayarak okunduğu takdirde, yalnız yazıldığı devrin değil, 9 asır sonraki asrımız ve geçmiş gelecek diğer asırların da şartları içinde zevkle ve itimadla rehber olduğu açıkça görülecektir.
Yusuf Hâs Hâcib, insanı ve İnsanî meseleleri ele alışta aklî ve mantıkî ölçülerin ışığında samimî bir şekilde gönüllere hitab etmiş, aklı ve mantığı iyi kullanarak insanları düşünmeye sevketmiştir.
Kutadgu Bilig’de dört esas temel vardır, bunlar birer sembol ile isimlendirilmiştir. Birincisi esas doğruluktur. Bunun adına Gündoğdu demiş ve sultan-hakan, padişah ile sembolize etmiştir, ikinci esas saadet (mutluluk) tur, adını Aydoğdu koymuş, sembolü de vezir diyerek aklı temsil etmiştir. Üçüncü esasa Öğdülmiş adını vermiş ve kanaati temsil ederek vezirin oğlu, yani aklın yolu demiştir. Dördüncü esasa Odgurmuş adını vermiş, vezirin yani aklın kardeşi yerine koyarak, kuruluşun temel kadrosunu tesbit etmiş ve bunları konuşturup anlaştırarak Devlet yönetimine ve millet idaresine ışık tutmuştur3.

TÜRK TARİHİ BİR BÜTÜNDÜR

Binlerce yıllık birikimden süzülüp gelen ’Türk tarihi ve Türk kültürü bir bütündür”. Devletin ve sultanın adı ne olursa olsun, bu bütünlük hep devam etmiştir. ’Türk Milleti’, tarihin en eski devirlerinden beri millet olma tecrübesine sahip olagelmiştir. Onun, ’devlet kurma karakteri’, çadır ve göçebe hayatında dahi hep yasamış, tek tanrı inancı ile birlikte en az iki bin beşyüz yıl öncesinden beri Orhun Kitabeleri’ne kazınmış, Meşveret ve Cumhuriyet fikirlerine dayanan devlet geleneği Kutadgu Bilig sayfalarında sistemleşmiştir4.
Bu gelişmiş kültür ve tecrübedir ki, İslamiyet ile karşılaşınca, kolayca tanışıp kaynaşmış, bütün varlığıyla, benliğiyle Türk-islam medeniyet eserleriyle tarihe ve coğrafyaya damgasını vurmuştur..
İslam dinamizmi ile, asırlarca medeniyet koşusu yapmış, bilgi ile sa’y ve gayreti yanyana at- başı koşturmuş, kışla ile mabedi aynı hedefe yönelterek coşturmuş, çadırını dergah, meydanını namazgâh yapmış öyle bir millet ki, elde tevhid dilde tekbirle (nereye bir çadır kursam, yanına Allah için bir mescid yapmazsam utanırım Al- lah’dan) diye diye, insan gönüllerine sürür, hayatlarına medeniyet, cemiyetlerine de ahlak, fazilet ve adalet taşımıştır.
Bilge Kağan "Halkı idare edenlerin akıllı, âdil ve millî şuûra sahib olmaları gerektiğini, halkın da idarecilerine itaatli bulunmaları halinde her türlü tehlikenin bertaraf edilebileceğini" söylemiştir. İslamiyet’ten önce, Orhun Kitabeleri gibi, o devirde esi bulunmayan bir fikir âbidesini meydana getiren Türkler, İslamiyet’e girer girmez Müslümanların öncüsü olmuşlardır. Hukuka verdikleri büyük önemle, genç Karahanlılar zamanında üçyüzden fazla hukukçu ve hukuk eseri ortaya konmuş, Bâbürler ve diğer Türk devletleri tarafından yazılan adalet, ilim ve irfan eserleri Fetâvây-ı Tatarhaniyye ve Fetâvâ-i Hindiyye günümüze kadar tazeliğini koruyarak müracaat kaynağı olmuştur.
