Makale

DÜRÜSTLÜK EN BÜYÜK FAZİLETTİR

(Va’z Örneği)

DÜRÜSTLÜK EN BÜYÜK
FAZİLETTİR

Lütfi ŞENTÜRK

Değerli Mü’minler!
Bugünkü sohbetimizde dürüst olmanın faziletinden söz edeceğiz. Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:
"Rabbimiz Allah’tır deyip, sonra da doğrulukta devam edenlere gelince, onların üzerine melekler iner ve derler ki ’Korkmayın, üzülmeyin, size va’dedilen cennetle sevinin."
Sakafî kabilesinden Abdullah oğlu Süfyan (r.a.) şöyle demiştir: "Peygamberimize:
- Ey Allah’ın Rasûlü! İslâmiyet hakkında bana bir öğüt veriniz ki, sizden sonra artık kimseden bir şey sormaya ihtiyacım kalmasın, dedim. Bunun üzerine Peygamberimiz:
- Allah’a inandım de, sonra da dosdoğru ol ,"(2) buyurdu.
Dikkat edilirse gerek âyet-i kerimede ve gerekse hadis-i şerifte İslâmiyet’in iki ana bölümden ibaret olduğu bildirilmiştir.
Bu bölümlerden biri Allah’a iman, diğeri de dürüstlüktür.
Allah’a iman her şeyden önde gelir. Bize ilk farz olan Allah’ı bilmek ve O’na inanmaktır. Hz. Adem’den itibaren son peygamber Muhammed Mustafa Sallallahu aleyhi ve sellem’e gelinceye kadar bütün peygamberler, önce bir olan, eşi ve dengi olmayan Allah’a inanmaya çağırmışlar ve bu inanç etrafında insanların bütünleşmesini istemişlerdir. İman olmadan ne yapılan ibadetin ve ne de hayır ve iyiliğin Allah katında bir değeri yoktur. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmuştur:
"İnkâr edenlere gelince; onların işleri engin çöllerdeki serap gibidir. Susayan kimse onu su zanneder fakat ona vardığında hiçbir şey bulamaz. Orada Allah’ı bulur ve O da hesabını görür. Allah, hesabı çabuk görendir.’"3’
İşte inanmayanların Allah katında değerlendirileceğini sandıkları amellerinin sonucu uzaktan hayal edilen bir pırıltıdan ibarettir.
Ayet-i kerimede kurtuluşa ermek için öngörülen ikinci nitelik, istikamettir.
İstikamet, dosdoğru olmak demektir. Peygamberlerde bulunması gerekli beş sıfattan birisi hatta birincisi dürüstlüktür.
Dürüstlük büyük bir fazilettir. Kişinin çevresine güven vermesini sağlayan bir niteliktir. Bunun içindir ki, peygamberimizin İslâmiyete davet ettiğini duyanlar, ilk önce onun dürüst olup olmadığını sormuşlardır. Peygamberimizin dürüst olduğunu, şimdiye kadar kimseyi aldatmadığını ve yalan konuşmadığını öğrenenler şu değerlendirmeyi yapmışlardır: "İnsanlara karşı dürüst olan bir kimse Allah’a karşı niçin dürüst olmasın."
Ayet-i kerimede, Allah’a imandan sonra (ki diğer iman esasları da buna dahildir) kişinin bütün davranışları "istikamet" kelimesiyle ifade edilmiştir.
İstikamet, yani dürüstlük sözde, özde ve işde olmak üzere üç kısma ayrılır.
Şimdi bunları birer birer ve özet olarak inceleyelim.
