Makale

DİN GÖREVLİLERİ ve DİN HİZMETLERİ ÜZERİNE BİR SORUŞTURMA

DİN GÖREVLİLERİ ve DİN HİZMETLERİ
ÜZERİNE BİR SORUŞTURMA

Camiler ve Din Görevlileri Haftasını vesile kılarak, din hizmetlerinin birey ve toplum hayatı için önemini yeniden hatırlamak, bu alanda var olan sorunları tartışmak, önümüzü ve hedeflerimizi görmek ve bunları daha çağdaş bir hâle getirmek için konuyla yakından ilgilenen ve uzun yıllar bu alanda emeği geçen bilim adamı ve hocalarımıza aşağıdaki soruları yönelttik. Aldığımız cevapları ilginize sunuyoruz:
✓ Çağdaş din görevlilerinin vasıfları neler olmalıdır?
✓ Camilerin geleneksel rolü nedir ve gelecekte ne gibi işlevler üstlenebilir?
✓ Din hizmetinin çağımız insanı için "hayatî yardım"a dönüştürülmesi hedefine ulaşmada atılması gereken öncelikli adımlar nelerdir?

Prof. Dr. Mehmet Erkal/MÜ llâhiyat Fakültesi

Çağdaş din görevlilerinin öncelikli ve olmazsa olmaz vasıfları, şüphesiz, sünnetin belirlediği, Hz. Peygamberin yaşayarak öğrettiği olgun müminin vasıflarıdır. Bu vasıflar Kur’an ve Hz. Peygamber ahlâkına en üstün manada uyabilmekle kazanılır. Buna "edep" demeyi tercih ediyorum; kendinden üstünleri çok görmemek, kendinden aşağıları küçük görmemek herkesi haliyle kabul edip Hâlık’ın hatırı için mahlûkâta merhamet edip sevmek, güzel terbiye, iyi huylarla bezenip, utanılacak hata ve ayıplardan insanı koruyan bir meleke. Bu kavramın tam karşılığının batı dillerinde olduğunu zannetmiyorum. Bu yüzden terim üzerinde düşünülmesi gerektiğine inanıyorum, insanı insan yapan, insanı olgun bir Müslüman yapan bir terbiye, ruhânî âlemiyle ilim, irfan, ihlas, Allah sevgisi ile dolu dış yüzü ile, mütevazı, merhametli, hoşgörülü, vefakâr, sadık, sözü hikmet, sükûtu ibret bir Müslüman hâli.
Çağdaş din görevlileri bunun da ötesinde vasıflara sahip olmalıdır; çünkü onlar Hz. Peygamberin örnek olma vasfının da varisidirler; bugün dünyada en fazla ihtiyaç duyulan şey sevgi, inanca ve farklılıklara saygı, yeni fikirlere sonuna kadar açık nesiller yetiştirmektir. İç dünyası ile karşılaşan, kendisini keşfederek çıkışlar arayan insanın rehberlere ihtiyacı vardır. Hayatın aidiyetini aramada ona yol gösterecek, örnek olacak kişi din görevlileridir.
Modernite aslında insanın içindeki benliğini almış, onların yerine bir makine yerleştirmiştir. Modern hayatın hassasiyeti git gide silen kargaşalığı insan unsurunun sinirlerini törpülemekte, tedirginliklere yenilerini eklemektedir.
Çağımızda yoğun bir çatışma, değişim ve sarsıntı süreci yaşanmaktadır. Sanki modern dünya bu haliyle okyanusta sallanan bir sandalı andırmaktadır. Sanayi uygarlığından bilgi uygarlığına geçiş sürecinde tüm kurumların, kavramların, değerler sisteminin değişmekte olduğunu görüyoruz. Bilgisayarlaşmış bilgi üretimin ana gücü haline gelmiş, teknoloji, iyi, güzel, doğru ile değil, yalnızca üretkenlikle ilgilenen bir oyun halini almıştır. Bugün üretim faktörlerinden tarım, emek önemini yitirmiş, beyin gücü öne çıkmıştır: Kol gücü yerine beyin gücü.
insan pasifize edilmiş, parçalanmış, unutturulmuş, unutmuş, kafası banka hesaplarıyla karıştırılmış, bu kaybolmuş duygusu, bu çöküş psikolojisi, gücün sadizmi, özlemeyen, sızlamayan, yanmayan, inlemeyen, ağlamayan, sevemeyen, duyarsız, tekdüzeleşmiş, yeknesaklaşmış, daha da kötüsü, Amerika, Holy- wood, fastfood, hamburger kültürüne yatkın insanlar, bütün bunları yalnızca geçiş dönemi olarak mı kabul edeceğiz? Yoksa biz bunları kabule mecburuz diyecek kadar kendimize yabancılaştık mı?
Hayır çağdaş din görevlisi önce gönül ehli olarak sevginin, yaratandan dolayı yaratılmışları sevmenin merkezi olan gönülden yola çıkarak insanları irşad edecektir.
Gönül de -kanaatimizce batı dillerinde karşılığı olmayan- üzerinde fikir çilesi çekilmesi gereken bir kavramdır. Gönüllü olmak, gönülden sevmek, gönülden vermek. Bir yazarımızın ifadesi ile "Birine alçak derseniz hakaret etmiş olursunuz. Alçak gönüllü derseniz iltifat etmiş olursunuz. Çünkü gönül öyle yücedir ki, kendisine ilişen alçaklığı elinden tutup katına yüceltir." Alçak gönüllülük, bir yücelik olup çıkar.
işte küçük bir kesit vermeye çalıştığımız günümüz insanlarına hizmet götürecek din görevlilerinin bu ulvi hizmetin bir gönül işi olduğuna inanmaları, bu işe gönül vermeleri, daima gönle hitap etmeleri şartı ile başarılı olacaklar kanaatindeyim.
Çağdaş din görevlilerinin -hizmet alanları ne olursa olsun- tamamının üniversite mezunu olmaları, mutlaka lisans eğitimi almaları gereğine inanıyorum. AB’ye girerken insanlara örnek olacak, onları ir- şad edecek görevlilerin eğitim-öğretim seviyelerinin de gün be gün üst seviyelere çekilmesi tabidir. Bu itibarla Türkiye’de 80 bini aşkın camide Balkanlarda, Türkî Cumhuriyetlerde ve Türklerin bulunduğu Avrupa ülkelerinde görev yapacak çağdaş din görevlilerinin tamamının -imkan bulunsa da- üniversite mezunu olmalarının sağlanmasını gönül arzu etmektedir.
Sokrat’ın da ifade ettiği gibi "genellemeler yorgun dimağların bir ürünüdür". Biz burada problemlerin çözülebileceğini, mihrapta asla yangın olmadığını, örnek din görevlilerimizin dün olduğu gibi bugün de, toplumun her türlü hizmetinin içinde olduklarını tekrarlamakla yetineceğiz.
Din hizmetlileri sadece namaz kıldırmakla görevli memurlar değildir. Onlar toplumumuzun her kesiminde vardır. Çocuk doğunca ismini koymakla başlayan hizmet, sünnette, düğünde, ölümde, sevinçte, hüzünde, ... her türlü sosyal etkinliğin içinde devam eder. Hatta geçen hafta Doğu Anadolu ilçelerinden birinin kaymakamı, televizyonlarda, kız çocuklarının okula gönderilmesinin teşviki için komisyon kurduklarını, bu komisyonun kaymakam, imam ve muhtardan oluştuğunu, ev ev dolaştıklarını söyledi. Toplumuzda din görevlisinin hizmeti tarihin hiçbir döneminde camide bitmemiştir, bitmeyecektir.
