Makale

ASIL ÇEVRECİ KİM?


ASIL ÇEVRECİ KİM?
Necati SUNGUR

"Şimdi hafifçe arkanıza yaslanın, gözlerinizi kapatın, kendinizi olabildiğince gevşek bırakın, dertlerinizden, sıkıntılarınızdan uzaklasın. Gerçekten, yaşamayı istediğiniz bir dünyayı hayâllemeye çalışın.
Her birinizin bu kurmaca dünyalarınızın, yaşanılan dünyaya hiç benzemeyeceğini söylesem kehânette bulunmuş olur muyum? Sanmam. Çünkü, içimizden birinin kendisini balık istifi beton yığınlanyla doldurulmuş, gürültülerin birbirine karıştığı bir kentte hayal edeceğini hiç düşünmem. Çünkü, içimizden birinin nükleer bir cehennem felâketinin kaygılarını çekmeyi arzulayacağmı, bilmek isteyeceğini tasavvur edemem. Çünkü, içimizden birinin sınırsız bir tüketim ve refah arzusuyla dünyamızın tükenir kaynaklarına oburca saldırmayı düşüneceğini veya herhangi bir biçimde güç harcamaksızın düğmelere basarak, ihtiyaçlarını karşılayabilme telâşına düşebileceğini aklımın ucundan bile geçirmem. Sanmam. Çünkü, bu yaşadığımız dünyanın ipliği pazara çıkmıştır, insanın tabiatma aykırıdır bu dünya. (Deniz Gürsel, Çevresizsiniz, İnsan Yay. İst. 1989, s. 45)"

TEMİZ VE YAŞANABİLİR BİR
ÇEVRE
Artık, bütün dünyada gün geçtikçe daha çok önem kazanan bir kavram var: "Teiniz ve Yaşanabilir Bir Çevre." Bu konuda yapılan araştırmalar, sempozyumlar, kampanyalar ve örgütlenme çalışmalarının sayısı gün geçtikçe artıyor. Her meslekten kurum ve kuruluş, kendi imkânları ile bu konuda bir şeyler yapabilmek için uğraş veriyor. Son olarak Rio’da yapılan uluslararası "Kalkınma ve Çevre" konulu toplantı ise, konunun evrensel boyutta ülkelerin iş-birliğini gerektirdiğini ortaya koyuyor. Boyutları giderek artan çevre sorunlarının çözümünde, kamuoyunun soruna yaklaşımının ve eğitiminin önemli bir etken olduğu söylenebilir.
Eğitimin fonksiyonlarından biri, bilimsel ve kültürel mirası yeni kuşaklara aktarmak, diğeri ise tabiî ve toplumsal çevreyi değiştirerek geliştirmeye yardımcı olmaktır. Ekolojik bakış açısına sahip olmayan kurumların gerçekleştirdiği eğitim, ekolojik dengenin devamı veya çevre sorunlarının önlenmesi konusunda çok faydalı olamaz.
Bugünkü boyutta çevre sorunlarının sebebi, düşünce dünyasının, özellikle 19. yüzyılda insan-tabiat ilişkilerinde tabiata hâkim olmak ve onu istediği gibi kullanmak noktasındaki davranışlara göz yummasından bunu tabiata hakim olmak gibi görmesinden hattâ buna cevaz vermesinden kaynaklanmaktadır. İnsanlık, tabiata hâkimiyetle refahın, mutluluğun doğru orantılı olduğuna inandığı için, sorunun boyutları giderek büyümüştür. Tabiatla ilişkimiz, bir "efendi-köle" ilişkisidir ve adetâ dünyayı çöplüğe çevirmeye ahdetmişizdir.
Bu safhada, sorunların çözümünün tabiata hâkim olmakla değil, onunla ahenk içinde yaşamakla mümkün olabileceğini söylemek durumundayız.
Pek çok insan, çevre sorunlarının yalnızca kirlenme alanlarına bazı müdahalelerle çözülebileceğini zannetmektedir. Oysa sorun, bu kadar basit değildir ve sadece çevre temelli çalışmalarla çözülemez. Çevre sorunlarının çözümü ya da yeni sorunların ortaya çıkarılmaması, pek çok alanda hayatı yeniden sorgulayarak, ekonomiden iktidar biçimlerine, tabiat anlayışından tüketim alışkanlıklarına kadar her alanda oraya çıkacak düşünce ve davranış değişiklikleri ile mümkündür.
Burada, konuya bakış açımızın asıl nirengi noktasına gelelim.
Müslümanlar, tabiata Allah’ın yaratıcı kudretinin mükemmel tezahür eseri olarak bakarlar: "Hak Teala, dünyamızı bütün zerafet ve inceliğiyle ve artık bundan daha güzel olamayacak bir şekil ve görünüşte yaratmıştır (İmam Ebu Hamid). Öncelikle bütün kâinatın, Peygamberimizin (s.a.s.) yüzü suyu hürmetine, Hakikat-ı Muhammediye ile yaratıldığına, insanın bu yaratıklar içinde en şereflisi olduğuna inanır Müslümanlar ve tabiatı tahripten kaçınırlar.
Çünkü tabiatla bu çok yönlü ilişki ve benzerlikleri yine çok yönlü bir biçimde zihinlerine kazılıdır: "Yeryüzü bize mescit kılınmıştır." (Hadis-i Şerif)
Peygamberimizin (s.a.s.) yaşantısı ve söyledikleri, uzun bir geçmişi olan islâm tarihi, Müs-lümanların tabiata, canlılara karşı inceliklerinin örnekleriyle dopdoludur. Müslümanlar, tabiattaki varlıkların ibadetlerini bozmalarına kıyamazlar. Kâinatla yan yana, Yaratıcıyı teşbih ederler. Bütün varlıkların âhirette onlar için şahitlik edeceğini bilirler. Namaz için camiye deği-şik yollardan gitmelerinin nedeni budur. Kâinat işitir, görür, konuşur, dua eder, onlara göre. İslâmî anlamda in-san-tabiat ilişkisi Müslüman iki kardeşin dostça yaşamasına benzetilebilir ancak.(l)
Bu görüşlerin ışığında, çevre kirlenmesi, var oluşunun anlamını yitirmiş insanın faaliyetleri-nin kaçınılmaz bir sonucudur, diyebiliriz. Çevre kirlenmesinde karşılaşılan sorunlar, insan ru-hunda ortaya çıkan kirlenmenin tabiatta yansımasından, çevrede açığa çıkmasından öte bir şey değildir.
İnsanı ele almadan, onu yönlendiren, oluşturan dünya görüşünü gözden geçirmeden, çalışmaları sonuç üstünde yoğunlaştırmak çözüm getirmez.
İnsanlığın ve çevrenin korunması yolunda atılacak ilk adım, insanın ihtiraslarından arıtıla-rak kirlenmesinin önlenmesidir. Onun için günümüzde çevre sorunlarına dönük araştırmaların ve çalışmaların bin misli de insanın yüreğinin arıtılmasına, ruhunun yüceltilmesine dÖn-dürülmelidir. Ancak insan ruhunun arıtılıp, temizlenmesiyle, yüreğine derinlik kazandınl-masıyla toplumla birlikte çevre de korunabilir.(2)

1) Bkz.Deniz Gürsel, Aynı Eser, s. 56,66.
2) Bkz. Ersin Gürdoğan, Teknolojinin Ötesi, Akabe Yay., ist. 1985, s. 35-37