Makale

EBÛ CAFER ET-TAHAVİ HAYATI VE ESERLERİ

EBÛ CAFER ET-TAHAVİ HAYATI VE ESERLERİ

(H. 239–821 / M. 853–933)

Ahmet KABADUT

GİRİŞ

İmam Tahavî, Mısır’da yetişen âlimlerdendir. Yaşadığı devirde

Mısır’da Hanefiyye’nin reisi sayılmıştır. Şafii olan dayısı İmam Müzenî (v. 264)’den yetiştiği halde Hanefi mezhebini seçerek, burada ilk yerli Hanefi fakih-müctehidi olmuştur. Hem fıkıh hem de akaidde Hanefiyye’nin imamı sayılmış, kelâm üslûbuna bürünmeden Ehl-i Sünnet akaidini, selef metodu ile veciz bir şekilde hülasa ederek zamanımıza kadar gelmesini sağlamıştır.

Tarihte ilk fıkıh muhtasarını yazan, noterlik, mahkeme oturumları adabı ve arşivleme konularını işleyen, mezhepler arası ihtilaflara sebep olan delilleri tespit edip, mukayeseye imkân verecek şekilde hadis fıkhını işleyen, itikad esasları dışında ihtilâflara medar olan hadisleri bir araya toplayarak aralarında var gibi görünen ihtilafları işleyip bu sahada en geniş çalışmayı bizlere bırakan bir âlimdir.

Akaidde imam, fıkıh ilminde fakîh ve müctehid, hadis ilminde hâfız unvanlarını alan, mütekaddimin âlimlerinin sonu kabul edilen bu değerli kişiyi saydığımız özelliklerinden dolayı araştırma konusu yapmış bulunu­yoruz.

NESEBİ VE AÎLESÎ

Mısır’da doğan, büyüyen ve yine orada vefat eden İmam Tahâvî’nin ecdadı Yemenlidir.

Mısır’ı fetheden Amr b. el-As komutasındaki İslâm Ordusunda çeşitli beldelerden Müslümanlar vardı. Ri­vayetlere göre bu orduda Bey’atu’r- Rıdvân’a iştirak etmiş, yüzü aşkın Sahabî de bulunuyordu(1).

Mısır’a gelen bu mücâhidlerden bir kısmı, burayı beğenerek, kendi­lerine yurt edinmek istemişlerdi. Bu­raya yerleşmek isteyenler arasında Yemenli Hımyeri’ler, Ezdi’ler ve Ezdîlerin bir kolu olan Hacri’ler de vardı. Aynı zamanda Mısır’da vali olarak bulunan Amr b. As durumu halîfe Hz. Ömer (r.a.)’e bildirmiş, o da yerleşmelerine izin ver­mişti (2). Böylece imam Tahâvî’nin ataları, diğerleri ile birlikte, hicrî 21–22/643–644 m. yıllarında, yukarı Mısır’da el-Ciyze adı verilen yerleşme merkezini kurmuşlardı(3).

İmam Tahavi’nin nesebî, sağlam rivayetlere göre şöyledir: Ebû Ca’fer, Ahmed b. Muhammed b. Selâme b. Abdülmelik... El-Ezdi el-Hacrî et- Tahâvî, el-Mısrî’dir(4).

Nesebi hakkındaki rivayetler imam Tahavî’nin künyesi, nisbesi, adı ve babasının adında ittifak et­mekle beraber neseb zincirinin geri kalan kısımlarında ihtilaflıdır (5). Muasırımız olan İslâm biyoğrafistleri ise verdiğimiz rivayeti esas ola­rak kabul etmişlerdir (6).

İlk Emevî halîfesi Muaviye b. Ebî Süfyân devrinde (m. 661–680), Mısırda, bir ara vali olarak Ashâb-ı Kirâm’dan Mesleme b. Mahled (v.h. 62) bulunuyordu(7). Halife Mısır’daki bu valisine, “Ezdî ve Hadramî’lere, idari hususlarda, güvenmesini, zira onların güvenilir kimseler oldukları­nı” yazmıştı(8).

Bundan sonradır ki, Ezdî’lerin ordunun çeşitli kademelerinde asker ve komutan olarak hizmet ettiklerini görmekteyiz.

Tahavî’nin dedesi Selâme b. Abdülmelik’ten tarihler bahsederler. Selâme, Abbâsi halifelerinden Me’mun devrinde (m. 813–833.) İbrâhim b. el-Mehdî’nin isyanını du­yunca başkalarıyla birlikte halîfe Me’mun’a itaat etmeyeceklerini bil­dirmişler, o sırada Mısır’da vali o­larak bulunan Seriyy b. el-Hakem’i Mısır’dan sürüp çıkarmışlar, yerine Mısır valiliğine de kendilerinden biri olan Abdülaziz b. Abdurrahmân el- Ezdî’yi getirmişlerdi. Mısır’da bu is­yan epeyce devam etmiş, nihayet h. 203 yılında Selâme b. Abdülmelik ile oğlu İbrâhim —ki, Tahavî’nin amca­sı olmaktadır— bir savaş sonu esir edilerek Fustat’a götürülmüşler, aynı yıl orada idam edilmişlerdi (9).

Bunlardan Tahavî’nin ailesinin Mısır’ın ileri gelen ailelerinden biri olduğu anlaşılmaktadır(10).

Tahavî’nin yukarıda zikrettiği­miz İbrahim’den başka bir amcası daha vardı. Babasının arazisinde ziraatla meşgul oluyordu. Hakkında fazla bilgimiz olmamakla beraber a­dı bir miras taksiminde geçmektedir. Daha sonra da zikredeceğimiz gibi Tahavî ile İbn Tolun arasında bu miras olayının büyük değeri olacak­tır (11).

Tahavî’nin babası Muhammed b. Selâme’nin dedesi idam edildiği sı­rada yaşı küçüktü. Halife Mutasım, Mısır’ın bu isyanı hâdisesinde önemli rol oynayan Tahavî’nin ailesinin ‘Di. vanu’l-Cünd’deki vazifesine son vere­rek onlara verilmekte olan tahsisatı kesmişti. Tahavi ailesinin bundan sonra kendini ilme verdiklerini görüyoruz(12).

Tahavî’nin babası Muhammed b. Selâme Arap edebiyatına vâkıf, şiire meraklı bir kişiydi. Muhaddisîndendi. Tahavî babasından hadis rivayet et­miştir. Babasının vefatı hicri 264 o­larak bilinmektedir(13).