Kendilerinden çok yönlü beklentileri karşılayacak din hizmetlilerin meslekî eksiklikleri, -ikinci soruyu cevaplarken temas edeceğimiz gibi- sistemli bir çalışma ile giderilir. Ancak onun asıl başarısı kendisiyle yapacağı nefis murakabesi sonucu ortaya çıkacak, imanının sesini vicdanında duyarak takva ve güzel amellerle iç fethini tamamlayıp gece gündüz insanlığın hayrına çalışmakla dış fethini bütünleştirecektir.
Kant’ın ifadesiyle öyle hareket edeceklerdir ki gerek kendilerinde, gerekse diğerlerinde tecelli eden insanlık, insaniyet asla vasıta değil, aynı zamanda gaye olacaktır, insanlık, insaniyet İslâmiyet demektir. Bu kavramın içinde insanın hayatına, şerefine, değerlerine, farklılıklarına, doğuştan getirdiği haklarına, saygı duymak vardır. Bunun için de özgürlükçü, hoşgörülü, hakikat ve adalet sever, olmak gerekir.
Bugün yeni yeni disiplinler ortaya çıkmakta, yeni görüşlere ulaşılmaktadır. Daniel Goleman "Duygusal Zeka" adlı kitabıyla yepyeni bir kavram ortaya atmıştır. Uzun zamandır başarılı olmanın derecesi IQ (Intelligence Quotient) ile ölçülürdü. Yapılan son araştırmalara göre "duygusal zeka" (EQ - Emotional Quotient) insanların kişisel ve meslekî anlamda başarılı olmalarını IQ’ dan çok daha fazla etkilendiğini gösterdi. Duygusal zeka ile insanların ortak duyguları, iletişim becerileri, insanlık anlayışları, incelik, zera- fet, kibarlık, nezaket vs. gibi yetenekleri tanımlanmaktadır.
Duygusal zeka, kendimizle ve başkalarıyla olan ilişkilerimizi doğrudan etkiler. Yani duygusal zeka bir taraftan kendi gelişimimizi ve olgunlaşmamızı diğer taraftan da yeteneklerimiz ile diğer insanlarla aramızda olan ilişkileri tanımlar.
Duygusal zeka için özellikle aşağıdaki yetkinlikler belirleyicidir.
Kendini tanımak: Kişinin kendi duygularını, ihtiyaçlarını, hedeflerini tanıması, tercihlerini yapabilmesi ve sahip olduğu şahsi gücünün ve kaynaklarının farkında olması anlamına gelir. Kendini tanımakla insanlar belirli pozisyonlarda nasıl hareket edeceklerini, neye ihtiyaç duyduklarını veya kendilerinde ne gibi değişiklik yapmaları gerektiğini fark ederler.
Kendini yönetmek: Kişinin sahip olduğu duygu ve düşüncelerini kontrol ederek yönlendirmesi. Bu beceri ile duygularımızın esiri olmaktan kurtulup onları yönlendirebiliyoruz. Örneğin, bir olay bizi çok kızdırdığında, kendi kendimizi sakinleştirerek, yanlış bir karar vermekten veya yanlış bir davranışta bulunmaktan kaçınırız.
Motivasyon: İnsanın kendini motive edebilmesi, daima başarma isteğine ve heyecanına sahip olması demektir. Bu yetenek özellikle zorlukların çıkmasında veya işlerin istenilenin dışında gelişmesi durumlarında çok faydalı olur. Kendini motive edebilen insan, zorluklar karşısında yılmadan kendinde devam etme gücünü bulur, daha metanetli olurlar.
Empati: Kişinin başka insanların duygularını, ihtiyaçlarını, kaygılarını anlayabilmesi, kendini onların yerine koyabilmesi demektir. Söz konusu olan onlar gibi düşünebilip, davranabilmek, onları oldukları gibi kabullenebilmek ve hal ve hareketlerine saygı göstermektir.
Sosyal Yetkinlik: Sosyal yetkinlik insanların başkalarıyla ilişki kurabilmesi ve bu ilişkilerin uzun süre geçerliliğini koruyabilmesi becerilerini kapsar. İnsanlar arası iyi ilişkilerin yanı sıra bir takım oluşturabilme, takım ruhunu sağlayabilme ve bu takımı yönetme becerisini gösterme de bu yetkinlik ile olur.
İletişim becerisi: Duygusal zeka için, iyi iletişim kurabilme becerisi, vazgeçilmez unsurlarındandır. Bu iki türlü açıklanabilir. Birincisi insanın kendisini açık ve net olarak ifade edebilme becerisi, diğer taraftan da başkalarını dikkatli dinleme ve ne söylediklerini tam ve doğru olarak anlayabilme becerisidir.
Din hizmeti sunmak aslında bir beceri, sanat ve bilgeliktir. Bilgiyi aktarma durumunda olanların daima bilgi almaları, öğretirken öğrenmeleri zaruridir. Bu sebeple din görevlilerinin bir vasfı da iyi bir araştırıcı ve okuyucu olmalarıdır. Yeni fikirlere açık, yeni bilim ve disiplinleri takip eden, aynı anda kendi yetenekleri ve imkanlarını keşfedebilen görevliler, başkalarını da keşfedebilirler.
Çağdaş din görevlilerinin vasıfları neler olmalıdır sorusunu, bana göre çok önemli görülen şu özellikleri tesbitle bitirelim.
Çağdaş din görevlisi, dinin özünü bozmayan, onlara ters düşmeyen, zedelemeyen, geleneklere de saygılı olmalıdır. Bunun için de örneğimiz Peygamberimizdir. O kavminin geleneğine saygısından Kâbe’yi yıkıp eski temelleri üzerine inşa etmemiştir.
Bilindiği gibi gelenek, bir topluma kimliğini, kişiliğini kazandıran kök paradigmaların ve anlam haritalarının kök saldığı, sürekli yenilenmeyi bekleyen toplumun anlam repertuarıdır.
Kendilerini, kendi geleneklerinde yenilemeyen toplumlar hem güçlü, kişilikli şahsiyetler yetiştiremezler, hem de sanatta, kültürde, düşüncede iz bırakacak atılım- lar yapamazlar.
Geleneği olmayanın geleceği de olmaz. Kendisi olmayanların başkalarına bir kimlik önermeleri beklenemez.
Camilerin geleneksel rolü gerek isminden ve gerekse Hz. İHI Peygamber dönemindeki uygulamalardan açıkça anlaşılmaktadır. Cami "toplayıcı" anlamındadır. Müslümanları bedenen ve ruhen toplayan, kaynaştıran, birleştiren, pekişitiren, paylaştıran mekandır. Zaten İslâm da tevhid dinidir. Allah’ı birleyici, insanları birleştirici bir dindir.
Hicretten sonra Hz. Peygamber Medine’de namazların kılınması, İslâmî öğretimin icrası için bir mescid inşa etti. Bugün "Mescid-in Nebî" olarak adlandırılan bu camide birbirinden ayrı üç mekan vardı. 1. Namaz kılınan yer, 2. Suffa denen okul, 3. Hz. Peygambere ait birkaç oda. Suffa ilk İslam okuludur. Bizzat Hz. Peygamber orada ders veriyordu. Ubâdet İbnu’s-Samit ve Abdullah İbn Said oranın öğretmenlerinden idi.