1- Sözde Doğruluk
Her konuda olduğu gibi bu konuda da örnek alınacak insan, peygamberimiz Efendimizdir. Peygamberimiz, doğru sözlülüğün en canlı örneği idi. Çünkü Kur’an-ı Kerim kendisine indirilmişti. Kur’an ayetlerini önce o okuyor ve uyguluyordu. Sözleriyle işleri arasında tam anlamıyla bir uyum vardı. Nasıl olmasın ki, Kur’an-ı Kerim şöyle diyordu:
"Ey mü’minler, yapmayacağınız şeyleri niçin söylersiniz." 141 Bu ayet-i kerimenin şu Olay üzenine nazil olduğu rivayet edilir: Müslümanlar, "Amellerin, Allah katında en sevgilisinin hangisi olduğunu bilseydik, o uğurda mallarımızı ve canlarımızı fedâ ederdik." demişlerdi. Bunun üzerine: "Allah, kendi yolunda kenetlenmiş bir yapı gibi saf bağlayarak savaşanları sever." 151 mealindeki ayet nazil oldu. Fakat Uhud savaşında bazılarının geri dönmesi, ayetteki uyarıya sebeb olmuştur.161
Peygamberimiz doğru sözlü olmasaydı düşmanları bu yönü ile onu dillerine dolar, davetine engel olurlardı. Fakat şu bir tarihi gerçektir ki, onu tanıyanlardan hiç kimse ona yalancı diyememiştir. Bir gün Mekke’nin ileri gelenleri toplanmışlar; ne edelim, nasıl yapalım da Muhammed (s.a.s.)’i bu davadan vaz geçirelim, diye düşünmeye başlamışlardı. En tecrübelilerinden biri olan Nazr b. Haris şu sözleri söylemişti:
"Ey Kureyş! Başınıza gelen felâketi hâlâ ortadan kaldıramadınız. Muhammed sizin gözlerinizin önünde büyüdü. Hepinizin en doğru sözlüsü, en güzel huylusu, en güveniliridir. Kırlaştığı yani yaşlandığı zaman size yeni bir şey sunduğu için siz ona sihirbaz, şâir, deli demeye başladınız. Halbuki Muhammed ne şairdir, ne sihirbazdır ne de delidir."
Peygamberimizin en büyük düşmanı olan Ebû Cehil: "Muhammed! Ben sana yalan söylüyorsun demiyorum. Ancak getirdiklerini doğru bulmuyorum." demişti de bunun üzerine şu ayet-i kerime nazil oldu:
"Onların söylediklerinin gerçekten seni üzmekte olduğunu biliyoruz. Fakat o zalimler açıkça Allah’ın ayetlerini inkar ediyorlar
Peygamberimiz bir gün bir dağın tepesine çıkarak:
- Ey Kureyş! Size bu dağın arkasından düşman atlılarının gelmekte olduğunu söylersem bana inanır mısınız? demiş. Orada hazır bulunanlar:
- Evet, hepimiz inanırız, çünkü sen bir defa olsun yalan söylemedin, cevabını vermişlerdi.
Bizans İmparatoru Hirakl, ticaret için Şam’a gelmiş olan Ebû Süfyan’ı kabul ettiği zaman ona sordu:
- Peygamberlik iddiasında bulunan bu zâtın bundan önce hiç yalan söylediğini duydunuz mu? dedi. Henüz müslümanlığı kabul etmemiş olan Ebû Süfyan:
- Asla, yalan söylediğini hiç duymadık, diye cevap verdi."(10)
Bütün bunlar, düşmanlarının itiraflarıdır. Onun yalan söylediğini duymuş olsalardı hiç örtbas ederler miydi?
İşte örnek alacağımız o Yüce Peygamber böyle doğru sözlü idi. Düşmanları bile onun doğru sözlü olduğunda ve hiç kimseyi aldatmadığında ittifak halinde idiler.
Esasen Peygamberimiz sözünde ve işinde güvenilir birisi olmasaydı, insanlar kısa zamanda kendi inançlarını, âdet ve geleneklerini bırakarak ona inanır ve etrafında toplanırlar mıydı?