Tahavî’nin annesi, Büyük Şafi imamlarından Ebû İbrâhim İsmail b. Yahyâ el-Müzeni’nin kardeşiy­di(14). Müzenî’ler dedeleri itibariyle Îlyas b. Mudar’la Adnâni kabileler­dendi(15). Hakkında fazla bilgimiz olmamakla beraber, İmam Süyûtî, Mısır’da İmam Şafii’nin meclisinde bulunanları zikrederken Tahavî’nin annesini de sayar, fakat ismini zik­retmez. İsnevî ve Îbnu’s-Sübkî, Müzenî’nin İmam Şafii’den zekât husu­sunda bir rivayetin sahibi olan kız kardeşinden bahsederler ki, Müzeri’nin başka kız kardeşi bulunmadı­ğından zikredilenin Tahavî’nin anne­si olması ihtimal dâhilindedir (16).

Bu rivayetler bize göstermekte­dir ki, İmam Tahavî’nin ailesi hem anne tarafından hem de baba tara­fından bir ilim yuvası, Tahavî’de bu yuvanın çocuğuydu.

DOGUMU

Tahâvî’nin hayatından bahseden veya kısaca temas eden kaynaklarda İmam’ın doğum tarihinde ihtilâf var­dır. Bu hususta birkaç rivayet zik­redilmektedir:

Birincisi: Hicrî 239 yılında doğ­muştur, şeklindedir. Bu rivayetin aslı, Tahavî’nin çağdaşı ve arkadaşı olan büyük müverrih ve muhaddis Ebû Said İbn Yunus (v. 347 h.)’a dayanmaktadır. İbn Yunus: “Tahavî bana 239 yılında dünyaya gelmiş ol­duğunu söyledi” demektedir. İbn Yunus’un bu rivayetini el-Kuraşî, Ebu’l-Fidâ, Yakut el-Hamevî, Suyûtî, İbn Cevzî, İbn Asakîr, Taşköprüzâde, İbn Hacer ve Kasım b. Kutluboğa vermektedirler (17).

İkincisi: Hicri 238 yılında doğ­du şeklindedir. İbn Hallikan, Ebû İshak Şirazî ve İbn Asakîr’in aldığı bir başka rivayette budur(18).

Zehebî Tezkiretu’l-Haffaz’ında (III, s.808) hicri. 238 yılında doğdu demişse de Zehebî’nin bir başka ese­ri olan Siyeru A’Iâmi’n-Nübelâ’da birinci rivayet olan 239 yılını vermektedir (19).

İbn Hallikan da Vefeyat’ında (I/72), Sem’anî’den naklen 229 yılını vermektedir ki, bu da hatadır zira gerek Sem’âni’nin el-Ensâb adlı eserinin yazmalarında, gerekse aynı e­serin bir kısaltılmışı olan el-Lubab’da, doğum tarihi 239 olarak geç­mektedir(20).

Verilen tarihlerden hicrî 239 yılı en sağlamı olarak görülmektedir. Bu görüşümüzü Mısır Kadılarından Ebû Ali el-Cevherî(v. .250 h)’nin söz­leri de takviye etmektedir. Tahavî bineğine binmeden kendisi binmez, o inmeden de inmezdi. Kadı’ya neden böyle davrandığı sorulunca: “Bu ba­na vaciptir zira o bizim âlimimiz ve büyüğümüzdür. Kaldı ki bizden on bir yaş da büyüktür”, demişti (21).

YETİŞMESİ

İmam Tahâvî, Müslüman bir ana-babadan dünyaya gelmişti. Bu­nun gereği olarak da ilk ilmihal bil­gilerini ebeveyninden aldı. Tahavî’nin babası Muhammed b. Selâme (v. 264 h), İbn Haceri’l-Askalanî’nin de rivayet ettiği gibi “ehl-i din ve ehl-i hayr” bir kimse olup (22) yukarı Mı­sır’da yaşayan âlimlerden ve hadis ricâlindendi(23).

İmam Tahavi’nin babasından sonra önüne oturduğu ilk hocası Ebû Zekeriyya Yahya b. Muhammed b. Amrus oldu. İbn Amrus hakkında tabakat ve tarih kitapları fazla bilgi vermemektedir. Yalnız İbn Zolak’ın şu şehadeti de kâfidir. Diyor ki; “Ebû Zekeriyya Yahya b. Muham­med b. Amrus akıllı bir kimseydi. Ebû Ca’fer Tahavi’yi eğitti ve O’na Kur’ân’ı öğretti. İbn Amrus hakkın­da: “Mescid’de hiçbir direk yoktur ki, dibinde İbn Amrus bir hatim yap­mış olmasın!” denirdi(24).

Çok geçmeden İbn Amrus’un mesciddeki ders halkası Tahavî’ye dar geldi. Babası Tahavi’yi aldı, Fustat’ta ikamet etmekte olan dayı­sı Ebû İbrahim İsmail b. Yahya el-Müzeni (v. 264 h)’ye götürdü. Dayısı bu yeğenini yetiştirdi, O’na Şâfii fıkhını öğretti. Tahâvi dayısından hadis öğrendi, hatta imam Şafiî’nin es-Sünen’ini dayısından ahzederek ri­vayet etmiştir (25).

Dayısından ders aldığı zamanlar, da eski Kahire’de —yani Fustat’ta çeşitli âlimlerin ders halkaları vardı. Ayrıca bu dönemde Mısır’da kadı olarak bulunan Bekkâr b. Kuteybe bulunuyor, hadis ve Hanefi fıkhını okutanların başında geliyordu. Taha­vî, dayısının yanından ayrılır ayrıl­maz, Bekkâr’ın ve diğerlerinin ders halkalarına gidiyordu çünkü Kadı Bekkâr ile dayısı arasında vaki olan ilmi münazaralara sık sık şahit ol­muştu.

Mısır’a hicri 261 yılında Dımaşk’tan gelen vergi memuru ile yanında Ebû Ca’fer b. Ebî İmran geldi. Bu Hanefi fakîhi olan kadı Tahavî üze­rinde çok tesirli oldu zira Tahavî 20–21 yaşlarından itibaren dayısına muhâlefet etmeye başlamış ve dayısı vefat etmeden öncede —ki hicri 264’den evvel— Hanefi mezhebini seçmişti, ileride Tahavî’nin Hanefi mezhebine geçişi ve buna tesir eden amiller başlı başına bir bölümde in­celenecektir.

Tahavî’nin yaşı 25 olmuştu ki, babası ve dayısı aynı sene içinde h. 264’de vefat ettiler (26). Yaşı otuza varmadan ilmi ile meşhur olmuş, fetvalar vermiş, kendisini kabul ettirmişti. Mısır’da Tolunoğulları dev­letinin kurucusu olan Ahmed b. ToIun ile tanışmış, Emir’in oğlu Ebû’l- Ceyş’in bir şehadetini yazarken kul­landığı ifade ile temayüz etmiş, tak­dirler almıştı (27).

