Makale

Edebiyatımızda Ramazan

Edebiyatımızda Ramazan

İskender Pala

Eski toplumumuzda halkın en çok sevdiği ve kutladığı ay, hiç şüphesiz Ramazan ayı idi. Eskiden Ramazan sebebiyle toplumun bütün kesimleri ve yaşayışlarında değişiklikler yapar ve âdeta bu mübarek ayın gelmesini hasretle beklerlermiş. Halk, ruhanî zevkin en üstünü ile ruhlarını bu ayda temizler. Nitekim bu ayın ibadetlerinde, daha başka ve ulvî duygular aranır. Keza Ramazan’a mahsus günlük hayatta, yemekte-içmekte, gece ve gündüzü geçirmekte ve hatta zevk ve safada da bir başkalık vardı.
Osmanlı devrinde toplumun her kesimi gibi edebiyat muhitleri de, Ramazan için hususî tertipler alırlar; bir takım yeni düzenlemeler ve hazırlıklar yaparlardı. Hemen söyleyelim ki, Ramazan ayında hayat, geceleyin daha canlı geçer, yatsı namazından sahura kadar değişik yaşayış tarzlarıyla sürüp giderdi. Bilindiği gibi eski edebiyatımız, değişik mahfillerde ve birbirinden ayrı mecralarda akıp gitmiştir. Bir yanda Divân şairleri, bir yanda tekke ve diğer adıyla tasavvuf şairleri, bir yanda saz şairleri ve hatta anonim halk edebiyatının adsız temsilcileri vardı. Bu mahfillerin Rama- zan’a özgü faaliyetleri üzerinde kısaca birkaç söz etmek istiyoruz.
Divân şairlerinin birçoğu, saltanat ve hilâfet merkezi olan İstanbul’da ve önemli eyalet merkezlerinde toplanmış durumdadırlar. XV. yüzyıldan sonra Divân şairlerinin Ramazanlarda özel şiir sohbetleri yaptıklarını eski kaynaklarda okumak mümkündür. Mevsimine göre konaklarda, yalılarda veya devlet büyüklerinin köşklerinde, iftar bahanesiyle bir araya gelen bu şairler ve edebiyat muhiti, sahura kadar şiirin engin zevklerini teneffüs etmekten büyük haz duyarlardı. Bu toplantılarda bir yandan şerbetler içilirken, diğer yandan bediî-edebî zevkin doruklarına ulaşılan şiirler; na’tlar, Ramazaniyeler, hilyeler okunur, hudutsuz hayâl dünyasında sahura ulaşılırdı. İşte eski aydınlarımızın Ramazan’a has bediî zevk armonisi. Gündüz oruç; gece şiirin hası...
Bu toplantılarda mesnevîler okunduğu, Ramazan ayının kutsallığına uygun olarak dinî edebiyat ürünleri meşk edildiği, arada sırada da yeni yazılan şiirler ve yeni şiir telakkîleri üzerinde tartışıldığı olurdu. Kısacası bu muhitler, birer edebiyat semineri olarak genç yeteneklerin yetişmelerine de yardım ederdi. Bu toplantılarda sık sık sözkonusu edilen şiirlerin başında şüphesiz yeni yazılmış Ramazaniyeler yer alırdı. Ramazaniye, kasidenin bir türüdür. Bilindiği gibi kasideler 33 ilâ 99 beyit arasında değişen uzunluklarda yazılmaktadır. Kasideye Ramazaniye özelliği veren kısım, daha çok şiirin başlangıcıdır (nesib bölümü). Şairler bu kısımda Ramazan ayının kutlu bir ay oluşundan başlayarak bu aya ait gelenek ve göreneklerden, alınan tertip ve düzenlerden, mahyalardan, çeşitli eğlencelerden, sahura dek süren güzel saatlerden, iftardan, iftarlıktan, sahurdan, Kadir gecesinden, bayramdan vb. aklımıza gelebilen Ramazanla ilgili her türlü dinî ve sosyal faaliyetten bahsederlerdi. Bu bakımdan Ramazaniyeler eski Ramazanların canlı tabloları veya aynaları gibidir. Şair, yeni yazdığı Ramazaniyesini bir büyüğe sunar ve manzumenin sonunda Ramazan ayının o kişi ve Islâm âlemi için mübarek olması hususunda da duada bulunurdu.
Edebiyatımızda Ramazaniye manzumelerine XVIII. yüzyıldan sonra sık rastlanır. Sözgelimi Enderunlu Fâzıl’ın dört adedi Sultan III. Selim’e ithaf edilmiş olan 11 Ramazaniyesi vardır. Ancak şair Sabit’in Baltacı Meh- med Paşa’ya ithâfen kaleme aldığı Ramazaniyesi, bu türün en muhteşem ve ünlü örneğidir. Nitekim bu şiire benzetilerek başka Ramazaniye manzumeleri de kaleme alınmıştır. Sünbülzâde Vehbî ve Enderunlu Vâsıf’ın kasideleri bunlardandır.
Diğer edebiyat mahfillerindeki Ramazan kutlamalarına gelince;
Osmanlı döneminde tasavvuf edebiyatının teneffüs edildiği tekkelerin kendi tarikatlarına göre değişik Ramazan faaliyet ve uygulamaları vardı. Bazılarında teravih namazı hatim ile kıldırılır, kimisinde mesnevî ve âyinler okunur, kimisinde zikir şiirle devam ederdi. Şiirin ruha ferahlık veren ahengi yanında ilahiler söylenir, kudümler çalınır, neyler üflenirdi. Yani tekke edebiyatının Ramazan telakkisi, Divân edebiyatı şairlerine nazaran daha dindar bir muhite yayılmış durumdaydı.
