İSLÂM MEDENİYETİNDE YAZININ GELİŞMESİ
I — Arap Yazısının Menşei ve Doğuşu
Arap yazısının menşei hakkında çeşitli görüşler ortaya atılmaktadır. Tarihçilerin bazıları bu yazının Güney Arabistan’daki Himyerîlerin dik ve köşeli yazılarından zuhur ettiğini (1), bazıları Kuzey Arabistan’daki Nabatîlerin yuvarlak yazılarından doğduğunu (2), bazıları her iki kaynaktan çıktığını (3), bazıları Hatt-ı Hîrî’den geldiğini(4), bazıları Zebid ve Harran Araplarının yazılarından alındığını (5) ve bazıları da bu yazının daha başka bir kökten geldiğini (6) ileri sürmektedir.
Bu görüşlerden hangisinin daha isâbetli olduğunu söyleyebilmek güç olmakla berâber bu yazının, birçok yazılara kaynak teşkil eden ve Sâmî dil âilesinden olan Fenike yazısının Arâmî ve Nabatî halkalarla Arap yazısına da menşe teşkil ettiği kabul edilmektedir. Arap alfabesinin de başlangıçta Fenike alfabesinde olduğu gibi “Ebced” tertibine dayanması bunun en bâriz delilidir.
- Fenike Yazısından Nebatî Yazısına Geçişi
Fenike, bugünkü Lübnan’ın yerinde bulunan bir ülkedir. Fenikeliler M.Ö. XXIII. asır dolaylarında buraya yerleşmişlerdir. Dünya medeniyetlerine çeşitli miraslar bırakan Fenikelilerin, Elifbâ sistemi üzerine kurulan bütün alfabelere önderlik ettikleri kabûl edilmektedir. Bu alfabe “Ebced” tertibinde gösterilen 22 harften ibarettir. Fenike dilinde öküze (Alf) denildiği gibi elifbânın ilk harfi olan elif de öküz başı şeklinde tersim edilmiştir. Bu işarete de Fenikeliler (Alf) diyorlardı. Aynı işaret Îbrânîcede (Alef), Arapçada (Elif) ve Yunancada (Alpha) diye anılmıştır. Şekil itibariyle de Fenike yazısında öküz başı şeklinde yazılan elif harfinin tarih içinde Arâmi ve Nabatî yazılarında tekâmül ede ede nihâyet Arap yazısında zülfeli elif hâline geldiği anlaşılmaktadır.
Aslında bir Arap kavmi olup Taşlık Arabistan denilen ve Filistin’in güneyinde bulunan Petra, Busra, Salhad ve el-Hicr bölgelerinde ve kuzeyde Fenikelilere komşu olarak yaşayan Nebatiler de “Ebced” tertibindeki alfabeyi Fenikelilerden alarak geliştirmişler ve Arap alfabesine zemin hazırlamışlardır. Kendilerine has bir dilleri olan Nabatilerin zamanla Arâmîlerin tesirleri altında kaldıkları edebiyât lisânı olarak da Aramîce’yi kullandıkları ve nihâyet Ârâmileştikleri anlaşılmaktadır.
- Bitişik Nebatî Yazısından Arap Yazısının Zuhûru ve İslâm’ın Doğusuna Kadar Tekâmülü:
Yapılan kazılarda ortaya çıkarılan Arap dilinin ilk yazılı metinlerinin Ârâmi-Nebati alfabesiyle zapt edilmiş bulunması, Arap yazısının doğusundan Nebatî yazısının payını ortaya koymaktadır. Tarihî bir gerçektir ki İran ve Roma devirlerinde Sûriye sınırında yaşayan Ârâmîleşmiş Nebatîler ve Süryânîler Arapçaya birçok kültür kelimeleri vermişlerdir.
