Makale

İMAM-HATİPLİK MESLEĞİ ÜZERİNE

İMAM-HATİPLİK MESLEĞİ ÜZERİNE

Ahmet Çekin
Tubingen Üniversitesi Sosyoloji Departmanı

Bugün İmam-Hatiplik mesleğinin halk arasında oluşmuş imajında bir takım sorunların bulunduğu ileri sürülmektedir. Bu sorunlu imajın ifadesi zaman zaman bir halk deyişinde zaman zaman yazılı ve görsel yayınlarda tezahür etmektedir, ilk icracısı Hz. Muhammed olan bu mesleğin mensuplarının bugünkü toplumda imaj sorunları -varsa- nasıl giderilebilir, itibarları nasıl daha da artırılabilir? Bugünkü İmam-Hatiplik mesleğinin kendinden öncekilerden ayrılan tarafları nelerdir? İçinde yaşadığımız şartlar İmam-Hatiplerin toplumsal itibarlarını yükseltmelerinde ve mesleklerinden tatmin olmalarında hangi imkanları barındırmaktadır? Bu makalede bu sorulara cevap aranmaya çalışılmaktadır.
Bilindiği gibi İslam’a göre, inanan insan bir kısım ibadetlerini istediği yerde ve ferdi olarak yapabilir. Bir kısım ibadetlerin ise, toplu halde ve genellikle mescit ve camilerde yapılması zorunludur. (A. Hamdi Akseki, İslam Dini, s. 172) Ancak toplumda birlik ve beraberliğin sağlanması ve diğer hayırlı işlerde bir araya gelinmesini temin amacı, Müslümanların günlük namazlarını da toplu olarak kılmaları tavsiye ve teşvik edilmiştir. (Akseki, s. 225) İmam-Hatiplik mesleğinin ana dayanağı İslam’ın bu prensiplerine dayanır.
1. İslâm’ın İlk Döneminde İmam-Hatiplik
İslâm’ın ilk yıllarında kimin İmam-Hatiplik yapacağı konusunda pek ihtilaf yaşanmamıştır. Müslümanların merkezi durumundaki Medine’de, namazlar Hz. Peygamber tarafından kıldırılmıştır. Hz. Peygamber’in îfa ettiği görevler içerisinde İmam-Hatiplik sadece bir tanesi idi. Zira o başta Peygamber, idareci, komutan, hakim, öğretmen, vaiz, aile reisi, kölelerin, dul kadınların, yetim çocukların hamisi idi. Hz. Peygamber Medine dışına gittiğinde yerine bir vekil bırakıyor veya arkadaşlarından bir grup Medine dışına gittiklerinde, onlardan birisini onlara başkan ve imam tayin ediyor idi.
Hz. Ebubekir’in halife seçiminde, Hz. Peygamberin hastalığı esnasında namazları kıldırmak üzere kendisini vekil tayin etmesinin, onun halifeliğe daha lâyık olduğu şeklinde yorumlanması, İmam-Hatipliğin o günkü şartlardaki önemini göstermesi bakımından önemlidir. Hz. Peygamber döneminde Arabistan yarımadasına yayılan İslâmiyet, daha sonraki dönemlerde süratle diğer bölgelere yayılmıştır, ilk dört halife devrinde İmam-Hatiplik merkezdeki büyük camilerde bizzat halifeler tarafından, diğer şehir merkezlerinde onların tayin ettikleri valiler tarafından, mahalle ve köylerde ise köy ve mahalle sakinlerinin seçtikleri ehliyetli kimseler tarafından yürütülmüştür. Bu dönemde halifelerin aynı zamanda İmam-Hatiplik yapmaları, Hz. Peygamber zamanında olduğu gibi bu mesleği icra eden kişilerin, aynı zamanda en önemli sosyal rollere de sahip olduklarını göstermektedir.
2. Emeviler Döneminden Sonra İmam-Hatiplik
Kaynaklar, İmam-Hatiplik görevini yapan kimselerin, İdarî yönden devletin ve eyaletlerin en üst seviyede görevlilerden daha alt seviyelere indirildiği dönem olarak Emeviler dönemini belirtmektedirler. Emeviler idareyi ele alınca halifeler yalnız siyasî hükümdar durumuna gelmişler, dinî görev ve sorumlulukları tamamen dinî otoritelere yani din bilginlerine bırakmışlardır. (Ramazan Buyrukçu, Din Görevlisinin Mesleğini Temsil Gücü, s. 29 vd.)
