Makale

Kâbe ve Haremeyn’in Muhafazası Bakımından Hadım Süleyman ve Sinan Paşaların Yemen Seferi

Kâbe ve Haremeyn’in Muhafazası Bakımından Hadım Süleyman ve Sinan Paşaların Yemen Seferi

Y. Doç. Dr. Hulûsi YAVUZ
M.Ü. İlâhiyat Fakültesi
Öğretim Üyesi

1) İlk sefer, Hadım Süleyman Paşa (1470 - Şaban 954/Eylül 1547) tarafından, 30 Muharrem 945/28 Ha­ziran 1538 tarihi ile 22 Şevval 945/13 Mart 1539 tarihleri arasında ya­pılmıştır. Bunun bir başka adı da, Süleyman Paşa’nın Hint Seferi’dir. Bu seferin gayesi; Portekiz tehlikesi karşısında Kânûnî Sultan Süleyman’dan imdat isteyen Hindistan’daki Gucarat hükümdarı Bahadır Hân(ö 1537)’in hem imdadına yetişmek, hem de Mekke’ye giden hac kervan­larına ve Müslümanların ticaretine zarar veren Portekizlileri Arap ve Hint denizinden kovmaktı. Hadım Süleyman Paşa işte bu seferi sıra­sında Hindistan’a giderken Aden’i; dönüşte de, Yemen’in merkezi olan Zebîd’i fethetmiş; Zebîd ve Aden bölgelerini içine alan bir Yemen eyaleti teşkil ederek bütün Yemen ülkesinin Osmanlı Devleti’ne ilhâkı için ilk bü­yük adımı atmıştı.

Bunun için Süleyman Paşa’nın bu seferine Yemen seferi de diyoruz. Bu tarihten itibaren Osmanlı Devleti’nin Yemen üzerindeki hâkimiyeti günden güne arttı. Ancak İstanbul’­dan uzak olması hasebiyle de, Yemen’in idaresi o nispette zorlaşmıştı. Nitekim aradan daha otuz sene bile geçmeden, ekseriyetini Zeydî mezhe­binde olanların teşkil ettiği bedevi halk, Osmanlı idaresine karşı isyan etti. Yemen’in çok az bir parçası hâ­riç, hemen hemen tamamı Osmanlı hâkimiyetinden çıktı.

2) İkinci sefer, işte bu isyanı bastırmak üzere sevk edilecek ordu­ya serdâr tayin edilen Koca Sinan Paşa tarafından yapılmıştır. Bu da, 17 Recep 976/5 Ocak 1569 ve 4 Şevval 978/1 Mart 1571 tarihleri arasında vuku bulmuştur. Sinan Paşa (1520 4 Şaban 1004/3 Nisan 1569) Zeydîlere intikâl eden yerleri geri aldıktan başka, 200 kalesi ile beraber Yemen’i de ikinci defa fethetmiş ve tarihe “Yemen Fâtihi” olarak geçmiştir.

***

Şimdi önce, Hadım Süleyman Paşa’nın seferini ele alalım. Kânûnî devri sadrâzamlarından olan ve bu makamda 3 sene 7 ay kalan Süley­man Paşa; Hindistan kapılarına da­yanan ilk Osmanlı donanmasının ku­mandanı sıfatı ile meşhur olmuştur. Saraydan yetişmiştir. Ak-ağalardandır. Ak-ağa, Osmanlı sarayında kul­lanılan hademelerden bir kısmının a­dıdır. Ekserisi Boşnak, bir kısmı da Anadolulu olan bu hademelere tevâşî de denirdi, işte Süleyman Paşa da bu tevâşîlerdendi. Süleyman Paşa’nın doğum yeri ve yılı bilinmemekte ise de, vefatında yaşının 8O’i bulduğu ve 50 yıl müddetle devlet hizmetinde bulunduğu malum olduğundan, 1470 tarihi civârında doğduğu kabul edil­mektedir. Kânûnî Sultan Süleyman’­ın saltanatının ilk yıllarında Şam Beylerbeyliğine, bu tarihten iki se­ne sonra da, 22 Şaban 931 / 14 Ha­ziran 1525’de Mısır Beylerbeyliğine tayin edilmiştir.

