Makale

MİSYONER HAREKETLERİNİN DÜNÜ VE BÜGÜNÜ

MİSYONER HAREKETLERİNİN DÜNÜ VE BÜGÜNÜ

Doç. Dr. Fikret KARAMAN
Elazığ Müftüsü

Tarihin her döneminde inançlar, düşünceler ve ideolojiler arasında teşvik, yarış ve öne çıkma arzusu olmuştur. Özellikle 16. asırdan itibaren Batı Avrupa, “Tanrının vadettiği topraklara” sahip olmak ve Hristiyanlık değerlerini yaymak amacıyla sistemli merkezler ve çalışma gruplan oluşturmuş. ABD de bağımsızlığını pekiştirip, istikrara kavuştuktan sonra 18. asrın sonlarından itibaren aynı çalışmalara destek vermiştir. Gerek Batı Avrupa gerekse ABD bu değerleri öncelikle jeopolitik konumu hassas olan bölgelere yaymayı planlamışlardır. Anadolu bu tür çalışmalar için önemli bir hedef olarak seçilmiştir. Osmanlı Devleti’nin kendi içinden zayıflamaya başlamasıyla sözü edilen ülkelerin iştahlarını daha da kabartmıştır. Böylece 19. yüzyıl ve 20. yüzyılın ilk çeyreği “misyonerlik hareketi” için bir altın çağ olmuştur." İşte o yıllardan itibaren başlayan misyoner faaliyetleri, şekil ve metot değişmiş olsa bile günümüzde de devam etmektedir. Bu nedenle biz bu yazımızda misyoner hareketinin dünü ve bugünü üzerinde durmayı tercih ettik.
Misyon ve misyoner kelimeleri latin kökenli olan “Mıssio” kelimesinden gelmektedir. Bunlardan misyon, sözlük olarak; görev, yetki, vekalet, bir kimseye bir işi yapması için özel olarak verilen görev anlamına; misyoner ise; yetkili, görevli kimse, rahip ve papaz manalarına gelmektedir. Her iki kelimenin ortak ve en yaygın anlamı ise, Incil’i Hristiyan olmamış halklara yaymaktır. Bu düşünceye göre Hz. İsa’nın hayatında da missionun izleri vardır.<2) Zira Hristiyan missionnun kaynağı, oğulun, Kutsal- Ruhun ve kilisenin misyonu olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü Hristiyan ilahiyatına göre; “İsa mesih bu dünyaya, Allah ile insanlar arasında gerçek arabulucu olarak gönderilmiştir. Zira O, insan tabiatı içinde Tanrıydı, O yeni Ademdi. O, inayet ve hakikat doluydu”.lî> Bundan dolayı İsa hizmet edilmek için değil hizmet etmek için gelmiştir. Nitekim O da, havarilerine şu emir ve görevi vererek dünyanın dört bir yanına göndermiştir: “Şimdi, siz gidip bütün milletleri şahit tutun, onları Baba ve oğul ve Ruhu’l kudüs ismi ile vaftiz eyleyin, size emrettiğim herşeyi tutmalarını onlara öğretin ve işte, ben bütün günler, dünyanın sonuna kadar sizinle beraberim.” I4’
İşte Hristiyan kilisesinin missionu bu emirden kaynaklanmaktadır. Bu inancın uzantısı olarak Hristiyan missioner hareketleri sadece soyut bir alan ile sınırlı kalmamış; çoğu zaman askerî, ekonomik ve hatta kültürel sömürgecilik faaliyetleriyle birleşmiştir. Nitekim batı hegemonyasının temelindeki asıl maksat da; “Hristiyan iman ruhunu ” evrensel bir zemine çekerek bütün insanların inanmalarına imkan hazırlamaktır. Aslında son iki asırdan beri Hristiyanlık alemi bunu pratikte uygulamaya çalışmıştır. Merhum Mehmet Akif bu hususta ne güzel bir tesbitte bulunmuştur. “Misyonerler gece gündüz çalışırken, acaba, oturup vahy-i ilâhi mi beklet. ulemâ.” Gerçekten misyonerler gece gündüz dünyayı devrederek Hristi- yanlığı yaymayı kendilerine şiar edinmişlerdir. Bu alanda görev alanları bazen bir asker, bazen bir doktor, bazen bir öğretmen, bazen de bir barış gönüllüsü olarak görmek mümkündür. Bu misyonu üstlenenleri, herkesin yardımına koşan bir rahip ve rahibe, bir sosyal faaliyetçi veya bir düşkünler evi kurucusu olarak da bulabiliriz. Çünkü misyoner kendini kiliseye adamıştır. O, İncil’in bir neferidir. Değerleri uğruna her fedakarlığa hazırdır. Hiç kimsenin çalışmadığı yerlerde çalışabilir. Bunun için de yıllarca cüzzam hastanelerinde hasta bakıcısı, hemşire ve doktor olarak çalışan misyonerler vardır.