Hz. Peygamber ve dört halife döneminde dinî, siyasî ve İdarî faaliyetler tek elde toplanırken, yani Imam-Hatiplik bu görevi yapanların toplumda bilinen İdarî ve sosyal sıfatlarından birini oluştururken, Emevilerden itibaren Abbasiler, Selçuklular ve Osmanlılar döneminde tek iktidar uygulaması bölünmüş, siyasî ve İdarî iktidar, dinin örgütlenmesi, özellikle eğitim, adalet, fetva ve dinî hizmetlerin yönetimi gibi hususları yürütmek için sultana bağımlı bir şekilde kamu yönetimi içerisinde müesseseler oluşmuştur. (Davut Dursun, Siyaset ve Din, s. 19) Bu süre içerisinde İmam-Hatiplik yapan kimseler bu sıfatları yanında kadı, müderris gibi unvanlar da taşımışlardır.
3. Osmanlılar Döneminde İmam-Hatiplik
İmam-Hatiplerin bu günkü statülerinin anlaşılması açısından, Osmanlı dönemindeki İmam-Ha- tiplerin fonksiyonlarının zikredilmesi gerekir. Zira bu gün bir çok yerleşim biriminde, Osmanlı geleneğinden gelen İmam-Hatip şablonu geçerliliğini muhafaza etmektedir.
Osmanlı toplum düzeni içerisinde özellikle şehirlerde ve kasabalarda İmam-Hatiplerin çeşitli kamusal görevler üstlendiği haber verilmektedir. Bu haberlere göre İmam-Hatipler, eğer Askeriye- de veya Vakıf Camilerinde görev alacaklarsa, atanmaları Padişah beratıyla olurdu. Bu imam- Hatipler devletin diğer memurları gibi muamele görürler, diğer köyler ve yerleşim birimlerinde görev yapacak İmam-Hatipler ise halkın tercihi ve ücreti halk tarafından ödenmek suretiyle vazife yaparlardı. Bu İmam-Hatipler içerisinde, bugünkü İmam-Hatiplerimizle kıyaslanabilecek olanlar mahalle İmam-Hatipleriydi.
Osmanlı şehir örgütlenmesi içerisinde mahallenin özel konumu, mahalle imamlığını önemli bir görev olarak ortaya çıkarmıştır. Tanzimat dönemine kadar İmam-Hatipler, mahallede devletin temsilcisi ve kadıların tabii yardımcısı idiler. Onlardan beklenenler arasında mahallenin düzeni, aşayiş ve inzibatı, içki içilen ve fuhuş yapılan yerlerin tesbit edilmesi vardı. Mahallenin İslâmî âdab içerisinde yaşamını sürdürmesi İmam-Ha- tipler tarafından gözetlenirdi. İmam-Hatipler, mahallelerinde ikamet edenler hakkında tam bilgi sahibi olmalıydılar. Mahallede oturanların kimliklerinin belirlenmesi, yabancıların tesbiti, ikametgâh ve kimlik belgelerinin tanzimi, İmam-Ha- tipler tarafından yerine getirilirdi. Ayrıca ölüm ve defin, doğum kayıtları, nikah akdi ve boşanma işlemleri İmam-Hatipler tarafından yürütülürdü. Bazı belediye işlerinin görülmesi, mahallenin temizliğine dikkat edilmesi ve çevre temizliğinin sağlanması görevleri arasında sayılırdı. Muhtar ve mahallenin ileri gelenleriyle birlikte fırınlarda ekmeklerin kontrolü, ihtikar ve sahtekarlıkların önlenmesi gibi işler yanında, iâne ve kurban derilerinin makbuz karşılığı toplanması işleri de yine kendilerine havale edilmişti. Resmî soruşturmaların ve hazırlanan resmî belgelerin imza ve mühür sahipleri arasında İmam-Hatiplerde bulunurdu. (TDV İslam Ansiklopedisi, İmam maddesi.)