Süleyman Paşa, takriben 10 se­ne devam eden bu ilk Mısır Beylerbeyliği zamanında idareyi tanzim etmiş; kendi eyaleti dâhilinde merke­zî hâkimiyetin yerleşmesi için canla başla çalışmış; evkâfın idaresini biz­zat deruhte etmiş; eyalet gelirini ar­tırarak vâridâtın 80.000 dukayı bulan büyük bir kısmım her sene “Mısır hazinesi” yahut “Mısır vergisi” adı ile İstanbul’a göndermeye muvaffak olmuş ve o tarihten itibaren Mısır vergisi, imparatorluk bütçesinin mühim bir faslını teşkil etmiştir.

Mısır Beylerbeyi Hadım Süley­man Paşa işte bu sırada, Portekizlerin Umman Denizi’nde artan faali­yetlerine mâni olmak ve Kızıldeniz’de seyr ü seferi emniyet altına almak için, daha evvel Kaptan Selman Reis(ö. 1527–28)’in gayretlerine rağmen zapt edilemeyen Aden ve Yemen’in de kat’î olarak Osmanlı hâkimiyeti altı­na alınması lâzım geldiğine kâni ol­du ve bu gayesini tahakkuk ettir­mek maksadıyla kuvvetli bir donan­ma inşasına müsaade istedi.

Kânûnî Sultan Süleyman da onun ısrarla ileri sürdüğü bu teklifi muvâfık bulduğundan; 937/ 1530 – 31 yılında, donanma için lâzım olan ke­reste ve diğer malzeme, 60 gemiye doldurulup Anadolu’dan Süveyş’e sevk edildi. Bunun üzerine Süleyman Paşa; kadırga, firkate, mavna vb.’dan mü­teşekkil 80 parçalık bir donanma inşasına başladı.

Kadırga; buharlı gemilerin ica­dından evvel kullanılan harp gemile­rinden birinin adıdır. Kürek ve yel­kenlerle kullanılırdı. 25 oturaklı idi. Her küreği, 4’er adam tarafından çe­kilirdi.

Firkate; bu da, buharlı gemilerin icadından evvel kullanılan harp ge­milerinden birinin adıdır. Üç direği bulunurdu. 74 topu ihtiva edecek ka­dar büyüklükte olanları dahi vardı. Mürettebatı 500 kişiyi bulurdu.

Mavna; aynı şekilde, buharlı ge­milerin icadından evvel Osmanlı do­nanmasında kullanılan harp gemile­rinden birinin adıdır. Yüksek ve ge­nişti. Bir harp filosunun en kudretli gemisiydi. Mürettebatı; 45 gemici, 30 topçu. 150 muharip ve 362 kürekçi olmak üzere 607 kişiden meydana gelirdi.

Süleyman Paşa, bu gemilerden müteşekkil donanmanın inşasına baş­ladığı zaman, Irâkeyn Seferi’ne çıkan Padişah’tan, Mısır hazinesini alıp Sadrazam İbrâhim Paşa’ya mülâkî olmak emrini aldı. Bunun üzerine, Mısır eyaletinin idaresini, kendi yeri­ne tayin olunan Hüsrev Paşa’ya bı­rakarak 22 Şaban 941 / 26 Şubat 1535’de Kâhire’den ayrıldı. Tabiî bu ayrılık geçici idi. Portekizlerin Kızıldeniz ve Hint Denizi’ndeki taşkınlık­ları sebebiyle kısa bir müddet sonra aynı vazifesinin başına tekrar döne­cekti.

***

Burada, Portekizlerin Kızıldeniz’deki faaliyetlerine kısaca temas et­memiz lâzımdır. Şöyle ki :