Doğruluk, insanlığın dayanak ve direğidir Doğruluk olmayınca ne bir evde ve ne de bir ülkede anlaşma ve kaynaşma olmaz. Bu özelliği kaybeden milletin varlığı çöker, düzeni bozulur Peygamberimizin şu sözü ne kadar düşündürücüdür:
"Tehlikeyi doğrulukta görseniz de doğruluk tan ayrılmayınız. Zira kurtuluş ancak ondadır.’(11)
Bir başka hadis-i şerifte şöyle buyurulmuş: tur:
"Size doğruluğu tavsiye ederim. Zira doğruluk iyiliğe götürür, iyilik de cennete iletir. Kişi doğru söyledikçe, doğruyu araştırdıkça Allah katında doğru yazılır. Yalandan kaçının, zira ya lan kötülüğe götürür, kötülük de cehenneme ile tir. Kişi yalan söyledikçe ve yalan peşinde koştukça Allah katında yalancı yazılır." "
Doğru sözlülüğün karşıtı yalancılıktır. Yalancılık ise kötü bir huy ve nifak belirtisidir. Mü’min yalan konuşmaz ve yalanla iş yapmaz Çünkü onun derin bir saygı ile bağlı bulunduğu Peygamberi hiç yalan konuşmamış ve yalan konuşandan hoşlanmamıştır.
Bir gün Peygamberimize sorulmuş:
- Mü’min korkak olur mu? Peygamberimi cevap vermiş:
- Olabilir.
- Mü’min cimri olur mu? diye sorulunca Peygamberimiz:
- Olabilir, buyurmuş.
- Mü’min yalancı olur mu? denilince, Pey gamberimiz:
- Hayır, olamaz, buyurmuş (iman ile yalanın bir arada bulunamıyacağını bildirmiştir). "3)
Yalan, insan için en kötü sıfat olan münafıklık alâmetidir. Nitekim Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:
"Dört şey vardır ki, bunlar kimde bulunursa, o kimse katıksız münafık olur. Kimde bunlardan bir şey bulunursa -onu bırakıncaya kadar- kendisinde nifaktan bir haslet var demektir. (Bunlar): konuştu mu yalan söyler, söz verirse sözünde durmaz, va’dederse va’dinden döner, bir dava ve duruşma esnasında haktan ayrılır." 1141
Müslim’in bir rivayetinde şu dikkat çeken ilâve yer almaktadır:
"Bu kimse isterse oruç tutsun, namaz kılsın ve kendini müslüman saysın." (l5)
Peygamberimiz, çocukları yatıştırmak ve oyalamak için onlara yalan söylemenin de günah olduğunu, bundan da sakınılması gerektiğini bildirmiştir.
Abdullah b. Amr (r.a.) anlatıyor: "Peygamberimiz evimizde bulunduğu bir günde annem beni yatıştırmak için:
- Yavrum, gel sana bir şey vereceğim, diye beni çağırdı. Peygamberimiz anneme:
- Çocuğa ne vermek istedin? diye sordu. Annem:
- Hurma vermek istedim, dedi. Bunun üzerine peygamberimiz:
- Eğer bir şey vermeyeydin (de çocuğu aldatmış olaydın) sana bir yalan günahı yazılırdı, uyarısında bulundu.1161
Yalanın her çeşidi günahtır. Hele yalancı şahitliği, yalanın en çirkini ve en zararlısıdır. Herhangi bir çıkar için yahut hatır için mahkemede yalan şahitliği yapmak büyük günahtır.
Yalancı şahit, başkasının dünyasını yapacağım, gönlünü alacağım diye kendi ahiretini yıkmış olur. Sonra da yaptığı yalan şahitlikle hakkın kaybolmasına ve günahsız insanların eziyet görmelerine, mağdur olmalarına sebep olur. Bakınız Kur’an-ı Kerim’de ne buyuruluyor:
"Erkek ve kadın mü’minlere işlemedikleri bir günah yüzünden eziyet edenler muhakkak bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmişlerdir." ,I7’
Evet, bir mü’minin işlemediği bir günah yüzünden eziyet görmesi, buna sebeb olanı rahatsız etmiyecek mi? Bunu düşündükçe içi sızlamayacak mı? Kendisine böyle bir muamelenin yapılmasını nasıl istemiyorsa kendisi de başkasına böyle muamele yapmamalıdır.