İmam-Hatiplerin görevlerinin din işleri ile sınırlı olmadığı ve genelde mahallenin yönetimiyle ilgili vazifelerin daha ağırlıklı olduğu köylerde ise ahali üzerinde etkili olmalarından ötürü, köy hayatının önde gelen simaları arasında yer aldıkları söylenebilir. İmam-Hatiplerin yönetim ağılıklı konumu Tanzimat döneminde kurulmaya başlanan Muhtarlık Teşkilatı faaliyete geçene kadar değişmemiştir. II. Mahmut döneminde konulmaya başlanan Muhtarlık Teşkilatı, İmam-Hatiplerin yönetici kimliklerini hızla ikinci plana itmiştir. Bu tarihten sonra İmam-Hatipler daha ziyade dinî görevlere önderlik, halkın dinî sorularına cevap verme ve halka dinî anlatma görevlerini îfa etmişler, kendilerini halk nezdinde daha saygıdeğer ve yetkili kılan diğer sosyal ve İdarî rollerini kaybetmişlerdir. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kuruluş yıllarına bu gelişmelerden sonra gelinmiştir.
4. Diyanet İşleri Başkanlığında İmam-Hatiplik
3 Mart 1924 tarih ve 429 sayılı kanunla Şeriy- ye ve Evkaf Vekaleti kaldırılarak, Diyanet işleri Reisliği kurulmuştur. Kanunda bütün Cami, Mescid, Tekke ve Zaviyelerin yönetimiyle, buralarda görevli olanların tayin, nakil, terfi, azil ve denetim yetkisi Diyanet işleri Reisliğine verilmiştir. Bu tarihte ne kadar İmam-Hatip’in bulunduğuna dair elimizde sağlıklı bilgi bulunmamakla beraber, 1927 yılı itibariyle o zamanki Türkiye’de 5668 İmam-Hatip ve Müezzin-Kayyım olduğu bildirilmektedir. (TDV İslam Ansiklopedisi İmam Maddesi - Cumhuriyet Döneminde İmam-Hatiplik.) Bu dönemde İmam-Hatiplerin maaşları bütçeden karşılanmakla birlikte memur sayılmaması kararlaştırılmıştır. Bu durum 14 Temmuz 1965 tarih ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu çıkıncaya kadar devam etmiştir. Bu tarihten itibaren Diyanet işleri Başkanlığının bütün personeli ile birlikte, İmam- Hatipler de devlet memuru statüsüne geçmiştir.
II. Meşrutiyetten sonra 1965 yılına gelinceye kadar İmam-Hatipler hem maddî yönden düşük ücretle İmam-Hatiplik yapmak zorunda kalmışlar, hem de kendilerinden öncekilerin sahip oldukları İdarî ve sosyal rollerden mahrum olarak, bu görevi îfa etmek durumu ile karşı karşıya kalmışlardır. Bu sebeplerden olsa gerek, halk arasında yazımızın başında zikrettiğimiz mesleği rencide edici deyimler revaç bulmuştur. Öyle ki, İmam-Hatipler, halk arasında yemeği çok seven, çıkarına düşkün, hatta ölü bekleyen ve ondan bir çıkar sağlayan tipler olarak karikatürize edilebilmiştir. Yine bu dönemde İmam-Hatipler hem aldıkları formel eğitim açısından son derece zayıf hem de geldikleri sosyal tabaka itibariyle toplumun en yoksul tabakasına mensup idiler. Cumhuriyetin ilk yıllarında ülkenin bir çok yerleşim yerinde İmam-Hatipler halk tarafından bulunur, ücreti halk tarafından ödenir, bunların bilgisi de namaz kılacak ve kıldıracak derecede Kur’an-ı Kerim okuyabilmekten ibaret bulunmakta idi.
5. 633 Sayılı Kanunun Kabulünden Sonra İmam-Hatiplik
İmam-Hatiplerin eşit belirli hak ve vazifelere sahip olarak statülerinin sabitleşmesi, yukarıda zikredilen 633 sayılı kanunun kabulü ile mümkün olmuştur. Bu kanun sayesinde İmam-Hatiplik mesleğini icra edecekler belirli bir eğitim yapmış olmak, bir imtihan ile göreve alınmak şartıyla aylık maaş, sağlık sigortası ve emeklilik hakkı gibi temel güvencelere kavuşmuşlardır. Imam-Hatiple- rin hukukî durumlarını belirleyen diğer önemli bir kriter ise, Anayasa Mahkemesinin 21 Ekim 1971 de aldığı kararla, din hizmetleri sınıfına âit memurların kamu personeli sayılması ve yaptıkları görevlerin de kamu görevi olarak tarif edilmesidir. Kanımca yukarıda kısa tarihçesini verdiğimiz İmam-Hatiplik mesleğinin sahip olduğu en sağlam statü budur. Mevcut uygulamaya göre Türkiye’deki her İmam-Hatip aynı esaslara göre atanır, görev yapar ve ücretini Devletten alır. Camiler ve buranın İmam-Hatipleri arasında bir ayırım söz konusu değildir. Hakkari’ deki bir Imam-Hatiple, İstanbul’daki bir İmam-Hatip aynı usullere göre vazife yapar ve amirleri tarafından denetlenir.