XV. asır, coğrafya bilgisinin arttığı; uzun deniz seyahatlerinin ya­pılarak, o zamana kadar bilinmeyen yeni yeni ülkelerin keşfedildiği yıllar olarak şöhret bulmuştur. Bu yıllarda, deniz ülkesi olması hasebiyle bilhassa Portekizler ortada görünmeye baş­lamışlardır. Onları hareket ve faaliyete sevk eden âmillerin başında En­dülüs Müslümanlarından tevarüs et­tikleri coğrafya bilgilerini görmemek mümkün değildir zira Portekiz Prensi Henri 1415 yılında Cebeli Tâ­rik Boğazı’ndaki Septe Kalesi’nin zaptında bulunduğu zaman; İslâm seyyah ve âlimlerinden, Gine kıyıları ile Afrika’nın iç taraflarında zengin altın madenleri bulunduğunu haber almıştı. Portekiz’e dönünce, güneyde Algarve vilâyetindeki Sagres kıyıla­rında, Atlas Okyanusu’na bakan bir çiftliğe çekildi. Yanına coğrafya ve kozmografya gibi deniz seyahatlerine yarar ilim ve fen adamlarını aldı. Bir rasathâne yaptırdı. Hâsılı En­dülüs Müslümanlarının bu husustaki bilgilerini toplamaya çalıştı. Nihâyet, Afrika kıtasının bir ada olduğuna kanaat getirerek Atlas Okyanusu’ndan Hint Okyanusu’na geçmek için teşebbüslere başladı. Bu teşebbüsleri, kendinden sonra gelen Portekizler tarafından daha da geliştirildi. Daha XV. asır bitmemişti ki, 1497 yılında Portekizler, Kristof Kolomb’un 1492’de Amerika’ya yaptığı ilk seyahatten cesaret alarak, üç gemi ile Vasco de Gama’yı yola çıkardılar. Ümit Burnu’nu dolaşarak Hint Okyanusu’na giren Vasco de Gama, Mozambik kıyılanndaki Melinda limanından te­min ettiği bir Arap kılavuz sayesinde, 23 günlük bir seyahatten sonra, Hindistan’ın Madras eyaletine bağlı Malabar kıyılarındaki Kaliküt lima­nına geldi (20 Mayıs 1498). Artık Hindistan yolu bulunmuştu. Bundan sonra Avrupa ile irtibat bu yolla sağlanacaktı.

Kaliküt racası evvelâ güzel mu­amele ettiyse de, Arap ve Müslüman tacirler, Portekizler hakkında racaya malumat verdikten sonra onlara düş­man muamelesi etti. Vasco de Gama, limandan dövüşe dövüşe çıkıp Liz­bon’a döndü.

Bu tarihten itibaren Kabral, Vasco de Gama, Alfon Albukerke (Albuquerque), Loposuares, Fransisko de Almeyda kumandasında gön­derilen Portekiz filoları, Hint Okyanusu’nda buldukları Hint ve Müslü­man gemilerine hücum ederek onları imha ettikleri gibi; Kaliküt, Diu, Daman vesaire gibi ticaret merkezleri­ni de topa tutuyorlar; Malabar kıyı­lan ile Aden ve Hürmüz arasındaki ticareti imkânsız bir hâle getiriyor­lardı. Bu suretle, Mısır ve Basra Kör­fezi yolları ile Malezya ve Hindis­tan’dan yapılan transit ticaretine mâni olan Portekizler, Hint Okyanusu ticaretini inhisarları altına almış bulunuyorlardı. Bu yüzden aynı okyanusta Türk ve Portekiz denizcileri arasında mücadeleler başladı.

Artık XVI. asra girilmişti ve XVI. asır Türk denizciliğinin altın devriydi. Henüz bu asra yeni giril­diğinde, Portekizlerin top ve tüfek­lerine karşı mukabele etmek imkânı bulamayan Hint racaları, Mısır’daki Memlûk Devleti’nden ve Memlûk hükümdarı Kansu Gavri de bunun üze­rine Sultan II. Bayezid’den yardım istemişti.

Nihâyet, bu yardımlarla Por­tekiz filoları karşısında bazen mağ­lup, bazen da muzaffer olundu. Portekizlere karşı yapılacak mücadelede yardım edeceğini söylediği halde sö­zünden cayan Yemen hükümdarı ‘Amir b. Dâvud ile mücadele edilerek Yemen’in merkezi olan Zebîd, Kaptan Selman Reis tarafından 21 Temmuz 1516’da işgal edildi. Böylece istikrar­sız bir şekilde Kânûnî devrine gelindi. O zaman, Hindistan’daki Gucarat İslâm Devleti’nin hükümdarı Baha­dır Şah (ö 1537), ülkesini karadan ve denizden Portekiz tehdidi altında görünce, 1536 yılında Kânûnî Sultan Sü­leyman’a bir elçi göndererek Portekizlere karşı yardım talebinde bulundu. Aynı zamanda 2.450.000 miskal altın, gümüş ve benzerinden müteşekkil 300 sandık dolusu hazinesini de Mekke’ye gönderip emniyet altına almak İstedi.

