Makale

KÖKÜ MAZİDE OLAN ÂTİ

KÖKÜ MAZİDE OLAN ÂTİ

Abdulbaki İŞCAN

Türk milleti hemen hemen her devirde bir devlet tarafından temsil edildi. Bir Türk devleti | yıkılırken ya bir başka Türk devleti kuvvetlenerek temsili- yeti devam ettirdi ya da yeni bir Türk devleti kuruldu.
IX. yüzyıldan itibaren İslamiyetin benimsenmesiyle de Türkler dünyanın çeşitli bölgelerine hızla yayıldılar. Özellikle XI. yüzyılda Selçuklu İmparatorluğu’nu kurmak sureti ile Anadolu bir Türk ülkesi haline geldi, İslâm dünyası yeni bir zindelik kazandı. XIII. yüzyılın ikinci yarısına doğru ortaya çıkan beylikler aralarında rekabet ederek Selçukluların mirasına oturmak istemişler, ancak bu beylikler arasından küçük beyliklerden birisi olan Osmanoğlulları Beyliği galip çıkarak Türk ve İslâm dünyasının XIII. yüzyıldan itibaren siyasi temsilcisi oldu.
Bu devlet ileriki yıllarda hızlı bir yayılma dönemine girerek üç kıtanın en stratejik bölgesine hakim oldu. Osmanlıda yükseliş sadece askeri ve siyasi yönden değil, aynı zamanda kültürel olarak da gerçekleşti.
Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük imparatorluklarından biri olan Osmanlı bir devir geldi, küçülmeye başladı ve nihayet XIX. yüzyılın başında tarih sahnesinden çekilerek yerini Türkiye Cumhuriyeti devletine bıraktı.

CUMHURİYET
Egemenliğin bir tek keşinin elinde olmadığı ve oy hakkına sahip yurttaşlarca seçilen temsilciler eliyle yasalara uygun biçimde kullanıldığı yönetim biçimi manasına gelen Cumhuriyet, kelime olarak Arapça’da toplu durumda bulunan kavim ya da ulus anlamına gelen Cumhura dayanmaktadır.
Günümüzde dar anlamda cumhuriyet kavramı, devlet başkanının belirli süre için doğrudan ya da dolaylı olarak halk tarafından seçilmesine dayanan hükümet biçimini içermektedir. Bununla birlikte cumhuriyetin bir devlet biçimi mi yoksa hükümet biçimi mi olduğu öteden beri tartışılagelmiştir. Türkiye cumhuriyetinin 1924, 1961, 1982 anayasalarının birinci maddelerinde “Türkiye devleti bir cumhuriyettir” ifadesiyle cumhuriyet bir devlet biçimi olarak kabul edilmektedir. Türkiye’de 1924 Anayasasında Cumhuriyetin bir devlet biçimi olarak yer alması hukuksal olmaktan çok siyasi anlamı ile ilgilendi- rilmektedir ve amaç devlet başkanlığının bir hanedana ait olup, soydan geçmesini önlemektir. 1924, 1961, 1982 anayasalarında yer alan devlet şeklinin değişmezliği ilkesi bunun bir ispatı olarak kabul edilmektedir. (Ana Biritanica, Cumhuriyet maddesi, s. 363)
Cumhuriyet ülkemizde Kurtuluş Savaşı’ndan sonra 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan barış antlaşmasından sonra anayasada yapılan bir değişiklikle 29 Ekim 1923’te ilan edildi. Kurtuluş savaşı başlarında Ankara’da 23 Nisan 1920’de kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi ve hükümetinin çalışma yöntemi, temelde cumhuriyet ilkesine dayanıyordu. Egemenliğin kayıtsız şartsız ulusun elinde olduğu ilan edilmiş, çeşitli aşamalar sonunda seçimle gelmiş bir meclisin temsil ettiği yasama gücü ile onun denetlediği bir yürütme gücü yani hükümet oluşturulmuştur.
Yürürlükte bulunan 1921 anayasasında Mustafa Kemal Paşa’nın hazırladığı tasarı doğrultusunda yapılan değişiklikle 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet resmen ilan edilmiştir.

