Makale

İSLÂM MEDENİYETİNDE YAZININ GELİŞMESİ

İSLÂM MEDENİYETİNDE YAZININ GELİŞMESİ

Yrd. Doç. Dr. Câhid BALTACI
M.Ü. İlâhiyât Fakültesi İslâm Kurumları Tarihi öğretim Üyesi

I — Arap Yazısının Menşei ve Doğuşu

Arap yazısının menşei hakkında çeşitli görüşler ortaya atılmaktadır. Tarihçilerin bazıları bu yazının Gü­ney Arabistan’daki Himyerîlerin dik ve köşeli yazılarından zuhur ettiği­ni (1), bazıları Kuzey Arabistan’daki Nabatîlerin yuvarlak yazılarından doğduğunu (2), bazıları her iki kay­naktan çıktığını (3), bazıları Hatt-ı Hîrî’den geldiğini(4), bazıları Zebid ve Harran Araplarının yazılarından alındığını (5) ve bazıları da bu yazının daha başka bir kökten geldiğini (6) ileri sürmektedir.

Bu görüşlerden hangisinin daha isâbetli olduğunu söyleyebilmek güç olmakla berâber bu yazının, birçok yazılara kaynak teşkil eden ve Sâmî dil âilesinden olan Fenike yazısının Arâmî ve Nabatî halkalarla Arap ya­zısına da menşe teşkil ettiği kabul edilmektedir. Arap alfabesinin de başlangıçta Fenike alfabesinde oldu­ğu gibi “Ebced” tertibine dayanması bunun en bâriz delilidir.

  1. Fenike Yazısından Nebatî Yazısına Geçişi

Fenike, bugünkü Lübnan’ın ye­rinde bulunan bir ülkedir. Fenikeliler M.Ö. XXIII. asır dolaylarında bu­raya yerleşmişlerdir. Dünya medeni­yetlerine çeşitli miraslar bırakan Fe­nikelilerin, Elifbâ sistemi üzerine ku­rulan bütün alfabelere önderlik ettikleri kabûl edilmektedir. Bu alfabe “Ebced” tertibinde gösterilen 22 harften ibarettir. Fenike dilinde öküze (Alf) denildiği gibi elifbânın ilk harfi olan elif de öküz başı şeklinde tersim edilmiştir. Bu işarete de Fenikeliler (Alf) diyorlardı. Aynı işaret Îbrânîcede (Alef), Arapçada (Elif) ve Yunancada (Alpha) diye anılmıştır. Şekil itibariyle de Fenike yazısında öküz başı şeklinde yazılan elif harfinin tarih içinde Arâmi ve Nabatî yazılarında tekâmül ede ede nihâyet Arap yazısında zülfeli elif hâline geldiği anlaşılmaktadır.

Aslında bir Arap kavmi olup Taşlık Arabistan denilen ve Filis­tin’in güneyinde bulunan Petra, Busra, Salhad ve el-Hicr bölgelerinde ve kuzeyde Fenikelilere komşu olarak yaşayan Nebatiler de “Ebced” ter­tibindeki alfabeyi Fenikelilerden alarak geliştirmişler ve Arap alfabesine zemin hazırlamışlardır. Kendilerine has bir dilleri olan Nabatilerin za­manla Arâmîlerin tesirleri altında kaldıkları edebiyât lisânı olarak da Aramîce’yi kullandıkları ve nihâyet Ârâmileştikleri anlaşılmaktadır.

  1. Bitişik Nebatî Yazısından Arap Yazısının Zuhûru ve İslâm’ın Doğusuna Kadar Tekâmülü:

Yapılan kazılarda ortaya çıkarı­lan Arap dilinin ilk yazılı metinlerinin Ârâmi-Nebati alfabesiyle zapt edilmiş bulunması, Arap yazısının doğu­sundan Nebatî yazısının payını orta­ya koymaktadır. Tarihî bir gerçektir ki İran ve Roma devirlerinde Sûriye sınırında yaşayan Ârâmîleşmiş Nebatîler ve Süryânîler Arapçaya birçok kültür kelimeleri vermişlerdir.