Suffa aynı zamanda bir yurt-yatakhane olarak da kullanılıyordu. Bir ara buradaki öğrencilerin sayısı 400’e kadar yaklaştı, (bkz. M. Hamidullah, İslam Peygamberi II. 829-836, DİA, Cami Maddesi)
Caminin bu geleneksel rolü geleceği de aydınlatıcı özelliktedir.
Camiler ibadet yerleri olmanın yanında birer yaygın eğitim- öğretim mekanlarıdır. Hutbe ve vaazlar, dünümüzü iyi bilen, günümüzü iyi okuyabilen görevliler tarafından verilirse, insanımız beşikten mezara kadar sürekli eğitim-öğretimin içinde tutulacak, böylece toplumumuzun bilgi seviyesi yükselecektir.
Camilerin gelecekteki rolü şüphesiz Müslümanları toplayan, bir araya getiren, birleştiren, eğiten, öğreten mekanlar olmasıdır. Ancak bugünden alınacak bazı tedbirler vardır ki bunlar çeşitli vesilelerle zikredilmiştir. Biz bunlardan birkaç örnekle yetineceğiz.
1- Öncelikle camiye siyaset girmemelidir. Cemaatin farklı görüşteki bireylerden oluştuğu hiç unutulmamalıdır. Karşıtlık değil, farklılık vardır. Farklılıkları da şefkatli bir saygı ile karşılamalıdır.
Camilerde birlik, beraberlik, kardeşlik duyguları yüceltilir, bilgi aktarılır. İlimle siyasetin kulvarları çok ayrıdır. İbn Haldun’un işaret ettiği gibi ilim adamı külli (tümel) ile ilgilenir, insanla, nebatla, cansızlarla uğraşır. Onu çözmeye çalışır. Siyaset ise kullî yargılara ulaşmaya çalışmaz, öncelikle bir olguyu çözmeye çalışır.
2- Gelecekteki camilerimizin rolü, ibadet mekanları olmalarının yanında birer ilim yuvaları olmalarıdır. Bu bilgilendirme önce din görevlilerinden başlamalı, söz gelimi âdâp ve erkânına uygun güzel okuyucular, bu seviyede olmayanlara kurslar tertip etmelidirler. Bu kurslar makam, üslup, diksiyon, vs. şeklinde geliştirilmelidir.
3- Özellikle taşrada camilerimiz halkın günlük zaruri ihtiyaçları ve problemlerini giderici mekanlar olmalıdır. Söz gelimi tarımla ilgili yeni gelişmelerin de çiftçilere duyurulup tartışıldığı mekanlar olmalıdır. Çünkü Hz. Peygamber, arkadaşlarını ilgilendiren her konuyu, camide tartışmaya açmış, çözüme ulaştırmıştır.
Din hizmetinin çağımız insanı için "hayati yardım"a dönüştürülmesi hedefine ulaşmak için atılması gereken adımların başında bu hedefe ulaşmanın bir ihtiyaç olduğuna inanan görevliler yetiştirmek gerekmektedir. Kendi anlam haritalarını kendi kök paradigmaları doğrultusunda ortaya koyabilen, bugünün dünyasını okuyabilen, kendisiyle ve toplumuyla barışık gönül ehli hizmetliler inançlarından ve vatanlarına duydukları sevdadan aldıkları güçle yeni durumlarla karşılaştıklarında yeni yardım yolları bulacakları kanaatindeyim. Bugün artık özellikle cami ve lojmanlarımızın ihtiyaçları, Diyanet Vakfı tarafından karşılanmalı, görevliler halkımızla el ele bütün hayır kuruluşlarında yer almalıdırlar. Cami dernekleri faaliyetlerini örneğin:
1- Fakir, yetim, kimsesiz çocukların okutulması,
2- Okul, hastane, sağlık ocağı gibi kuruluşların onarımı,
3- Çevre düzenleme ve güzelleştirme,
4- Engellilerin ihtiyaçlarını giderme,
5- Kültürel varlıklarımızı koruma gibi hayrî etkinliklerde yoğunlaştırmalıdırlar.
6- Diyanet vakfı 1978 tarihinden günümüze kadar geçen (25) senelik süre içinde hac ibadetini organize etmiş, bu sayede binlerce din görevlisi ve Diyanet İşleri büyük bir kazanım elde etmiştir. Bu kazanım insanları bir yerden başka bir yere intikal ettirmek bu esnada ortaya çıkan problemleri çözüme ulaştırabilmek, başka başka yerlerde sağlık ocağı, hastahane vs. kurabilmek, hastaları anında buralara yerleştirebilmek kazanımıdır. Bu, yıllara mal olan, büyük masraflarla elde edilen kazanımı ülke içinde çeşitli yardımlara dönüştürebilmek elimizdedir.
Ülkemiz büyük bir deprem kuşağı üzerindedir. Diyanet işleri Başkanlığı "Akut" gibi bir kuruluş oluşturmalı, bunun şubelerini il müftülüklerinde açmalıdır. Yapılacak iş merkezde, hacda kullanılan ambulans ve araçları, deprem, sel, vs. gibi afetlere yardıma hazır halde tutmak, illerde, hacda görev almış görevlilere belli aralıklarla kurs verip , araç gereçle donatıp onlara ulaşabilecek telefonları almaktır. Böyle felaketlerde -Allah göstermesin- afet bölgesine en yakın illerden anında tam hazırlıklı, görevli grupları yardıma göndermek çok faydalı olacaktır. Afet bölgelerinde sadece kazma-kürek gibi araçların dahi ne büyük işler başardığını gördüğüm için bu konu üzerinde ısrarla duruyor, her vesilede dile getirmeye çalışıyorum.
7- Din hizmetlileri kuruluşları tarafından hastane odaları, klinik ve sağlık ocakları onarılmalı, ambulans, engelli araçları vs. satın alınıp bağışlanmalı, yerel kültürlere sahip çıkılıp yaşatılmalıdır.

Prof. Dr. Mahmut Kaya (ISAM)

Bilindiği gibi insanlığın binlerce yıldan beri idealize edip geliştirdiği manevî, ahlâkî ve İnsanî değerler modern çağda derin yaralar aldı. Adı ve niteliği ne olursa olsun, materyalist ve hedonist dünya görüşünden beslenen ve maddeden azamî haz alma duygusuyla şaha kalkan insan ihtirası, aile ve toplum hayatımızda büyük tahribata yol açtı. Bunun sonucu olarak bir karabasan gibi insanlığın üstüne çöken evrensel bunalım ve gerilimler karşısında çağdaş bilimin, sanat ve felsefenin yapacağı pek fazla bir şey olmadığı artık anlaşılmış bulunmaktadır. Geriye insanlığın sığınacağı bir tek kurum kalıyor ki, o da dindir. Bu gerçekten hareketle:
a) Her düzeydeki din görevlisi, tıpkı peygamberler gibi, insanlığın ıstırabını vicdanının derinliklerinde hisseden ve problemlerinin çözümüne yardımcı olmayı varlık nedeni bilen yüksek bir idrak ve ideal sahibi olmalı. Bu kutsal görevin hakkını verebilmenin yolu, çağı doğru okumaktan ve insanı bütün boyutlarıyla iyi tanımaktan geçmektedir, içinde görev yaptığı toplumu ve sorunlarını yakından tanımayan ve insanın iç dünyasını keşfedemeyen, onun güç ve zaafını iyi tesbit edemeyen bir din görevlisinin cemaatine bir şey vermesi düşünülemez.