Tolunoğlu bir cami yaptırmış, o­nun vakfiyesini de Dımaşk kadısı Ebû Hazim’e yazdırmıştı. Tahavî bunda bir hata görmüş, bunun üzerine Tolunoğlu Tahavî’yi Şam’a gön­dererek Kadı Ebû Hazim ile temas ettirmiş, vakıf senedi düzeltilmiş, böylece Tahavî de bu kadı ile tanışa­rak bir zaman ona talebelik etmiştir(28).

Tahavî, Dımaşk, Ürdün ve Filis­tin kadılığı yapan Ebû Hazim’den ders almak için ayrıca h. 268’de Şam’a gitmiş, 269’da geri dönmüştü(29).

Tahavî’nin başka seyahatleri de vardır, Gazze, Askalan, Şam gibi bölgelere gitmiş, büyük âlim ve muhaddislerle tanışmış, onlardan riva­yetlerde bulunmuştur (30).

Mısır’a Hanefi fakihleri umumi­yetle kadılık vesaire gibi res­mi vazifelerle gelenler kanalıyla girdiği halde, ilk olarak bir Mısır’ın yerlisi tarafından Hanefi mezhebi temsil edilmeye başlanmıştır.

ALDIĞI RESMÎ GÖREVLER

Ebû Ca’fer Tahavî’nin kadılara bağlı, kadıların yardımcı memurları hüviyetini taşıyan, görevlerde bulun­duğunu güvenilir kaynaklar bizlere bildirmektedir. Bundan evvel kadılık ve kadılara bağlı memurlar ile ka­dıların görevleri hakkında bilgi ver­mek yerinde olacaktır.

Tahavî’nin yaşadığı devirde Mı­sır kuvvetli ve dirâyetli kadılar gör­dü. Kadılığın önemi O’nun taşıdığı salahiyetten gelmektedir.

İslâm Devleti’nin ilk devirlerin­de, dört halife devrinde, vilayetlere kadılar, valiler tarafından tayin e­dilirdi. Mısır’a ilk kadı olarak Kaya b. ebu’l-As (vh. 23), gelmiş, daha sonra Mısır valisi Amr, Osman b. Kays’ı tâyin etmiş, Hz. Osman (r.a.)’ın şehadeti sonrasına kadar kalmış­tır(31).

Kadıların valiler tarafından ta­yini Abbâsiler’e kadar devam etti. Abbâsiler iş başına gelince Mısır’daki nüfuzlarını kuvvetlendirmek için kadıların nasbını kendi salâhiyetleri dâhiline aldılar. Hilâfet merkezi ta­rafından Mısır’a ilk tayin edilen kadı Abdullah b. Lehîa el-Hadramî oldu, Hicri 155–164 arası görev yaptı (32).

Bir mezhebe mensup olarak bili­nen ve Mısır’a Hanefi olarak ilk gelen kadı ise İsmail b. Elyesa’ el-Kindî ol­du. Hicrî 164–167 yıllan arasında görev yaptı. Meşhur fakîh Leys b. Saad el-Mısrî, kadıyı vakıflar mevzuundaki görüşünden dolayı Halife’ye şikâyet etmiş bunun üzerine kadı gö­revden alınmıştı (33).

Kadıların görevlerini şöyle sıra­layabiliriz; Davalara bakmak ve çözümlemek, şeklinde tarif edebileceği­miz adli görev, hakkı sahiplerine ver­mek olarak tarif edebileceğimiz icra görevi, mallarına sahip olamayacak durumda olan yetim, mecnun, mahcûr, sefih ve sabilerin mallarını ko­rumak, vakıflara nezaret etmek, va­siyetleri yerine getirmek, cezaları infaz ve icra etmek, şehrin emniyet ve asayişi ile belediye görevlerini yürütmek, şahit ve yardımcıları -kendi yardımcılarını ve memurla­rını— kontrol etmek (34).

Bu kadar ağır görevleri yapan kadıların yardımcıları ve maiyetin­de istihdam ettiği memurları vardı. Tespit edebildiğimiz kadarıyla bili­nen yardımcıları ise, müftüler, ve­killer, savcılar, noterler, zabıt kâtipleri, feraiz ve icra memurları, mübaşir, müzekki ve tercüman, bunlar­da kaza işlerinde yardımcı memur­lardı. (35).

Yukarıda da zikrettiğimiz gibi kadılar hilâfet merkezince tayin edildiğinden, Mısır’da kadılık maka­mına oturanların tamamı Mısırlı değildi. Yabancıydılar. Ancak kadılar vekillerini ve yardımcı memurla­rını mecburi olarak yerli kimseler­den ehil olanları seçiyorlardı.

Tahavi’nin ilk hocası dayısıydı. Dayısı İsmail b. Yahya el-Müzeni’den mahkeme adabı, kuyûdat —mahâdır ve sicillât— mevzuunda yetişmiş ol­ması Tahavi’nin Mısır kadıları yanında çalışmasına imkân hazırladı. İmam Tahavi’yi ilk olarak aldığı gö­rev Kadı Bekkâr b. Kuteybe’nin kâtipliğiydi. Aynı zamanda bu kadı Tahavî’nin, tesirinde kaldığı en bü­yük hocalarından birisi oldu. Tahavi İbn Kuteybe’nin kâtipliğini yaparken bu resmi vazifeler hususunda daha da yetişmiş oldu(36) .

Bekkâr İbn Kuteybe’nin hicri 270’de vefatı üzerine yedi sene kadar kadılık makamı boş kalmış bu arada kadılığa Muhammed b. Şazan el-Cevherî vekâlet ederken Tahavî Divan-ı Mezâlim’e bakan Muhammed b. Abde’nin vekili oldu (37). Daha sonra Mısır kadısı nasb edilen İbn Abde’nin önce kâtipliğini yaptı sonra da naibi oldu (38). Hicrî 283 yılında kadılığa Muhammed b. Süleyman’ın gelmesiyle işi son buldu. Nihayet 292 yılında kadılığa tayin edilen, Süyûtî’nin müçtehitler meyanında zikrettiği (39) Ebû Ubeyd ibn Harbuye’nin zamanında da Şuhûd ve Udûl olarak vazife yaptı (40). Hicrî 306 yılında Udûl olarak meşhurlar arasında zikredilmektedir(41).

Hicri 311 yılında kadılıktan az­ledilen İbn Harbûye’nin yerine tayin edilen Abdullâh b. İbrâhim b. Mükrim Mısır’a gelemeyince bu vazifeyi naiplerle yürütmek istemişti. Bu ma­kam için aday gösterdiği dört fakih­ten biri de Tahavî idi. Tahavi’nin bunu kabul etmediğini, ömrünün bun­dan sonrasında, vefatına kadar ted­ris ve telif ile meşgul olduğunu gö­rüyoruz (42).

