Makale

KUR’AN’DA İNSAN VE KÂİNAT

KUR’AN’DA İNSAN VE KÂİNAT

Celâl KIRCA
E.Ü. İlâhiyat Fakültesi Öğretim Görevlisi

Kur’ân, insanları, doğru ve hak yola götüren bir hidayet kitabıdır. O, önder olmak ve yol göstermek için gelmiştir. Kaynağı İlâhîdir ve bu­nun için de mu’ciz bir kitaptır. Kur’­ân’ın muhatabı ise insandır. Allah, emaneti, kâinatın bir parçası o­lan göklere, yer ve dağlara arz etmiş, fakat bunlar, bu emaneti yük­lenmekten çekinmişlerdir. Fakat in­sanoğlu, bu emaneti cesaretle yük­lenmiş. (1)

Yol göstericilik ve önderlik görevi dolayısıyladır ki, Kur’ân, insanın Yaratıcısı ile insanın insanlarla ve insanın kâinat ve kâinat içerisindeki eşya ile olan ilişkilerini ele almış ve bu konularda bir takım kanun ve prensipler getirmiştir. Kur’ân, insanın Yaratıcısı ve insanlarla olan ilişkile­rine dair geniş açıklamalar da bu­lunduğu ve kesin kanun ve prensip­ler getirdiği halde, insanın eşya ve kâinatla olan ilişkilerinde genel prensipler getirmiş, eşyanın mahiyet ve kanunlarının araştırılmasını insan zekâsı ve aklına terk etmiştir.

Genellikle insan-eşya ve kâinat ilişkisinde Kur’ân’ın getirdiği pren­sip ve kanunlar, eşyanın kullanılışı, diğer bir ifade ile eşyanın ne ölçüde kullanılıp kullanılamayacağı veya hangi eşyanın kullanılıp kullanılamayacağı yönündedir. Yoksa eşyanın mahiyeti ve nasıllığı yönünde değil­dir. Bunun için de Kur’ân, kâinat ve içindeki eşyadan, tafsilatlı olarak de­ğil de, öz ve temel esaslar dâhilinde bahseder ve bunları, yüce Yaratı­cının kudretinin bir nişanesi sayar. Ancak Kur’ân’ın bu konudaki ifade ve üslûbu, o kadar derin ve mu’cizdir ki, sanki O, eşyanın hakikatini, bir tohumdaki ruşeym gibi havidir.

Tetkik edilip incelendiğinde kâi­natla ilgili Kur’ân âyetlerinin bir kristale benzediği ve hangi cephesin­den bakılırsa, o cephesinde mutlaka ayrı bir mana veya yeni bir buluşa işaret ettiği görülmektedir. Bu de­mektir ki, insan-kâinat ilişkisine ait her bir âyetin, her asra bakan bir yüzü ve yönü vardır. Yani VII. asrın insanına bakan bir yüzü ve yönü bu­lunduğu gibi, XX. yüzyıl insanına ba­kan bir yüzü ve yönü vardır. İfade ve üslûbundaki bu özellik dolayısıyladır ki, her çağın insanı Kur’ân âyetlerin­de kendi çağındaki anlayışa ve kül­tür seviyesine uygun bir mana bulabilmiş ve insan-eşya ilişkisine dair âyetleri, çağındaki anlayışa uygun bir biçimde yorumlamıştır.

Diyebiliriz ki, her ilim erbâbı, Kur’ân’da söyleyebileceği ve yazabi­leceği pek çok şey bulmuştur. Yine her ilim sahihinin, Kur’ân hakkında görüş ve düşünce olarak bir anlayışı daima varolagelmiştir.

İnsan, eşya ve kâinat ilişkisini, Kur’ân’ın çizdiği yol ve gösterdiği hedefler açısından ele alıp inceleyen ve bunu da büyük ölçüde tefsirine yansıtan büyük İslâm âlimi Fahreddin er-Râzî (ö. 606–1209) bu mese­leyi, şöyle açıklamaktadır:

1. “Ay, güneş ve yıldızlardan bahsetmek ve onların hallerini, ma­hiyetlerini araştırmak ve düşünmek câiz olmasaydı, bizzat Allah, kendi kitabı Kur’ân’a bunları koymaz ve bunlardan bahsetmezdi.” (2)