b) Psikolojik olarak cemaat, mihraba geçen, minber ve kürsüye çıkan din görevlisini kendisinden daha bilgili, daha görgülü, daha anlayışlı, ahlâk ve davranışının daha mükemmel olmasını ister ki, bu onun en doğal hakkıdır. Sıfatı, makam ve mevkii ne olursa olsun kişi, kendisinden daha üstün olmayan bir din görevlisinin şahsına saygı duymadığı gibi söylediklerine de değer vermez. Bu yüzden din görevlisi hiçbir zaman bildikleriyle yetinmeyip çok okuyan, araştıran, bildiklerini yeni baştan sorgulayan, öz eleştiri yapacak kadar kendine güveni olan bir kişiliğe sahip olmalı.
c) Günümüzde din adamı, görevi dışında en çok zamana sahip olma gibi bir avantajı elinde bulundurmaktadır. Dinî ilimler sahasında yetişmesini sağlayacak tefsir, hadis, siyer ve kelâm alanlarındaki klasik literatür bugün için büyük ölçüde Türkçe’ye çevrilmiş bulunmaktadır. Bunların yanı sıra modern araştırmalara ulaşma imkânına sahip olan din görevlisi için artık hiçbir mazeret kalmamıştır, "iki günü birbirine eşit olan aldanmıştır" hadisini cemaate anlatan din görevlisi, kendisini de hesaba katarak aldananlardan olup olmadığını düşünmelidir. Ayrıca, bir din görevlisi dinî ilimlerin yanında din psikolojisi, din sosyolojisi, din felsefesi ve dinler tarihi alanlarındaki yayınları mutlaka takip etmelidir. Aksi halde arkasındaki cemaatin ve yaşadığı çağın gerisinde kalma tehlikesi ile karşı karşıyadır.
d) İlâhî vahyin tercümanlığını ve sözcülüğünü yapmak yükümlülüğünde olan din görevlisi, Kur’ân’ın belâğat ve i’cazını yansıtabilmesi için kendi ana dilinin belâğatına yani söz söyleme sanatına vâkıf olmalı; va’z ve hutbedeki konuşmalarında kendisinden ve bilgisinden emin bir tarzda, söylediği her cümle ok gibi hedefini bulmalı ve dinleyenlerin gönlünde fırtınalar ve İlâhî esintiler meydana getirmeli. Bu duygularla camiden ayrılan cemaat, Müslüman olmanın hazzını bütün benliğinde duyarak bir sonraki vaazı iştiyakla bekleyebilmeli.
e) Diyanet işleri Başkanlığındaki her tür atamada bilgi, liyakat, ehliyet ve temsil tek ölçü olmalı. Bölgecilik, hemşericilik veya politik ve ideolojik mülahazaların Başkanlığın kapısından içeri girmesine hiçbir şekilde izin verilmemeli. O yüce kurumun halkımız nezdindeki saygınlığını korumak ve geleceğini güvence altına almak için bu ilkelerden asla ödün verilmemeli.
f) Toplumumuzda hangi hizip, klik, cemaat veya tarikattan olursa olsun, din görevlisi her kesime eşit mesafede bulunmak zorunda olduğunu hatırından çıkarmamalı. Peygamberi bir anlayışla gönlünü herkese açmalı ve herkesin imdadına koşan bir iyilik meleği olmaya çalışmalı. Bu zor işi başarabilmek için benlik duygusunu yenerek hiçbir şeyi şahsiyet meselesi yapmamalı ve olumsuz bir tepki ile karşılaştığında asla öfkelenmemeli, "öfke"yi sözlüğünden silmelidir.
g) Müftülerimizin toplum ve din görevlileri ile olan ilişkilerinde bir büro amiri gibi değil, bir "Hoca Efendi" tavrıyla hareket etmeli. İslâm’ın izzetini, makamın haysiyetini ve kendi vakarını zedeleyecek davranışlardan uzak durmalıdır.
h) Üstün özellikler gerektiren vaizlik mesleği üzerinde titizlikle durulmalı, toplum içinde bid’at ve hurafeler daha çok kadınlar arasında yaygın olduğundan vaizelik kadroları çoğaltılmalıdır.


Prof. Dr. Mehmet İpşirli/fatih Üniversitesi

Diyanet İşleri Başkanlığı ülke için yararlı uygulamalara giderken toplumun çeşitli kesimlerinden görüş alması takdire değer bir yaklaşımdır. Böyle bir usûlün denenmesi iki fayda sağlayacaktır. Birincisi, farklı kimselerden çok değerli öneriler gelebilir, Diyanet yetkilileri bunlardan yararlanır ve uygulamaya geçirir. İkincisi ise, Diyanet yapacağı icraatta, farklı görüşleri ve önerileri aldığı için kendisinden emin olur ve güvenle yoluna devam eder. Bu tutum Kurumu güçlendirir.
Din görevlisi terimi, aşağıdan yukarıya müezzin, imam-hatip, kuran kursu hocası, murakıp, müfettiş, vaiz, müftü ve Başkan’ı ifade eden genel bir kavramdır. Durum böyle olunca din görevlilerinin
a) Ortak özelliklerinden
b) Her bir görevin faklılık arz eden özelliklerinden bahsetmek şeklinde iki ayrı noktadan yaklaşmak gerekir ise de bu çalışmada toplum ve Diyanet düşünülerek ortak konular üzerinde durulacaktır. Burada;
A- Çeşitli özellikleri ve yönleriyle din görevlisi,
B- Bin beş yüz yıldan beri İslâm coğrafyasının her kesiminin ortak mekânı olan cami,
C- Sunulan hizmetin vasıfları ve hayatiyeti olmak üzere üç özelliğin değerlendirilmesi gerekmektedir.
Şüphesiz, üzerinde ittifak edilen birinci nokta görevlinin iyi yetişmiş olmasıdır. Sunulacak hizmetin kalitesinin yükselmesi, tesirli ve kalıcı olmasında iyi yetişme birinci etkendir. Eskilerin "Kemalât kem-aletle olmaz" sözü çok anlamlıdır. İyi yetişmek genel bir ifadedir, bunu bazıları iki dil bilmek, bazıları iki diploma sahibi olmak, bazıları sahasında yüksek tahsilden sonra doktora yapmış olmak şeklinde yorumlayabilir. Kısacası mesleğinin gerektirdiği temel formasyonu en iyi şekilde almış olmak denilebilir.
İyi yetişmek için evvela zeki, yetenekli, gelecek va- ad eden gençlerin bu mesleğe heves etmesi lazım. Bunun için ise mesleğin maddî ve manevî yönleri ve özellikleriyle cazib olması gereklidir.
Bizim geleneğimizde, özellikle Osmanlıda asırlar boyunca İlmî ve dinî meslekler babadan oğula büyük bir şevk ve şerefle geçerdi. Bu husus yerleşmiş, kendine has yazılı ve örfî kuralları olan bir uygulama idi. Günümüzde neden bir imam-hatibin oğlu ben babamın mesleğine gireceğim demiyor. Bunun yüzlerce örneği yaşanmıyor? Meslek neden cazip değil?