Bakınız Cenâb-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de ne buyuruyor:
"Ey Mü’minler, adaleti titizlikle ayakta tutun; kendiniz, anne babanız ve akrabalarınız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olunuz. (Haklarında şahitlik ettikleriniz) zengin olsunlar, yoksul olsunlar, Allah onlara (sizden) daha yakındır. Hislerinize uyup adaletten ayrılmayın. (Şahitliği) eğer, büker, yahut şahitlik etmekten kaçınırsanız (biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan haberdardır." "8’
Peygamberimiz de:
- Büyük günahların en büyüğünü size haber vereyim mi? buyurdu. Dinleyenlerin:
- Evet, bildir, ey Allah’ın Resulü, demeleri üzerine, peygamberimiz:
- Allah’a ortak koşmak, anne ve babaya karşı gelmek, buyurdu. Sonra da yatmakta olduğu yerden doğrulup oturdu ve:
- İyi dinleyin, bir de yalan şahitliğidir, buyurdu. Bu sözü durmadan tekrar ediyordu. Orada bulunanlar:
- Keşke sükut buyursalar, dediler.<l9) Yalan şahitliği yapan kimse üç çeşit günah
işlemiş olur:
Birincisi, yalan konuşuyor. İkincisi, haksız olan kimseye yardım ediyor. Üçüncüsü de haklı olanı kötü duruma düşürüyor.
Yalan şahitliği yapmak nasıl günah ise bildiğini ve gördüğünü söylememek de aynı şekilde günahtır. Çünkü bu durumda haksız olanın bilinmesi, suçlunun cezalandırılması örtbas edilmiş olur.
Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruluyor:

"Şahitliği gizlemeyin. Her kim şahit olduğu gerçeği gizlerse, şüphesiz ki onun kalbi günahkârdır." (20) Şahitliği gizlemek, bildiğini söylememek öyle dış organların işlediği günah gibi değildir. Bizzat imanın karargâhı olan kalbin işlediği bir günahtır. Bundan dolayı da en büyük günahlardandır.
2- Özde Doğruluk
Müslümanın sözü gibi özü de doğru olmalı, içi kötü duygu ve düşüncelerden arınmış bulunmalıdır. Daha açık bir ifade ile Müslüman düşündüğü gibi konuşmalı, konuştuğu gibi olmalıdır. Sözü ile özü arasında ayrılık olmamalıdır. Böyle olduğu takdirde olgun mü’min olur. Böyle olduğu takdirde çevresine güven vermiş olur. Şu hadis-i şerif bunu ne güzel ifade ediyor. Peygamberimiz buyuruyor:
"Kişinin imanı doğru olmaz kalbi doğru olmadıkça. Kalbi doğru olmaz dili doğruları söylemedikçe. Kişi cennete giremez komşusu kötülüğünden emin olmadıkça." t2I)
Peygamberimiz dilin ve kalbin uyum içerisinde olmasını ve her ikisinin de istikamet üzre bulunmasını tavsiye etmektedir.
Bazı kimseleri zaman zaman duyarız, şöyle derler: "Sen benim söz ve davranışlarıma bakma, benim kalbim doğrudur, içimde fenalık yoktur." Bu sözler, yukarda mealini sunduğumuz hadis-i şerife göre bir değer taşımaz. Esasen bir kapta ne varsa o kabın ağzından o dökülür. Bir kapta bal şerbeti olduğu halde ondan sirke dökülmesi nasıl mümkün değilse, iyi duygu ve düşüncelere sahip olan kimsenin diline ve organlarına yansıyacak olan da iyi söz ve davranışlarıdır.