2. Cenâb-ı Hak: “Başlarının üstündeki göğe bakmadılar mı? Biz onu nasıl bina ettik ve nasıl tezyin eyledik” (3) buyuruyor Bu âyet ile Allah, semanın kendisi tarafından na­sıl bina edildiğini ve yaratıldığını dü­şünmeye ve araştırmaya davet ve teşvik etmektedir. (4)

3. Yine Allah Teâlâ; semaların ve yerin yaradılışı hakkında düşünen­leri ve araştıranları methetmiş ve “Gölerin ve yerin yaratılışını dü­şünenler, Ey Rabbimiz, Sen bunları boşuna yaratmadın derler” (5) demiş­tir. (6)

Çağımızın büyük müfessiri Tantâvî Cevherî ö. h. 1359/1940) nin görüşü ise şöyledir:

"Gerçekten de Allah, Kur’ân’da müspet ilimlere ait âyetleri, şeriat hükümlerine ait âyetlerden daha faz­la zikretmiş ve İlâhî inayetin bun­lara yönelmesi, fıkıh hükümlerine yönelmesinden daha çok olmuştur. Müslümanlar, bu gerçeği anladığı zaman astronomi, matematik, geometri ilimlerini, jeoloji ve biyoloji ilimleriyle dünyada mevcut diğer bütün ilimleri öğrenecekler ve bütün bunların din­den olduklarını göreceklerdir.” (7)

Acaba Kur’ân, insan - eşya ilişkisine dair neler söylemekte ve ne gibi prensipler getirmektedir?

Şunu önemle belirtmeliyiz ki, po­zitif ilimler, eşyanın “nasıllığı” ile uğraşır ve asla “niçin” ini araştırmaz. Zira niçin sorusu, pozitif ilim­lerin sahası dışıdır. Kur’ân ise eşya­nın “niçin” ini açıklar. “Nasıllığı”nı ise pozitif ilimlere bırakır. Nitekim şu âyetler, bunu açıkça göstermektedir:

“Gökte ve yerde olan şeylere ba­kın” (8)

"Yeryüzünde gezip dolaşın da Allah’ın ihtida mahlûkatı nasıl yasat­tığına bakın”(9)

“Başlarının üstündeki göğe bak­madılar mı? Biz onu nasıl bina et­tik ve nasıl tezyin eyledik” (10)

“Allah’ın yarattığı şeylere bak­mazlar mı?”(11)

“Müşrikler, yeryüzünde gezip dolaşıp kendilerinden evvelkilerin akıbetlerinin nasıl olduğuna bakmazlar mı “ (12)

“Onlar, deveye bakmazlar mı ki, nasıl yaratılmıştır.” (13)

“Bir de insan yediği şeye bak­sın” (14)

“Yiyeceğine içeceğine bak.Bozulup kokmamıştır.” (15)

“İnsan, neden yaratıldığına bir baksın.”(16)

“O, hanginizin daha güzel amel işleyeceğinizi imtihan için ölümü ve hayatı yaratandır. (17)

“Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarat­tım.” (18)

Kur’ân-ı Kerîm’de: “Yiyiniz, içi­niz ve fakat israf etmeyiniz, şüphe­siz Allah, israf edenleri sevmez” (19) mealindeki âyetle eşyanın ne ölçüde kullanılacağını, “Allah, size ölüyü, kanı, domuz etini ve Allah’tan başkası için kesilen hayvanı kesinlikle haram kılmıştır” (20) mealindeki âyet ile de hangi eşyaların kullanılamayacağı açıklanmıştır.

Örnek olarak sunduğumuz bu âyet mealleri dışında daha pek çok insan-eşya ve kâinat ilişkisine dair âyet mevcuttur. Fakat bu kadarının maksadı ifade ettiği kanaatindeyiz.

Kur’ân’daki insan-eşya ve kâinat ilişkisine dair âyetlerin ortaya koyduğu genel prensip ve kanunlar ile insana terk edilen sahada, insanların araştırma, gözlem ve deney yolu ile elde ettikleri neticelerin ışığı altında insan, eşya ilişkisini, şöyle tespit edebiliriz:

a) İnsanların gözlem, deney ve araştırma yolu ile elde ettikleri ne­ticelerin yani pozitif ilimlere ait ka­nunların sahası, tabiat olaylarım an­lama, sınıflandırma ve onları kontrol etme olduğu halde, (21) Kur’an-ı Kerim’in sahası ve gayesi, bütün ilim­lere ait prensip ve kanunları keşfe­dip onlardan faydalanmasını bilen insanın hidayeti ve onun dünya ve ahiret saadetidir.