Bu gün İmam-Hatiplik mesleğini icra eden Başkanlık personeli, hukukî olarak Devlet Memuru olup kendilerine verilen görevi yerine getiren, bunun karşılığında belirli özlük ve sosyal haklara sahip kamu görevlileridir. (Bu konuda daha detaylı bilgi için bkz. Iştar B. Tarhanlı, Müslüman Toplum Laik Devlet, Türkiye’de Diyanet İşleri Başkanlığı, Afa Yayınları, İstanbul, 1993, s. 105 vd.)
Mevcut statü İmam-Hatiplere belirli bir hayat garantisi sağlamış olmakla birlikte, din hizmetlerinin bürokratikleşmesi gibi bir olumsuzluğu da içermektedir. Bilindiği gibi İmam-Hatiplik masa başı memurluğu değildir. Halk nezdinde kendisinden bir devlet memurundan beklenenden çok faklı şeyler beklenmektedir. Buna karşın bir İmam- Hatip resmî olarak görevlerini yerine getirirse, bu çerçevede zamanında görev yaptığı camiyi açar, namazı kıldırır, hutbe okursa, mihrap ve kürsüye yetkisiz kimseleri geçirmezse görevini yapmış sayılmaktadır. (Krş: Diyanet İşleri Başkanlığı Taşra Teşkilatı Görev ve Çalışma Yönergeleri, Madde 63) Yani imam- Hatipliğin resmî tarifi, onların cami içerisindeki fonksiyonları ile sınırlıdır. Ancak cami dışında toplum yararına işler yapmalarına da mevzuat açısından bir mani gözükmemektedir. (Aynı Yönerge, Madde 67-7,10,11) Acaba bu anlayış üzere icra edilen İmam-Hatiplik, İmam-Hatiplerin kendilerini ve cemaati ve de toplumu ne derece tatmin edebilir? Bu soruya olumlu bir cevap vermek mümkün gözükmemektedir.
6. İmam-Hatipler Hangi Sosyal Fonksiyonlar Görebilir?
Bir insanın yaşadığı hayattan, icra ettiği meslekten haz alması, onun bazı şeyleri değiştirebilmesi, çabalarının sonucunu gözlemleyebilmesi ve kendisinde olan yetenekleri keşfedip onu olumlu bir şekilde kullanabilmesi ile doğru orantılıdır. O halde bu gün cami hizmeti yapan meslektaşlarımız hem dinin hem de taşıdıkları İmam-Hatip sıfatının bir gereği olarak, cami hizmetlerini hangi sosyal roller ile destekleyerek topluma daha faydalı olurlar? Ve toplum nezdindeki saygınlıklarını daha ileri bir seviyeye çıkarabilirler? Kendilerini bir cami İmam-Hatibi olmakla birlikte, mahallenin önde gelen kişisi olarak çevrelerine nasıl kabul ettirebilirler?
Bu soruların cevabı şüphesiz tek değildir. Ülkemizdeki yerleşim alanlarının farklılığı sebebiyle burada ortaya koyacaklarımız her İmam-Hatip için geçerli olmayabilir, ancak biz şehir ve kaza merkezlerini esas alarak meslektaşlarımıza bazı önerilerde bulunmak istiyoruz.