Bugünkü bilgilerimize göre Arap alfabesinin menşei, aslında Arap ol­dukları halde sonradan Ârâmîleşmiş olan Nebatîlerin alfabesidir. Nasıl ki çeşitli sebeplerle güneyden kuzeye vuku bulan göçlerle umûmî hatlarıyla düz çizgili ve köşeli olan Himyerî ya­zısı kuzeye intikâl etmişse yine çeşitli sebeplerle Ârâmî yazısı da güneye (Tûr-i Sinâ) inmiştir. Bugün Arap dilinin bilinebilen en eski kitâbesi el-Hicra(Medâin)’da ortaya çıkarı­lan ve Nabatî yazısı ile yazılmış olan M.S. 267. tarihli bir mezar kitabesi­dir. Bu kitâbe Abdumenât’ın kızı Rakuş’a âittir. Dokuz satır hâlinde ve bitişik olarak yazılan bu kitabenin sağında yukarıdan aşağı bir satır da Semûdca özet bulunmaktadır. Bu kitâbede, Arap yazısının birçok husûsiyetlerini bulmak mümkündür. Meselâ harf-i tarif harf-i cer ve di­ğer bazı özellikler Nebatîcede ( … : ha) olan harf-i tarifin Arapçada ( … : el) olarak kullanıldığını; Nebatîcedeki ( … :li), ( … : fi) harf-i cerlerinin aynen Arapçada da kullanıldığını; Arapçadaki ( … ; hâşa) kelimesinin kitâbede (hâşî) şeklinde kullanılmış olduğunu görmekteyiz. Kezâ eski Şam şehrinin güneydoğusundaki en-Namara’da ortaya çıkarılan ve M.S. 328 yılına âid olan diğer bir mezar kitâbesi de dil bakımından Arapça olduğu halde Nebatî harflerle yazıl­mıştır. İlk defa içerisinde Arap keli­mesinin geçtiği bu kitâbe “bütün Arapların meliki” olan Amr’ın oğlu İmru’l-Kays’a aittir. Kitâbede: (…) ifadesi kullanılmaktadır ki buradaki (… bar) kelimesi Arâmîce oğul ( … ) demektir. Bu kelime bize, Arapça üzerindeki Ârâmi tesirini de göstermektedir. Halep şehrinin güneydoğusundaki Zebed’te çıkarılan ve M.S. 512 yılına âid olan diğer bir kitâbe de henüz hareke bulunmazdan önce ortaya çıkan ilk Arap kitabesi­dir. Arapça, Süryânîce ve Yunanca olmak üzere üç dilde yazılmış olan tek satırlık kitâbe (…) ile başlamaktadır. Bu kitâbedeki A­rap harflerinin, figürleri bakımından Nebatî harflerine benzerlikleri göz­den kaçmamaktadır. Kezâ M.S. 568 tarihli Talemu oğlu Şarehel’e âid Harran kitâbesi; M.S. VI. asra âid Ummu’l-cimâl kitâbesi de Nebatî ya­zısının pek yakın başkalaşması olan alfabetik işaretlerini taşımaktadırlar.