b) Pozitif ilimler, gözlem ve de­ney metotlarının kullanıldığı maddi cisimler ve varlıklar yani eşya üze­rinde araştırma ve inceleme yaptık­ları halde, Kur’ân-ı Kerîm, insanlarla yani insanların duyguları, düşün­celeri, inançları, anlayışları, davra­nışları, ibadetleri ve diğer varlıkla­rıyla olan irtibatları ve ilişkileriyle il­gilenmekte ve bunlara dair prensipler ve hükümler getirmektedir. (22)

c) Pozitif ilimler, sahalarına gi­ren konularda derinlemesine ve ge­niş bir şekilde araştırma yapıp, bu konularda detaylı ve teferruatlı bil­giler verirken, Kur’ân-ı Kerîm, bu ilimlere konu vermekte ve bazı ilmî hakikatlerden ve kanunlardan genel hatlarıyla bahsetmekte ve bu ilmi hakikatlerin sonuçlarım açıklamaktadır.

d) Pozitif ilimlerin teorileri ve kanunları rölatif (izâfî) olduğu ve zamanla değişmesi ihtimali bulundu­ğu halde, Kur’ân’ın getirdiği hüküm­lerin ve prensiplerin değişmesi asla söz konusu olmamaktadır. Ancak insanı hür ve serbest bıraktığı pozitif ilimler sahasıyla ilgili âyetlerin la­fızlarında her hangi bir değişiklik söz konusu olmaksızın, sadece bu âyetlerin yorumlarında ve tefsirlerin,de zorunlu olarak farklı anlayışlar bulunmaktadır. Buna da Kur’ân’ın üslup ve ifadesi müsaittir. Zira rölatif bir yapıya sahip olan pozitif ilimlere ait kanunlar gelişip değiştikçe, eşya ve kâinatla ilgili âyetlerin yo­rumu da değişmektedir. Bu da tabiî bir sonuçtur.

e) Pozitif ilimler, varlığın sırrı­nı çözmemekte (zira bu pozitif ilimlerin konusu dışıdır) niçin varız, nereden geldik, nereye gidiyoruz, kâinattaki varlıklar bize ne ifade etmektedir? Ölüm ve hayat niçin ya­ratılmıştır?... sorularına da cevap verememektedir. Bunun tam aksine Kur’ân, varlığın sırrını açıklamakta ve bütün bu ve benzeri sorulara cevap verebilmektedir. Belki de bu, Kur’ân’ın gayelerinin başında yer al­maktadır.

f) Pozitif ilimler, temelde Ma­tematik ile bir münasebetinin bulun­ması, gözlem ve deney sonuçlarının değerlendirilmesi esnasında akla ve mantığa dayanılması sebebiyle az ve­ya çok bir metafizik yöne sahip­tir. (23) Buna mukabil Kur’ân-ı Kerîm, vahye ve ilâhî bir kaynağa dayandı­ğından, metafizik sahaya ait net ve kesin hükümler getirmekle birlikte; aynı zamanda tabiat olaylarına ve varlıklara dair bilgiler vermek su­retiyle de pozitif ilimlere ışık tutan bir yapıya sahip bulunmaktadır.

Sonuç olarak diyebiliriz ki; bilim, var oldukça gelişecektir. Geliştikçe de yeni yeni meseleler ortaya çıkacak­tır. Bundan dolayı da her zaman ve mekân için asıl olan Kur’ân’dır ve kur’ânî hakikatlerdir. İlmî gerçek­ler, Kur’âni gerçeklere uygun olabilir de bazı nazariye ve teorilerde olduğu gibi olmayabilir de.. Pratik ve tecrübî gerçeklerin sahası ile Kur’ânî hakikatlerin ve hükümlerin sahası birbi­rinden farklıdır.