Bugünkü bilgilerimize göre Arap alfabesinin menşei, aslında Arap oldukları halde sonradan Ârâmîleşmiş olan Nebatîlerin alfabesidir. Nasıl ki çeşitli sebeplerle güneyden kuzeye vuku bulan göçlerle umûmî hatlarıyla düz çizgili ve köşeli olan Himyerî yazısı kuzeye intikâl etmişse yine çeşitli sebeplerle Ârâmî yazısı da güneye (Tûr-i Sinâ) inmiştir. Bugün Arap dilinin bilinebilen en eski kitâbesi el-Hicra(Medâin)’da ortaya çıkarılan ve Nabatî yazısı ile yazılmış olan M.S. 267. tarihli bir mezar kitabesidir. Bu kitâbe Abdumenât’ın kızı Rakuş’a âittir. Dokuz satır hâlinde ve bitişik olarak yazılan bu kitabenin sağında yukarıdan aşağı bir satır da Semûdca özet bulunmaktadır. Bu kitâbede, Arap yazısının birçok husûsiyetlerini bulmak mümkündür. Meselâ harf-i tarif harf-i cer ve diğer bazı özellikler Nebatîcede ( … : ha) olan harf-i tarifin Arapçada ( … : el) olarak kullanıldığını; Nebatîcedeki ( … :li), ( … : fi) harf-i cerlerinin aynen Arapçada da kullanıldığını; Arapçadaki ( … ; hâşa) kelimesinin kitâbede (hâşî) şeklinde kullanılmış olduğunu görmekteyiz. Kezâ eski Şam şehrinin güneydoğusundaki en-Namara’da ortaya çıkarılan ve M.S. 328 yılına âid olan diğer bir mezar kitâbesi de dil bakımından Arapça olduğu halde Nebatî harflerle yazılmıştır. İlk defa içerisinde Arap kelimesinin geçtiği bu kitâbe “bütün Arapların meliki” olan Amr’ın oğlu İmru’l-Kays’a aittir. Kitâbede: (…) ifadesi kullanılmaktadır ki buradaki (… bar) kelimesi Arâmîce oğul ( … ) demektir. Bu kelime bize, Arapça üzerindeki Ârâmi tesirini de göstermektedir. Halep şehrinin güneydoğusundaki Zebed’te çıkarılan ve M.S. 512 yılına âid olan diğer bir kitâbe de henüz hareke bulunmazdan önce ortaya çıkan ilk Arap kitabesidir. Arapça, Süryânîce ve Yunanca olmak üzere üç dilde yazılmış olan tek satırlık kitâbe (…) ile başlamaktadır. Bu kitâbedeki Arap harflerinin, figürleri bakımından Nebatî harflerine benzerlikleri gözden kaçmamaktadır. Kezâ M.S. 568 tarihli Talemu oğlu Şarehel’e âid Harran kitâbesi; M.S. VI. asra âid Ummu’l-cimâl kitâbesi de Nebatî yazısının pek yakın başkalaşması olan alfabetik işaretlerini taşımaktadırlar.
Nabatî yazıdan Arap yazışma geçiş tipi olarak Tûr’i Sina’da Vâdî Müketteb’deki M.S. II-IV. asırlardaki kervancılar tarafından yazılmış olan yazılar gösterilir. Burası Nabatilerin merkezi olan Petra’ya uzak olmayan bir yer olmakla beraber bu yazının Araplara nereden ve hangi tarihte geçtiği kesin olarak bilinmemektedir. Higâd el-Kelbî, fihristinde Arap ebcedinin Medâin hükümdarlarının adından geldiğini söylemekle Nabatî menşeini kabûl etmektedir çünkü Medâin, Nabatî şehirlerinden bir yerdir. Belâzurî ise Arapların, yazılarını Lahmîlerden aldıklarını söylemektedir. İbn Haldun ve İbn Hallikân’a göre ise Araplar yazıyı Hîre ve Enbâr’dan almışlardır. Bununla beraber Ebced’in Arap asıllı olduğunu söyleyenler Varsa da isbat edecek herhangi bir delil ortaya koyamamaktadırlar. Bugün “Ebced”in dış kaynaklı olduğu ve Arapların bunu mîlâdî IV-V. asırlarda Petra dolaylarından veya Gassanilerden aldıkları kabul edilmektedir. Fenike harflerinden bağlamak üzere Ârâmî ve Nebatî harflerinin tekâmülleri takip edildiğinde bunu anlamak mümkündür. Bugünkü Arap alfabesinin harflerinin adedi kıymetleri bakımından tertipsizliği ortadadır. Ancak bu zâhirî tertipsizlik, Nebatî alfabe nazar-ı dikkate alındığında ortadan kalkmaktadır zira Nabatî alfabesinde ( … T) harfi son harf olması itibariyle nümerik değeri 400’dür.(6a) Hâlbuki yeni Arap alfabesinde bu harf üçüncü sıradadır. Ebced sisteminde ise Araplar bu harfi yine son harf olarak aynı nümerik değerle kullanırlar. Buna mukabil Araplar, Nebatîlerde bulunmayan ( …s:500), ( … H: 600), ( … Z: 700), ( … dad: 800), (… zı: 900), (… gayn: 1000) harflerini ilâve etmişlerdir. (7)
Arap yazısının menşeini gösteren Ebced dizisinde bulunmayan Lâmelif’in (…) şekil olarak bir elif ve lâm hâlinde birleşmeleri Nebatî yazıda mazbut olmakla beraber müstakil bir harf hâlinde ortaya çıkmaması hicrî II. asırlara rastlamaktadır.