İmam Tahavî’nin saydığımız gö­revlerde bulunması, onun fıkhın görevlerini ilgilendirdiği dallarında mütebahhir olmasına, kıymetli eserler vermesine, hatta yazdıklarını uygulama fırsatı bulmasına sebep olmuştur.

DEVRİNDE MISIR’IN SİYASÎ VE ÎCTİMAÎ DURUMU

Tahavî’nin yaşadığı seksen iki yıllık ömür, Abbâsî Devleti’nin ikinci yüzyılına tesadüf eder. Abbâsîler ilk yüzyılda hükümdarlıklarının en güçlü devirlerini yaşadılar. Emevî saltanatı ne denli Arap unsurlara dayandıysa, Abbasi saltanatı aynı derecede Arap olmayan unsurlara dayanmış, bunlardan kuvvet alarak ayakta durabilmişti.

Bağdat merkezli Abbasilerin bu Arap olmayan unsurlara dayanma­sı, halifelerin İranlılara ve Türklere aşırı bel bağlamaları, Abbasî Devle­ti’ni daha kuruluşunun ikinci asrın­dan itibaren içten çökertmeye başla­dı. Eyaletlere gönderilen veya emirlerine eyaletler verilen askeri valiler, ya müstakil hareket ediyorlar ya da halifelere korkulu rüyalar göstermeye başlıyorlardı.

Halifeler nezdinde Arap olma­yan unsurlar içinde Türkler, özel bir mevki edinmişlerdi. İbn Hurdadbih’e göre, Horasan valisi Abdullâh b. Tahir, Horasan’ın haracını halifeye gönderirken Oğuzlar (Guziyâ)’dan da 2.000 esir göndermişti ki, bu esirler arasında halife Me’mun’un komutanlarından ve daha sonraki yıllarda Mısır’da Tolunoğulları Devlet’nin kurucusu olacak o­lan Ahmed’in babası Tolun’da vardı. (43).

Abbasî halifelerinin yedincisi o­lan Mu’tasım (m. 833–842) Türklere fazlaca güvenmişti, bunlardan teşkil ettiği özel askerinin sayısı da 20.000’e varmıştı (44). Bu halife ile birlikte Türkler askerî valiliklere tayin edilmeye başlandı. Tayin edi­len askeri valiler kargaşa olursa ora­ya gider, isyanı bastırır, dönerlerdi. Umumiyetle Bağdat’ı terk etmezler, eyaletlerini vekilleri ile idare eder­lerdi(45).

Mısır, Abbasî Devleti’nin en faz­la karışıklık çıkan valiliklerinden biriydi. Halife Mu’tasım veliahtlığı devresinde Mısır’da valilikte bulun­muştu. Halife olunca Mısır valiliğine Eşnas et-Türkî’yi tayin etti, yıl h. 219/834 m. idi(46). Eşnas h. 230/ 844 veya 845’de vefat edince yerine bir başka Türk olan Inak vali ol­du, halife Mütevekkil devrine kadar devam etti, Inak halife Mütevekkil için tehlike arz edince bu vali —ön­ce görev alanı genişletildi— sonra da 235/848 m. de öldürüldü. Bu se­fer Mısır’a vali olarak veliaht Muntasır geldi, babası ile arası açılınca azledildi, Mısır valiliği bu sefer bir başka Türk’e, Fetih b. Hakan’a ve­rildi. Hicri 242–247/856–861 m. yılları arasında vali olan Fetih b. Hakan Mısır’ı vekili, Yezid b. Abdullâh et-Türki eliyle idare etti(47). Yezid’in fiili valiliği daha sonra devam etti. Bunun valiliği sırasında Mısır içer­den ve dışardan kaynadı, nihayet kı­sa bir süre de Müzahim b. Hakan va­lilik yaptıysa da h. 254/868 yılında vefatı ile birlikte Tolunoğlu Ahmed tarih sahnesine çıktı (48).

Yezid’den sonra bir ara Mısır’a vali tayin edilen Uzcûr et-Türki hac maksadıyla Mısır’dan ayrılınca, bu vilayet boş bırakılmadı, yerine Hicri 254 yılında Ahmed b. Tolun resmen vali tayin edilmişti. Tolunoğlu, idarî durumu ve gönderdiği vergilerle bir­den Halife’nin gözüne girmiş, çok geçmeden de müstakil bir Emir gibi hareket etmeğe başlamıştı. Müstakil emir olarak bağımsızlığını Halife’ye kabul ettirmesinde, şüphesiz ki, Mı­sır’ın Türkler İçin Samarrâ’dan son­ra İkinci bir üs haline gelmesinin önemli rolü vardır (49).

Tolunoğulları hânedânı Mısır’da h. 292/904 m. yılına kadar hüküm sürmüştü. Bu hanedanda beş kişi iş­başına gelmişti. Şunlardır:

Ahmed b, Tolun : 254-270 h.

Humarûye b. Ahmed : 270-282 h.

Ebu’l-Asakîr, Ceyş b. Humârûye: 282–283 h.

Hârun b. Humârûye: 283–292 h.

Şeyban b. Ahmed b. Tolun: 292 h, (Safer 29’a kadar).

Bu hânedân söndükten sonra Mısır’ın idaresi yine Bağdat’tan ta­yin edilen, Bağdat’a resmen bağlı valiler tarafından yürütülmüştür ki, Tahavi’nin vefat ettiği yıl Mısır’da vali olarak Vaîd Tekin et-Türkî bulunuyordu, hicri 321 (50). Aynı yıl bu vali de ölmüştür.

Mısır’a kadılar hilâfet merke­zince tayin ediliyordu. Tahavî’nin ilk tanıdığı kadı, aynı zamanda yıllarca hocası olan Bekkâr b. Kuteybe idi. Tahavî ile Mısır kadıları arasında kuvvetli bağlar mevcut olduğundan, kadılık makamında bulunanları say­makta faide vardır. Tahavî’nin ve­fatına kadar Mısır’da kadılık yapan­ları el-Kindi şöyle vermekte­dir(51):

Bekkâr b. Kuteybe: h. 246–270 (Bu kadının vefatı ile Mısır yedi sene resmi kadısız kalmış, ancak Muhammed b. Şazan el-Cevherî gibi vekiller vazife yapmıştır.)

Muhammed b. Abde : 277-283 h.

Ebû Zür’a Muh. b. Osman: 284-­292 h.

Muh. b. Abde (2. defa): 292–293 h.