Bu konunun tahlil edilmesi gerekir. Bir başka şerefli meslek olan öğretmenlik için de benzer şeyler söylenebilir. Burada vebali dışarıda değil içeride aramak lazım. Hasbelkader bu görevi yürüten baba, oğlunu kendi alanında yetiştirmek istiyor mu? Basit bir istatistik çok çarpıcı görüş ve duyguları ortaya koyacaktır.
Bunun sorumlusu kimdir? Bunun sorumluluğunu devlette, millette, kişilerde değil uzun yıllar boyunca yerleşen telakkilerde aramak gerekir. Şüphesiz telakkiler de gökten nazil olmuyor, millet ve devleti oluşturanların yaklaşımları hazırlıyor. Ancak bu telakkiler bir kader değildir, gayretle değiştirilebilir.
Din görevlisi için önce bir yatırım yapmak, sonra ondan hizmet beklemek yani verilenin karşılığını almak gerekir. Genel bir değerlendirme yapıldığında hem yapılan yatırımda, hem de alınan neticede eksiklik olduğu görülmektedir.
Kaliteli bir eğitim ve yeterli ücret çok önemli bir başlangıç olacaktır: Buradan hareketle evvela mesleği cazip hale getirmek zorunluluğu ortaya çıkıyor. Kaliteli bir eğitim vermek, mezun olanlara mesleğin onuruna yakışır bir ücret vermek bu konuda ilk yapılması gereken husustur.
Ülkemizde genel olarak sosyal bilimcilerin ve özellikle din görevlilerinin hizmetlerinin karşılığını alamadıkları bir gerçektir.
-Diyanet camiasının seksen bin’den fazla din görevlisine sahip bir teşkilat olduğu;
-Bu potansiyelin ülkenin her yerine ve her ferdine, cenaze, cuma, bayram, ramazan ve beş vakit namaz gibi görevler sebebiyle ulaşma imkanına tabiî olarak sahip olduğu;
-Eğer bu camia binbeşyüz yıllık köklü, onurlu bir görevi üstlenmiş olmanın bilincine sahip olursa, Türkiye’nin manevî mimarları arasında en üst seviyelerde yer alacaklarında şüphe yoktur.
-Ancak bunun için bugünün yaygın tabiri ile "misyon ve vizyon" sahibi olmak lazım.
-Bu vizyon ve misyon nasıl kazandırılabilir?
-Bunun için onlarca maddeler sayılabilir. Ama çok sade ve samimi bir yolu var: Samimiyet ve fedakârlık ile çevresinde faaliyet göstermesidir. Dinî hizmet mensubunun görevi günde beş kere camiyi açıp camiye gelenlere namaz kıldırıp, sonra camiyi kitleyip gitmek; çağırıldığında mevlit ve hatimde bulunmak gibi algılanırsa hiç bir mesafe katedilemez. Ancak;
- Kendi muhitinde yaşlı, kimsesiz, ilgi bekleyen onlarca kimsenin olduğu
- Kendi muhitinde çok fakir, yardıma muhtaç, kimselerin olduğu,
- Kendi muhitinde her şeyi yerinde olduğu halde manevî boşluk sebebiyle bunalım halinde olanların bulunduğunu, bunlarla hemhal olmanın kendisinin tabii görevi olduğu bilincine ulaşırsa bu ilgilenmenin onları ve onların yakınlarını çok memnun edeceği ve bu hizmet dalgasının büyüyerek beşerî münasebetleri geliştirip, "hayatî yardım"a dönüşeceği şüphesizdir. Bunun yüzlerce değil ama onlarca örneğini din görevlileri arasında bulmak mümkündür. İşte bu onların yüzlere, yüzlerin binlere çıktığı zaman camia olarak üzerlerine düşeni yapmış olacaklardır.
Bu anlayışın yerleşmesi ve din görevlisi camiasına yayılması için yapılacak bazı teşebbüs ve faaliyetler şu şekilde sıralıyabiliriz:
1) Hizmette standardı yakalamak ve bu geniş görevli potansiyelini iyi bir şekilde değerlendirmek için çok seviyeli ve kaliteli, muhtevası doğru, anlaşılır popüler bir derginin çıkarılması, bu dergide yedi bölümün olması ve bölüm başlıklarının dergide yazılması. Bu başlıklar:
*ilâhiyat *Tarih ‘içtimaiyat ‘İktisat ‘Hatırat ‘Biyografi ‘Kitabiyat olabilir.
Her bir bölümde iki üç tane, üçer dörder sayfalık, İslâmî duyarlılık içinde konulara yaklaşan, dili anlaşılır, çok iyi redaksiyondan geçmiş, toplam yirmi civarında makaleyi ihtiva eden aylık bir derginin çıkarılmasına ihtiyaç vardır. Derginin adı mesela "DİN ve TOPLUM1 olabilir. Diyanet İslâm Ansiklopedisi yazarlarından ve oradaki bazı maddelerden bu dergi için yararlanılabilir. Buradaki yazılar, görevlilerce hutbeler, vaazlar, cami sohbetleri ve din görevlisi-halk ilişkilerinde rahatça kullanılabilecek türden bir bilgi hâzinesi oluşturacaktır. Böyle bir derginin ayda bir çıkarılması zor gibi görünebilir; ancak Türkiye’de dinî ve kültürel konularda yetişmiş, İslâmî duyarlılığı olan kalem sahihlerinin sayısının çok fazla olduğu düşünülürse ve iyi organize edilip, takip edilirse aylık çıkarılması Diyanet İşleri Başkanlığı gibi tecrübeli bir kurum için hiç zor değildir.
* Yine hizmette standardı yakalamak ve bu geniş görevli potansiyelini iyi bir şekilde değerlendirmek için üç yılda bir geniş katılımlı, tebliğleri ve sonuçları bakımından önemli "Din Hizmetleri" kongresinin düzenlenmesi; ayrıca altı yılda bir yurt dışından özellikle Islâm ülkelerinden bu alanda uzman kimselerin davet edilmesiyle bu kongrenin uluslararası olarak yapılmasıdır. Ancak gerek millî, gerekse milletlerarası kongrede davetlilerin ve mümkün olduğu ölçüde konuların iyi belirlenmesi, böylece somut sonuçlara ulaşılması ve tebliğlerin basılması şarttır.
* Din görevlisinin düzenli ve belirli bir program çerçevesinde okuması, kendi kendisini yenilemesi zorunludur. Mahallesinde oturup kendisinin hizmet sunduğu kimselerin birçoğunun yüksek tahsil yapmış, bilim hayatı, iş hayatı, devlet hizmetleri ve- sairede uzmanlaşmış kimseler olduğu gerçeğini kabul ederek onlara yeterli ve faydalı olmak azmi içinde devamlı kendisini geliştirmelidir. Bu konudaki ihmal ve tembellik için hiçbir mazeret geçerli değildir.
* Müşahhas bir öneri olarak: Diyanet İslam Ansiklopedisi (halen 26 cilt yayınlanmış ve M harfine gelinmiştir) müezzinden müftüye kadar her seviyedeki din görevlisinin sistemli olarak ve belirli bir program içerisinde okuması gereken bir temel eser olduğu gerçeği maalesef bu camiada henüz anlaşılmış değildir. Bu Ansiklopedi bütün İslam Dünyasında tektir ve İslam dini, kültürü ve medeniyeti üzerine yapılan çalışmaların geldiği son noktayı yansıtan çağdaş, kapsamlı, güvenilir ve daha da önemlisi daha geniş bilgi almak isteyenleri eski ve yeni literatüre yönlendiren bir şaheser olduğu fark edilememiştir. Bu çok üzücü bir durumdur. Bunun önemi din görevlisine anlatılmalıdır.