Nabatî yazıdan Arap yazışma geçiş tipi olarak Tûr’i Sina’da Vâdî Müketteb’deki M.S. II-IV. asırlardaki kervancılar tarafından yazılmış olan yazılar gösterilir. Burası Nabatilerin merkezi olan Petra’ya uzak olmayan bir yer olmakla beraber bu yazının Araplara nereden ve hangi tarihte geçtiği kesin olarak bilinmemektedir. Higâd el-Kelbî, fihristinde Arap eb­cedinin Medâin hükümdarlarının adından geldiğini söylemekle Nabatî menşeini kabûl etmektedir çünkü Medâin, Nabatî şehirlerinden bir yerdir. Belâzurî ise Arapların, yazıla­rını Lahmîlerden aldıklarını söyle­mektedir. İbn Haldun ve İbn Hallikân’a göre ise Araplar yazıyı Hîre ve Enbâr’dan almışlardır. Bununla beraber Ebced’in Arap asıllı olduğunu söyleyenler Varsa da isbat edecek herhangi bir delil ortaya ko­yamamaktadırlar. Bugün “Ebced”in dış kaynaklı olduğu ve Arapların bu­nu mîlâdî IV-V. asırlarda Petra do­laylarından veya Gassanilerden aldıkları kabul edilmektedir. Fenike harflerinden bağlamak üzere Ârâmî ve Nebatî harflerinin tekâmülleri takip edildiğinde bunu anlamak müm­kündür. Bugünkü Arap alfabesinin harflerinin adedi kıymetleri bakımın­dan tertipsizliği ortadadır. Ancak bu zâhirî tertipsizlik, Nebatî alfabe nazar-ı dikkate alındığında ortadan kalkmaktadır zira Nabatî alfabesin­de ( … T) harfi son harf olması itibariyle nümerik değeri 400’dür.(6a) Hâlbuki yeni Arap alfabesinde bu harf üçüncü sıradadır. Ebced siste­minde ise Araplar bu harfi yine son harf olarak aynı nümerik değerle kullanırlar. Buna mukabil Araplar, Nebatîlerde bulunmayan ( …s:500), ( … H: 600), ( … Z: 700), ( … dad: 800), (… zı: 900), (… gayn: 1000) harflerini ilâve etmişlerdir. (7)

Arap yazısının menşeini gösteren Ebced dizisinde bulunmayan Lâmelif’in (…) şekil olarak bir elif ve lâm hâlinde birleşmeleri Nebatî ya­zıda mazbut olmakla beraber müs­takil bir harf hâlinde ortaya çıkma­ması hicrî II. asırlara rastlamakta­dır.

Arap alfabesinin bugünkü mev­cut tertibi, umûmî hatlarıyla şekil benzerliği olan harflerin bir araya toplanılması esasına dayanmaktadır. Ancak bunda da bazı istisnaların ya­pıldığı görülmektedir. Meselâ (…) sırasına ( … )nin de getirilmesi gerekir­ken bu harf en sona bırakılmıştır. Arap alfabesindeki bu yeni sistemin muhtemelen hicretin II. asrında ya­pıldığı anlaşılmaktadır. Araplarda ve Arapçanın yayıldığı yerlerde Arap alfabesi çeşitli tertiplere sokulmuşsa da bugün en çok tutulanı şu tertiptir:

(…)

Arap alfabesinin eski tertibi ise şöyle idi:

(…)

  1. İslâm’ın Doğuşunda Arap Yazısı ve Hz. Peygamberin Mektupları

Arap yazısı İslâm’a intikâl ettiği zaman pek basit vaziyette Hicaz’da Ma’kıli (dik ve köşeli) ve Şâmî (yu­varlak) olarak İki şekilde kullanılı­yordu. (8) Klâsik tarihçiler, intikâl devrinde Arap yazısını bilenlerin sa­yısının az olduğunu (Mekke’de 15–20 kişi) söylemektedirler (9). Ancak Hz. Peygamberin Arabistan’ın hemen bütün bölgelerine ve komşu devletle­re İslâm’a davet mektupları gön­derdiği göz önüne alınınca Arap yarımadasının her yerinde az da olsa Arap yazısını bilenlerin mevcut ol­dukları neticesine varılır.

Bir hadis-i şeriflerinde: "Allah’­ın yarattığı ilk şey kalemdir.” (10) di­yen Hz. Muhammed’in yetim bir çocuk olması sebebiyle okuyu-yazmayı iyi öğrenemediği(11) muhak­kaktır. Fakat daha sonra bu eksik­liği telâfi ettiği ve İslâm’a davet mektuplarının bir kısmını bizzat kendisinin yazdığı ve bir kısmını da kâtiplerine yazdırdığı bilinmektedir.