Kendisini bulunduğu yerde sosyal bir figür olarak gören ve bir saygınlık elde etmek isteyen görevlinin, ilk önce görev yaptığı çevre hakkında sağlam bir bilgiye sahip olması gerekir. Bunun için ilk kriter düzenli olarak namaza gelen çekirdek cemaat grubunu tanımaktır. Buradaki tanımadan maksat ismen veya şahsen kişiyi bilmek değildir. Kişinin geldiği yeri, eğitimini, mesleğini, ailesini, ekonomik imkanlarını, özel ilgilerini ve problemlerini bilebilmektir. Bunun için görevlilerimiz bir cemaat tanıma formu geliştirebilirler. Bunun yararı, her gün beraber olunan insanlara onların hassasiyetlerine göre davranabilme ve onlarla karşılıklı saygıya dayalı bir ilişki tesis edebilmek olarak görülecektir. Özellikle bu gün şehirlerimizdeki camilere düzenli devam eden cemaat ya emekli veya yaşlı insanlardan oluşmaktadır. Zamanını geçirecek değişik alternatiflerden yoksun olan bu kimselere cami bünyesinde rahat edebilecekleri, onların itilip kakılmadan oturup sohbet edebilecekleri, istedikleri zaman çay-kah- ve içebilecekleri bir yer temin etmek, burasını bu insanların kullanımına hazır halde bulundurmak, onlar için çok önemli bir hayat yardımıdır. Emeklilik ve yaşlılık durumunun insanlar üzerindeki etkilerini anlamaya çalışmak, onların ufak tefek kusurlarını hoş görmek, görevlilerimizin yapmaları gereken bir İnsanî vecibe olarak bugün ortaya çıkmıştır.
Bu hususta ikinci önemli kriter cuma cemaatini tanımaktır. Cuma cemaati genellikle o mahalde oturan ve çalışan insanlardır. Din görevlisinin bulunduğu çevredeki iş hayatından, iş hayatının sorunlarından haberdar olması gerekir. Bu sebeple din görevlilerinin çevre haritası çıkarmaları, çevrelerinde hangi iş yerleri ve ticari müesseseler olduğunu tesbit etmeleri gerekir. Bu bilgilere göre imam cemaatine tavsiyelerde bulunurken, kime göre nasıl tavsiyede bulunabileceğini tesbit edebilecektir.
İmam-Hatiplerimizin çevreleri bağlamında tesbit etmeleri gereken üçüncü grup, o mahalde oturan ailelerle ilgili bilgilerdir. Mahalle imam Hatibi olmaları itibarıyla her an kendileriyle karşılaşabileceği, evlerine misafir olabileceği kimseler olarak çevrede oturan ailelerin menşei, eğitim seviyesi, gelir durumu, tesbit edebiliyorsa ailevî sorunları, komşularıyla ilişkileri açısından ailelere âit bilgiler de İmam-Hatiplerin bu kimselerle doğru ilişki kurabilmeleri açısından önemlidir.
Bir İmam-Hatibin çevresinde sosyal bir figür olarak olumlu rol oynayabilmesinin diğer bir önemli şartı da çevresindeki resmî kurumlarla olumlu bir diyalog kurmasıdır. Her mahallede bir okul, karakol, bazı yerlerde belediye, çocuk yuvası, huzurevi, öğrenci yurdu ve okullar bulunmaktadır. Bu müesseseler birer sosyal hizmet birimleridir. İmam-Hatiplerin bu merkezlerden ve bunların faaliyetlerinden haberdar olmaları, karşılıklı yardımlaşmayı ve cemaat içerisindeki yardıma muhtaç insanların buralardan istifade edebilmesini sağlar. Okulda sorunları olan bir çocuğun ailesine, İmam-Hatip daha rahat ulaşıp o öğrencinin topluma faydalı bir insan olarak yetişmesine sebep olabilir, mahallenin huzur ve sükûnu için karakoldaki yetkililerle iyi bir işbirliği sağlayabilir. Bakıma muhtaç bir yaşlının yaşlılar evinde bakımını sağlayabilir. Maddî yardıma muhtaç insanların resmî yardım kurumlarına ulaşmaları ve buralardan ihtiyacı olan yardımları almalarını sağlayabilir. Bütün bunların gereğini yerine getirmek, imam Hatiplerimizi caminin değil, mahallenin İmam-Hatibi konumuna yükseltecek ve şüphesiz daha etkin bir hale getirecektir.
Türkiye’de bu günkü toplumsal şartlar çerçevesinde İmam-Hatipler, çevreleri ile ilişkilerinde kentleşme, buna paralel artan okuma-yazma ve okullaşma oranı, gittikçe sanayileşen ve organize olan bir toplum olgusunu her zaman hesaba katmaları gerekir.