İslamiyet Türk milletinin bütünlüğünü sağlayan düsturları ile göçebe ve aşiret kültüründen millet ve vatan kültürüne geçişi kolaylaştırmıştır. Türk tarihinin en yoğun ve kalıcı medeniyet eserleri bu yerleşik medeniyet kültürü devresinde görülmüştür. Madde ve mânâ birliğinin, iman ve ahlak beraberliğinin ölmez sembolleri olan camiler, minareler, hanlar, hamamlar, kışlalar, mektebler, çeşmeler, köprüler, kervansaraylar, imaretler gibi sosyal hizmet ve imar eserleri, asırlardır yalnız müslümanlara değil, bütün insanlara hizmet ede- gelen cihanşümûl eserlerdir. Bunlar devlet-millet ve vatan bütünlüğünü simgeleyen millî marka ve mühürlerimizdir5

Allah’ın Rasûlü Hz. Muhammed aleyhisse- lam’ın “İstanbul mutlaka fetholunacaktır...” emrindeki mesaj Sultan Alparslan’ın Malazgirt zaferi ile tahakkuka başlıyordu. İstanbul’un fethinin yolu Anadolu fethinden geçecekti. "Alparslan’ın, iktidarı eline alması ile Tuğrul ve Çağrı Beylerin devletleri bir idare altında birleşti ve Selçuklu devleti kuvvetli bir imparatorluk hâlini aldı"... "1070 yılında Sultan Alparslan, Diyarbakır bölgesine geldi. Bu bölgenin hükümdarı Merra- noğlu halktan zorla topladığı yüz bin altını, diğer armağanlar ile birlikte Sultana takdim etti ise de, Alparslan almadı ve “zulmederek aldığın bu altınları tebana geri ver ve bundan böyle adalet yolundan ayrılma” dedi. Bunu duyan Mısır’daki Fâtımî kumandanı Yeldeniz de, Mısır’ı teslim etmek için Alparslan’ı davet etti6
Malazgirt zaferi, 26 Ağustos 1Ü71 Alparslan’ın azmi, Türk ordusunun manevi gücünün yüksekliği neticesinde kazanılmıştır. Gerçekten Sultan, savaşa “Ya zafer ya ölüm” inancı ile girmişti7.
Devrin en büyük âlimi Ebu Cafer Muhammed savaş öncesinde Sultan Alparslan’a cuma hutbesinde şöyle hitab etmişti:
“Ey Sultan! Biliyorum ki Allah’ın Din’i İslamiyet uğrunda cihad ediyorsun. İnanıyorum ki, bütün mü’minler senin zaferin için dua ediyor, Allah seni mutlaka muzaffer edecektir.” Nizamülmülk gibi en âdil bir vezire sahip Sultan Alparslan, kaynaklarda "Âdil Sultan” diye anılır, adalet, kudret, haşmet deyince tarihçiler Hz. Ömer’den sonra Alparslan’ı hatırlarlar. Uzun söze ne hacet, Bizans tarihçisi Nötaras’ın [Dükas] kaydına göre "İstanbul’da kardinal külahı görmektense Türk kavuğu görmeği tercih ederiz” dedirten adalet, insan hak ve hürriyetlerine saygı, Türkün millî ve dinî karakteriyle Anadolu’ya taşınıyordu. Osmanlı devletinin kuruluşunu anlatan bütün tarihlerde kayd edilen meşhur Karacaşehir pazarı vardır. Bilecik tekfurluğundan Rum kadınları toprak bardak, testi getirir satarlardı. Germiyanlı bir Türk aldığı bardağın ücretini noksan vermişti. Kadın Osman Gazi’ye şikayet etmiş ve Osman Gazi de o Müslüman Türk’ten Rum kadının hakkını almıştı.
Söğüt topraklarını bereketlendiren, Osmanlı çınarını yetiştiren mübarek bir beşik yapan Seyh Edebâli, Osman Gazi gibi bir Devlet kurucusu yetiştirmişti. Bilecik ve Anadolu’nun bütün dağlarını, tepelerini Gazilikle rütbelendiren, insanları ve şehirlerini kahramanlıkla, sanlı şerefli kılan bu ruh ve karakterdir ki, 26 Ağustos 1071 tarihinden, 26 Ağustos 1922 tarihlerine uzanmış, Çanakkale’den, Kocatepe’ye, Sakarya’dan Dumlupınar’a dalga dalga yayılmış, Millî İstiklal Savaşında Kuvva-i Milliyye olarak şahlanmıştır.
Bu miras, tarihin derinliklerinden itibaren devletten devlete; Selçuklulardan, Osmanlılardan, yücele yücele Türkiye Cumhuriyetine tevarüs etmiştir. Cumhuriyete bu güç ve kanatlarla uçup geldik, bu müsstekarr adalet ve hürriyet çizgisinde yürüyerek ulaştık. Artık, sanlı bayrağımız ve mübarek ezanlarımızla Mehmed Akif olup haykırdık:
"Dalgalan sen de şafaklar gibi ey sanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl!
Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl:
Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklâl.”