İslâm’ın doğduğu sırada nokta ve harekeden mahrum olan Arap ya­zısı oldukça basit idi. Kelimeler sa­dece sessiz ve uzun seslilerle göste­rilir ve çoğu zaman da yan yana ge­len sessiz harfler tek harfle yazılırdı. Kur’ân-ı Kerim âyetlerinin doğru yazılabilmeleri, idari zarûretler ve devletlerarası diplomatik münasebetlerin sağlıklı yapılabilmesi gibi ihtiyaçlar yazının ıslâhını zarûri kıl­dı. Birbirine benzeyen sessizleri yekdiğerinden ayırt edebilmek için noktalar ve kısa seslileri doğru okuyabil­mek için de harekeler konuldu. Nihâyet milâdî VIII. asırda bazı tekâ­müllerle günümüze kadar gelen bir yazı ve imlâ sistemi ortaya çıktı. (12)

İslâm’ın doğuşunda vahiy kâtiple­ri, Kur’an âyetlerini yazarlarken Ma’kıli-Şâmi karışımı olan Mensub yazısını kullanmaktaydılar. Daha sonra Nesh yazısına menşe teşkil e­decek yuvarlağımsı yazı (Şâmî) ise halk arasında gayr-ı resmî yazılarda kullanıldı. (13)

Siyer kitapları ve tarihlerin yaz­dıklarına göre Hz. Peygamber hicre­tin VI. yılında komşu devlet başkanlarına dine davet mektupları gönder­mişti. Bunlardan Bizans, Iran, Habeş, Mısır, Gassân ve Yemâme devletleri başkanlarına gönderilen mektuplar, bugün elimizde bulunmaktadır. Bu mektupların altı Hz. Peygamberin mührüyle mühürlenmiş ve bunlar özel elçilerle gönderilmişti. Ashâbdan Dıhye, Bizans İmparatoru Heraklius’a; Abdullah b. Huzâfe Iran hü­kümdarı Hüsrev Pervîz’e; Amr b. Ümeyye Habeş devlet başkanına (Ne. câşî); Hâtib, Bizans’ın Mısır vâlisi Mukavkıs’a; Şüca’, Gassân beyi Hâris’e ve Sâlit de Yemâme hâkimi Hevz’e gönderilmişti. Bunların dışın­da da Hz. Peygamberin çeşitli vesile­lerle yabancı devletlere mektuplar gönderdiği bilinmektedir.

  1. İslâmî Devirden Kalan Arap Yazısının En Eski Vesikaları:

İslâm’ın zuhurunun Arap yazısı­nın gelişmesini sağladığı bir ger­çektir. 610 tarihinden itibaren gel­meye başlayan Kur’ân âyetlerinin vahiy kâtipleri tarafından Mekke ve Medine’de dikkatlice yazılması, ilk Halife Hz. Ebû Bekir zamanında Zeyd b. Sâbit’in başkanlığındaki bir ko­misyon tarafından yazılanların kitap hâlinde toplanması ve üçüncü Halife Hz. Osman devrinde bu nüshadan vazifelendirilmiş bir heyet tarafın­dan istinsahlar yapılarak Kur’an nüshasının çoğaltılması ile Arap ya­zısı bir imlâya kavuşmuş ve büyük bir tekâmüle uğramıştır.