Ebû Ubeyd îbn Herbûye: 293-­311 h.

Ebu’z-Zikr Muh. b. Yahya: 312 h.

İbrahim b. Muh. el-Kunderî :313 h.

Abdurrahman b. İshak el-Cevhe-ri: 313 h. - Ahmed b. İbrâhim b. Hammad: 314 h.

Abdullâh b. Ahmed b. Zebr: 316 h.

Ahmed b. İbrâhim b. Hammâd (2. defa) : 317 h.

Abdullâh b. Ahmed b. Zebr (2. defa) : 320 h.

İşmail b. Abdulvâhid el-Mukaddesi : 321 h.

Ahmed b. İbrahim b. Hammâd (3. defa) : 321 h.

Şurası bir gerçek ki, Mısır hal­kının huzur ve refahı açısından Tolunoğulları devresi çok önemlidir. Şam ve Filistin bölgelerinde karı­şıklıklar olmuşsa da Mısır halkı bun­dan pek müteessir olmamış, Tolunoğullarının giriştikleri imar hare­ketleri ayrıca halkı memnun etmiştir. Bu hânedân Camiler, hastaneler gibi umumun faydasına hizmet eden müesseseler kurmuşlar, fukarayı gö­zetmişler, ilim adamlarını —istisnalar hariç— umumiyetle korumuşlar ve kollamışlardır.

Amr b. el-As zamanında kurul­maya başlanan Fustat şehri, Tolunoğulları devrinde en şaşaalı zamanını yaşamış, o zamanda inşa e­dilmiş bulunan Tolunoğlu Camii, ma­mur bir halde günümüze kadar gelmiştir hatta meşhur coğrafya âlimi Mukaddesi’nin bildirdiğine göre Mısır, —özellikle Fustat—, Bağdat’ı gölgede bırakacak şekilde gelişme göstermiş, Bağdat’tan sonra en bü­yük ve kalabalık şehir halini almış­tır (52). İkinci bir büyük şehirde İskenderiye olmuştu. Ziraat ve zanaatla meşgul olan halkın refah seviyesi yükselmiştir (53).

Mısır halkını, buranın fethinden sonra gelip yerleşen ekseriyeti Ye­men asıllı olan Kahtâni ve Adnanilerle, yerli halk Kıptiler teşkil edi­yordu. Kıpti halk genellikle köylerde oturmaktaydı. Hicrî dördüncü asrın sonlarına kadar da Kıptiler arasında Arapça, dil olarak, çoğunluğun dili olamamıştı. Kıptiler din ve dil husu­sunda bir cebir ile karşı karşıya gelmemişlerdi.

Tahavî’nin yaşadığı asırda Mı­sır’ın siyasî ve içtimâî durumu kısaca bundan ibaretti.

ÎLÎM ÎÇÎN SEYAHATLERİ

Hicrî ilk üç asırda ilim için, ö­zellikle hadis için, seyahatler oldukça meşhurdu. Tabii ki bu seyahatlerin çoğu “hadis talebi” için yapılmak­taydı. Fıkıh tahsili için o kadar gez­me gerekmiyordu ama Tahavî aynı zamanda muhaddisindendi. Zehebî gibi büyük âlimler Tahavî’yi hadis ha­fızları meyanında zikretmişlerdir (54).

Tahavî’nin Mısır dışına ilk çıkışı hicri 268 yılına rastlamaktadır. Tolunoğlu Ahmed, Mısır’da bir cami ve hastane yaptırmış, bunlara da bir vâkıf tesis etmek istemişti. Vakfın vesikalarını Dımaşk’da Hanefi Başkadısı Ebû Hazim hazırlamıştı. Ve­sikaların tetkiki için Tolunoğlu Şurût âlimlerini toplamıştı. Ta­havî vesikada hata görmüş, hatayı açıklaması istenince de, "Ebû Hazim fakîh bir insandır, bu hususu onunla müzakere etmeden hakkında konuş­mak doğru olmaz," demişti. Ahmed b. Tolun da Tahavî’yi bu ilmî tetkik için Şam’a göndermişti(55).

Bu resmî vazifeyle çıkışında Tahâvi’nin yaşı 29’du. Bu münase­betle Şam’a gelmiş, Ebû Hazim’den ders almış, daha sonra da Küdüs, Gazze, Askalan ve Taberiyye’ye git­miş, buralarda bulunup daha önce görüşmediği muhaddislerden de hadis almıştır (56). Hicrî 269 yılında da tekrar Mısır’a dönmüştür.

Bu seyahatinden başka yerlere gidip gitmediği bilinmemektedir. Yal­nız Hicaz’a hac için gittiği tahmin edilmektedir zira buna dair de bir kayıt mevcut değildir. Her Müslümana, şartlar bulunduğunda hac farz olduğundan, hac seyahati de normal kabul edildiğinden zikredil­memiş olabilir zira hocaları arasında Hicazlılar da vardır(57).

Tahavî’nin ilmî otoritesi, kadıların yanında bulunan mevkii ve aldığı resmi görevler, onun Mısır’a gelen büyük alimlerle görüşme fırsat ve im­kanını her zaman vermiştir. Bunun içindir ki, Tahavî’nin şeyhleri arasında Mısırlılardan başka Yemenliler, Hicazlılar, Basralılar, Kûfeliler, Ho­rasanlılar ve başka diyarlardan kim­seler vardır.

HOCALARI

İmam Tahavî’nin hocaları çok­tur. İmamın muhaddisinden oluşu ve yaşadığı devrin özelliği gereği o­larak hocalarının ekseriyetini hadisçiler teşkil ediyordu.

Tahavî’nin üstatlarını araştır­ma konusu yapan âlimler çıkmış, bu hususta müstakil eser verenler ol­muştur. Tahavî’nin şeyhlerini araş­tırıp bu konuda ilk eser veren şahsın Ab’dülazîz b. Ebî Tahir et-Temîmî ol­duğunu kaynaklar bildirmekte ise de bu âlimin eseri halen ele geçme­miştir (58). Ayrıca eserlerinde zikre­dilen râvîleri bahis konusu yapan ve bu hususta ilk eser veren, verdiği eser de el yazma halinde mevcut olan âlim de, Hanefi tabakatına dair gü­zel bir eseri bulunan Muhyiddîn Abdulkadir el-Kuraşî’ (h. 696–775)’dir. El-Hâvî fî beyan-ı âsâri’t-Tahâvî adı­nı taşıyan bu eserin el yazma bir nüshası Mısır, Daru’l-Kütübi’l-Mısrıyye, hadis bölümü, No: 195’de ka­yıtlı ve mevcut olduğumu da öğrenmiş bulunuyoruz (59).