3- İşte Doğruluk
Müslümanın sözü ve özü doğru olunca, işi de doğru olacaktır. Müslümanın işinde hile ve haksızlık olmaz. Kendi işini sağlam ve hilesiz yaptığı gibi başkasının işini de aynen kendi işi gibi yapacaktır. Nasıl yapmasın ki yüce Peygamberimiz, kendisine reva gördüğü bir muameleyi, din kardeşine reva görmedikçe, kişinin olgun imana sahip olamayacağını bildirmiştir. Esasen Hakka inanan ve bütün yaptıklarından bir gün hesaba çekileceği muhakkak olan bir insan, başkasına nasıl haksızlık yapar?
Ebû Hureyre (r.a.)’den rivayete göre, şöyle demiştir: "Peygamberimiz bir gün bir ekin yığınına uğramış; mübarek elini onun içine daldırmış da parmaklarına ıslaklık dokunmuş. (Yani ekinin üstünün kuru, altının ise yaş olduğunu görmüş) Bunun üzerine ekin sahibine:
- Bu ne? diye sormuş. Ekin sahibi:
- Onu yağmur ıslattı, ey Allah’ın Resulü! deyince, Peygamberimiz:
- O ıslak kısmı, insanların görmesi için ekinin üstüne koysa idin ya. Bizi aldatan bizden değildir, buyurdu. (22)
Müşteri ekinin tamamının üstü gibi kuru olduğunu sanarak ekini satın alması halinde aldanmış olacaktı. Çünkü ıslak ekin kuru ekinden daha ağır gelir.
Bazı satıcıların buna benzer hileler yaptıkları görülmektedir. Meselâ; üzüm, incir, elma, portakal ve armut gibi meyveleri sepete veya sandığa koyarken iyilerini sandığın veya sepetin üzerine; çürük ve küçük olanları görülmeyecek şekilde sandığın veya sepetin altına yerleştirir ve satışa sunarlar. Müşteri bununla aldatılmış olur. Aslında bir Müslüman böyle yapmaz, yapmamalıdır. Çünkü Müslümanın her yaptığı şeyi Allah görmekte ve bilmektedir. Allah’tan saklı olarak hiçbir şeyin yapılması mümkün değildir. Değil yaptıklarımızdan, düşünüp de yapamadıklarımızdan bile sorguya çekileceğimiz Kur’an-ı Kerim’de bildirilmektedir.
İşte Kur’an-ı Kerim böyle sözünde, özünde ve işinde dosdoğru olan mü’minler için korku ve üzüntü olmayacağını ve bunların cennetle mükâfatlandırılacaklarını bildirmektedir. Şair de güzel söylemiş:
"Müstakim ol! Hz. Allah utandırmaz seni."
Ne mutlu böyle bir müjdeyi hakedenlere!
Allah hepimizi inanan ve istikamet üzere yaşayan kullarından eylesin. Âmîn.

1- Fussilet, 30.
2- Müslim. İman, 13.
3- Nûr, 39.
4- Saf, 2.
5- Saf, 3.
6- İbn Kesîr, c.4, s. 385. 7-İbnHişam,c.l,s. 299.
8- En’am, 33.
9- İslâm Tarihi, Asr-ı Saadet, c.2, s.937.
10- Bııhârî, Bed’iil Vahy, 1.
11- et-Terğîb ve’t-Terhîb, c.2, s597. Hadisi İbn Ebi’d-Diinya rivayet et mistir. Râvileri sikadır.
12- Buhârî, Edep, 69; Müslim, Birr, 29.
13- Tenviru’l-Havalik, c.2, s.154.
14- Buhârî, İman, 24; Müslim, İman, 25.
15- Müslim, İman, 25.
16- Ebû Davut, Edep, 88.
17- Ahzap. 58.
18- Nisa, 135.
19- Buhârî, şehâdet, 10; Müslim, İman, 38.
20- Bakara, 283.
21- et-Terğîb ve’t-Terhîb, c.3, s. 353. Hadisi Ahmed rivayet etmiştir.
22- Müslim. İman, 43.