14 asır öncesi Bilge Kağan’dan, 7 asır önceki Seyh Edebâlfye ve onun eseri olan Osman Gazi’ye kadar... Hoca Ahmed Yesevîden, Mevlana’ya-Yu- nus’a, Emir Sultan’a, Hacı Bayram’a, Akşemsed- din’e kadar ufuklardan ufuklara, gönüllerden gönüllere taşınan Devlet-Millet-Vatan ve Hürriyet Bayrağı, Tevhid Ezanı, Söğüt’te "çınar” oldu. Cihanı kaplayan ulu çınar oldu, dallarının gölgesi kıtalar aştı. Çelebi Sultan Mehmed Camii oldu. Er- tuğrul Mescidi- Hamidiye Minaresi oldu... Alp ile Eren, Derviş ile Gazi birleşti, Seyh Edebali ile Osman Gazi yekvücud oldu. Devlet Millet bir oldu, tekvücud oldu.

Seyh Edebali Osman Gazi’ye Devleti Öğretti Milleti Anlattı:

“Ey Oğul! Beysin. Bundan sonra öfke bize, uysallık sana..
Gücenmek bize, gönül alâk, katlanmak sana.. Acizlik bize, yanılmak bize, hos görmek sana.. Çatışmalar, uyumsuzluklar bize, adalet sana... Kötü söz, şom ağız, haksız yorum bize, bağışlamak sana...
Bundan sonra bölmek bize, bütünleştirmek sana.. Üşenmek bize, gayretlendirmek sana...
“Hey Oğul! Yükün ağır, işin çetin, gücün ise az. Allah yardımcın olsun, beyliğini kutlu kılsın. Hak yoluna yararlı etsin. Işığını parlatsın, uzaklara iletsin. Sana yükünü taşıyacak güç, ayağını sürçtürmeyecek akıl versin. Sunu unutma: il gider töre kalır, Devlet insan ile topraktan meydana gelir. İnsanı yaşat ki Devlet yasasın. Kağan ise İl’den (Devletten) sonra gelir, insanı yaşat ki, töre ile il’ini kaptırmazsan yaşarsın.”
“Türk, töresi içinde yaşasın. Ona sırt çevirme. Her zaman varlığını duy. Toplumu yöneten de, sağlayan da bu töre’dir.”
“Sen ve arkadaşların kılıcınızla, bizim gibi dervişler de düşünce ve fikirleriyle, Türk’e vadedilenin önünü açmalıyız, tıkanıklığı temizlemeliyiz.
“Geçmişini bilmeyen geleceğini bilemez, Hey Osman, geçmişini bil ki, yere sağlam basasın. Nereden geldiğini bil ki, nereye gideceğini de bilesin. Su anda senin bir devletin yok. Sen ve aşiretiniz bir çekirdeksiniz, beslenmeğe yol açarsanız, bu çekirdek sonunda meyva olur. Tâ oralardan, çöller asarak bizden önce varan Selçukluların arkasından Moğolların önünden buralara kadar niçin geldik? Artık gidecek başka yerimiz de kalmadı. Arkamızda düşman, önümüzde deniz var. Moğollar, Oğuzları sürerken, kılıcımız yok muydu? Yüreksiz miydik? Neden kaçtık?... Dağılmıştık, birbirimizi tanımaz olmuştuk..
Kaba kuvvet o zaman ezdi bizi.. Kendimizi küçük gördüğümüz için çiğnedi bizi kaba kuvvet... Moğol da başka güçlere omuz silktiği için yıkılacak, ama biz, o gerçeklere saygı duyduğumuz, üstünlüğüne inandığımız için beslediğimiz sürece yaşarız...”
“Olmayacakla uğraşmak, olacağı da yıkar. Han, tören sonunda han olursa da, han’lık törenle olmaz.
Töre başka, tören başkadır. Tören Töre’nin içindedir. Kılıcı kullanan, bilek ve yüreği bilgiyle, ahlakla, adaletle, sevgiyle ve birlik duygusuyla beslemek gerektir.”
“Ülke, idare edenin, oğulları ve kardeşleriyle ortak malı değildir. Ülke sadece idare edene [devlete] aiddir. İdare eden ölünce ondan sonra kim gelirse gelsin, idaresi onun olur.
Vaktiyle yanılan atalarımız, sağlıklarında devletlerini oğulları ve kardeşleri arasında bölmeğe kalktılar, bunun içindir ki yaşayamadılar, yaşatamadılar.”
Seyh Edebâli biliyordu ki: “Kendisi bir bahçevandır. Türk birliği tohum, Kayı Boyu da ekilen topraktır... Anadolu bir kovan, Türkler birer arı, Kayı Boyu da petektir”...
“Kayı Boyu Türk Birliğini kurmak için tanrı görevlisidir. Kayı Boyu, gücünün ulaştığı yere adaleti götürmekle görevlidir. Kayı Boyu, gücünün ulaştığı yerlerde insanlara güven, huzur, varlık ve hos geçim sağlamakla görevlidir. Kayı Boyu, basta Oğuzlar, birleştirmekle, bütünleştirmekle, onarmakla, yüceltmekle görevlidir. Ve Kayı Boyu bu görevi üstlenip başarmağa mecburdur”.