***

Portekizlerin Hindistan’ı işgal ederek Müslümanlara zulüm yapma­ları ve halkın da kendilerini müdafaadan âciz kalmaları, Kânûnî’nin İs­lâmî duygularını kamçıladı ve misil­leme yapmak istedi. Bunun için Mı­sır’da büyük bir donanma yapılması­nı ve buraya konacak askerin hemen teçhiz edilmesini emretti. Askerin başına da, evvelce Süveyş Tersânesi’nde inşasına başlattığı bir donan­mayı itmâm etmesi gayesi ile yeni­den Mısır Beylerbeyliğine tayin edi­len Süleyman Paşa’yı getirdi.

Süleyman Paşa, Süveyş Tersânesi’nde, Cenovalı deniz inşâiyye mühendisleri nezaretinde bu donan­mayı meydana getirdi. Sefer için, Mı­sır limanlarındaki tüccar gemilerinde çalışan birçok kimseyi zorla hizmete aldı. Bunlardan biri, sonradan bu sefer hakkında İtalyanca bir seyahatname dahi yazmıştır.

Yapılacak Hint Seferi’nin gayesi, yukarıda belirtildiği gibi, Gucarât’ın Portekiz tehlikesine karşı himâye edilmesinden başka; Mekke’ye gelen hac kervanlarına ve Müslümanların ticaretine zarar veren Por­tekizlerin Hint ve Arap denizlerinden kovulması idi.

Süveyş Donanması’nın hazırlı­ğından haberdar olan Portekizler ise; donanmalarını takviye ve Hint sahillerinde istihkâmlar inşa ederek hem müdafaa tedbirleri aldılar; hem de Osmanlıları dâvet eden Bahadır Şâh’ı bir hile ile 14 Şubat 1537’de katlettirerek Diu şehrini zapt ve Gucarat tahtına, kendi taraftarların­dan olan Bahadır’ın yeğeni III. Mahmud’u geçirmeğe muvaffak oldular. Bahadır Şâh’ın ölüm haberi Osmanlı payitahtına ulaşınca Hadım Süley­man Paşa’nın teklifi mucibince, Şâh’ın Mekke’ye göndermiş olduğu hazinesi İstanbul’a nakledildi. Sü­veyş Donanması’na serdar tayin e­dilen Süleyman Paşa’ya da, Aden’i ve Yemen’i ıslah ve Portekizleri tedip etmek maksadıyla, bir an evvel ha­reket etmesi için emir verildi.

Kânûnî devrinin sayılı devlet adamlarından olan Hadım Süleyman Paşa, nihâyet 76 parçadan ibâret Süveyş Donanması hazırlandıktan ve içerisine 7000’i yeniçeri olmak üzere 20.0000 asker konulduktan sonra, 30 Muharrem 945 / 28 Haziran 1538’de Süveyş’den hareket etti. Bir hafta sonra Cidde’ye vardı. Buradan Pâ­dişâh Kanûnî’ye gönderdiği arîzada, nasıl yolculuk ve ikmal yaptıklarını anlatmaktadır (1).

Süleyman Paşa buradan; Yemen’de Hudeyde’nin 72 km kuzeyin­de yer alan ve 56 kilometre kare o­lan Kamaran adasına geldi ve bir müddet evvel Osmanlı pâdişâhı adına sikke kestirdiği halde sonradan kendi bildiği gibi hareket eden; hatta Portekizlere temâyül gösteren ve Benî Tâhir Devleti’nin bakıyyesi bulunan Aden emîri ’Amir b. Davud’u itaate davet için adamlarından Ferhad’ı, "nişân-ı şerîf-i pâdişâhî” ile kendisi­ne gönderdi. Bu Osmanlı elçisi, an­cak dört gün kale kapısı dışında bek­letildikten sonra kabul edildi. Bu se­bepten, 7 Rebiyülevvel 945/ 3 Ağus­tos 1538’de donanma ile Aden limanına girerek ‘Amir b. Dâvud’u kaptan köşküne getirtip, veziri ve üç adamı ile birlikte kale kapısında idam ettirdi. Bütün Yemen ülkesinin başı demek olan Aden’i bu suretle zapt etti. Müteakiben Aden câmilerinde padişah adına hutbe okuttu (13 Rebiyülevvel 945 / 9 Ağustos 1538). Şeh­rin idaresini, Mısır ümerâsından Behram Bey’e bıraktı. Muhafazası için 500 asker ve 20 nefer topçu koydu. Kendisi de Hindistan’a doğru yelken açtı.