Mekke’de ilk Kur’an âyetlerinin geldiği sırada Kureyş’in baskısına rağmen Kur’an âyetlerinin yazılarak elden ele dolaştığı ve Medine’de vahiy kâtiplerinin sayısının 42’ye kadar çıktığı bilinmektedir. Bu vahiy kâ­tipleri Kur’an âyetlerini ince deri (Rakk) ve taşlar (Lihâf), hurma yapraklan (Asûbu’n-nahl) kâğıt parşümen (Kırtâs), papirüs, balmumlanmış ipek muşamba (Muhrak), de­ve, koyun kürek kemikleri ve tahta çanak çömlek parçaları üzerine ya­zarlardı. İslâm’ın ilk devirlerinde yaşamış bu hattatların yazdıkları Kur’an nüshalarının bir kısmı bugün dünya müze ve kütüphanelerini süslemektedirler.

İslâm’ın ilk devirlerinden kalmış olan Arap yazısının en eski bazı ör­nekleri olarak şu vesikalar gösteril­mektedir:

I — Hicretin 20 (M. 641) yılına ait meskûkât.

II — Hicretin 30 (M. 651) tarihi­ni taşıyan ve Hz. Osman’a ait olan mushaf-ı şerif. Bu mushaf, İstanbul’­da Türk-İslâm eserleri müzesi 457 numarada bulunmaktadır.

III — Yine’ Türk-İslâm Eserleri Müzesi’nde 458 ve 557 numarada ka­yıtlı bulunan ve Hz. Ali’ye ait oldu­ğu söylenen mushaflar.

IV — Topkapı Sarayı’nda 1411 numarada kayıtlı, ceylan derisi üze­rine, yazılmış ve Hz. Osman’a ait ol­duğu söylenen Kur’ân-ı Kerim.

V — Hicrî 31 (M. 652) tarihine ait ve bugün Mısırdaki Arap müze­sinde bulunan bir kitâbe.

VI — Kudüsteki Kubbetü’s-sahrâ’nın hicrî 72 (M. 691) tarihli kitâbesi.

VII — Hicrî 92 (M. 710–11) ta­rihli Kasr-ı Harrân kitabesi.

VIII — Tedmür’ün şimâlindeki Kasru’l-ahâvîn’de bulunan Hicrî 110 (M. 728–29) tarihli kitâbe.

IX — Ekserisi VII. asra ait olan ve bugün Viyana müzesinde bulunan Papirüs vesikalar.

II — Arap Yazısının İlk İnkişâf Seyri:

a) Nokta ve Harekelerin Konulması:

Hz. Osman zamanında istinsâh edilen Mushaflarda nokta ve hareke bulunmamaktaydı. Araplar kendi se­likalarına göre kırk küsur yıl Kur’ân-ı Kerlm’i noktasız ve hare­kesiz okudular, (14)

Arap olmayanların İslâm’a gir­meleri ve dillerinin Arapça olmaması sebebiyle Kur’ân-ı Kerîm’i okumada hataya düşme endişesi baş gösterdi. Bu yanlışlarla Kur’ân-ı Kerîm’in nassında da hataya düşülme korkusuyla hataya düşülmeyecek bir yol, sahih bir kıraat arandı. (15)

Bu vadide Kur’ân-ı Kerîm’e ilk noktayı koyanın Kitâbu’t-tabakât sâhibi ez-Zübeyr’e göre Ebû”l-Esved Düelî (69/688); İbn Şîrîn(v. 110/ 728)’e göre Yahyâ b. Ya’mer (v. 129/ 746); “el-Emsâr” sâhibi el-Câhız(v. 255/868)’a göre Nasr b. Âsim (v. 89/ 707)’dır. (16)

İbnu Kesir tefsiri zeylinde Mushaf’ın ilk noktalama işinin Haccâc(v. 96/714)’ın emriyle Yahya b. Ya’­mer ve Hasanü’l-Basrî (v. 110/728) tarafından yapıldıkları kaydedilmek­tedir, (17)

