Makale

İNSAN, TEKNOLOJİ VE ÇEVRE

İNSAN, TEKNOLOJİ VE ÇEVRE

Doç. Dr. Nazif Gürdoğan

Medine’de Peygamberimizin öncülüğünde bir şehir devleti olarak kurulan İslâm, tarihte benzeri görülmedik bir hızla büyüyerek, dünyayı bir hilâl gibi kuşatmıştı. Hilâlin bir ucu Çin’e uzanırken, diğer ucu da İspanya üzerinden Avrupa’nın içlerine kadar ulaşmıştı. Müslümanlar, İslâm’ın doğuşunu izleyen ilk yüzyılda, Kur’an’ın doğrularını, 711’de İspanya’da, 714’de Türkistan’da ekonomik, sosyal ve kültürel hayatın odak noktasına yerleştirmişlerdi.
Tarihte hiçbir medeniyet, bu kadar kısa zamanda, bu kadar büyük bir coğrafyada, kitleler tarafından böylesine büyük bir coşkuyla kucaklanmadı. İslâm değişik kûltürlerce sevgiyle karşılandı. Çünkü, İslâm sürekli diri tuttuğu cihad ruhuyla; insandan ve çevreden almayı değil, insana hizmet götürmeyi ve çevreyi imar etmeyi gaye edinen, bir cihad ve sevgi medeniyetidir.
HEDEF İNSAN
Müslümanlar için cihad, hayatı bütünüyle kuşatan, çift yönlü bir eylemdir. Cihad eyleminin bir yönü içe dönükken, diğer yönü de dışa dönüktür. Ancak, içe dönük cihad eylemi, çok daha güç, çok daha zordur. Çünkü içe dönük cihadın gayesi; ruhu yüceltmek, yüreği zenginleştirmek, bilinci keskinleştirmek ve sevme gücünü büyütmektir. Dışa dönük ci-hadın gayesi ise, çevreyi insanın hizmetine sunarak, onu Allah’ın dışındaki güçlere kul ve tutsak olmaktan kurtarmaktır. Bunun için İslâm’da almak değil, sürekli vermek, hem de karşılıksız vermek özendirilir. Hedef, bir taraftan insanın ruhunu zenginleştirirken, diğer taraftan da hayatı kolaylaştırmaktır.
Sonsuz hayat, sonlu dünyada kazanılır. Sonlu dünya, sonsuz dünyanın iş yeridir. Bu dünyada özserma-yesini sorumsuzca harcayanların, öte dünyada bir varlık göstermeleri müm-kün değildir. Sonlu dünyada kaynaklarını verimli olarak kullanmada başarılı olmayanların, sonsuz dünyada başarılı olmaları beklenemez. Bu yüzden, Allah sevgisiyle gönlünü zengin-leştiren Müslümanlar, âdil yönetimleriyle, bütün bir yeryüzünü iş, kültür ve sanat eserleriyle donatmışlardır.
İçe dönük cihad eyleminde hedef, insanın kendisi iken, dışa dönük cihad eyleminde hedef, insan ve çevre ilişkileridir. Gaye, doğal kaynakların sorumsuzca tüketilmesi değil, çevrenin imar edilmesidir. Çevrenin imar edilmesinde eldeki en büyük güç,
İnanmış insan ve onun geliştirdiği bilim ve teknolojidir. Ancak çevrenin yaşanır hale getirilmesinde inanmış insan çok önemlidir. Bu yüzden, insanın ruhunun yüceltilmesi, cihad eyleminde ilk sırada yer alır. Çünkü dışa dönük ci-hadla çevreyi imar edecek odur. Ve inanmış insandan daha güçlü, daha zengin, daha etkin bir güç yoktur. İnsan inanıyorsa, tek başına dağlar devirecek kadar güç kazanır.