Buhari şârihi el-Aynî (v. 855/ 1451 m)’de bu konuda eser vermiş, kitabına, Maânil-Ahbâr fi Esasi Ri­cali Maani’l-Asar adını koymuş­tur (60). Hindli âlimlerden Rüşdullâh Şah Sindehî (v. ?) araştırmış, Keşfu’l-Estâr adını tanıyan bu eser Delhi 1349 h. de basılmıştır (61). Yine Hind âlimlerinden, "Teblîğ Cemâati Başkanlığı" yapan, Muhammed Yu­suf Kandehlevî (v. 1384 h.) Emani’l-Ahbâr adıyla yaptığı şerhin mu­kaddimesinde hocalarını sıralamış, bu eserinin ilk iki cildi Delhi 1349’da taşbaskı olarak yayınlanmıştır(62).

Kandehlevî, Tahavî’nin hocala­rını ve hadis aldığı âlimleri tespit etmiş, yalnız Maani’-Asar ile Müşkilü’l-Asâr’ında mevcut olanların sa­yısını 88, yalnız Maâni’l-Asar’da zik­redilenleri 20, yalnız Müşkil’de bu­lunanları 135, bu iki kitabının dışın­da kalan eserlerinde zikredilen ho­calarının sayısını da 23 kişi olarak tespit etmiş ki, hocalarının toplam sayısının 272 kişiye vardığını gör­mekteyiz (63).

Kevserî’de el-Havî adlı eserinde ho­calarının bir kısmını alfabetik sıra ile saymıştır. Tahavî’nin Kitabu’ş-Şurut’ını mastır çalışması olarak iş­leyen Ruhi Özcan’da yukarıda verdi­ğimiz 272 kişiden 150’sini tespit et­miş ve isimlerini sıralamıştır (64).

Bizim konumuz daha ziyade Tahâvî’nin fıkıh cephesi olduğundan hocaları arasında fıkıh yönü ağır basanları, bir de hadis ilminde bü­yük değeri olanların bazılarını say­makla iktifa edeceğiz. Şüphesiz ki, hocaları arasında üç tanesi vardır ki, Tahavî’nin yetinmesinde en büyük rolü bunlar icrâ etmişlerdir. Bunlar da dayısı İmam Müzeni, Kadı Bekkâr ibn Kuteybe ve Ebû Ca’fer b. Ebî İmran’dır.

1 — Ebû İbrahim, İsmail b. Yahya el-Müzenî (h. 175–264/791­877): İmam Şâfii’nin Mısır’da yetiş­tirdiği büyük ashabından, üç kişiden birisidir. Tahavî’nin de aynı zaman­da dayısıdır. Büyük müçtehitlerdendi, imam Şafii’ye muhalif içtihatları vardı (65) Müzeni için Şafii, “Mezhe­bimin dayanağı, yardımcısıdır”, demişti (66). Şafiilere göre yapılan fukahanın taksiminde İmam Müzeni, mutlak müntesip Müçtehit olarak zikredilir. Müzeni zekâsının kes­kinliği, kıyasa yatkınlığı, ince ma­nalara dalışı, keskin görüşü ve mü­nazarasındaki kuvvetiyle tanınırdı. Bu yüzdendir ki, İmam Şafii Müzeni için, "Eğer Şeytan’la münazara yap­sa onu da yener”, demişti. İmam Nevevî, Müzenî’nin kendine mahsus bir mezhebi olduğundan bahsetmek­tedir(67).

Tahavi çocuk yaşta dayısının öğrencisi olmuştur. İmam Şâfii’nin Müsned’ini dayısından ahzetmiş, ri­vayet etmiş, Tahavî’nin bu rivayeti olan nüsha da basılmıştır. Müzeni’nin kıymetli eserleri vardır. Camiu’l-Kebir, Camiu’s-Sağîr, el-Muhtasar, Nihayetu’l-İhtisâr, el-Mensûr, el-Akarib, el-Vesaik eserlerinden bazılarıdır. Tahavi’nin Hanefi mezhebine geçişi kısmında da temas edeceğimiz gibi Kadı Bekkâr ile Müzeni arasında o­lan münazaraların Tahavi üzerinde büyük tesiri olmuştur.

Müzeni bir meseleyi halledince onu Muhtasar’ına yazar, sonra da kalkar iki rekât nafile namaz kılar­dı. Cemaate devam eder, Cemaatle namaza yetişemezse aynı vaktin na­mazını yirmi yedi defa kıldığı rivayet edilir. Müzeni’nin kıyastaki özelliği İmam Şâfii’nin de şehadeti ile müsel­lemdir. Münazara kuvveti, vesaik hususundaki bilgi kuvvetli olduğun­dan Tahavî’nin bu sahada yetişmesine en büyük amillerden biri olmuş­tur. İkinci sebep de Tahavî’nin Kadı Bekkâr îbn Kuteybe’nin öğrencisi oluşu ve Şurut ve vesaik ile ilgili uygulama alanları olan devlet me­muriyetlerinde resmen görev almış olmasıdır (68).

2 — Kadı Bekkâr ibn Kuteybete’l-Basrî: (182-270/796-884 m) Ta­havi üzerinde müessir olan bu hoca­sı h. 246 yılında Mısır’a kadı olarak gelmişti(69). İmam Ebû Yusuf ve İmam Züfer’in talebelerinden olan Hilalu’r-Re’y’den fıkıh almıştı. Mı­sır’da kadı olarak vefatına kadar kaldı. Mısır halkı ve devlet ricali Bekkâr’ın ilminden ve kadılık mes­leğini icrasından çok memnundular. Zühd ve takvası, diğer güzel ahlak vasıflarından dolayı da büyük sevgi beslerlerdi. Ahmed b. Tolun bile za­man zaman onun Amr Camiindeki ders halkasına iştirak ederdi hatta İbn Tolun kadıya yıllık maaşından ayrı olarak bin dirhem verirdi.

Kitabu’ş-Şurût, Kitabu’l-Mahadır ve’s-Sicillât, Kitabu’l-Vesaik ve’l-U’hûd adında eserleri vardı. Tarihçi İbn Zolak’ın bildirdiğine göre Kadı Bekkâr, Müzeni’nin el-Muhtasar adlı eserini okumuş, bu kitapta Ebû Hanife aleyhine redlerin mevcut oldu­ğunu görmüş, Müzenî’ye adamlar göndererek bu kitaptaki akvalin sa­hibinin kendisi mi yoksa iman Şafii mi olduğunu sordurmuştu. Müzeni, bu akvâlin Şafii’ye ait olduğunu, kendisinin de rivayet ettiğini ifade etmesi üzerine, er-Reddü ale’ş-Şafii adlı bir eser yazmıştı (70).