İsmâil Hakkı İzmirli bu mevzuu şöyle hulâsâ etmektedir: "İslâm’ın zuhuru esnasında Araplarda Hatt-ı Nebatî ile sonraları Hatt-ı Kûfî adını alan Hatt-ı Hîrî vardı. Bu hatlarda nokta yoktu. Kur’ân-ı Kerîm ve dinî metinler Hatt-ı Hîrî ile yazışma ve mektuplar Hatt-ı Nebatî ile yazılır­dı. Buna mebnî Hulefa-i Râşidin (râşid halifeler) zamanında mushaf-ı şerifte nokta, hemze, şedde gibi tezyînât yoktu. Abdu’l-Melik (v. 65/ 684) zamanında Nahv İlmini koyan Ebû Esved ed-Düelî isim, fiil ve har­fi birbirinden ayırmak için nokta ya­ni hareke vaz etti. Meselâ bir harfin evvelindeki nokta fetha, altındaki nokta kesre, âhirindeki nokta da zamme idi. Araplardan maadası için cim(…) ile ha(…), Be(…) ile te (…), se(…) gibi şekil­leri, birbirine benzer harfleri ayır­mak güçtü. Irak Emîri Haccâc, bunu nazar-ı itibara alarak yine Abdu’l- Melik (Emevî halîfesi) zamanında birbirine benzeyen harflerin birbirinden ayırt edilmeleri için bir alâmet konulmasını kâtiplerden istedi. Bu defa nokta vaz’ eden, yâni Ba(…) yı Ta (…)dan, Cim(…)i Ha(…)dan ayıracak bir alâmet koyan Nâsır b. Asım (v. 89/704) idi. Bu noktalamaya (i’câm …) denildi. Mushaf-ı şerif­teki nokta ve harekenin I. Hicrî asrın ortasından i’tibâren isti’mâl olun­duğunda ihtilâf yok ise de va’zı’ları (yâni nokta ve harekeyi koyanlar) üzerinde ihtilâf vardır. Ebu’l-Esved’in harekeyi, Nâsır b. Asım ile Yahyâ b. Ya’mer’in noktayı vaz ettikleri daha muhtemeldir.

Hemze, teşdîd, sıla, ravm, iş- mâm’ı vaz’ eden ve noktaların geri kalanlarını ikmâl eden, Hicrî II. asırda Halil b. Ahmed (v. 130/747) dir.(18) .

Muhammed Hamîdüllah ise, Kur’ân-ı Kerîm’in noktalanmasına Hz. Peygamber zamanında başlandı­ğını söylemektedir. (19)

Tarihi ma’lûmât bize Arap yazı­sının hareke ve noktalanmasında şu üç safhaların geçtiğini göstermekte­dir:

1— Birinci safhada kelime son­larında nokta veya küçük yuvarlak­lar şeklinde harekeler konulmuştur. Nokta veya küçük daire şeklindeki bu harekeler, ayrı renkteydiler. Me­selâ bu usulle:

(…) âyet-i kertmesi şu şekilde harekelenir: (…)

2— Birbirine benzeyen harfleri ayırt etmek için harfler noktalanmıştır. Bu noktalar, harflerle aynı renkteydiler.

Arap harflerinin noktalanması muhtelif safhalar geçirerek M.11 asrın sonundan önce tamamlanmış­tır.

3— Bugünkü harekelerin konul­ması: Nokta hâlindeki harekeler, H.II. asrın ortalarına kadar kullanılmış ve bu asırda bugünkü şekildeki harekeler doğmaya başlamıştır. Bu harekeleri Halîl b. Ahmed koymuştur. Halîl, bu harekeleri sesli harflerden ve harf-i medlerden almıştır, ötre, vavdan üstün meyilli eliften, esre de yâ’dan alınmıştır. Halil, daha sonra cezm ve teşdidi icat etmiştir. Teşdid, şedde(…) kelimesinin Şın (…) harfinden alınmıştır.