İnsan aklı, pratik ve tecrübeyi ilgilendiren konularda hürdür ve di­lediği dibi hareket edebilir. Fakat insan aklının bulduğu her şey, nihaî gerçek demek değildir. Bu bakımdan Kur’ân ile pozitif ilimler arasındaki ilişkiden doğan neticelerin ışığında şunu söyleyebiliriz ki, Kur’ân’daki insan-eşya ve kâinat ilişkisine ait âyetlerin pozitif ilimlerin ışığında yapı­lan tefsir ve yorumları, nihai ger­çekler değildir. Bu âyetler, çağın il­mî anlayışına uygun bir biçimde yorumlanabilir. Çağların değişmesiyle değişebilen ilim anlayışına uygun yapılan yorumlar ve tefsirler, Kur’ân’ın gerçekliliğine ve O’nun ilmi i’cazına bir halel getirmez. Esas olan Kur’ân’ın söyledikleri ve özellikle O’nun lâf­zıdır. Yorumlar ve tefsirler ise, mut­laka zorunlu fakat kesin neticeler değildir ve asla Kur’ân’ın kendisi de değildir. Zira hiçbir zaman ne tec­rübe ve ne de yorum, aslının ye­rine kaim olamaz. Zamanla gelişen ve değişen yorum, Kur’ân âyetlerini değiştiremez, ancak anlamını şu ve­ya bu yönde genişletip yeni bir üslupla anlatabilir.

KUR’AN ve İLİM

İslâm âleminde hicri II. asırda başlayıp V. asra kadar sürmüş olan ve batı düşüncesine önemli ölçüde kaynaklık etmiş bulunan ilmi ve fikri faaliyetin temeli, ilk defa akla ve düşünceye büyük değer veren Kur’ân’da yer almıştır. Daha X. asırda Rönesansını yaparak durmadan deği­şen ve gelişen hadiseler, ilmi ve sos­yal olaylar üzerine büyük ve esaslı görüşler ortaya koyan ve o çağlar­daki insanların her türlü problemlerini çözen İslâm ilminin ve İslâm medeniyetinin asıl ve temel kaynağını oluşturan da yine Kur’an olmuş­tur.

Nazar, tedebbür, tefekkür ve araştırmayı emreden âyetlerin dışın­da, Kur’ân’da düşünme ile ilgili ola­rak akıl ve ondan türeyen diğer ke­limeler, değişik şekillerde takriben 65 yerde geçmekte(24), ayrıca cehalet ve bilgisizliğin yerildiği âyetlerin sayısı ise 25 i bulmaktadır. (25)

İslâm, hâkim olduğu yer ve devirler boyunca hiçbir zaman hür düşünce ve pozitif ilimlerle bir çeliş­kiye ve çekişmeye düşmemiştir. Zira Kur’ân’ın getirdiği kanunlar ve pren­sipler içinde, kendisini ilim ve hür düşünce ile çelişmek ve çekişmekten uzak tutan birçok genel esaslar mevcuttur. Bu esaslardan biri de Kur’ân’daki genel tabiat kanunları konusu­dur. Gerçi harikulâde haller ve mucizeler Kur’ân’da mevcuttur. Kur’ân’da zikredilen bu mucizeler, Allah’ın, hür iradesinin ve yaratmasının tabii bir sonucu olarak peygamberlerine verdi­ği özel ve olağanüstü yetkilerden ve onların uyguladığı bir anlık ve geçici durumlardan ibarettir. Aslında bu mucizeler, genel tabiat kanunlarını bozmadığı gibi, ayrıca verdiği mesajlarla da insanlığın bu sa­halarda ulaşabilecekleri nihâi nokta­lara da işaret etmektedir. Tantâvi Cevherî’nin de dediği gibi, bizzat Allah’ın kendi kudret eliyle yapıp meydana getirdiği kâinata koyduğu kanunlarla, bizim "Semâvi Kitap” de­diğimiz “Kelâmî Kitabı” Kur’ân’a koyduğu kanunlar ve prensipler ara­sında hiçbir tenakuz yoktur. (26)

Çünkü bütün tabiat kanunlarını Allah koymuştur ve Allah’ın koy­duğu bu kanunlarda herhangi bir de­ğişiklik söz konusu değildir. Nitekim Cenab-ı Hak, bu gerçeği;

“Sen, Allah’ın sünnetinde asla bir teb­dil bulamazsın. Allah’ın sünnetinde (tabiat kanunlarında) bir değişiklik bulamazsın” (27) mealindeki âyeti ile ifade etmektedir.