Süleyman Paşa, Aden’den Kânuni Sultan Süleyman’a gönderdiği arîzada (TSMA, NO: 6454), ‘Amir’i nasıl yakalattığını; sevkulceyş bakı­mından hâiz olduğu ehemmiyetten başka mühim bir ticaret merkezi o­lan Aden’i nasıl fethettiğini; Mekke-i Mükerreme’ye kadar otuz sancaklık geniş bir ülkede mevcut Zebîd, Ta’iz ve San’a kalelerinin de nasıl fethedilebileceğini anlatmaktadır (2).

Muazzam donanması ile Aden’­den ayrılan Süleyman Paşa, müsait rüzgârların yardımı ile 17 günde Hint Okyanusu’nu geçerek 4 Eylül 1538’de Diü limanına vardı. Buraya asker çıkardı. Şehri hem karadan hem de denizden muhasara altına aldı. Diğer taraftan Gucarât’ın yeni hükümdarı Mahmud III’e mektup göndererek o­nu Osmanlı kuvvetlerine iltihâka dâvet etti. Ondan zâhire ve ilaç gibi malzeme talebinde bulundu. Ancak Mahmud III, Portekizler tarafından aldatılıp elde edildiğinden ve Aden Emîr’i ’Âmir’i astırması sebebiyle Sü­leyman Paşa’ya da itimadı kalmadı­ğından; Süleyman Paşa’ya, Portekizlerle yapacağı muharebede vadettiği yardımı yapmadı. Neticede Süleyman Paşa muhasaradan vazgeçip geri döndü. 20 gün zarfında, Arabistan sahillerindeki Şehr’e; oradan da, 14 Recep 945 / 6 Aralık 1538’de Aden limanına geldi. Paşa, Diu muhasara­sının muvaffakiyetsizliğini telâfi için Bâbıâli’ye Yemen’i fethettiğini müj­delemek istedi.

Binâenaleyh Selman Reisi’in 1528’de katlinden beri, yerli imam­larla "Rumlu Levendler” diye bilinen ve Osmanlı Devleti ile olan bağlılıkları sözden ibaret kalan “Türk Bey­ler”i arasında daimî bir mücadele sahnesi hâline gelmiş bulunan Ye­men’i zapt etmek için bu zengin ve geniş kıtayı idaresi altında tutan ve Zebid hâkimi olan Nâ-Hûdâ Ahmed’e hilat, sancak ve beylerbeylik beratı gönderdi. Onu yerinde ibkâ ve daha evvel olduğu gibi Yemen ülkesine naip yapmak istedi. Fakat Nâ-Hûdâ Ahmed, Süleyman Paşa’nın elçisini yanına bile uğratmadı. Bunun üzerine Süleyman Paşa, Nâ-Hûdâ Ahmed’i yok etmeye karar verdi. Kethüdâsı Süleyman Ağa’ya icap eden talimatı vererek, onu güzellikle yola getirme­sini, eğer gelmezse bu sefer hile ile öldürmesini emretti. Yanına 20 nefer kılıç eri katarak o tarafa gönderdi. Ayrıca N. Ahmed’in tebaasını “yedi iklim pâdişâhına” cezbetmek için ca­suslar da yolladı.