Daha Kadı olarak Mısır’a ilk a­dım atışında, azledilen kadı Muhammed b. Ebi’l-Leys ile konuşmuş, Mı­sır’da mevcut ilini adamlarını öğren­mişti. Çok geçmeden bir cenazede İmam Müzenî ile tanışmış, daha son­ra da Tahavî üzerinde büyük tesir icra edecek olan ilmî münazaralara başlamıştı. İmam Şâfii’nin de şehadet ettiği gibi Müzenî kıyasta maharet sahibiydi. Kadı da Basra-Kûfe —Re’y ve Kıyas— ekolünün bir mü­messiliydi. Bu ikisi arasında birçok münazaralar olmuş, Müzenî bu yüz­den Hanefî fıkhına dair tetebbuatta bulunmuştu. Bu münazaralar ve Tahavî üzerindeki ettiği tesir üzerinde, tezimizin “Tahavî’nin Hanefi Mez­hebine Geçişi ve Sebepleri” bölümün­de durulacaktır.

Başlangıçta Tolunoğlu Ahmed’in saygı duyduğu ve ilim meclislerine iştirak ettiği Kadı Bekkâr ile daha sonra —Tolunoğlu’nun siyasî bir fetva talebi üzerine —araları açıl­mış, Kadı Bekkâr hapsedilmiş, ha­piste bulunan kadının yerine bu mesleği vekaleten Muhammed b. Şâzân el-Cevherî yürütmüştü. Ka­dı bu halde iken 88 yaşında vefat et­miş, Mısır’da Kurâfe kabristanı­na defnedilmişti (71).

Kaynaklar, kabrinin bir ziyaret mahalli olduğunu —Aliyyu’l-Kari bile— kabri yanında yapılan duala­rın kabul olunduğunun söylenildiğini yazarlar. Başta Müzenî olmak üzere bütün âlimler ve Mısır halkı hakkın­da hüsn-i şehâdette bulunmuşlar­dır(72).

3 — Kadı Ebû Ca’fer, Ahmed b. Ebî İmrân Musa b. İsa (v. 280/893): İmam Suyutî Bekkâr’dan sonra Mı­sır kadısı olarak zikrettiği bu âlim(73), Mısır’a Hatibû Bağdadî’nin bildirdiğine göre 260 h. de Mı­sır’a gelmiş, vefatına kadar, yirmi sene burada ikamet etmiştir (74). Bil­gin ve faziletli bir kimseydi. Mısır’­da kaldığı dönemde engin ilmi, olgun aklı, herkese karşı gösterdiği teva­zuu ile insanların sevgisini kazanmış, kalplerinde yer etmiş onların duygu­larına hâkim olmuştu. Bu âlimin fı­kıh ve hadis meclisleri vardı, öğren­cilerine bir mesele hakkında bütün mezheplerin görüşünü ortaya koy­makla birlikte, Hanefi fıkhını öğreti­yordu. Ortaya koyduğu görüşlerde, meselenin tartışılmasında mezhepler arası mukayeseler yapılır, nihayet ka­dı iminin vüsati ile öğrencilerine üs­tün gelir, onlarrı anlayamadıklarını aklı ile çözerdi(75).

Devamı gelecek Sayıda

(1) Mısır’a gelen ve orada ikamet eden Sahabiler hakkında müstakil eserler yazılmıştır. Bu eser sahiplerinden ikisi Muhammed b. Rebi el-Ciyzi ile İmam Süyûtli’dir. Süyûti’nin eseri, “Durru’s-Sehâbe Fî men de hale Mısra Mine’s-Sahabe” adını taşır. Ayrıca bkz. Suyûti, Husnü’l-Muhadara, I, 72, Mısır 1327 tab’ı.

(2) Abdülmecid Mahmud, Ebû Ca’fer et- Tahivî ve Eseruhu fi’l-Hadis, s. 44, Kahire 1975.

(3) İbn Dokmak’ın el-İntisar, IV, 125–126 (Bulak 1309)’dan naklen aynı eser, s. 44, (4 no’lu dipnot).

(4) İbn Hallikan, . Vefeyâtu’l-A’yan, I, 71; Beyrut 1968, nşr. Dr. İhsan Ab­bas.

(5) İbn Nedim, el-Fihrist s, 292 (Bey­rut 1978), el-Kureşi, el-Cevahiru’I- Mudîe, I, 271 (Kahire 1978, Dr. M.A. el-Huluv neşri). Kasım b. Kutluboğa Tâcü’t-Terâcüm, s. 8, (Bağdat 1962), Ibn Hacer, Lisanu’l-Mizan, I, 274, (Hindistan 1329), Luknevi, el-Fevaidu’l-Behiyye. 31. vd.

(6) ez-Zirikli el-A’lâm, I, 197 (Beyrut (1969), Ömer Rıza Kehhâle, Me’cemu’l-Müellifin, I, (Beyrut ofset). İslam Ansiklopedisi, Tahavî md.

(7) İbn Hacer, el- İsabe, vı, 116­118, (Mısır 1972),

(8) Abdulmecid Mahmud, Ebn Ca’fer, s. 44; İbn Hacer, el-İsâbe vı, 117.

(9) Abdulmecid Mahmud, ayn esr. s. 66, İslâm Ansiklopedisi, Mısır ve Tahavi md.

(10) Abdülmecid Mahmud, áyn. eser, a. 57, İA, Tahavî md. XI, s. 628.

(11) İbn Hacer, Usânu’l-Mizan, I, 2279.

(12) Abdülmecid Mahmud. Ebû Ca’fer, s.57.

(13) el-Kuraşi, el-Cevâhiru’l-Mudîe, I, s. 274; İbn Hallikan, Vefeyâtu’l-A’yan, I, s. 72 İbn Hacer, Lisânu’l-Mizân, I, s. 279–280.

(14) İmam Müzeni hakkında, ileride, İ­mam Tahâvi’nin hocaları ile ilgili kı­sımda geniş bilgi verilecektir.

(15) İbnu’l-Esir el-Cezeri, el-Lübâb Fî Tehzibi’l-Ensab, III, s. 205.

(16) Süyûti, Hüsnü’l-Muhadara, I, s. 167. (Kahire 1327); Abdulmecîd Mahmud, Ebû Ca’fer, s. 59–60.

(17) el-Cevahirul-Mudie I/273; el-Muhtasar II/79; Mu’cemu’l-Buldân IV/22 Husnu’l-Muhadara I/161; el-Muntazam VI/250; Tabakâtu’l-Fukahâ s. 58, Lisanu’l-Mizan I/274; Tâcu’t-Teracüm s. 8.