Bu gün Türkiye çok hızlı bir şehirleşme süreci yaşamaktadır. Köylerden, tabii çevrelerinden ayrılıp şehirlere göç eden insanların, şehir hayatına entegre olabilmeleri için çeşitli yardım kuruluşlarına ciddi ölçüde ihtiyaçları vardır. Ülkemiz şartlarında bu yönde çalışan özel kurumlar bilinmemektedir. Bu durum ise çeşitli art niyetli kimseler için son derece eleverişli bir ortam oluşturmaktadır. Göçmen bir insan her şeyden önce yabancı bir insandır, çoğu zaman yalnız insandır, kiminle nasıl diyalog kuracağını bilemeyen insandır. Buna bir de kime güvenebileceğini bilememe sorunu eklenince, bu insanlar her türlü suistimale açık hale gelebilmektedirler. Bu kimseler içerisinde aldatılanlara, kandırılmışlara, sözünde durmayanlara, çaresizlik içerisinde ne yapacağını bilemeyenlere rastlanabilmektedir. Kanaatimizce İslâm’ın bizlere tavsiye ettiği salih amellerin başında, bu tür insanlara yardım elini uzatmak gelmektedir. Hiçbir ayrım yapmadan bir İmam-Hatibin bulunduğu çevredeki bu tür insanlarla ilgilenmesi, onlar için zamanını ayırması, imkânlar ölçüsünde onların ihtiyaçlarını gidermek için çaba sarfetmesi şahıs olarak İmam-Hatiplerin, kurum olarak Diyanet işleri Başkanlığının, nihayet memuru olduğu Devletin itibarına yapılacak çok önemli bir katkıdır. Bu alandaki boşluğun, özellikle büyük şehirlerimizde ortaya çıkardığı sosyal problemlerin ileri boyutlara ulaştığı herkesin malumudur.
İmam-Hatiplerimiz cemaatleri ve çevreleri ile ilişkilerinde toplumun geçirdiği değişikliğin de farkında olmalıdırlar. Bu gün Türkiye’de okullaşma oranı çok yükselmektedir. Şehirlerde okuma yazma bilmeyen hemen hemen yok gibidir. Buna karşın üniversite mezunu, meslek sahibi hatta yabancı dil bilen insanlarımızın sayısı her geçen gün artmaktadır. Eger İmam-Hatiplerimiz bu olguyu gözardı ederek eski usul üzere insanların hayatına sınırlama getiren, kendilerine göre norm koyan, kişileri yargılayan, onları mahkum eden bir tavır ile hareket ederlerse, bu tür İmam-Hatiplerin çevrelerinde sözünün dinlenmesi mümkün olmayacaktır. Bunun anlamı kişilere özel din tarifi yapmak değildir. Ancak din görevlileri, insanlara neyi nerde nasıl söyleyeceğini iyi bilmeli, bilgi sahibi olmadıkları alanlarda gereksiz polemiklere girmemeleri gerekir.
Türkiye’de bu gün mevcut olan toplum yapısı eskiye göre kıyaslanmayacak tarzda karmaşık bir organizasyona sahiptir. Devlete ve özel kurumlara âit çok çeşitli kuruluşlar bulunmaktadır. Bu kurumlar amaçlarına uygun olarak topluma hizmet üretirler. Okullar, üniversiteler, mahkemeler, ticarî kuruluşlar, meslek kuruluşları ve diğerleri modern toplum düzeninin vazgeçilmez öğeleridir. Bu kurumların yetki ve hizmet alanlarına giren konularda insanları bunlara yönlendirmek, buradan hizmet almalarını sağlamak gerekir. İmam-Hatip- lerimizin çevresindeki insanlara yapacakları en önemli hizmetlerden birisi de bu olmalıdır.
İmam-Hatipler, çevrelerinde yaşayan insanların yaşantısına gerekli zamanlarda eşlik edebilmelidirler. insanlar doğum, evlenme, ölüm; hastalık anlarında, büyük bir başarı elde ettiklerinde veya büyük zararlara uğrayıp iflas ettiklerinde, hayatlarını ilgilendiren önemli kararlar verecekleri zamanlarda, çeşitli ailevî sorunları olduğu zamanlarda yanlarında eşini, dostunu, tanıdıklarını ve güvenebilecekleri insanları ararlar. Bir İmam-Hatibin mahallesinde oturan insanların bu hallerini gözetip onlarla kriz anlarında irtibat kurması, teskin ve taziye etmesi, iyi günlerinde sevinçlerine ortak olması, onun cami imamlığı yanında mahalle imamlığı yapmaya başladığının, sosyal bir figür olarak o mahallede rol oynamaya başladığının bir göstergesidir, insanlar kendilerine değer verildiğini görmekten son derece mutlu olurlar, bunu göstermenin yolu da yukarıda belirttiğimiz hususlarda insanların yanında olmaktan geçmektedir.