İslâm âleminde ilim-din, diğer bir ifade ile İslâm-ilim çekişmesine imkân vermeyen esaslardan bir di­ğeri ise; Kur’ân’ın, kâinat ve içinde­ki varlıkları ve tabiat olaylarını, dü­şünmeyi, araştırmayı emretmesi ve bunları anlamak için aklı ve hissi birlikte kullanmayı teşvik etmiş ol­masıdır. Kur’ân, taklidi kötülemekte, skolastisim’e ve zanna şiddetle karşı durmaktadır. Kur’ân’daki ilmi metot, istikra ve müşahede metodu­dur. (28)

Bu konuyu açıklayan Kur’ân âyetleri ise şunlardır:

‘‘Onlara Allah’ın indirdiğine uyun denildiğinde, biz babalarınım üzerinde bulduğumuz şeye tabi oluruz derler. Babalan bir şey anlamaz ve hidayeti bulmaz takımından iseler, yine onlara uyarlar mı?”(29)

“De ki: Nezdinizde bir ilim var mıdır ki çıkarıp bize gösteresiniz. Siz ancak zatına uyar ve ancak ya­lan söylersiniz.” (30)

“Onların çoğu, ancak zanna ta­bi’ olurlar. Zann ise haktan bir şey ifade etmez. Allah işledikleri şeyle­ri kemaliyle bilir.”(31)

‘‘Hâlbuki onların bu hususta bir bilgisi yoktur. Onlar, ancak zanna tabi’ oluyorlar. Zann ise haktan hiçbir şey ifade etmez.” (32)

Görüldüğü gibi Kur’ân, risaletini insanlara ispat konusunda düşünme, mantık ve akla önem vermiş ve on­ları zanna tabi’ olmaktan ve taklit­ten men etmiş, ayrıca birçok âyet­leri ile de aklın, duyu organlarını ve müşahedenin esaslı olarak kullanıl­masını ısrarla emretmiştir.” (33)

Hz. Peygambere inen ilk âyetle­rin okumayı emretmiş olması ve bütün ilimlerin temeli olarak kaleme medh ü sena yapılmış olması da özel­likle dikkat çekicidir. (34) Ayrıca Peygamberimizin okuma ve yazmayı teşvik etmiş olması, nazil olan her âyeti yazdırması ve ezberletmesi, kendisinin bizzat bu âyetleri ashabı­na öğretmesi ve öğretilmesini iste­miş olması da, İslâm’ın ilme ver­diği önemi belirten bir başka önem­li belgedir. Yine Peygamberimizin Arapçadan başka İbranice ve Süryanice gibi yabancı dillerin öğrenil­mesini de istemesi kayda değer bir konudur. (35)

KUR’AN ve MODERN İLİMLER

Kur’ân-ı Kerîm, her çeşit ilim verilerini objektif bir şekilde zikret­miş ve bu ilimlerin konularını ve meselelerini nazil olduğu çağdaki an­layışa göre değil, kendi gayesine her zaman hizmet edecek ve her çağın anlayışına hitap edecek şekilde ifade etmiştir. Bu bakımdan her asrın in­sanı, ilimlerin konularını ve mesele­lerini anlatan bu âyetleri, kendi ça­ğının ilmi anlayışına ve görüşüne göre yorumlamış ve çağlara göre de­ğişik yorum ve anlayış farklılıkları meydana gelmiştir.

Kur’ân’ı, pozitif ilimlerin verile­riyle yorumlayan ve hatta çıkmış ve çıkacak bütün ilimlerin veya her şeyin Kur’ân’da mevcut olduğuna ina­nan kimselerin, bu görüşlerini da­yandırdıkları âyetler ise (mealen) şunlardır:

a) “Yeryüzünde yaş ve kuru, istisnasız her şey apaçık bir kitaptır.”(36)

b) “Biz kitapta hiç bir şeyi ih­mal etmedik” (37)

c) “Biz sana her şeyi açıklayıcı kitabı indirdik.” (38)

d) “Hiç Kur’ân’ı tedebbür etmiyorlar mı ?”(39)

Âyet-i kerimelerin zâhirî anlam­larından da anlaşılacağı üzere, Kur”ân’da her şeyin var olduğunu ve çıkmış ve çıkacak bütün ilimlerin hepsine işaret bulunduğunu, bu âyet meallerinde açıkça görmekteyiz.

Şüphesiz bir müfessir, Kur’ân-ı Kerlm’i kendisi için tefsir etmez. O’nu insanlar için tefsir eder. Bun­dan dolayı da çağının fikirlerini, gö­rüşlerini belirtmek, açık ve seçik olan tabiî ve ilmi konulardaki Kur’ân lâ­fızlarını açıklamak, Allah’ın koyduğu tabiat kanunlarını (sünnetullahı), içtimaî ve siyasî nizamları, iktisat ve ahlâk kaidelerini açıklamak, bir müfessirin başta gelen görevleri arasında yer alır.