Halk edebiyatının anlayışı ise daha farklı idi. Saz şairlerinin Ramazan faaliyetleri daha çok kahvehanelerde ve kıraathanelerde devam ederdi. Burada iftar sonrası bir yandan sazlı sözlü şiirler okunur, bir yandan kahveler, çubuklar, nargileler içilirdi. Özellikle yeniçeri ve tulumbacı kahvelerinde Ramazan’a mahsus bazı tertipler alınır, en azından saz şairleri veya meddahlar için bir sahne hazırlanırdı. Hatta bazı kahvehanelerde buna ilaveten bir Karagöz perdesi açıldığı da olurdu.
Başkent ve medeniyet merkezlerinde durum böyle iken taşra edebiyatının Ramazan eğlencesi, köy odalarında toplanan halkın destan dinlemesine yönelik olurdu. Buralarda da genellikle Hamzanâme, Kan Kalesi Cengi, Kesikbaş Destanı, Battal Gazi, Aşık Kerem, Tahir ile Zühre, Köroğlu hikâyeleri vb. okunurdu.
Edebiyatın Ramazan ile özdeşleşmiş en önemli ürünleri hiç şüphesiz Ramazan manileridir. Hepimiz maninin ne olduğunu biliriz. Hatta birçoğumuz Ramazanlarda mani dinlemişizdir. Bugün Anadolu’nun pek çok yöresinde hâlâ Ramazan ayında mani söyleme geleneği devam etmektedir. Umarız hiç kaybolmadan asırlarca devam eder.
Ramazan ayına ayrı bir çeşni katan, kulaklarımızın duymaktan hazzettiği bu manilerin ilk defa ne zaman söylenmeye başladığını maalesef bilemiyoruz. Ancak elimizde Ramazannâme adlı üç eski eser vardır. Bunlardan birincisi 375 mani, İkincisi 473 mani, üçüncüsü de 1500 kadar mani ihtiva eder.
Maniler söylendikleri devirlerin folklorik zenginlikleri yanında edebiyat ve dil açısından da çok önemlidir. Bu manilerden dinî, tarihî, coğrafî, İçtimaî vs. yönlerden birçok bilgi edinmek mümkündür.
Manilerin genel özelliği mizah yoluyla ve abartılı bir üslupla söylenmiş olmalarıdır. Mizahağırlıklı olmalarının sebebi, bizce sahurda rehavet içinde olan insanları, küçük bir espri fiskesiyle uyandırabilmektir. Ancak bazı manilerin konusuna baktığımızda, dinî özellikler taşıdıklarını görürüz. Eğitici maksada söylendikleri için ve biraz da konuları sebebiyle, bu tür manilerde ciddiyet hakimdir.
Maniler, Ramazan ayının devamı süresince konu bakımından değişerek söylenirler. Ramazan’ın başladığını bildiren hilalin görünmesi ile birlikte, maniler de dillere dökülür ve günün önemine göre ayrı konularda söylenmeye başlar. Mesela ilk gün:
Duy bu sadâyı bu
gece
Et merhabayı bu
gece
Benim devletlû
efendim Gördüler ayı bu gece
gibi söyleyişleri olan maniler okunarak, halk Ramazan’ın başladığından haberdar edilir. Ramazan boyunca her gece için ayrı bir konuda maniler söylenir. Bu bakımdan mani söyleyen kişinin şiir dağarcığı oldukça geniş olmalı ve mani fasıllarını ezbere bilmelidir.
Sözgelimi Ramazan’ın sonuna doğru bekçinin yağlık istemesi âdettendir. Tabiî yağlığın içinin dolu olup olmaması, maninin ithaf edildiği kişilerin keremine kalmıştır. İşte bir mani:
Bekçi sözün var mı bana
Sözlerim hep senden yana
Hiç elem çekme a bekçi
Hazırlandı yağlık sana
Bu manide bir zarafet vardır. Bekçi, manisini ev sahibinin dilinden okuyarak, bahşişini nazikçe istemektedir.
Ramazan’ın ilk yarısında söylenen maniler ile son yarısında söylenen maniler de birbirlerinden farklı konuları içerir, ilk yarısında konu bakımından bolluk ve çeşitlilik vardır. Mesela,
Geldim bekçiden ileri
Medh eyleyeyim sizleri
Bu gece size sultanım
Vasfedeyim saatleri
veya
Tut kulak bekçi lafına
Eyle nazar etrafına
Bu gece geldim başlayam
Balıkların evsâfına
manilerinde âdeta havadan sudan sohbetler vardır. Oysa Ramazan’ın sonlarına doğru manileri dua ve temenniler ile yoğrulmuş görürüz. Aşağıdaki maniler de bu türdendir:
Dâim lutf u atâda ol
Beyim hıfz-ı Hudâ’da ol
Benim ağam güle güle
Her dem zevk ü safâda ol
Hak ömrümüz ziyâd etsin
Kalbinizi küşâd etsin
İki cihânda dilerim
Hak cümlenizi şâd etsin
Budur duâmız sehergâh
Hak ede makbül-i dergâh
Üstümüzden duânızı
Eksik eylemesin Allah