Hristiyan dünyasında misyoner faaliyeti her zaman teşvik ve desteğe mazhar olmuştur. Bütün çalışmaları ilgili kilise merkezlerinde ve hatta devletlerinden maddî, manevî ve stratejik alanda himaye görmüşlerdir. Bu nedenle misyoner hareketi organizeli ve sistematik olarak gelişmiştir. Ortodoks dünyasında faaliyet gösteren “Ortodoks Gençlik Hareketi", Paris’teki “Saint- Serge İlâhiyat Enstitüsü", New York’taki “Saint Wladmir Papaz Okulu ” ile Protestanlık dünyasındaki “Genç Hristiyanların Evrensel İttifakı" ve “Genç Kızlar Hıristiyan Birliği Evrensel İttifakı” gibi belli başlı Hıristiyan teşkilatlarını örnek gösterebiliriz.
Aslında günümüzde ABD ve Avrupa misyonerleri, faaliyetlerini artık gizleme ihtiyacını duymamaktadırlar. Kendi politikalarını çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendirmeye çalışmaktadırlar. Bu nedenle ekonomik teşkilatları, yardımlaşma sandıkları, yazılı ve görsel basın kuruluşları, insan hakları örgütleri ve kilise birlikleri gibi kurumların oluşturulmasında Hristi- yanlık ilâhiyatının yayılmasını ve değerlerinin korunmasını taviz verilmez bir prensip olarak kabul etmektedirler. Nitekim aynı ruh ve düşünceyi canlı tutmaya çalışan ABD papazlarından Jimmy Swggart, 10 Nisan 1989 tarihinde televizyonda “Asrımızın Mucizesi" başlığı altında yaptığı bir konuşmada “Kırk bir yıldan beri kapılarım Allah’a kapamış olan bir ülkeye giriyoruz, dedikten sonra 08 Ocak 1989 tarihinde, 250.000 dolar harcayarak Amerika’dan uydu aracılığı ile Kızıl Çin’de 330 milyon insana yarım saat süre ile hitap ettiğini ifade ederken, bu konuşmadan ekrana görüntüler getirmek suretiyle “girilmesi imkansız gibi gözüken İslâm dünyasına da gireceğiz” şeklinde sözlerine devam ederek komünist dünyanın yıkılışı ile birlikte, İslâm’ın; kilisenin ve arkasındaki güçlerin tek hedefi haline geleceğini açıkça ifade etmiştir .”<6)
Yine Amerika misyonerlerinin hazırladıkları başka bir raporda şöyle bir değerlendirme yapılmıştır: “Misyoner faaliyetleri açısından Türkiye, Asya’nın anahtarıdır.” Asya’ya açılmak için Türkiye anahtardır. Bu anahtar olmada Anadolu başta gelmektedir. Çünkü Anadolu hem Türk dünyası hem de İslâm alemi için stratejik bir önemi haizdir. Hristiyanlık açısından da önemlidir. Çünkü bu dinin mimarı kabul edilen Pavlus Hristiyanlığı yaymak için Anadolu’nun çeşitli Vilayetlerini gezmiştir. İstanbul da önemlidir. Zira İstanbul olmasaydı, bugün Hristiyanlık da olmazdı. Öyle görünüyor ki Hristiyan misyonerleri Anadolu başta olmak üzere İslâm alemini hâlâ önemli bir pazar ve etkileme alanı olarak- görmektedirler. Nitekim Paris Katolik Enstitüsü Profesörlerinden Danielou da, bu etkilemenin başarıya ulaşması için misyoner hareketinde şu aşamalara riayet edilmesini önermiştir.
