Makale

TÜRKİYE'DEKİ ISLÂMÎ GELİŞMELER ÜZERİNE BİR MÜLAKAT

TÜRKİYE’DEKİ ISLÂMÎ GELİŞMELER ÜZERİNE
BİR MÜLAKAT

Dr. Abdulbakj Keskin

ABD Cumhurbaşkanı George Bush’un geçen yıl Türkiye’ye yaptığı resmî ziyaretten birkaç hafta önce, bir sabah, telefonumuz uzun uzun çaldı... Miss. Diedre Berger adında, İngilizce konuşan bir hanım:
"- Ben, Waşington’daki "NPR", "National Public Radio’nun Avrupa muhabiriyim. Sizi Bonn’dan arıyorum. Radyomuzda yayınlanmak üzere Türkiye ile ilgili bir rapor hazırlıyorum. Bu amaçla ülkenize gittim. Bir çok kişilerle görüştüm. Bu arada Milli Eğitim Bakanlığına da başvurdum. Bakanlık üst düzey yöneticilerinden biri, sorularınıza detaylı cevaplar alabileceğiniz kişi Waşington’dadır, buralara kadar gelmenize bile gerek yoktu, diyerek isminizi ve telefonunuzu verdi.
Sizi bunun için arıyor ve bir mülakat yapmak istiyorum.. Acaba yardımcı olabilir misiniz?"
Belli ki, muhabir, Türkiye’de bazı çevrelerin kasıtlı kasıtsız, sık sık ileri sürdüğü ve Batı Dünyası’nın yakından ilgilendiği bazı konularda, George Bush’un ülkemizi ziyareti dolayısı ile Amerikan ve Avrupa kamuoyunu aydınlatmayı amaçlıyordu...
• Sayın Berger, sorularınızı öğrenebilir miyim? dedim.
• Efendim, son on yıldan beri, Türkiye’de fanda-mantalizmin gelişmeye başladığı, dinî bir uyanışın olduğu gözlenmektedir. Bu gelişmelerin belirtisi saydığım bazı sorularım var..
• Sayın Berger, öyle anlaşılıyor ki, konular güncel, hassas, yanlış anlamaya ve yanlış değerlendirmeye müsait. Bu bakımdan böylesine önemli meselelerin telefonla değil, karşı karşıya oturarak, uzunca konuşulmasını tercih ederdim.
• Efendim, biz sizi Waşington ’daki Merkez Stüdyomuza davet edeceğiz. Böylece daha rahat bir konuşma ortamı olacağını sanıyorum. Arzu ederseniz soruları da faxlayabilirim.
Telefonla yaptığımız bu görüşmeden takriben bir hafta sonra, "NPR"ın Waşingtondaki merkezi ile Bonn arasında bağlantı sağlandı ve mülakat başladı.
• Sayın Berger, doğru olup olmadığını tartışacağımız ilk cümleniz bir önyargı, diğer bölümler de, bu yargıyı kanıtlamak için sıralanmış sorular intibaını veriyor...
Söz konusu cümlede yer alan ve sorularınızın özünü oluşturan "Fundamentalizm" meselesini bundan bir kaç ay önce bir dergide(l) yayınlanan bir inceleme yazımda ele almıştım.
Sağlıklı bir tartışma için, bu makaleyi okumuş olmanızı çok isterdim.
• Aaa... çok enteresan, keşke yazınızı görebilseydim!
• Önce şunu söyleyeyim. Ülkemizdeki dinî uyanış, son on yılda değil, bundan kırk-beş yıl önce başlayan bir olaydır.
Türkiye’de 1946larda tek partili sistemden çok partili sisteme geçilmiş ve toplum hayatımızda çok önemli yeri olan, dinî yaşayışta da bir rahatlama olmuştur.
Esasen, bu tarihten sonra, sadece dinde değil, siyasal, sosyal, kültürel ve ekonomik alanlarda da -nisbeten- bir çok seslilik gözlenmeye başlanmıştır.
Bu sebeple, 1946 yılı, ülkemizin yakın tarihinde, özellikle demokrasiye geçiş bakımından son derece ehemmiyetli bir dönüm noktası sayılır.
• Sayın Keskin, yani bu tarihten önce dine baskı mı vardı demek istiyorsunuz?
• Sayın Berger, bu tarihten önce Türkiye’de, siyasî niteligi tek partili olan bir devir yaşandığını söylemek istiyorum. Siz bunu nasıl isterseniz öyle yorumlayabilirsiniz.
• Türkiye’de gençlerin, son zamanlarda, dinî yayınlara artan ilgisini nasıl açıklayacaksınız?
• Gençlerin, dinî yayınlara ilgilerinin artması olayına da şöyle yaklaşabiliriz: Bizde, eskinin entellektüelini, din adamını, ilim adamını, hatta devlet adamını yetiştiren yüksek tahsil kurumları medreseler, Cumhuriyetten yüzelli yıl kadar önce bozulmaya başlamış ve maalesef büyük ölçüde fonksiyonlarını kaybetmişlerdir.