Camilerin Fonksiyonu konusuna çok fazla girmeye gerek olmadığını düşünüyorum. DİA’da "CAMI" maddesi (c**. S***.) tarihi süreç içerisinde İslam’ın bu temel kurumunun nasıl etkili bir şekilde kullanıldığını göstermektedir. Tarihten hız alarak çağımızda ve gelecekte bu mükemmel kapasite ve imkan en etkili ve verimli bir şekilde nasıl kullanılır sorusuna cevap aramak lazımdır.
Hepimiz biliyoruz ki cami, herhangi bir mezhep, tarikat, dinî görüş farkı gözetilmeksizin bütün Müslümanlara hitap eden, başka alternatifi olmayan bir kurumdur. Daha açık bir deyişle Hanefisi, Şafiisi, Sünnisi, Şiî si ile bütün Müslümanların tek ibadet yeri camidir. Bunun ötesinde düşünülen yerler tarikat veya cemaat yeridir ve resmi bir statüsü yoktur.
Böylesine evrensel kimliğe sahip, kelime olarak "toplayıcı" manasına gelen CAMI, maalesef bugün kapasite olarak, imkan olarak iyi değerlendirilmemektedir.
Şurası mahakkaktır ki caminin zineti, halısı-kilimi, minaresinin yüksekliği, kubbesinin büyüklüğü değil cemaatidir. Evvela istisnasız bütün Müslümanlara ait olan bu mekânı toplumun benimsemesi alışması ve oradan manevî ve kültürel bir kazanım sağlayacağına inanması gerekir. Bu noktaya kolay gelinemez. Gayret ister, fedakârlık ister, me- tod yani sistem ister.
* Kesin bir öneri olmamakla birlikte bazen şöyle düşünüyorum: Her mahallede akademisyen, doktor, mühendis, avukat gibi serbest meslek erbabı, sanatkâr, öğretmen, ticaret erbabı, kamu görevlisi gibi çeşitli hizmet dallarında fiilen çalışan veya emekli olmuş değerli kimseler vardır. Evvela bu insanları Müslüman toplumun ortak mekanı olarak camiye alıştırmak ve bunlardan o mahalle için yararlanmak mümkün olmaz mı? Bu işin koordinasyonunu da din görevlisi sağlayamaz mı? Burada en nazik nokta, her ne faaliyet gösterilirse gösterilsin, İslâmî duyarlılığa azami dikkat edilmelidir. Yoksa birleştirici olan camide tefrika ve huzursuzluk yaşanır.
* Cami Kütüphanesi: Her caminin bünyesinde imkan varsa müştemilat içerisinde, yoksa cami içerisinde bir kütüphane oluşturulması bir zorunluluktur. Ancak bu kütüphane, emir gereği yasak savma kabilinden olmayıp etkili bir şekilde cami cemaatının hatta o caminin hitab ettiği muhitin kullanabileceği, ödünç kitap alabileceği bir kütüphane olmalıdır. Yetkili bir akademisyen heyeti bir cami kütüphanesinde bulunması gerekli ilk 100, ilk 250, ilk 500, 1000, 2000 kitaplık listeler düzenleyip müftülükler vasıtasıyla cami yetikilerine ulaştırılır. Bu kitapların seçiminde çok dikkatli olmak gerekir. Bilhassa ödev hazırlarken, ders çalışırken büyük zorluklarla karşılaşan ilköğretim ve ortaöğretim gençleri için çok faydalı olacaktır. Aslında cami müştemilatı içinde bir hizmeti ve çalışma mekânı verilse bundan çok olumlu sonuçlar elde edilir.
* Din hizmetlerinde bütün iyi niyetlere rağmen hanımlara yeterli ve etkili hizmetin sunulamadığı bir gerçektir. Bayan vaizeler, Kur’an kursu hocaları vasıtasiyle önemli gelişmeler olmakla birlikte hâlâ yapılacak çok şeyin olduğu görülmektedir. Bu sadece kadınlara hizmet vermek değil ayrıca her mahallede bilgili, belirli alanlarda tecrübeli, çeşitli okullardan, hatta üniversitelerden, kütüphanelerden emekli olmuş, İslâmî duyarlılığı olan bayanlardan belirli bir şekilde yararlanmak çok faydalı olur.
*Bütün bu faaliyetleri tabiî ortam içerisinde yansıtan, gerçeklere ve tabii senaryolara dayalı filimlerin çevrilmesi bunların televizyonlarda gösterilmesi hem topluma hem din görevlisi camiasına güç ve ilham kaynağı olacaktır.
Seyfettin YAZICI fain işleri Yüksek Kurulu Emekli Üyesi

Çağdaş din görevlisinde bulunması gereken vasıfları maddeler halinde şöyle sıralayabiliriz:
a) Din görevlisi, günümüz şartları ve ihtiyaçları dikkate alınarak yetiştirilmelidir,
Şöyle ki: Dünya küçülmüş, ülkemiz insanı her zaman değişik din ve farklı kültürlere mensup insanlarla karşılaşmakta ve özellikle gençlerimizin olumsuz yönde etkilendiği görülmektedir.
Bundan başka, başta Hıristiyan misyonerleri olmak üzere Yahova Şahitleri, Satanizm, çeşitli tarikatlar ve fikir akımları ve hurafeler karşısında halkımız adeta şaşırmış vaziyettedir.
Hem İslamiyet’i öğretecek, hem de bütün bu olumsuzluklar karşısında halkımızı bilgilendirip uyaracak iyi eğitim görmüş din görevlilerine büyük ihtiyaç vardır.
Diyanet İşleri Başkanlığı bir istihdam müessesesi olduğuna göre, göreve alacağı personelin günümüz ihtiyaçlarına göre yetiştirilmesi için ya ilahiyat fakültelerinde veya düzenlenecek hizmetiçi eğitim kurslarında yetiştirilmeleri yararlı olacaktır.
b) Din görevliliği fedakârlık isteyen bir meslektir. Bu görevi üstlenecek olan kişi ilköğretim çağından itibaren bu göreve yönlendirilmeli, mesaisini ve zamanını kendisini en iyi bir şekilde yetiştirmek için kullanmalıdır.
Başka bir meslek için yola çıkan, mesela: Mühendis, doktor, hukukçu vs. olmak düşüncesiyle orta öğretimi ve liseyi tamamlayan, arzu ettiği yere giremeyince de bari imam olayım veya en son istemeye istemeye İlahiyat Fakültesini tercih edenlerin görevlerinde başarılı olamadıkları görülmüştür. Bunun için ilahiyat öğretiminin ve buradan mezun olanların alacakları görevlerin cazip hale getirilmesi gerekmektedir.
c) Camilerde görev yapan imam-hatip ve müezzin-kayyımların seçilirken mesleki bilgi yanında ses güzelliği ve iyi Kur’an okuma gibi nitelikleri mutlaka göz önünde bulundurulmalı, ayrıca imamlara hitabet konusunda da eğitim verilmelidir.