Nihâyet Süleyman Ağa, N. Ah­med ile bir anlaşma yapmağa muvaffak oldu. Bu anlaşmaya göre Nâ-Hûdâ’nın her yıl 1.000.000 akçe ver­gi vermesi şartı ile Zebîd beyliğinde kalması kabul edildi. N. Ahmed’i böy­lelikle elde eden Süleyman Ağa, henüz Süleyman Paşa’nın yanına var­madan, N.Ahmed ahde vefasızlık gösterdi. Bu muahedeyi tatbike niyetli olmadığını ve Süleyman Paşa kuv­vetleri Yemen’den ayrılır ayrılmaz bozacağını, hatta Aden kalesini bile ele geçireceğini söyledi. Bunu haber alan Süleyman Paşa, Kamaran ada­sına gelip, Zebîd yakınındaki Sâlif limanında karaya asker çıkardı. N. Ahmed, Paşa’nın kuvvetleri karşı­sında itaat tavrı gösterdi. Süleyman Paşa da, müsait şartlar altında Zebîd’e girdi(5 Şevval 945 / 24 Şubat 1539). N.Ahmed’i Dîvân-ı Âlî’de muhakeme ettikten sonra idam etti. Zebîd câmilerinde, 19 Şevval 945 / 6 Mart 1539 Cuma günü Pâdişâh adına fetih hutbesi okuttu. Zebîd vilâyetini ve bütün mülhekâtını Osmanlı topraklarına kattığını ilân etti. Zebîd ve Aden bölgelerini içine alan, bir Ye­men eyaleti teşkil ederek beylerbeyliğini, Bıyıklı Mehmed Paşa oğlu Sâbık Gazze Sancakbeyi Mustafa Bey’e bıraktıktan sonra Yemen’den ayrılıp Cidde’ye geldi (22 Şevval 945 / 13 Mart 1539) (3).

Hadım Süleyman Paşa sâyesinde bu suretle Osmanlı hâkimiyeti altına giren Yemen’de, beylerbeylerin idaresi sırasında, bilhassa Mahmud Pa­şa (1560–1565) ile Rıdvan Paşa (1565­1567) zamanlarında huzursuzluklar çıktı. Zeydîler, imamları Mutahhar’ın başkanlığında Osmanlı idaresine karşı isyan ettiler. Mahmud Pa­şa Yemen’den ayrıldıktan sonra ül­keyi iki beylerbeyliğe böldürtüp beylerbeyileri birbirine düşürdü. Bu yüzden daha da alevlenen isyanlarla Ze­bîd ve Tihâma hâriç, hemen hemen bütün Yemen Osmanlı hâkimiyetin­den çıktı. San’a, Ta’iz ve Aden’le be­raber bunlara bağlı bölgeler Zeydîlere geçti.

İsyanı doğuran sebepleri tam bir vuzuhla belirtmeyen kaynaklarımız, bu fevkalâde durumdan hem Mahmud Paşa’yı, hem de Rıdvan Paşa’yı mesul tutmaktadırlar. İslâm tarihçisi Kudbuddîn Mekkî (1511–1582) ve ondan naklen Müneccimbaşı (1631 – 1702) ve Hammer, beylerbeyi Mah­mud Paşa’nın şiddetli hareketlerinden dolayı Zeydî Araplar arasında nefret uyandırdığını ve meskûkât ayarına fesat karıştırdığını belirterek, isyanı onun kötü idaresine hamletmekte­dirler.

Müverrih Âlî Efendi ve ondan naklen Peçevî ise, Rıdvan Paşa’yı suçlu bulmaktadırlar hatta Rıdvan Pa­şa, bilâhare Yedikule zindanlarında hapis bile edilmiştir.

Arşiv vesikalarına gelince, bir değil birden fazla beylerbeyi mesul tutulmaktadır. Onların zulüm ve istibdada başvurdukları; fazla para almak için kaşiflikleri sattıkları; al­tını 1200 akçe gibi fâhiş bir fiyatla verdikleri ve bizzat at ticareti ile meşgul oldukları iddia edilmekte­dir (4) hatta 14 Zilkade 978 / 9 Ni­san 1571 tarihli ve Serdar Sinan Pa­şa’nın mektubuna cevaben Yemen Beylerbeyine yazılan bir hükümde: “Vilâyet-i Yemen’in sâbıkâ ihtilâline bâis bu makûle kem ayar altun is­timali olmuştur” (MD 16, NO: 220) denmektedir.

Hakikatte Yemen isyanının baş­ta gelen sebeplerinden biri; Zeydîler’in, kendi kanaat ve itikadını taşımayan Osmanlı idaresine karşı o­lan muhalefetiydi. Zeydîler, Osmanlı hilâfetine, başından beri muhaliftiler. "Hilâfet, kudretini ispat eden ve kılıcının hakkını veren liderin hakkı­dır”, diyorlardı. Bu itikat ve kanaat farkı, huzursuzluğun başlıca sebep­lerinden biriydi.