Cumhuriyetle girilen yeni rejimin yapısına uygun, eskilerin fonksiyonlarını da üstlenecek yeni öğretim müesseseseleri de 1958’lere kadar kurulamamıştır.
Diğer taraftan yapılan harf devrimi dolayın İle, eski dilimizde yazılmış olan, dinimiz ve kültürümüze alt kaynaklardan yararlanma imkânları da ortadan kalkınca, Türkiye’de kelimenin tam anlamı ile dinî ilimler, din ve din kültürüne ait lkiyüz yıla yaklaşan bir gerileme ve fetret devri söz konusudur...
Bu arada, şunu da şükranla kaydedelim ki, bugün, bu öğretim kurumlarından yetişen çok değerli uzmanlarımız dikkate değer araştırmalar, bilimsel yayınlar yapmaya başlamışlardır. Bu bakımdan, işaret edilen nedenlerle, uzun yıllar bu yayınlardan mahrum kalmış olan gençlerimizin, bugün bu konulara ilgi duymaları kadar tabiî birşey olamaz...
Kaldı ki, bundan yetmiş-dört yıl önce din gerçeğini reddeden "AtheisnTi, Allahsızlığı, insanlığa bir kurtuluş reçetesi gibi sunan komünist felsefenin bugün bütün kurumları ile çöküşü, sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada, dinî ve moral değerleri yeniden gündeme ge-tirmiştir.
Türkiye’deki gençlerin, dinî yayınlara yönelişi, bir yönü ile de, bu global oluşumun bir parçası olarak değerlendirilmelidir.
• Türkiye’de her yıl inşa edilen camilerin sayısında ve Hacca gidenlerin adedinde göze çar-pan artışlar var... Bu hususta ne diyorsunuz?
• Türkiye’de, ortalama, yıllık nüfus artış oranı %2.3’tür. Her yıl inşa edilen cami sayısı ise 1500-1600 civarındadır. Bu sebeple, cami sayısındaki yıllık artış oranı, nüfus sayısındaki artış oranına eşittir.
Hacca gidenlerin miktarındaki artma veya azalma, Haccın birtakım şartlara bağlı dinî bir vecibe olmasının dışında, nüfus artışı, ekonomi, mevzuat, hatta tatil konsepti gibi çok farklı sebeplerle izah edilebilir.
• Üniversitelere giden kız öğrencilerden bir kısmının başlarını açmamakta direnmelerini nasıl izah edeceksiniz?
• Sosyal, ekonomik ve eğitim gibi sebeplerle, Türkiye’de, özellikle son otuzyıl-dan beri, kırsal kesimlerden büyük kentlere devamlı bir göç akını vardır.
Bu bölgelerden gelenler, çoğunlukla, geleneklerine daha bağlı, dinî duyguları daha sağlam insanlarımızdır.
Büyük kentlerde daha çok, batılı kültür ve ahlâkı yansıtan kozmopolit hayat tarzına karşı, kendi inanç ve ahlâkî normlarını koruyabilmek için psikolojik bir direnç içerisindedirler.
Gerek bu kesimdeki genç kızlardan ve gerekse kentlerde doğup büyümüş oldukları halde inanç ve geleneklerine bağlı kalmak isteyenlerden üniversitelere gidenlerin kılık kıyafetlerine müdahale edilmesini, uygar olmayan bir tavır, demokratik olmayan bir davranış, hattâ din ve vicdan hürriyetlerinin ihlâli görerek haklı bir tepki göstermektedirler. Mesele budur.
• Laik olan Türkiye’de, okullardaki din derslerinin zorunlu hale getirilmiş olması, laiklik il-kesinin ihlâli değil midir?
• Sayın Berger, Türkiye nüfusunun %99’u Müslüman-dır. Nüfusunun %99 unu ilgi-lendiren, Din Kültür ve Ahlâk Bilgisi gibi temel bir hizmetten hiç bir devlet kendisini müstağni sayamaz..
İşte bu zorunlulukladır ki, Türk Devleti laik olmasına rağmen, bu hizmeti bizzat üstlenmiştir.
Ülkemizdeki bazı hukukçulara göre, Türkiye’deki laikliğin temelindeki asıl felsefe de budur.
Bu nedenle, Türkiye’deki laiklik hiç bir zaman Batıdaki anlamında algılanmamış ve uygulanmamıştır..
Mesela, laik bir Batı ülkesi olan Amerika’da bir Cumhurbaşkanı göreve baslarken sağ elini incil’in üzerine koyarak Kltab-ı Mukaddese yemin ediyor ve merasimi izleyen ertesi günü de Amerikan halkı için dua günü ilan edebiliyor. Türkiye’de böyle bir olay, bazı çevrelere göre sadece laikliğin değil, bütün bir anayasanın ihlâli sayılabilir..