Çünkü bazı imamların hutbe okurken imla işaretlerine dikkat etmemeleri sonucu, cümlelerin yanlış anlamalara yol açtığı, bazı kelimeleri tekrarladıkları ve gülünç duruma düştükleri görülmektedir. Bu durum hatibin cemaat üzerindeki saygınlığını azaltacaktır.
Bu sebeple, hatibin nerelerde ne kadar duracağı, nerede sesini yükselteceği, hangi cümlelere vurgu yapacağı vs. hususlarını iyi bilmesi ve önceden hutbeyi tekrar tekrar okuyarak iyice hazırlanması gerekmektedir.
d) Büyük illerimiz başta olmak üzere, yabancı turistlerin yoğun olarak geldiği illerimize yabancı dil bilen (tercihen İngilizce) müftülerin atanması veya müftülüklerde yabancı dil bilen personel bulundurulması, ayrıca yabancıların çok ziyaret ettiği tarihi camilerimizde (örneğin İstanbul’da Sultan Ahmet, Süleymaniye, Ankara’da Hacıbay- ram, Edirne’de Selimiye camileri gibi) imam-ha- tiplik yapacak olanların da aynı şekilde yabancı dil bilenlerden seçilmesi yararlı olacaktır. Elbette ki bu husus, zaman alacaktır. Ancak bir an önce başlanması gerekir.
e) Din görevlisi, görev yaptığı toplumda, bilgisi, güzel ahlakı, temizliği, iyi giyimi, dürüstlüğü, güvenilirliği ile temayüz etmiş, herkesin saygınlığını kazanmış kişi olmalıdır.
f) Din görevlisi, görevini tam ve eksiksiz yapmalı, vaaz ve hutbede anlattıklarını önce kendi uygulamalı, dinin yasakladığı, toplumun hoş karşılamadığı iş ve davranışlardan uzak durmalı, yani sadece sözleri ile değil, davranışları ile nasihat etmeli, örnek olmalıdır.

Hz. Peygamberin hicret esnasında Küba’ya geldiklerinde orada kaldıkları birkaç günlük süre içinde LU ilk işi, orada bir mescit inşa etmek olmuş, bu mescidin inşasında bilfiil çalışmıştır. Kur’ an-ı Kerim İslâm’da ilk mescit unvanını alan bu mescitten bahsetmektedir. (Tevbe, 108)
Peygamber Efendimiz, Küba’dan ayrılıp Medine’ye teşrif ettiklerinde de bugün Mescid-i Nebi olarak bilinen mescidi bina etti. Hz. Peygamber burada da bir işçi gibi çalışmışlardı. Bu mescidin bir tarafında "suffa" adı verilen bir yer yapılmıştı. Evi olmayanlar, fakir misafirler burada barınır, Islâm’ı ve Kur’an’ı burada öğrenirlerdi. Peygamberimiz, kendisi ile görüşmeye gelen heyetleri mescitte kabul eder, misafirleri burada ağırlardı.
Yani Mescid-i Nebi, hem ibadet hem de eğitim, öğretim ve sosyal faaliyetlerin icra edildiği bir mekân olarak hizmet görmüştür. Daha sonra Islâm dünyasının her tarafında yapılan camilerin çevresinde eğitim kurumlan olan medreseler, açların doyuruldu- ğu imaretler yapılarak camiler birer külliye şeklini almış, şehir ve kasabalar da cazibe merkezi hâline gelmişlerdir.
Nerde bir Müslüman toplum varsa orada cami vardır. Yani camiler Asr-ı Saadetten beri Müslüman toplumunun ayrılmaz bir parçası olmuştur.
Camiler sadece ibadet yeri değil, Müslümanların bir araya geldiği, birlik beraberlik şuurunun güçlendiği, vaaz ve hutbelerle cemaatin aydınlatıldığı, ibadetlerle müminlerin ruhen arındığı, okunan ezanları, göklere yükselen minareleri ile Müslümanlara huzur ve güven veren mübarek mekânlardır. Milli mücadelede halkımızın aydınlatılmasında camilerin önemli rolü olmuştur. Camiler, geçmişi geleceğe bağlayan ve yeni nesillere aktaracağımız kutsal emanetlerdir.
Milletimiz tarih boyunca cami yapımına büyük önem vermiştir. Gecekondu mahallelerinde vatandaşımızın evinin son derece basit olduğu, fakat camilerin son derece görkemli olduğu görülür. Bu, halkımızın camiye verdiği önemi gösterir.
Cami yapımı konusunda birtakım hataların yapıldığı da bir gerçek. Camiye ihtiyaç olmayan yerlere cami yaptırmak, inşa edilen bazı camilerin mimari ve estetik bakımdan hoş olmayan görünümde olması gibi.
Günümüzde de cami önemini muhafaza etmektedir. Camiler sadece ibadet edilen yerler olarak düşünülmemeli, aynı zamanda dini bilgilerin öğretildiği mekânlar haline getirilmelidir. Gerçi cuma günleri yapılan vaaz ve okunan hutbelerle cemaate birtakım bilgiler verilmekte ise de bu yeterli değildir. Bunlara ilave olarak;
a) Haftanın belli bir gününde kadınlara,
b) Yine haftanın bir gününde gençlere,
c) Yine uygun zamanlar seçilerek cemaate Kur’an tefsiri, hadis ve ilmihal dersleri verilmelidir.
Bu konuda din görevlilerinin hangi eserleri takip edeceği Başkanlıkça tespit edilmelidir. Bu hizmetin belki her camide ve her görevli tarafından yürütülmesi güçtür. Ancak pilot bölgeler seçilerek uygulamaya başlanır ve alınacak sonuca göre ülke geneline yaygınlaştırılır. Bundan başka ilköğretim 5. sınıfı bitiren öğrenciler için camilerde yaz aylarında verilmekte olan kursların daha cazip ve daha verimli hale getirilmesi sağlanmalıdır. Ayrıca camilerin müsait yerlerine birer kütüphane açılması ve cemaatin istifadesine sunulması da yararlı olur.
Avrupa Birliğine girilmeye çalışıldığı ve Hıristiyanlar için mevcutların dışında kilise hatta mahalle aralarında ve apartman katlarında kilise açılması söz konusu olduğu bir dönemde; Müslüman milletimiz ve özellikle genç nesiller için camilerin önemi daha da artmıştır. Ancak bu işin halkımızın hassasiyetini de dikkate alarak disipline edilmesi gerekmektedir.
İslâm dini, inanç temeli üzerine kurulmuştur. İnanç ise bir kalp, bir gönül işidir. Bunun da zorla olmayacağı, insanın hür iradesine dayandığı bir gerçektir.
Kur’an-ı Kerim’de açıkça bildirildiği üzere (2/256) dinde zorlama yoktur. İslam’ın önemli özelliklerinden biri budur. Dinde zorlama yok, ancak tebliğ yani anlatma, duyurma ve öğretme vardır. Dini doğru olarak anlatabilirsek aklı selim sahiplerinin bundan olumlu yönde etkileneceğinde şüphe yoktur. Öğretim ve eğitimi de buna ilave edersek, gençler için daha köklü ve kalıcı adımlar atılmış olacaktır.