Arap alfabesinin bugünkü mevcut tertibi, umûmî hatlarıyla şekil benzerliği olan harflerin bir araya toplanılması esasına dayanmaktadır. Ancak bunda da bazı istisnaların yapıldığı görülmektedir. Meselâ (…) sırasına ( … )nin de getirilmesi gerekirken bu harf en sona bırakılmıştır. Arap alfabesindeki bu yeni sistemin muhtemelen hicretin II. asrında yapıldığı anlaşılmaktadır. Araplarda ve Arapçanın yayıldığı yerlerde Arap alfabesi çeşitli tertiplere sokulmuşsa da bugün en çok tutulanı şu tertiptir:
(…)
Arap alfabesinin eski tertibi ise şöyle idi:
(…)
- İslâm’ın Doğuşunda Arap Yazısı ve Hz. Peygamberin Mektupları
Arap yazısı İslâm’a intikâl ettiği zaman pek basit vaziyette Hicaz’da Ma’kıli (dik ve köşeli) ve Şâmî (yuvarlak) olarak İki şekilde kullanılıyordu. (8) Klâsik tarihçiler, intikâl devrinde Arap yazısını bilenlerin sayısının az olduğunu (Mekke’de 15–20 kişi) söylemektedirler (9). Ancak Hz. Peygamberin Arabistan’ın hemen bütün bölgelerine ve komşu devletlere İslâm’a davet mektupları gönderdiği göz önüne alınınca Arap yarımadasının her yerinde az da olsa Arap yazısını bilenlerin mevcut oldukları neticesine varılır.
Bir hadis-i şeriflerinde: "Allah’ın yarattığı ilk şey kalemdir.” (10) diyen Hz. Muhammed’in yetim bir çocuk olması sebebiyle okuyu-yazmayı iyi öğrenemediği(11) muhakkaktır. Fakat daha sonra bu eksikliği telâfi ettiği ve İslâm’a davet mektuplarının bir kısmını bizzat kendisinin yazdığı ve bir kısmını da kâtiplerine yazdırdığı bilinmektedir.
İslâm’ın doğduğu sırada nokta ve harekeden mahrum olan Arap yazısı oldukça basit idi. Kelimeler sadece sessiz ve uzun seslilerle gösterilir ve çoğu zaman da yan yana gelen sessiz harfler tek harfle yazılırdı. Kur’ân-ı Kerim âyetlerinin doğru yazılabilmeleri, idari zarûretler ve devletlerarası diplomatik münasebetlerin sağlıklı yapılabilmesi gibi ihtiyaçlar yazının ıslâhını zarûri kıldı. Birbirine benzeyen sessizleri yekdiğerinden ayırt edebilmek için noktalar ve kısa seslileri doğru okuyabilmek için de harekeler konuldu. Nihâyet milâdî VIII. asırda bazı tekâmüllerle günümüze kadar gelen bir yazı ve imlâ sistemi ortaya çıktı. (12)
İslâm’ın doğuşunda vahiy kâtipleri, Kur’an âyetlerini yazarlarken Ma’kıli-Şâmi karışımı olan Mensub yazısını kullanmaktaydılar. Daha sonra Nesh yazısına menşe teşkil edecek yuvarlağımsı yazı (Şâmî) ise halk arasında gayr-ı resmî yazılarda kullanıldı. (13)
Siyer kitapları ve tarihlerin yazdıklarına göre Hz. Peygamber hicretin VI. yılında komşu devlet başkanlarına dine davet mektupları göndermişti. Bunlardan Bizans, Iran, Habeş, Mısır, Gassân ve Yemâme devletleri başkanlarına gönderilen mektuplar, bugün elimizde bulunmaktadır. Bu mektupların altı Hz. Peygamberin mührüyle mühürlenmiş ve bunlar özel elçilerle gönderilmişti. Ashâbdan Dıhye, Bizans İmparatoru Heraklius’a; Abdullah b. Huzâfe Iran hükümdarı Hüsrev Pervîz’e; Amr b. Ümeyye Habeş devlet başkanına (Ne. câşî); Hâtib, Bizans’ın Mısır vâlisi Mukavkıs’a; Şüca’, Gassân beyi Hâris’e ve Sâlit de Yemâme hâkimi Hevz’e gönderilmişti. Bunların dışında da Hz. Peygamberin çeşitli vesilelerle yabancı devletlere mektuplar gönderdiği bilinmektedir.