YÜKSEL Kİ YERİN
BU YER DEĞİLDİR
Türk milleti var olduğu günden beri daima kendi iradesine sahip olmuş, hiçbir milletin esareti altına girmemiş, hürriyetini ve onurunu korumasını bilmiştir. Tarih boyunca birçok devletler kuran Türk milleti daima hür yaşamış, hiçbir kuvvete boyun eğmemiş, inançları doğrultusunda hiçbir fedakârlıktan kaçınmamıştır. Kurduğu devletlerin idare şekilleri ne olursa olsun, Türk milletinin hürriyete düşkünlüğü, adalete bağlılığı, ahlâka saygısı en önemli niteliği olmuştur.
Türkler yabancılarla, dünyadaki milletlerin hepsinden fazla olan temasları boyunca, onlara hiçbir zaman mahkum, yenik bir ruh hali ile yaklaşmadılar. Tersine hakim bir ruh ve fetih zihniyeti ile yanaştılar. Kendi kültürlerine güvendikleri için, başkalarına aşağılık duygusu ile bakmadılar, onların altında ezilmediler. Bilakis fatih davranışı ile hak ettiği ganimeti alır gibi kendilerine lazım ve faydalı olanı aldılar. O kültürü kendi kültürlerine aşıladılar. Böylece hem kendi orijinalliklerini devam ettirdiler, hem de başka kültürler alarak yenilendiler. Esası değişmemekle beraber, her çağa uygun eserler mad- dî-manevî kurumlar ve hünerler ortaya koydular. (Ahmet Kabaklı, Temellerin Duruşması, s. 15)
Türk milletinin bir devlet ve yönetim şekli itibariyle mizacına oldukça uygun olan cumhuriyet, onun kalkınmasına, gelişmesine, idealleri doğrultusunda ilerlemesine büyük imkan sağladığı gibi, geleceğe yön vermesi bakımından hür düşünceli insanların ülkesi ve milletiyle çağın her zaman ilerisinde, daha yükseklere ulaşma azmi ve gayretine zemin hazırlamıştır.

CUMHURİYET RUHU
Cumhuriyetin ruhu Müslüman Türk milletinin ruhuna yabancı değildir. Bilakis kültürümüze, manevî ahlâk temelimize en uygun bir idare şeklidir. Millet, cumhuriyetle kendi iradesini kullanma imkanı bulur ve idareye katılır. Meşveret, danışma diyebileceğimiz bu katılım, İslâm dininin müntesiplerine öğrettiği en önemli esaslardandır. Kur’an-ı Kerim’de danışmayı esas alan müminler şöyle tanıtılmaktadır: “Onların işleri aralarında danışma iledir.” (Şura, 39) Bu danışma ruhu, imanlı insanların kalplerine, gönüllerine yerleştirilmiş ve de yer etmiştir. Kur’an-ı Kerim’de Ali İmran suresinin 159. ayetinde Hz. Peygambere hitaben şöyle buyurulmaktadır. “O vakit Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın. Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın hiç şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet; bağışlanmaları için dua et, iş hakkında onlara danış. Kararını verdiğin zaman da artık Allah’a dayanıp, güven. Çünkü Allah kendisine dayanıp, güvenenleri sever.” Danışma, istişare İslâm dininin en belirgin özelliklerinden biri olarak göze çarpmaktadır. Konu hakkında birçok ayeti kerimenin oluşu ve Hz. Peygamberin tutumu, bunun en belirgin özelliğidir. Bedir savaşında alınan esirlerin fidye karşılığında serbest bırakılması, Uhut Sava- şı’nda Medine’de şehrin savunmasında kalınmayıp, şehrin dışında savaşın kabulü, Hendek savaşında Medine’nin dışına hendek kazılması gibi kararlar hep istişare sonucu verilmiştir. Hz. Peygamberin vefatından sonra da onun terbiyesinde yetişmiş örnek nesil, büyük küçük bütün problemlerin çözümünde istişare prensibinden ayrılmamıştır. Dört halife döneminde de halifeler İslâm’ın ruhuna uygun uygulama ile istişare sonucu cumhurun seçimi ile iş başına gelmişlerdir.
Hz. Ebubekir halife seçilmesinden sonra halka yaptığı konuşma İslâm’ın istişare ve danışmaya verdiği önemi ortaya koyması bakımından oldukça dikkat çekicidir:
“Ey insanlar, en yeterliniz olmadığım halde, başınıza geçmiş bulunuyorum. Görevimi iyi yaparsam, bana yardımcı olunuz, yanılırsam doğrultunuz. Doğruluk emanet, yalancılık ihanettir. İçinizdeki en zayıf kişi hakkını alıncaya kadar bana göre en kuvvetlidir. En kuvvetliniz de ondan başkasının hakkı alınıncaya kadar bana göre en zayıftır. Ben Allah ve Resûlüne itaat ettikçe siz de bana itaat ediniz. Eğer Allah ve resûlü- nün yolundan ayrılırsam bana itaat etmeniz gerekmez. (İbni Hişam, 4/311)
Büyük emekler ve zorluklarla kurulan ve bizlere emanet edilen Cumhuriyeti bu uğurda dökülen kanlara, şehit olan nice insanlara bir minnet borcu olarak ve geleceğimiz açısından daha emin adımlarla ilerlemek düşüncesiyle imanımız, insanlığımız, vatanımız, milletimiz ve istiklalimiz için yaşatmak tek hedefimizdir.