Hülâsa, Türkiye’deki laiklik nev-i şansına münhasır, biraz da anlaşılması güç bir İlkedir.
• Pekâlâ, zorunlu din öğretiminde objektiviteyi nasıl sağlıyorsunuz?
• İslâm’da, Hristiyanlık’ta olduğu gibi, birbirini reddeden, ayrı ayrı doktrin ve mabetleri olan mezhepler yoktur.
Aksine, birbirinin doğruluğunu kabul eden, bazı noktalarda ictihad (görüş) farklılıkları olan, ancak aynı mabetlere gidebilen, aynı imamlara uyabilen mezhepler anlayışı vardır.
%l oranındaki gayrimüslimler ise, gerek din öğretimi ve gerekse ibadetlerini tamamen kendi gelenek ve usûllerine göre icra etmektedirler. Öteden beri İslâm Ülkelerinde gayri müslimler din ve vicdan hürriyetine sahip olarak yaşamışlardır.
Böylece Türkiye’de Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi öğretiminde bir objektivite sorunu söz konusu değildir..
• Mecliste bir grup fandamantalist politikacının, devletin temellerini dinî esaslara oturtmaya çalıştıkları ve hükümeti de bu yönde etkileme gayreti içerisinde oldukları ileri sürülüyor.. Ne dersiniz?
• Sayın Berger, eğer Türkiye’de bir politikacı veya üst düzeyde bir bürokrat iseniz; aynı zamanda, inançlarınızın gereklerini yerine getirmeye çalışıyor ve manevî değerleriniz konusunda duyarlı davranıyorsanız, bu tavrınızdan dolayı bir kısım insanlarca rahatlıkla fundamentalist olarak nitelenebilir, hattâ sorunuzda ileri sürüldüğü gibi"... Devletin temellerini dinî esaslara oturtma.." niyetinde olmakla bile suçlanabilirsiniz..
Fakat bana göre, işin çok daha ilginç olan bir yanı var. O da, Batıdaki bazı yazar-
çizerlerin, bu meseleleri aynı paralelde değerlendirme eğilimi göstermeleridir..
• Sayın Keskin, sorularıma, Türkiye’de görüştüğüm kişilerden çok farklı yaklaşımlarla cevaplar verdiniz. Benim için, bu mülakat çok aydınlatıcı ve yararlı oldu. Teşekkür ederim.
Söylemek isteyip, zaman darlığı nedeni ile söyleyemediğiniz şeyler varsa, onları da dinle-mek isterim..
• Sayın Berger, verdiğiniz fırsat için tekrar teşekkür ediyor ve bir soru sormak istiyorum..
Batı, Türkiye’den ne istiyor? Daha demokratik, insan haklarına daha saygılı, daha özgür ve çok sesli bir toplum olmasını değil mi?
O halde, Batıda çok tabii sayılan, hatta savunulan din ve vicdan özgürlüğünün, Türkiye’de gelişmesinden neden sıkıntı duyuluyor?..
Meselâ Amerika’da, dinî gerekçelerle kürtajın karşısında olan ve bu operasyonu önlemek için birbirine zincirlerle bağlanarak kliniklerin girişlerini kapatan kalabalıkların bu tavırları, din ve vicdan hürriyeti adına hoş görülür, hatta savunulurken, Türkiye’de başı örtülü olduğu için üniversite imtihanı kapısından çevrilen bir kız öğrencinin tavrında, din ve vicdan duygusunun dışında başka sebepler aramak şayet bir "double standart", bir çağ dışı anlayış değilse, neyin nesidir söyler misiniz...?
• Sayın Keskin, biz bu konuları değerlendirirken herhalde yeteri kadar adil değiliz...
• Konunun özüne yakın ilgisi dolayısı ile, bu mülakata kısa bir not düşmek istiyorum.
Bu görüşmenin yayınından aylarca sonra, 8 Mayıs 1992 Cuma günü arabamla büroma giderken sabah 8 haberlerini dinliyorum.. Aynı radyo (NPR) nun Afganistan’daki bir muhabiri heyecanlı bir sesle, "... Bugün burada bir İslâmî hükümet kuruldu ve ilk iş olarak da alkollü içkilerin satış ve tüketimini yasakladı... Böylece, bir ülke daha fundamantalizmin ağına düştü..." diyordu..
İşte Batının gözünde fundamantalizmin ölçüsü, İşte Batının inanç özgürlüğü anlayışı!..

(1) A.KESKİN, "Fundamentalizm", Diyanet Aylık Dergisi, Mart 1991, Sayı: 3.