Filhakika Arapçanın henüz dev­let, kültür ve medeniyet dili olacak güçte olmadığı ilk devirlerde devlet dairelerinde Irak ve çevresinde Fars­ça, Şam, Mısır ve Kuzey Afrika’da Rumca ve Endülüste Latince kulla­nılıyordu. Emevî halîfelerinden Abdul-Melik b. Mervân, devlet dairelerinde ayrı diller, din hizmetleri ve vatandaşlar arasında ayrı dil kulla­nılmasının devletin ve Arapçanın geleceği bakımından sezdiği tehlikeleri bertaraf etmek için resmi muamelâ­tın Arapçalaştırılmasını istedi. (20)

Diğer taraftan Kur’ân-ı Kerim ve İslâm Dininin dili olması sebebiyle Arapçanın iyi korunması lüzumuna inanan ilim adamları Arapçanın Sarf ve Nahvini ortaya koydular. İş­te Ebû’l-Esved Düeli, Kur’ân-ı Kerim’e ilk noktayı koymakla kalmayarak Nahiv ilmini de ortaya koy­du. (21) Halil b. Ahmed ise Kur’ân-ı Kerîm’i doğru okumayı sağlayacak nokta ve işaretlerin yanında, ilk Arap lügat kitabını hazırladı, Arap şiirle­rini bahirlerine ayırdı, aruz ilmini ortaya koydu ve Ebu’l-Esved’in bı­raktığı yerden alarak bugünkü nahiv sistemini meydana getirdi. (22) Bun­lardan başka el-Esmâî, Ebû Zeyd el. Ensâri, Ebû Ubeyde Ma’mer b. el- Müsennâ, el-Kisâi, el-Ferrî, el-Mufadalü’d-Dübbî ve Sibeveyh’in Arapçanın gelişmesine yaptıkları hizmet­leri takdirle anmamak mümkün de­ğildir.

(1) Habîb Efendi, Hat ve Hattâtân, İst. 1302, s. 12.

(2) B. Moritz, Arap yazısı, İ.A. I., 498 vd.

(3) Corci Zeydân Medeniyet-i İslâmiyye Tarihi (Z. Megâmiz Ter.) İst. 1329, III, 98.

(4) Habîb Efendi, s. 13.

(5) İA. aynı yer.

(6) Hans Jensen, Die Schrift, Hamburg, 1935, s. 214.

(6a) Türk Ansiklopedisi, İst 1971, III, 247–48.

(7) İA. I, 499.

(8) M. Bedreddin Yazır, Medeniyet Âleminde yazı ve İslâm Mede­niyetinde kalem güzeli, Ank. 1972, I, 66.

(9) Belâzürî Ahmed b. Yahyâ, Futûhul’-Buldn, Kahire, 1319, s.459

(10) Tirmizi, 44; Ebû Dâvûd, 39, 16.

(11) Ankebût Sûresi, âyet, 48; Buhârî, 64, 45.

(12) Nihad M. Çetin, Arabistan (Dil), Küçük. Türk-İslâm An­siklopedisi, Fasikül, 2. İst. 1978, s. 140.

(13) Corel Zeydân III, s. 100.

(14) Ibn. Hallikân, Vefeyâttt’l-Â’yân, Kahire, 1310, I, 125.

(15) ez-Zerkân), Menâhil’u-l-irfân fi ulûmi’l-Kur’ân, Kahira, 1372, I, 400–401.

(16) Ebû Amri’d-Dânî, el-Mukni, s. 124–125.

(17) İbnu Kesîr Tefsiri Zeyli,- s. 26.

(18) Tarik-i Kur’ân, İst. 1956, s. 16.

(19) Kur’ân-ı Kerîm Tarihi, İst. 1965, 51–53.

(20) el-Vüzerâ ve’I-kuttâb, tahkiku Mustafa Sekkâ ve âharûn, Kahira, 1938, s. 39.

(21) Ahmed Haşan ez-Zeyyâd, Târihu’l-Edebi’I-Arabî, Kahire, tarihsiz, s. 206.

(22) Ahmed Emin, Duha’l-İslâm, Kahire, 1961, II, 290.