- İslâmî Devirden Kalan Arap Yazısının En Eski Vesikaları:
İslâm’ın zuhurunun Arap yazısının gelişmesini sağladığı bir gerçektir. 610 tarihinden itibaren gelmeye başlayan Kur’ân âyetlerinin vahiy kâtipleri tarafından Mekke ve Medine’de dikkatlice yazılması, ilk Halife Hz. Ebû Bekir zamanında Zeyd b. Sâbit’in başkanlığındaki bir komisyon tarafından yazılanların kitap hâlinde toplanması ve üçüncü Halife Hz. Osman devrinde bu nüshadan vazifelendirilmiş bir heyet tarafından istinsahlar yapılarak Kur’an nüshasının çoğaltılması ile Arap yazısı bir imlâya kavuşmuş ve büyük bir tekâmüle uğramıştır.
Mekke’de ilk Kur’an âyetlerinin geldiği sırada Kureyş’in baskısına rağmen Kur’an âyetlerinin yazılarak elden ele dolaştığı ve Medine’de vahiy kâtiplerinin sayısının 42’ye kadar çıktığı bilinmektedir. Bu vahiy kâtipleri Kur’an âyetlerini ince deri (Rakk) ve taşlar (Lihâf), hurma yapraklan (Asûbu’n-nahl) kâğıt parşümen (Kırtâs), papirüs, balmumlanmış ipek muşamba (Muhrak), deve, koyun kürek kemikleri ve tahta çanak çömlek parçaları üzerine yazarlardı. İslâm’ın ilk devirlerinde yaşamış bu hattatların yazdıkları Kur’an nüshalarının bir kısmı bugün dünya müze ve kütüphanelerini süslemektedirler.
İslâm’ın ilk devirlerinden kalmış olan Arap yazısının en eski bazı örnekleri olarak şu vesikalar gösterilmektedir:
I — Hicretin 20 (M. 641) yılına ait meskûkât.
II — Hicretin 30 (M. 651) tarihini taşıyan ve Hz. Osman’a ait olan mushaf-ı şerif. Bu mushaf, İstanbul’da Türk-İslâm eserleri müzesi 457 numarada bulunmaktadır.
III — Yine’ Türk-İslâm Eserleri Müzesi’nde 458 ve 557 numarada kayıtlı bulunan ve Hz. Ali’ye ait olduğu söylenen mushaflar.
IV — Topkapı Sarayı’nda 1411 numarada kayıtlı, ceylan derisi üzerine, yazılmış ve Hz. Osman’a ait olduğu söylenen Kur’ân-ı Kerim.
V — Hicrî 31 (M. 652) tarihine ait ve bugün Mısırdaki Arap müzesinde bulunan bir kitâbe.
VI — Kudüsteki Kubbetü’s-sahrâ’nın hicrî 72 (M. 691) tarihli kitâbesi.
VII — Hicrî 92 (M. 710–11) tarihli Kasr-ı Harrân kitabesi.
VIII — Tedmür’ün şimâlindeki Kasru’l-ahâvîn’de bulunan Hicrî 110 (M. 728–29) tarihli kitâbe.
IX — Ekserisi VII. asra ait olan ve bugün Viyana müzesinde bulunan Papirüs vesikalar.