Yemen hâdiselerinin birdenbire vehâmet kesp etmesi, Bâbıâli’yi ciddî tedbirler almaya ve buraya kuvvet göndermeğe şevketti. Bu maksatla, o sırada Şam Beylerbeyi bulunan Lala Mustafa Paşa, vezaret rütbesi ile Yemen’e gönderilecek kuvvetlere ser­dar ve yedi senedir Habeş Beylerbeyi olan, şecâat ve dirâyetiyle şöhretli Özdemiroğlu Osman Paşa da Şan’a Beylerbeyliğine tayin edildi (29 Cemaziyülahır 975 / 31 Aralık 1567).

Lala Mustafa Paşa, zamanın sadrazamı Sokullu Mehmed Paşa ve Mısır Beylerbeyi Koca Sinan Paşa ile ihtilaflı olduğundan aradan 7–8 ay geçmiş bulunmasına rağmen Ye­men’e gidemedi. Bu sebepten azledi­lerek; Yemen Serdarlığına, vezaret pâyesi ile Koca Sinan Paşa tayin edildi (21 Safer 976 / 15 Ağustos 1568); (MD 7, NO: 1913, 1922).

Özdemiroğlu Osman Paşa’nın, memuriyet mahalline varıp Ta’iz şehrini istirdâd ettiği bir sırada, Si­nan Paşa 3.000 kişilik bir kuvvetle 17 Recep 976 / 5 Ocak 1569’da Mısır’­dan kara yolu ile Mekke’ye hareket etti. Buradan Yemen’e varınca, önce Ta’iz yakınındaki Kâhire kalesini asilerden aldı. Bundan sonra Aden’in istirdâdına teşebbüs etti. İskenderiye Kaptanı Kurdoğlu Hızır’ı denizden, ümerâdan Memi Beyi’i de karadan sevk ederek, Mutahhar’ın adamlarından Kâsım’ın elinde bulunan Aden ve mülhekâtını da zapt ettirdi (27 Zilkade 976 / 13 Mayıs 1569).

Kendi aleyhinde bir tertip hazır­lanmasından korkan Özdemiroğlu’nun Yemen’den ayrılıp gitmesinden sonra da Sinan Paşa, San’a’nın geri alın­ması için Ta’iz’den San’a’ya doğru yola çıktı. Yolda birçok kaleleri ele geçirdi ve 26 Temmuz 1569’da San’a’yı aldı. Şehrin fethedilmesine rağ­men etrafındaki Kevkebân kalesinin uzun müddet mukavemet etmesi yüzünden, Sinan Paşa Yemen’de kışla­mak zaruretini duydu. 10 Zilhicce 977/16 Mayıs 1570’de bu kalenin de sükûtu üzerine İmam Mutahhar ita­ate mecbur bırakıldı. Yapılan anlaşma ile:

a) İslâm’ın “hakk-ı saltanatı” olan hutbe ve sikkenin bütün Ye­men’de pâdişâh nâmına olması kabul edildi;

b) Devlet, evvelce mâlik olduğu yerleri yine alacak Mutahhar Hab kalesi asilerine yardım etmeyecekti.

İkiye ayrılmış olan Yemen Beylerbeyliği tekrar birleştirilerek, beylerbeyliği Behram Paşa’ya tevcih e­dildi ve yine bir isyan hareketine mâni olmak gayesi ile de, bütün ur­ban şeyhlerinin daima beylerbeyinin yanında bulunması şartı koşuldu.

Yapılan bu anlaşma ile Yemen’de iki hâkimiyet bölgesi de kabul edil­miş oluyordu. Bunlardan biri doğru­dan doğruya bir Osmanlı eyaletiydi ve tek bir beylerbeyi ile idare ediliyordu. İkincisi de, Osmanlı hâkimiye­ti altında bir beylikti. Genişlik bakı­mından ikisi arasında mühim bir fark yoktu zira Mutahhar’ın elinde bu­lunan yerler, Yemen’in doğusu ile kuzeybatısına doğru uzanan yerlerdi.

Sinan Paşa, 200 kadar kalesi ile beraber Yemen fetihlerini tamamla­dıktan; idârî, mâlî ve askerî düzen­lemeler yaptıktan sonra 4 Şevval 978 /1 Mart 1571’de Muha iskelesin­den gemiye binip Mekke’ye müte­veccihen Yemen’den ayrıldı.