1- Misyonerliğin birinci amacı Hıristiyanlığı yaymak ve yeryüzünde Hz. İsa’ya imanı gerçekleştirmektir.
2- O ülkede tanınan aydınlarla yakın bir diyaloga girilerek onların düşüncelerine, eserlerine ve kültürlerine Hristiyanlık unsunları sokulmalıdır.
3- Gelişmiş olan batı medeniyeti ile Hristi- yanlık aynı gösterilmelidir. Öyle ki batı gelişmişse, teknik yönden ilerlemişse, bu Hristiyanlığın bir zaferi olarak takdim edilmeye çalışılmalıdır.
4- Hristiyanlığın yayılması için bir yere kilise yapmak, kalıcı ve isabetli bir yol değildir.
Orada asıl kalıcı olan,
Hristiyanlığın o toplumun kültürü içerisine nüfuz etmesidir. Yoksa Müslümanları vaftiz etmek için boş yere çalışıp durmayın. Başka yollar ve başka çareler deneyin. Onlara Hristiyan âdetlerini, bayramlarını, kültürünü ve ahlâkını aşılamaya çalışmak en avantajlı yoldur.
5- Müslümanlara sevgi ile yaklaşınız. Hz. Muhammed (s.a.s.)’i yalanlamayınız. Hz. İsa’ya da Allah’ın oğludur demeyiniz. Çünkü müslü- manlar bunu kabul etmezler. Daha çok onları kendi milletiyle ve dinî değerleriyle alâkâlarım kesmeye ya da zayıflatmaya çalışınız.7
Görülüyor ki Hristiyanlık alemi kendi değerlerine olduğu gibi sahip çıkmayı kabul etmiştir. Kaynağı ya da geçerliliği hakkında bir endişe de yoktur. Daha da önemlisi kendi kültür mirası ve inanç değerlerini 20. asrın sonunda sık sık telaffuz edilen, demokrasi, insan hakları, bilgi çağı, teknoloji ve ekonomik kalkınma gibi batı medeniyetini oluşturan unsurlarla karşı karşıya getirmemişlerdir. Tek hedefi Hristiyanlığın mana, kültür ve inanç gibi değerlerini de daha geniş bir coğrafyaya ve daha çok insan kütlesine ulaştırmaktır.
Konuya biraz da İslâm dini ve bugünkü Müslümanların konumu açısından yaklaşalım. İslâm dini ekmel, evrensel ve son dindir. Kur’an’ın ifadesiyle; “Allah nezdinde hakk din İslâm’dır. “Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, abirette ziyan edenlerden olacaktır.’*9’ Aslında İslâm dini, daha önceki peygamberlere gönderilen ve esasa taalluk eden dinî prensipler bakımından kendisine aykırı olmayan bıitün hakk dinleri kabul eder. Ancak, İslâm dinî, İlâhî dinler zincirinin son halkası ve devrinin insanlığının manevî, ahlâkî ve içtimâî ihtiyaçlarını eksiksiz karşılayan yegane din olduğundan, İslâm geldikten sonra başka bir din tanıyan, bir yol tutan kimsenin bu tutumu ile İslâm’a aykırı davranmış olduğu açıktır. Şu halde onun bu dininin ve bu yolunun İslâm dini nezdinde bir geçerliliği yoktur, O halde bu yüce dinin mensubu olan herkes sorumlu olup, gücü vrimkanlarrötçtlstinde bir şeyler yapmak morundadırlar. Zira İslâm’ı anlamak, anlatmak ve Ona hizmet etmek, insanlığa hizmet etmek demektir. Çünkü İslâm insanın dünya ve ahiret mutluluğunu, onun huzur ve güvenini sağlayacak bütün güzellikleri ve çözümleri ihtiva etmektedir. O tarih boyunca ne zorla ve ne de yoğun propagandalarla kandırarak hiçbir topluluğa ve millete benimsetilmemiştir. İslâmiyet’in yayılması için hemen her devirde sadece tebliğ ile iktifa edilmiştir. İslâm dünyasında zaman zaman dini yaymak için teşkilatlanmaya teşebbüs edilmiş olmakla beraber, sürekli ve yaygın bir organizasyon sağlanamamıştır. Bilhassa İslâm devletleri arasındaki kısır çekişmeler, haksız mücadele, rekabet ve menfaatler buna engel olmuştur. İslâmiyet’in yayılması adeta kendiliğinden gerçekleşmiş, birçok fert ve millet İslâm’ı arayarak bulmuştur. Bugün dünya üzerindeki birçok bilim adamı Müslümanların iyi ve örnek davranış sergilememelerine rağmen- araştırmalar yaparak- İslâmiyet’in yüceliğini idrak etmekte ve Müslüman olmaktadır. Şayet Akif’in dediği gibi İslâm bilginleri özel bir gayret ve çalışma yapsalardı bugün hidayete kavuşan fert ve milletler elbette daha çok olacaktı.