Seyh Edebâli Osman Bey’e devletin harçlarını veriyor ve diyor ki: “Savası sevmem, kan akıtmaktan hoşlanmam. Yine de bilirim ki kılıç kalkıp inmelidir, fakat bu kalkıp inis yaşatmak için olmalıdır; hele kişinin kişiye inen kılıcı bir cinayettir. Bey il’den üte değildir. Bir savaş sadece bey için yapılmaz."
“Bağlı olan, dilediği yerde gezinemez. Törelerimizde dilediği yerde gezineme- yeni han saymaz. Korku sebebiyle bu güne kadar hiçbir devlet kurulmamıştır. Devlet denen başka bir devlete haraç vermez. Acele, hırsı körükler, hırs kanı bir sel gibi akıtır. Beklemek korkaklık değildir.” “Bu günü, yarına bırakmadan onarmalıyız, peteği.. Arılar ha uçtu, ha uçacak. Uçup gitti mi arı dediğin bir başka kovan bulur amma Türkler dağılır gider. Petek çürüdüyse yerine bir petek bulup arılar kovandan kaçırılmamalıdır.”
"Akacak kana yol ve yon lâzım. Kan, sadece toprak sulamak için akmaz. Kişinin gücü günün birinde tükenir, ama bilgi yasar, bilginin ışığı, kapalı gözleri bile aydınlığa kavuşturur.”
“Hayvan ölür semeri kalır, insan ölür eseri kalır. Gidenin değil, (eser) bırakmıyanın ardından ağlamalı, bırakanın da, bıraktığı yerden devam etmeli”. “Sevgi, davanın esası olmalıdır.”
“En büyük zafer, nefsini yenmektir, dost kendini tanımaktır”. “Düşman, insanın kendi nefsidir”. “Saçılan tohumu yeşertmek için sabırla, sevgiyle çalışmalıdır.”
“Sabır çok önemlidir. Bir bey sabretmesini bilmelidir. Vaktinden önce çiçek açmaz. Ham armut yenmez, yenirse boğazda kalır. Bilgisiz kılıç, tıpkı ham armuttur.”
Devlet mimarı olacak Osman beyi iste böyle yoğuruyordu Seyh Edebâli.. Nihayet şöyle dedi: “Hey Oğul! Sana öğüdümdür, vasiyetimdir; hutbeden sonra kimsenin ve benim dahi elimi öpmeyesin. Ve Orhan’a dahi öğütleyip vasiyet edesin ki, han’lık kendisine müyesser olursa, kimsenin ve senin dahi, anasının dahi elini öpmeye”.
Şeyh Edebali, hazırladığı “devlet” - “millet” - “vatan” bütünlüğüne ait harçları temele koyarken, Koca Türk Ertuğrul Gazi de bunların kıvamında ve miktarınca kullanması için Osman Bey’e talimat vermiş ve itaat etmesini emretmiştir. Şeyh Edebali de Osman Beyi Beylik ve devlet hedefine yönlendirmekteki özelliği söyle ifade etmiştir: “Hey Oğul, sana, yalnız sana, istemişimdir vaziyette bulunmayı.. Çünkü yalnız sen, başkalarının ve bütün soyunun yükünü başka zamanlara taşıyabilecek güçte ve yaratılışta görünürdün bana”...
İşte, Çadırdan Cumhuriyete kadar tarih ve kültür bütünlüğümüzün esasları... işte, millî ve dinî karakter yapımızın öz ruh kökleri... İşte, Devlet-Millet-Vatan bütünlüğümüzün düsturları... Ve işte Devlet-Ebed- Müddet-i Âli’yenin temellerine konan inanç, adalet ve birlik harçları.
Allah onlardan razı olsun, hepimizi mutlu kılsın.
Devletimizi, milletimizi, vatanımızı ebediyyen payidar eylesin.

(1) Söğüt 1. Milletlerarası Osmanlı Sempozyumu, Kaymakam M. Kahraman.
(2) Kutadgu Bilig, Reşit Rahmeti Arat tere. 11, T.T. K. Bas. Mukad. s. 1.
(3) Kutadgu Bilig, R. R. ARAT s. 2-7.
(4) Diyanet Gazetesi, 344/13. T.Y.
(5) Diyanet Gazetesi 344/26. T. YAPRAK.
(6-7) Prof. Faruk SÜMER - Türk Dünyası Tarih Dergisi, s. 8, 22-23.