Bu suretle Yemen’i ikinci defa Osmanlı hâkimiyeti altına almaya muvaffak olan Sinan Paşa, “Yemen Fâtihi” Unvanı ile şöhret kazanmış­tır.

Şâir Nihâlî, Fethnâme-i Yemen; Yemen Defterdârı Mustafa Rumûzî, Fütûh-ı Yemen adlı manzum eserleri ile bu fethi tebcil ettikleri gibi; İslâm müverrih ve seyyâhı Kutbuddîn Mekkî’de, bizzat Sinan Paşa’nın teklifi ile kaleme aldığı el-Berku’l-Yemânî fi’l-Fethi’l-Osmâni (Riyad 1967) isimli eserini ona ithaf etti. (5)

***

Peki, Osmanlı Devleti’nin Yemen üzerinde bu kadar ısrar edişinin sebebi ne idi, Topraklarını genişletmek için mi idi? Yoksa oraları sömürmek mi istiyordu? Hayır! Ne o, ne de bu­nun içindi. Bunu gerçeği de, arşiv vesikalarına göre izah edelim.

İstanbul’un fethi sâyesinde Os­manlı Devleti, İslâm dünyasının gü­ven ve itimadını kazanmıştı. Mısır’ın fethinden ve Hilâfetin Osmanlı hanedanına intikalinden sonra da, İslâm âleminin hâmisi olmuştu. Daha evvel Anadolu’yu Haçlı istilâsına karşı ko­rurken; bu sefer, Portekiz tehlikesine karşı Kâbe ve Haremeyn’in korunma­sı şerefi de ona geçmişti. Binâenaleyh, Osmanlı Hükümetinin Yemen işlerine önem atfetmesinin birinci sebebi; oraların, Hicaz’ın bir kalesi durumunda olması idi. Bu kale sâye­sinde Kâbe ve Haremeyn düşman tehlikesinden muhafaza ediliyor ve hac kervanlarının emniyet içinde yolculuk yapmaları sağlanıyordu. Şüphesiz Müslümanların emniyet i­çinde ticaret yapmaları da aynı de­recede önem taşıyordu.

Şu halde gerek Hadım Süleyman Paşa’nın sefer ve fetihleri, gerekse Koca Sinan Paşa’nınkiler, Osmanlı topraklarını genişletmek ve ganimet toplamak için değil; daha ziyade İs­lâmi gayeler ve İslâm’ın kıblegâhı o­lan Kâbe-i Muazzama’nın korunması gibi yüce emellerle yapılmış bulun­maktadır. Bu emel uğrunda müşahede ve mücadele Osmanlı Devleti için en büyük manevi zevkti. Yukarıdaki vesika bunun en bariz delillerinden biridir.

(1) Kr. F. Kurtoğlu, “Hadım Süleyman Paşa’nın Mektupları”, Belleten, IV: 13, s. 96, lev. IV.

(2) F. Kurtoğlu, a.g.e. ley. VII ve VIII.

(3) Süleyman Paşa’nın bu fetih ve seferiyle ilgili, kendine âit mezkûr arîzalarından başka; Fethullah Arif Çelebi’nin iki bin beyitlik manzumesi de vardır. (Krş. İ.H. Uzunçarşılı, Osman­lı Tarihi, III/2, Ankara, 1954, s. 496).

(4) (BA, MD 5, NO: 6 03; Ş. Turan, “Lala Mustafa Paşa Hakkında Notlar ve Vesikalar”, s. 559-­560).

(5) Mustafa Rumûzî’nin mezkûr e­serinin, tarafımızdan Doktora Tezi olarak hazırlanan edisyon kritiği, Ekim 1981’de Erzurum Üniversitesi İslâmî İlimler Fakültesi’ne takdim edilip savun­ması muvaffakiyetle yapıldık­tan sonra "Doktor" Unvanı ihrâz edilmiştir. Orada belirtildi­ği gibi, Sinan Paşa’nın seferini yazan daha başkaları da vardır (bk: J. Richard Blackburn, "The Collapse of Ottoman Authoritiy in Yemen.” s. 119–120 n 1; Osman el-Fütûhi b. Abdülkâdir b. Ali es-Sabûhî, Acâibü’l Mahârib ve Garâibü’l-Ma’ârik, Topkapı Sarayı Kütüphanesi, K. 908).