Kur’ân’daki her bir âyetin, sarîh ve açık manalarının yanında ayrıca birçok iş’âri manaları da vardır. Nitekim Kur’ân’da Hz. Süleyman’ın mucizesi olarak, O’nun rüzgârla bir günde iki aylık mesafeyi kat ettiği bildirilmektedir. (40) Ayet, Hz. Süley­man’ın bir mucizesini sarahaten ifade etmektedir. Ancak rüzgâr bir va­sıta, Hz. Süleyman da bir insan ol­duğuna göre âyet, çağımızın ha­rika vasıtaları uçak ve füzeye de işaret etmektedir diyebiliriz. Bu âyet, sarih anlamda Hz. Süleyman’ın mucizesini bildirirken, diğer yandan da işârî olarak insanların, bir günde iki aylık mesafeyi kat edecekleri bir va­sıtayı açıklamaktadır. Bu vasıta ise çağımızın bir harikası olan uçak ve­ya füzedir.

Yine Kur’ân’da Hz. Süleyman’ın Belkıs’ın tahtını yanına getirmek istediğinde, bir âlimin, “Ben onu, gözünü yumup açıncaya kadar sana getiririm” (41) diyerek tahtı getirdi­ği anlatılmaktadır. Hz. Süleyman, Filistin’de kral, Belkıs ise Yemen’de kraliçe idi. Kur’ân’da anlatılan husus şudur: Yemen’de Belkıs’ın tahtı, göz kırpması gibi çok kısa bir anda Fi­listin’de bulunan Hz. Süleyman’ın yanına getirilmiştir. Bu gerçektir ve Hz. Süleyman’ın bir mucizesidir. Bu olayı, bir mucize olarak kabul et­mek ve inanmak, imanın gereğidir. İnkârı ise insanı küfre götürür.

Bununla birlikte bu olayın, gü­nümüze tuttuğu ışık nedir? Acaba bu olay, eşyayı aynen veya sureten göstermenin mümkün olduğuna ve televizyona işaret etmez mi? (42)

Bu âyete, metafizik açıdan en ileri manayı veren Mühiddin Arabi (ö. 638/1240) olmuştur. Ona göre yüce Allah, kâinatı her an var edip yok etmektedir. Tahtı, yok etme a­nında Yemen’de yok etmiş ve ay­ni anda onu Filistin’de var etmiştir. Mühiddin Arabî, bu metafiziki ma­nada gerçekten çok ileri gitmiş ve onu varlığın menşeine dayamıştır. Bu yorumda zaman kavramı nerdeyse yoktur. (43)

Prof. Dr. Hüseyin Atay, bu âye­ti bir başka olaya işaret ettirmekte­dir. “Bana öyle geliyor ki, bu, “uzay yolu” filminde gösterilen bir insanı, nesneyi veya maddeyi uzak bir yere ışınlamak yoluyla nakletmeye çok benzemektedir. Ancak bu ışınlama ilerler ve gerçekleşirse, bu âyet-i kerimen’in daha iyi anlaşılacağına ina­nıyorum. Işınlama metodu henüz bir hayal ve deney safhasındadır. Bunu söylemekle ışınlamanın Kur’ân’dan a­lındığını iddia etmiyorum. Bunu icat edenlerin Kur’ân’daki bu olaydan ha­berleri yoktur ama ışınlama veya onun yerine geçecek başka ve daha geliştirilmiş bir nakil aracı veya me­safeyi kat etme metodu ortaya çıka­cak olursa, bu âyetin daha iyi anla­şılmasına faydalı olacağı da şüphe­sizdir. Bu gibi ilmi, keşif ve verilerle münasebeti devam ettirmek ve onlar­dan istifade etmek, Kur’ân’ı anlamak için doğru bir tutum ve kaçınılmaz bir görev kabul edilmelidir." (44)

Kur’ân-ı Kerim’de insanın ken­disini tanıyıp bileceği konulara bak­mayı emreden 350, yeryüzünde ki tabiat olaylarına bakmayı ve onları araştırmayı teşvik eden 50 den fazla âyet mevcuttur. (45) Bununla birlikte modern (pozitif) ilimlere işaret eden âyetlerin sayısı ise 750 ye ulaşmak­tadır. (46)

Yine Kur’ân’da 88 i Mekkî, 28 sı Medeni olmak üzere mevcut 114 su­renin bir kısmının adı, tabiat olay­larına ve astronomiye aittir: Nûr, Ra’d, Duhan, Necm, Kamer, Şems, Burûç, Leyi, Meâriç, ve asr gibi..

