Makale

DİN VE SANAT

Merhaba

DİN VE SANAT

Allah’ın varlığını insana duyuran ve insanı sürekli yeni arayışlara yönelten en önemli etken mükemmellik arayışıdır. Kuşkusuz mükemmellik, tasarımlarımızı en iyi ifade edebileceğimiz alan ise sanat alanıdır. Zira bu alan, insanın duygu ve düşüncelerini ifade etmede olabildiğince hür olduğu ve en fazla tatmin olabileceği bir alandır. Sanat, tıpkı bir ırmak gibi, ya da bir aşk gibi kapılıp gidilen, ama daha en başında, yolundaki nakısaların kuşkusunu gizli bir tohum gibi yüreğinde taşıyan bir ergenleşme büyüsüdür.
Din ve sanat ilişkisine gelince, dinin, insanın hayatının şekillenmesinde, teemmül ve tefekkür dünyasının olgunlaşmasındaki önemi gayet açıktır. Sanat da insanın duygu ve düşüncelerinin en hür bir şekilde ifade edilebildiği alan olduğuna göre dinin sanat ve sanatçı üzerindeki etkisi de kendiliğinden ortaya çıkar. Bir başka ifadeyle, her dinin, büyük çapta kendi tesiriyle oluşmuş bir kültür çevresinde doğup büyüyen sanatkar üzerinde etkili olması kadar tabii bir şey olamaz. Din, sanatın hem formuna, hem muhtevasına, hem de sanat türlerinden bir kısmının ön planda, diğer bir kısmının ise arka planda tutulmasına etki eder.
Bu bakımdan farklı kültürlerde ortaya konmuş sanat eserlerinin mukayesesi yapılırken, o eseri meydana getiren sanatçının duygu ve düşüncelerini besleyen inanç felsefesini her zaman gözönünde bulundurmak gerekir. İslâmî estetiğin temelinde tevhit ve tenzih gibi iki temel prensip vardır. Bu nedenlerdir ki, İslam sanatçıları batı kültürünün aksine somuta değil soyuta yönelmişlerdir. Bu yüzden geometrik unsurları tercih etmişlerdir. Bu husus sadece süsleme sanatında değil, minyatür sanatında da göze çarpar.
Müslüman sanatkarı batı sanatkarından ayıran en önemli özelliklerden birisi de, o güzelliği yarattığına değil, keşfettiğine, varolan her şeyin de Allah ile bağlantılı olduğuna inanır. Bu çerçeve içerisinde Müslüman sanatçının görevi, estetik zevki tatmin etmenin ötesinde, birliğin ve nurun perdesini aralayarak hakikatin bilinmesine yardımcı olmaktır. Şiirde mistik tema, tezhip ve hattıki unsurlar, resimdeki sembolik yaklaşımlar hep bu anlayışın sonucudur.
Aydı Kezer’in de belirttiği gibi (Türk ve Batı Kültürü Üzerine Denemeler), benzersiz, öncesiz, sonrasız Allah’a ait sonsuzluğun, beka’nın antitezi; insanın faniliği, İslam sanatının değişik biçimlerinde ifadesini bulur. Özellikle, fiziki mevcudiyetten etkilenmeksizin, küçük bir kutu kapağından, geniş bir kubbeye kadar uygulanabilen sonsuzluk örneklerinde bu durum açığa çıkar. Örnekler adeta objenin biçimini reddeder ve öyle bir dünya ortaya konulur ki, mesela duvarları, kemerleri, kubbeleri ile somut mimari strüktürler; ince bir hayal aleminin parlak süslemelerinin potasında erir. Bu anlayış Avrupa’nın artistik geleneklerinden tümüyle farklı ve onların tümüyle karşıtıdır.
İslam sanatının bu özelliği ve batı sanatından olan farkı, Sinan’ın XVI. yy.’da bina ettiği camilerde doruğuna varır. İslâmî inançlar, evrenin bütünlüğü, Allah’ın sonsuzluğu, sınırsızlığı; yüksek, geniş ve tek bir orta kubbenin çevrelediği iç mekanda toplanır. Kubbeyi destekleyen sütunların, duvarların yanıbaşında konumlandırılması, bunların strüktürel işlevini gözlerden gizler. Böylece kubbe, binanın üzerinde, göklerin sonsuzluğunda yüzer gibidir... Bu mimari yeniliklerin, İslami idealleri sembolleştirmesidir. Burada Hristiyanlıktaki gibi beşeri idealler, taştan bir potanın içinde eriyip, yok olmaz. Aksine, bu heybetli taş yapı; İslam’ın insana sıcak, yumuşacık yaklaşımı içinde ısınır, felsefi bir abide olur ve Yahya Kemal ile şiirleşir:

“Ulu mabed! Seni ancak bu sabah anlıyorum;
Ben de bir varisin olmakla mağrurum.
Bir zaman hendeseden abide zannettim di,
Kubben altında bu cumhura bakarken şimdi,
Senelerden beri rü’yada görüp özlediğim
Cemlerin mağfiret iklimine girmiş gibiyim.”
Bir sonraki sayımızda buluşmak üzere, her şey gönlünüzce olsun.
Hoşça kalınız.

Harun ÖZDEMİRCİ
Dini yayınlar Dairesi Başkanı