Ülkemizdeki umumi manzaraya bir göz atacak olursak, yüzde doksan dokuzu Müslüman olan bir ülkede, dinimizin kesin olarak yasaklamış olduğu alkollü içki tüketimi, gasp, hırsızlık, soygun çoğalıyorsa, fertler arasında sevgi, güven, dürüstlük, doğruluk, emanete riayet, ahde vefa gibi ahlâkî değerler zaafa uğramış, bunların yerini yalan dolan, hile, aldatma ve rüşvet almışsa; helal ve haram kavramları unutulmuş, her şey madde ve şahsi menfaat yönünden değerlendiriliyorsa, haberleşme ve iletişimin en ileride olduğu günümüzde, sapık akımların, din istismarcılarının, hurafe ve batıl inançların ardında mutluluk arayanların sayısı çoğalıyorsa, ortada bir eksiklik, bir boşluk var demektir.
Görülen eksikliklerin faturasını Diyanet İşleri Başkanlığına kesmek haksızlık olur. Bu sadece Başkanlığın üstesinden geleceği bir iş değildir. Başkanlığın görev alanı, yetki ve sorumluluğu belli olup, görevini imkânlar ölçüsünde yerine getirmenin gayreti içinde olmuştur. Temiz toplumun oluşması hususunda anne ve babalara ve pek çok kuruluşa da önemli görevler düşmektedir.
Değişen şartlar karşısında dinî hizmetlerin daha etkili ve yaygın hale getirilmesi için, Başkanlıkça yeni yöntemlerin geliştirilmesi de zorunludur.
Dinimizin yaşamımızı ve ahlâkî davranışlarımızı etkilemesi inancımızın gereğidir. Elbette inanan bir insanın hayatında dinin emir ve tavsiyelerinin olumlu etkileri görülecektir. Yeter ki bunlar halkımıza iyi anlatılmış olsun. Bu görev, öncelikle topluma din hizmeti sunan din görevlilerine düşmektedir.
Dini anlatacak kişilerin öncelikle neyi nasıl anlatacaklarını iyi bilmeleri gerektiği gibi, söylediklerini bizzat uygulayarak muhataplarına örnek olmalarının da büyük önemi vardır.
Din, tam ve doğru anlatılmalıdır. Örneğin ibadetler nasıl dinin emri ise, ahlâk ilkelerine uymak da dinin emridir. Örneğin namazın, yerine getirilmesi gereken bir görev olduğu anlatılırken, Kur’an-ı Kerim’de bildirildiği üzere namazın kişiyi kötülüklerden vazgeçireceği de anlatılmalıdır. (29/45) Oruç tutmaktan bahsederken orucun farz olduğunu bildiren ayetin sonunda "Allah’a karşı gelmekten sakınmanız için" ifadesi, ayrıca "yalan söylemek ve yalanla iş görmek" terk edilmezse orucun Allah katında bir değer taşımayacağı anlatılmalıdır. Yani ibadetler inancın gereği olduğu gibi, ahlâk kurallarına uymak, kötülüklerden sakınmak da inancın gereği, ibadetin meyvesidir.
Din hizmetlerinin daha verimli ve toplum hayatında daha etkili olabilmesi için sürdürülmekte olan çalışmalara ilaveten aşağıdaki hususların da dikkate alınmasının yararlı olacağı düşünülmektedir.
a) Camilerde verilen vaaz ve hutbelerde cemaatin dikkatini çekecek şekilde üslup değişikliğine gidilmeli, ahlâkî konulan ilgilendiren güncel konulardan örnekler verilerek bu konularda dinimizin getirdiği çözümler dile getirilmelidir.
b) Camilerde veya uygun mekânlarda gençler ve kadınlar için "Dinimi Öğreniyorum" veya başka bir ad altında dini sohbetler düzenlenmeli.
c) Camilerde verilen vaazlardan sadece camiye gelenler yararlanmaktadır. Oysa, görsel yayın yapan televizyon kanalları yoluyla daha geniş halk kitlelerine ulaşmak suretiyle dini anlatmak mümkündür. Bugün yayımlanmakta olan "Diyanet Saati" uygun bir zamanda yer almadığı için bundan halkımız gereği gibi yararlanamamakta, hatta pek çok kimsenin bundan haberi bulunmamaktadır. Bu programın TRT İNT’teki yayın saati gece yarısı olduğu için, bundan yurt dışındaki vatandaşlarımız hemen hemen hiç yararlanamamakta ve bundan da büyük üzüntü duydukları müşahede edilmektedir. TRT’deki "Diyanet Saati"nin TRT 1 deki yayın saatinin daha çok seyircinin izleyebileceği bir zamana alınması için gereken çalışmalar yapılmalı, bununla yetinilmemeli bu konuda başka kanallardan da istifade edilmelidir.
d) İşlenen konular monoton olmaktan çıkarılmalı, "Dini Sorular ve Cevaplar", " Ayet ve Hadis Yorumlan", "İlmihal Bilgileri", "İslam Büyükleri", "İslam Tarihinden Sayfalar", "Peygamberimizin Örnek Hayatı", "İslam Düşünürleri ile Batı Düşünürleri Arasında Bir Karşılaştırma", "İslam medeniyeti" gibi konular işlenmeli.
e) Son yıllarda televizyon ekranlarında ve yayın organlarında işlenen bazı dini konular yüzünden halkımızın kafası iyice karışmıştır. Bunun sebebi de
ihtilaflı konuların gündeme getirilmesi, ilim adamları seviyesinde tartışılması gereken hususların halkın gözü önünde tartışılması, asr-ı saadetten beri devam eden bazı uygulamalara aykırı görüşlerin gündeme getirilmesi, halkımızda hem dini hükümler, hem de bazı ilahiyatçılar hakkında birtakım tereddütlere yol açmıştır.
Halkımız, bu konularla ilgili olarak kafalardaki şüphe ve tereddütleri gidermek üzere Diyanet İşleri Başkanlığının yapacağı doyurucu açıklamaları beklemektedir. Başkanlık zaman zaman açıklama yapmışsa da, bu gereği gibi medyada yer almadığı için beklenen sonuç elde edilememiştir. Bu sebeple Diyanet’in sesini halkımıza ulaştırmak maksadıyla başka yöntemlerin geliştirilmesi gerekmektedir.
f) Başkanlık yayınları çeşitlendirilmeli, geniş halk kitlelerine yönelik yayınlar yanında, çocuklara, gençlere ve aydınlara yönelik eserler hazırlatılmalı ve böylece değişik kültür seviyesindeki insanlara hitap eden yayınlarla, zenginleştirilmelidir. Özellikle gençlere yönelik bilgilendirmede internetten azami derecede yararlanılmalıdır.
g) Misyonerlik faaliyetleri ve diğer zararlı akımlara karşı broşür ve kitapçıklar hazırlanarak mümkünse parasız olarak dağıtılmalı.
h) Zararlı akımlar konusunda halkımızı ve özellikle gençlerimizi aydınlatmak amacıyla Türkiye genelinde seri konferanslar düzenlenmelidir. Bu hususta konunun uzmanı ve hitabeti güzel olan kişilerin seçilmesine özen gösterilmelidir.
Sıralamaya çalıştığım bu faaliyetler, bir seferberlik anlayışı ve heyecanı içinde yürütüldüğü takdirde olumlu sonuçların alınacağı muhakkaktır.
Ahlâkî yönden temiz ve örnek bir toplum oluşması İslâm gerçeğini bütün güzellikleri ile aksettireceği gibi, dinimiz hakkındaki yanlış imajın düzeltilmesini de sağlayacaktır.