II — Arap Yazısının İlk İnkişâf Seyri:
a) Nokta ve Harekelerin Konulması:
Hz. Osman zamanında istinsâh edilen Mushaflarda nokta ve hareke bulunmamaktaydı. Araplar kendi selikalarına göre kırk küsur yıl Kur’ân-ı Kerlm’i noktasız ve harekesiz okudular, (14)
Arap olmayanların İslâm’a girmeleri ve dillerinin Arapça olmaması sebebiyle Kur’ân-ı Kerîm’i okumada hataya düşme endişesi baş gösterdi. Bu yanlışlarla Kur’ân-ı Kerîm’in nassında da hataya düşülme korkusuyla hataya düşülmeyecek bir yol, sahih bir kıraat arandı. (15)
Bu vadide Kur’ân-ı Kerîm’e ilk noktayı koyanın Kitâbu’t-tabakât sâhibi ez-Zübeyr’e göre Ebû”l-Esved Düelî (69/688); İbn Şîrîn(v. 110/ 728)’e göre Yahyâ b. Ya’mer (v. 129/ 746); “el-Emsâr” sâhibi el-Câhız(v. 255/868)’a göre Nasr b. Âsim (v. 89/ 707)’dır. (16)
İbnu Kesir tefsiri zeylinde Mushaf’ın ilk noktalama işinin Haccâc(v. 96/714)’ın emriyle Yahya b. Ya’mer ve Hasanü’l-Basrî (v. 110/728) tarafından yapıldıkları kaydedilmektedir, (17)
İsmâil Hakkı İzmirli bu mevzuu şöyle hulâsâ etmektedir: "İslâm’ın zuhuru esnasında Araplarda Hatt-ı Nebatî ile sonraları Hatt-ı Kûfî adını alan Hatt-ı Hîrî vardı. Bu hatlarda nokta yoktu. Kur’ân-ı Kerîm ve dinî metinler Hatt-ı Hîrî ile yazışma ve mektuplar Hatt-ı Nebatî ile yazılırdı. Buna mebnî Hulefa-i Râşidin (râşid halifeler) zamanında mushaf-ı şerifte nokta, hemze, şedde gibi tezyînât yoktu. Abdu’l-Melik (v. 65/ 684) zamanında Nahv İlmini koyan Ebû Esved ed-Düelî isim, fiil ve harfi birbirinden ayırmak için nokta yani hareke vaz etti. Meselâ bir harfin evvelindeki nokta fetha, altındaki nokta kesre, âhirindeki nokta da zamme idi. Araplardan maadası için cim(…) ile ha(…), Be(…) ile te (…), se(…) gibi şekilleri, birbirine benzer harfleri ayırmak güçtü. Irak Emîri Haccâc, bunu nazar-ı itibara alarak yine Abdu’l- Melik (Emevî halîfesi) zamanında birbirine benzeyen harflerin birbirinden ayırt edilmeleri için bir alâmet konulmasını kâtiplerden istedi. Bu defa nokta vaz’ eden, yâni Ba(…) yı Ta (…)dan, Cim(…)i Ha(…)dan ayıracak bir alâmet koyan Nâsır b. Asım (v. 89/704) idi. Bu noktalamaya (i’câm …) denildi. Mushaf-ı şerifteki nokta ve harekenin I. Hicrî asrın ortasından i’tibâren isti’mâl olunduğunda ihtilâf yok ise de va’zı’ları (yâni nokta ve harekeyi koyanlar) üzerinde ihtilâf vardır. Ebu’l-Esved’in harekeyi, Nâsır b. Asım ile Yahyâ b. Ya’mer’in noktayı vaz ettikleri daha muhtemeldir.
Hemze, teşdîd, sıla, ravm, iş- mâm’ı vaz’ eden ve noktaların geri kalanlarını ikmâl eden, Hicrî II. asırda Halil b. Ahmed (v. 130/747) dir.(18) .
Muhammed Hamîdüllah ise, Kur’ân-ı Kerîm’in noktalanmasına Hz. Peygamber zamanında başlandığını söylemektedir. (19)
Tarihi ma’lûmât bize Arap yazısının hareke ve noktalanmasında şu üç safhaların geçtiğini göstermektedir:
1— Birinci safhada kelime sonlarında nokta veya küçük yuvarlaklar şeklinde harekeler konulmuştur. Nokta veya küçük daire şeklindeki bu harekeler, ayrı renkteydiler. Meselâ bu usulle:
(…) âyet-i kertmesi şu şekilde harekelenir: (…)
2— Birbirine benzeyen harfleri ayırt etmek için harfler noktalanmıştır. Bu noktalar, harflerle aynı renkteydiler.
Arap harflerinin noktalanması muhtelif safhalar geçirerek M.11 asrın sonundan önce tamamlanmıştır.