Sonuç olarak denilebilir ki İslâmiyet elbette bir misyoner dini değildir. Tamamen vahiy mahsulüdür. Son peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.) tarafından insanlığa tebliğ edilmiştir. İnananları tarafından yaşanmaya devam edilecektir. Onun insan fıtratına, kainatın düzenine, bilim, kültür, genel ahlâk ve çağlar üstü medeniyete ancak katkısı ve rehberliği olacaktır. İnsanlık bugün onun rehberliğiyle sevgi ve barışına muhtaçtır. Zira bir millet ne kadar Müslümanolursa, iç ve dış tehlikelere karşı o kadar dayanıklı ve şuurlu olacaktır. Ülkemiz bugün, yüzyılların en yoğun kültürel yatırımlarının yapıldığı bir dönemi yaşamaktadır. Uydu antenleri, turizm yatırımları, Avrupa Birliği Projesi, iletişim araçları, bilgisayar ağı ve internet bağlantıları bizi aslî değerlerimizle karşı karşıya getirmek yerine onları koruyacak hatta destekleyecek şekilde yönlendirilmelidir. Konuyu Fazlu-r Rah- man’ın Müslümanlarda olması gerektiğine inandığı şu cümlelerle tamamlayalım: “Müslüman- lar; makul, tutarlı bir dünya dengesinin kurulmasına yeterli bir şeklide katkıda bulunmak zorundadırlar. Evrensel eşitlik, kardeşlik ve ahlâkî bir plan üzerinde işbirliği şeklindeki mesajıyla İslâm, bu alanda ne battının ne de komünist dünyanın yörüngesinde gidemez. Çünkü bu ikisi de iflah olmaz bir kuvvet politikası içine düşmüştür. Buna karşılık Müslüman devletlerin,dünyanın gidişatı hakkındaki söyleyecek bir sözlerinin olabilmesi için belirgin bir yardımlaşma ve pekiştirme, heyecan ve hareketinin oluşturulması bir yükümlülüktür.”"0’

1- Prof. Dr. G. Tümer,
Türkiye’de Misyonerlik Faaliyetleri, Türkiye Diyanet Vakfı, Ank. 1996, s. 53 vd.
2- Prof. Dr. Şaban Kuzgun, “Misyonerlik ve Hıristiyan Misyonerliğinin Doğuşu Erciyes Üııiv. İlahiyat Fakültesi Dergisi, Kayseri 1984, s. 59.
3- Yuhanna, 1.14.
4- Matta, 28, 19-20, Markos, 16-15.
5- Prof. Dr. Mehmet Aydın, Türkiye’de Misyoner Faaliyetleri (sempozyum), Türkiye Diyanet Vakfı, Ankara 1996, s. 10 vd. 6- Dr. Abdülbakı Keskin, Doğu- Batı ve 21. yüzyıl üçgeninde İslâm, Türkiye Diyanet Vakfı, Ank. 1994, s. 125. ’
7- Prof. Dr. Abdurrahman Kiiçük, Türkiye’de Misyonerlik Faaliyetleri, Ank. 1996, s. 37.
8- Al-i İmran, 19.
9- Al-i İmran, 85.
10- Fazlu’r Rahman, İslâmî Devlet Kavramı, Değişim Sürecinde İslâm- Jonh Espposito- John
Donohue, (Tere, A. Y. Aydoğan, A. Ünlü) İnsan Yayınları, İst. 1991, s. 278.