İmam-Hatipler, gerek cami cemaatinin gerekse çevre sakinlerinin kendilerine rahat ulaşabilecekleri kimseler olmalıdır, insanların her türlü problemini rahatça anlatabileceği, sır saklayan, güvenilir bir karakter taşımalıdırlar.
Sosyal hizmet alanında, imkanı olan camilerimizi tabir yerinde ise birer halk eğitim merkezi gibi fonksiyonel hale getirebilirler. Bu günkü şehir hayatı içerisinde ailelerin çocuk yetiştirme, eğitim, sağlık, ev ekenomisi, psikolojik sorunlarla başedememe gibi sorunları vardır. Türkiye’de ortalama şehirlerde bu alanlarda uzmanlar bulmak mümkündür. Cami görevlilerimiz bağlı bulundukları müftülüklerle işbirliği içerisinde bu tür faaliyetleri organize edebilmelidirler. Bunun için camiler bünyesinde çalışma grupları oluşturulabilir, cami cemaatinden belirli eğitim seviyesinde olanlardan bu alanda yararlanılabilir.
Camiler, çocuklara ve kadınlara da hitap edebilmelidir. Bu alanda yapılabilecek her faaliyette mutlaka İmam-Hatiplerin rehberliği ön planda olmalıdır. Cami dernekleri bünyesinde kadın kolları kurulmalı, cami hizmet alanları içerisinde kadınlar için özel yerler ayrılmalı, buralar marifetiyle kadınlara yönelik eğitim ve kültür faaliyetleri yapılabilmelidir. Diğer taraftan mahalle çocukları için yeri ve imkanı olan camilerde kütüphaneler kurulması, mümkün olan yerlerde bilgisayar ve internet imkanları sağlanması, çocukların camilerle ve Imam-Hatiplerle çok farklı kanallardan olumlu bir diyalog geliştirmelerine sebep olacaktır. Tüm bu faaliyetler şüphesiz İmam-Hatiplerin önderliğinde ve onların organizesi ile gerçekleştirilebilir.
Sonuç
İslâm’ın ilk dönemlerinde sahip oldukları toplumsal statüleri ve özlük hakları II. Meşrutiyetten sonra en düşük seviyeye inen İmam-Hatiplik mesleği, bu gün devlet memurlarının sahip olduğu her türlü hukukî ve malî güvencelere kavuşmuştur. Diyanet işleri Başkanlığı her yıl daha kalifiye olmuş, iyi eğitim almış elemanları İmam-Hatip olarak istihdam edebilmektedir. Ancak Türkiye’de gerek toplumsal barış ve istikrar açısından, gerekse İmam-Hatiplik yapanların birikimlerinin olumlu bir şekilde ortaya konulup meslekî tatmin sağlayabilmeleri açısından İmam-Hatipler, statülerini cami dışında topluma yönelik danışman, teselli edici, yardım yapan, yol gösteren, arabulan, arkadaş, sırdaş, öğretmen gibi sosyal roller ile takviye etmeleri gerekmektedir. Bu topluma karşılıksız bir katkı sağlayacak, kendilerine ve mesleklerine itibar kazandıracak ve yaşadıkları hayattan tatmin olmalarını sağlayacaktır. Yazımızı bir Batılı düşünürün sözüyle noktalayalım; diyor ki: "Bence hayatta acınacak kimselerin başında, çalıştığı işten ücretten başka bir şey alamayan kimseler gelir."

KAYNAKÇA
Akseki, A. Hamdi, İslâm Dini, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 26. Bas. Başbakanlık Basımevi, Ankara, 1974.
Buyrukçu, Ramazan, Din Görevlisinin Mesleğini Temsil Cücü, TDV Yay. Ankara, 1995.
Diyanet İşleri Başkanlığı, Merkez ve Taşra Teşkilatı Görev ve Çalışma Yönergeleri, Ankara, 1985.
Dursun, Davut, Osmanlı Devletinde Siyaset ve Din, işaret Yayınları, İstanbul, 7 989.
Tarhanlı, Iştar, B, Müslüman Toplum "Laik" Devlet, Türkiye’de Diyanet İşleri Başkanlığı, Af a Yayınları, İstanbul, 1993.
Türkiye Diyanet Vakfı Islâm Ansiklopedisi, imam Maddesi.