(18) Vefeyütu’l-A’yân I/72, Tabakâtu’l- Fukahâ s. 142.

(19) A. Mahmûd, Ebû Ca’fer et-Tahavî, s. 53–54.

(20) Bkz. Îbnu’l-Esir el-Cezeri el-Lübab, I/46, 343–344, II/275–276, Ayrıca bkz. el-Vülât ve’l-Kuzât li’l-Kindi’den naklen Ebû Ca’fer et-Tahavi, s. 64.

(21) İbn Hacer Lisanu’l-Mizân 1/281, NESİL Sayı 44 sh. 42.

(22) İbn Hacer, Tehzibu’t-Tehzib, VIII/ 181; el-Kûraşi, II/615.

(23) Kandehlevi, Emanî’l-Ahbâr, s. 23, (Şerhu Maani’l-Asar mukaddimesi).

(24) İbn Hacer Lisanu’l-Mizan, I/181.

(25). Tahavî’nin rivayet ettiği Sünenu’s- Şafii, Mısır 1315’de basılmıştır.

(26) İbn Hallikan, Vefeyât I/92.

(27) Kevserİ, el-Havi, s, ÎA, Tahâvi Maddesi. A. Mahmud, Ebû Ca’fer s. 681.

(28) A. Mahmud, Ebû Ca’fer s. 82.

(29) Kandehlevi, Emani’l-Ahbâr, s. 10–11.

(30) Aynı esr.

(31) el-Kindi, Kuzatu Mısr, s. 300, 302­-303. (Londra 1912 tab’ından ofset).

(32) Corci Zeydan, Medeniyet-i Islâmiye Tarihi, I/218, İstanbul 1328.

(33) Kindi, a.g.e, s. 373.

(34) Dr. Fahreddin Atar, İslâm Adliye Teşkilâtı, s. 109. Ankara 1979.

(35) Aynı, eser, 8. 117–146.

(36) Kuraşi, el-Cevâhiru’l-Mudîe, I/275.

(37) Zehebî, Tezkiretu’l-Huffâz 3/809.

(38) İbn Hallikân. I/72, İbn Kesir, el- Bidâye II/174.

(39) Suyûtî, Hüsnu’l-Muhaddal 1/140.

(40) İbn Hallikan, I/72, El-Vulât ve’l-Kuzât li’l-Kindi, s. 531–532.

(41) A. Mecîd Mahmûd, Ebû Ca’fer s. 85.

(42) a.g.e, s. 92–93.

(43) Hakkı Dursun Yıldız, İslâmiyet ve Türkler, s. 67. İstanbul 1979.

(44) Corci Zeydan, Medeniyeti İslamiyye Tarihi, Trc. Zeki Megamiz I/85.

(45) İslâmiyet ve Türkler, s. 167 vd.

(46) el-Kindi, el-Vulat s. 194 vd.

(47) İslâmiyet ve Türkler, s. 170–171.

(48) a.g.esr., 172.

(49) aynı eser, s. 172–173.

(50) Suyutî, Hasnü’l-Mahadara, 2/11. Mısır 1321 tab’ı.

(51) el-Kindî, el-Vulat, ve’l-Kuzât. s. 478 v, devamı.

(52) Ahsenu’t Takasim Li’l-Mukaddesi 203’den naklen A. Mecid Mahmud. Ebu Ca’fer s. 16.

(53) A. Mecid Mahmud, a.g.e. s. 16-17.

(54) Zehebi, Tezkiretu’I-Huffäz, 3/808­-810.

(55) Siretu Ahmed b. Tolan, Li’l-Belevi, s. 350’den naklen A. Mecid Mahmud, Ebu Ca’fer s. 81.

(66) Zehebi, Tezkiretu’l-Huffaz 3/809. Ibn Hacer, Lisanu’l-Mizan I/275.

(57) A. Mecid Mahmud, Ebu Ca’fer s. .82-83.

(68) Muhyiddîn el-Kuraşi, el-Cevâhir, 1/275; Kevseri, el-Havi, s. 6.

(69) A. Mahmud, a.g.e. s. 856, Kitabiyat’ta 43 No’lu kaynak.

(60) Fuad Sezgin, Târihut-Türasi’l-Arabî, 2/78, Mısır 1978.

(61) Ruhi Özcan, el-Havî Fî Şuruti’t-Tahavi, I/241. (Teksir halinde mastır çalışması, İst. Yüksek İslam Ensti­tüsü Kitaplığı 6720 numarada kayıt­lı).

(62) Ruhi Özcan, a.g.e. s- 1/241.

(63) Kandehlevi’nin Emâni’l-Ahbar adını taşıyan şerhinin iki cildi Hindistan’da basılmış olduğunu en-Nedvi Hayâtü’s-Sahâbe’nin önsözünde zikret­mektedir. (bkz. Hadislerle Müslüman­lık 1/19 İst. 1980). Ayrıca bu mukad­dime, Ezher âlimlerinden Muham­med Zühri en-Neccar tarafından, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye’nin Ca’del-hak tahkikli neşri olan Şerhu Maani’l-Asar’ın 1978 tarihli ilk bas­kısının başına konmuştur.

(64) Ruhi Özcan, a.g.e. 1/230–241.

(65) Hayreddin Karaman, İslâm Hukuku Tarihi s. 100.

(66) H. Karaman aynı eser. s. 100, İslamın Işığında Günün Meseleleri s. 1/424.

(67) Nevevi, Tehzîbu’l-Esmâ, I/285. İbnu’s-Subkî Tabakât, I/243-244.

(68) Müzeni’nin hayatı için bkz: İbn Hallikân I/217-218, eş-Şirazi, Tabâkat, s. 97, İbnu’s-Sübkî, Tabâkat I/238-247 Huseyniyye tab’ı. İbn Ebî Hatime-Razî, Adabu’ş-Şafi, s. 133 dipnot). Mısır 1953.

(69) İbn Hallikan 1/270, eI-Kuraşi I/458.

(70) el-Kuraşî, 1/459.

(71) Ibn Hallikân, 1/280, el-Luknevî, Fevaidu’l-Behiyye 55.

(72) Biyografisi için bkz: İbn Hallikan I/280–282, el-kureşi.

I/458–461. Kutluboğa Tacü’t-Teracûm 19–20. Suyûtî Husnü’l-Muhadara I/ 218-219.

(73) Husnu’l-Muhadara 1/219.

(74) Tarihu-Bağdat, 5/142’den naklen A. Mecîd Mahmud, Ebn Ca’fer s. 7.

(75) İmam Tahavî, Dr. Abdurrahman Umeyre, Trc. Arif Aytekin Nesil, sayı 44. s. 42.