Bir kısmı da insan ve hayvan gibi canlı varlıkların adlarını taşır: İn­san, Nâs, Şuarâ, Enbiyâ, Nisâ, Ahzâb, Bakara, Nahl, Aukebût ve Fil gibi.. (47)

Kur’ân’daki bazı âyetlerin açık ve bazı âyetlerin de iş’âri olarak İlmi ve fenni konulara, tabiat olaylarına ve kanunlara, kâinattaki canlı ve cansız varlıklara temas edip bunlardan bahsetmesi, Kur’ân’ın pozitif ilimlerle olan açık ilişkisini göster­mektedir.

(1) el-Ahzab, 33/72.
(2) er-Razi, Mefâtihu’l-Gayb, İst. 1308 h. IV/238.
(3) Kâf, 50/6.
(4) er-Râzî, a.g.e. IV/238.
(5) Ali-İmrân, 3/191
(6) er-Râzî, a.g.e. IV/238.
(7) Cevheri, el-Cevâhir, Mısır, 1360/ 1931, 1/7.
(8) Yunus, 10/101.
(9) Ankebut, 24/20.
(10) Kâf, 50/6.
(11) el-A’raf, 7/185.
(12) Yusuf, 12/109.
(13) el-Gâşiye, 88/17.
(14) Abese, 80/24.
(15) el-Bakara, 2/259.
(16) et-Târık, 86/5.
(17) el-Mülk, 67/2.
(18) ez-Zâriyat, 51/56.
(19) el-A’raf, 7/31.
(20) el-Bakara, 2/173.
(21) Rahmi Balaban, İlim-Ahlâk-İman, Ankara 1974 s. 63.
(22) Seyid Kutub, Fizilâli’l Kur’ân, Beyrut, 1968, c, 1, cüz, 2, s. 89,
(23) Bkz. Takıyettin Mengüşoğlu, Fenomenoloji ve Nicolai Hartman, İst, 1976, s. 53. B. Russell, İlimden Beklediklerimiz, Ter. A, Yakalıoğlu, Ankara, 1957, s. 74.
(24) M. Fuad Abdülbâkî, cl-Mu’cemu’l-Mufehres, Metabiu’ş-Şâ’b, 1378 h. a. 468, 469 ve 644.
(25) M. Fuad Abdülbâkî, a-g.e. s. 184
(26) Cevheri, el-Cevâhir, V/14.
(27) Fatır, 35/43.
(28) Necip Taylan,İlim-Din, İst 1979, s. 254.
(29) el-Bakara, 2/170
(30) el-En’âm, 6/148.
(31) Yunus, 10/36.
(32) en-Necm, 53/28.
(33) Bkz. el-En’am, 6/38, el-A’raf, 7/52, en-Nahl, 16/89, el-Isrâ, 17/82
(34) Bkz. el-Alâk, 96/1–5, el-Kalem,
68/1 ez-Zümer, 39/9, Tâhâ, 20/114.
(35) Ahmed Emin, Fecru’l-İslâm, Beyrut. 1969, 8. 142.
(36) el-En’am, 6/59.
(37) el-En’am, 6/38.
(38) en-Nahl, 16/89.
(39) en-Nisâ, 4/82.
(40) Sebe, 34/12.
(41) en-Neml, 27/40.
(42) Celâl Kırca, Kur’ân-ı Kerîm ve Modern İlimler, İst. 1981, s.55
(43) Yusuf Mürüvve, İzafiyet Teorisi ve Kur’ân İlkeleri, Ter. Recep Çalı, Ankara, 1979, s. 18. Prof. Dr. Hüseyin Atay’ın takdim yazısı.
(44) Y. Mürüvve, a.g.e. s. 18 Hüseyin Atay’ın “Modern İlim ve Kur’an-ı Kerim İlişkisinde Metod” adlı takdim yazısı.
(45) Abdürrezzak Nevfel, el-Kur-ân ve’l-İlmu’l-Hadis, Mısır Tarihsiz, s.28.
(46) Cevheri, el-Cevâhir 1/7
(47) Yusuf Mürüvve, el-Ulûmü’t-Tabi’iyyeti fi’l-Kur’an, Beyrut, 1967 s, 74,