TEKNOLOJİK GÖÇ
Teknoloji gerçekte, insanın ruhsal, fiziksel ve kültürel gücünün; çevre, ekonomi ve sosyal hayattaki yansımasıdır. Teknolojik gücün arkasında mutlaka insan vardır. İnsanın inançları, özlemleri ve tutkuları kaçınılmaz bir biçimde, teknolojik ürünlerde şöyle ya da böyle her durumda kendini gösterir. Bunun için, teknolojinin tarihi insanla birlikte başlar. Her çağın kendine özgü bir teknolojisi vardır. Çağın bilgi seviyesine göre teknolojisi de değişir.
Allah’tan uzaklaşmış insan, yüzbinlerce kişinin gözyaşı, kam ve canı pahasına piramitleri ya da gökdelenleri inşa ederken, Allah’a inanmış insan, Kurtuba’yı, Uluğ Bey Medresesi’ni ve Süleymaniye’yi inşa etmiştir.
İnanmış insan; bir insanı kurtarmak, bütün insanlığı kurtarmak gibidir derken; Allah’a başkaldırmış insan, atom bombasıyla bütün insanlığı yok etme derdindedir. İnanmış insanlar; yetmiş iki soya bir gözle bakmayan, gerçekte isyandadır, derken; inancını yitirmiş, öte dünyayı yok sayan, aklının dışında güç ve kaynak tanımayan insan; Karabağ, Hiroşima ya da Saraybosna’da yüzbinlerce insanın hayatına kıymakta zerre kadar kaygı duymaz.
Teknoloji öyle bir güç ve bilgi birikimidir ki, arka plânında onu geliştiren insanî düşünce ve değerleri vardır. Teknoloji, onu üreten ve uygulayan insanın inançlarına ve değerlerine göre, yıkıcı ya da onarıcı bir özellik kazanır. Bugün teknoloji; "Benden sonra tufandır" diyen, inancını yitirmiş insanın elinde, yalnızca çevreyi, ormanları, nehirleri, gölleri ve denizleri değil, kültürü, bilgiyi, ruhu ve kalbi de kirletiyor. Akıl dışında güç ve kaynak tanımayan insan, daha çok kazanmak için çevre İle birlikte insanı da, hiçbir sorumluluk duymadan acımasızca yok ediyor.
Çevrenin böylesine tahrip edilmesinin arkasında, Batıda Rönesans ve aydınlanma dönemiyle güç kazanan pozitivizm var. Pozitivizm yanına materyalizm ve Pragmatizmi de alarak, bilgiyi beş duyuya tutsak eden yirminci yüzyılı, teknoloji yüzyılı yaptı ama ruhu da öldürdü. İnsan üretime kurban edilerek, ruhsuz, yalnızca üreten ve tüketen bir canlı durumuna düştü.
Bizim kültürümüzde evrenin özü kabul edilen insan; modern teknolojinin dayattığı hayat içinde kola içen ve televizyon seyreden, değeri değersizlik olan yığınlara dönüştü. Bu kültür içinde insan silindi, yok oldu gitti. Değeri değersizlik olan insan İçin, hiçbir ahlâkî ölçü kalma-dığından, "herşey mubah hale geldi." Artık bu insan için, çevre de tüketilmesi, yok edilmesi gereken bir meta haline dönüştü. Açgözlü modern insan, çevreyi sermaye maliyeti sıfır olan bir işletme gibi görüyor. Nasr’ın benzetmesiyle bir eş gibi değil de, bir "sokak kadını olarak görüyor. Kendisinden faydalanılan, ancak kendine karşı hiçbir sorumluluk yüklenilmeyen bir sokak kadını. Artık modern insan, döviz kurlarıyla yatıp, borsa endeksleriyle kalkıyor. Ne pahasına olursa olsun, eline geçen dünyevî zenginliği çoğaltmaya çalışıyor. Kendi zenginliğini çoğaltmak için de çevreyi yoksullaştırıyor.
Çevrenin korunması ve insanın ruhunun yüceltilmesi için, Müslümanların cihad ruhunu yeniden kazanmaları gerekir. Bunun için, inanan insanların, iç dünyalarını zenginleştirerek, çevreyi bir kene gibi tahrip eden modern insanı etkisiz hale getirmeleri gerekir.
Havadan herkesin yararlanması ve pazar mekanizması içinde bir fiyatın olmaması, so-rumsuzca kullanılmasını gerektirmez. Aslında insanlar sınırsız sandıkları havadan ya da sudan ihtiyaçlarından fazlasını alırlarsa, farkında olmadan ölüm sebebini de almış olurlar.
Aydınlanma ve Rönesans döneminden bu yana estirilen pozitivist fırtına de, insanla birlikte tüm doğal kaynaklarıyla dünya, bedelsiz ürünler satan devâsâ bir ticaret merkezi gibi algılandı. Bu algılamanın doğal sonucu olarak ruh, bilgi, kültür ve çevre akı; almaz bir biçimde kirletildi. Çevre kirlenmesi kültürel kirlenmenin su, hava ve topraktaki yansımasından öte bir şey değildir. Gerçekte kirlenen, çevreden önce kültürdür.
Kültür ve çevre kirlenmesinin önüne geçmek için, bütün insanlığın pozitivizmin, pragmatizmin, materyalizmin ve modernizmin doğrularına değil, peygamberlerin haber verdiği; değişmeyen mutlak doğrulara ihtiyacı var.
Hayatı ölçülebilir ve ölçülemeyen dünyalar olarak ikiye ayırıp, ölçülebilen dünyanın verilerini esas alarak, ölçülemiyen dünyayı yok saymak, çevre ve kültür kirlenmesini üstesinden gelinemeyecek boyutlara ulaştırır. Sorunların üstesinden gelebilmek için ölçülemeyen dünyanın verileriyle ölçülebilen, yani bilim ve teknolojinin oluşturduğu dünyanın verilerini denetim’: altına almaktan başka çıkar yol yoktur.