3— Bugünkü harekelerin konulması: Nokta hâlindeki harekeler, H.II. asrın ortalarına kadar kullanılmış ve bu asırda bugünkü şekildeki harekeler doğmaya başlamıştır. Bu harekeleri Halîl b. Ahmed koymuştur. Halîl, bu harekeleri sesli harflerden ve harf-i medlerden almıştır, ötre, vavdan üstün meyilli eliften, esre de yâ’dan alınmıştır. Halil, daha sonra cezm ve teşdidi icat etmiştir. Teşdid, şedde(…) kelimesinin Şın (…) harfinden alınmıştır.
Filhakika Arapçanın henüz devlet, kültür ve medeniyet dili olacak güçte olmadığı ilk devirlerde devlet dairelerinde Irak ve çevresinde Farsça, Şam, Mısır ve Kuzey Afrika’da Rumca ve Endülüste Latince kullanılıyordu. Emevî halîfelerinden Abdul-Melik b. Mervân, devlet dairelerinde ayrı diller, din hizmetleri ve vatandaşlar arasında ayrı dil kullanılmasının devletin ve Arapçanın geleceği bakımından sezdiği tehlikeleri bertaraf etmek için resmi muamelâtın Arapçalaştırılmasını istedi. (20)
Diğer taraftan Kur’ân-ı Kerim ve İslâm Dininin dili olması sebebiyle Arapçanın iyi korunması lüzumuna inanan ilim adamları Arapçanın Sarf ve Nahvini ortaya koydular. İşte Ebû’l-Esved Düeli, Kur’ân-ı Kerim’e ilk noktayı koymakla kalmayarak Nahiv ilmini de ortaya koydu. (21) Halil b. Ahmed ise Kur’ân-ı Kerîm’i doğru okumayı sağlayacak nokta ve işaretlerin yanında, ilk Arap lügat kitabını hazırladı, Arap şiirlerini bahirlerine ayırdı, aruz ilmini ortaya koydu ve Ebu’l-Esved’in bıraktığı yerden alarak bugünkü nahiv sistemini meydana getirdi. (22) Bunlardan başka el-Esmâî, Ebû Zeyd el. Ensâri, Ebû Ubeyde Ma’mer b. el- Müsennâ, el-Kisâi, el-Ferrî, el-Mufadalü’d-Dübbî ve Sibeveyh’in Arapçanın gelişmesine yaptıkları hizmetleri takdirle anmamak mümkün değildir.
(1) Habîb Efendi, Hat ve Hattâtân, İst. 1302, s. 12.
(2) B. Moritz, Arap yazısı, İ.A. I., 498 vd.
(3) Corci Zeydân Medeniyet-i İslâmiyye Tarihi (Z. Megâmiz Ter.) İst. 1329, III, 98.
(4) Habîb Efendi, s. 13.
(5) İA. aynı yer.
(6) Hans Jensen, Die Schrift, Hamburg, 1935, s. 214.
(6a) Türk Ansiklopedisi, İst 1971, III, 247–48.
(7) İA. I, 499.
(8) M. Bedreddin Yazır, Medeniyet Âleminde yazı ve İslâm Medeniyetinde kalem güzeli, Ank. 1972, I, 66.
(9) Belâzürî Ahmed b. Yahyâ, Futûhul’-Buldn, Kahire, 1319, s.459
(10) Tirmizi, 44; Ebû Dâvûd, 39, 16.
(11) Ankebût Sûresi, âyet, 48; Buhârî, 64, 45.
(12) Nihad M. Çetin, Arabistan (Dil), Küçük. Türk-İslâm Ansiklopedisi, Fasikül, 2. İst. 1978, s. 140.
(13) Corel Zeydân III, s. 100.
(14) Ibn. Hallikân, Vefeyâttt’l-Â’yân, Kahire, 1310, I, 125.
(15) ez-Zerkân), Menâhil’u-l-irfân fi ulûmi’l-Kur’ân, Kahira, 1372, I, 400–401.
(16) Ebû Amri’d-Dânî, el-Mukni, s. 124–125.
(17) İbnu Kesîr Tefsiri Zeyli,- s. 26.
(18) Tarik-i Kur’ân, İst. 1956, s. 16.
(19) Kur’ân-ı Kerîm Tarihi, İst. 1965, 51–53.
(20) el-Vüzerâ ve’I-kuttâb, tahkiku Mustafa Sekkâ ve âharûn, Kahira, 1938, s. 39.
(21) Ahmed Haşan ez-Zeyyâd, Târihu’l-Edebi’I-Arabî, Kahire, tarihsiz, s. 206.
(22) Ahmed Emin, Duha’l-İslâm, Kahire, 1961, II, 290.