Makale

CAMİLERİMİZ BİR SAN'AT HAZÎNESİDİR

CAMİLERİMİZ BİR SAN’AT HAZÎNESİDİR

Dr. Lütfi DOĞAN

Bilindiği gibi camilerde beş vakit, cemaatla kılman namazlarda imam - ha­tipler, cemaati uyarma, aydınlatma ve manevi eğitiminde mü’minin huzuruna, se­lâmetine ve kemâline hizmet ederler. Camiler birer ibâdet yeri olduğu kadar, halkın İslâmî kültürünü, mânevi eğitim ve disiplinini sağlayan yerlerdir. Mabet­lerimizin bu konudaki vazifelerini daha önceki bir yazımızda belirtmeğe çalışmış­tık.

İstanbul, Konya, Bursa, Edirne ve diğer büyük İslâmî merkezlerde câmi kül­liyeline dahil imarethane (aşevi), Dârü’ş-Şifâ (Hastahâne), tımarhâne (akıl hastahanesi), Dâru’l-Mesâkin (Yoksullar Yurdu) gibi sosyal yardım müesseseleri mâbedlerimizin ayrıca sosyal yönünü gösterirler.

Biz bu yazımızda camilerin, özellikle içlerinin san’at yönünü araştıracağız. İslâm’da ilk yapılan câmi, Hicret’te, Medine yakınında Kubâ Mescidi’dir. Pegamberimiz’in emriyle, kendilerinin de bizzat inşaatında çalıştıkları bu mescidden sonra, İslâm’da câmi ve mescidlerin yapılış şekli çok gelişmiştir. Kubâ mescidi çok basitti. Sonradan Medine’de inşa edilen sevgili Peygamberimiz’in Mescidi de sâde idi.

Zamanla câmi İnşaatında büyük gelişmeler olmuş, sırasiyle Emevîler, Abbâsîler, Selçukîler ve Osmanlılar zamanında özellikle Mimar Sinan’ın eliyle câmi mimârisinde san’at güzelliğinin zirvesine çıkılmıştır. Bu bakımdan câmiler en bü­yük İslâm mimarîsi şaheserlerindendir. İslâm’a giren her millet inşâ ettiği câmilerde kendi kabiliyetlerini, milli san’at husûsiyetlerini göstermişlerdir. Bu yönden mutlak olarak İslâm san’atları içinde mütalâa edilen câmi inşaatında Arap, Hint, İran, Çin, mimarîsi yanında Türk - İslâm eserleri ayrı bir hüviyet taşımaktadır.

Câmilerin içleri, genel olarak, özentili ve gösterişli süslerden uzaktır. Bununla beraber, mevcut sadelik değerli çinilerle, türlü oyma işleriyle san’at zenginliğine büründürülür. Tarihimizin en güzel âbideleri olan câmilerimizin minberleri, mihrabları, sütunları, duvarları, kapıları, renkli pincere camları İslâm - Türk san’at dehâsının baha biçilmez eserleridir. Kapı ve pencere üstlerinde, duvarlarda taşlar üstüne, mermerlere, çinilere yazılmış veya kazılmış yazılarla ünlü hattatların, bu arada III. Ahmed, II. Mahmud gibi Padişahların elinden çıkmış yazılar, câmile­rin mânevî ihtişâmına, san’atın üstün değerini katar. Câmi tabanını örten çeşitli eski nâdide halılar ve kilimler, bu sahada halıcılığımızın ve dokuma san’atımızın güzel örneklerini vermekte, musallîlere huzur içinde ibadet etmelerini sağlamak­tadır. Bu yönü ile câmilerimiz birer İslâm - Türk san’at eserleri müzesi duru­munu muhafaza etmektedir.

Câmi içine giren insan, kendini güzel bir san’at ortamı içinde bulur. Mer­merlere oyulmuş yazılar, bir tevâzün içinde yerleştirilmiş ismi Celâl ve Cibâr-ı Yâr-ı Güzin’in isimlerini ihtivâ eden levhalar heybet verir, özellikle Ayasofya câmiindekî levhalar insanı acz içinde bırakacak bir durumdadır. Bu levhaları sey­reden insan, Müslüman - Türk san’atkârının gücünü ve sabrını gösterir.

Câmi tavanı, minber ve mihrab işlemleri insana ayrı bir san’at zevki verir. Mâbed içinde ışıklandırmayı temin eden kristal avizeler, çevresindeki kandiller, pencereler içindeki renkli yazı ile süslü camlar ayrı bir sanat değeridir. Bazı camilerin minberleri ve mihrabları başlıbaşına Türk - İslâm oymacılığının ve gü­zellik anlayışının örneğidir. Bu arada Konya’da Alâeddin, Ankara’da Ahi Şerefeddin (Arslanhâne) câmilerinin minberleri zikre şâyandır.

Mihrâbın yanlarındaki şamdanlar, sedefli rahleler, va’z kürsüleri, müezzin ve Hünkâr mahfilleri ayn bir konudur.

Sözün kısası, başlıbaşına, câmilerimiz bu yönü ile san’at müzeleri hâlindedir. Müslüman Türk’ün güzel san’atlardaki kabiliyetini ve şerefli târihinin güzel hâtı­ralarını saklamaktadır.

Bu durumda yeni yapılan câmilerde veya câmi içinin tanziminde, yeni ko­nacak eşyaların yerleştirilmesinde, câmi içinin güzelliği bozulmamalı, estetik ko­runmalıdır. Bir san’at müzesinde eşyaların düzenle konmasına nasıl itina ediliyor­sa, o şekilde davranılmaldır. Yetkili Müftülüğün haberi olmadan lâalettâyin san’at değeri taşımayan bir levha, aşılmamalı veya eşya, gereksiz yerlere konulmamalı­dır. Mihrâbı, minberi ve san’at değeri taşıyan bir câmide yapılacak bir va’z kür­süsünün, bunlara uygunluğu hesap edilmelidir.

Ayrıca câmi temizliği yapılırken, yalnız namaz kılınan halıların değil, bütün eşyanın tozlu durmamasına dikkat edilmelidir. Tozlarının alınması, silinmesi ve mâdeni eşyanın (şamdanlar gibi) özel bakımı yapılmalıdır. Çok zaman halılar bayağı süpürge ile temizleniyor, çıkan tozlar yükseliyor, bütün levhaların ve eş­yanın üzerine konuyor, böyle bir temizlik bu derece değerli, mukaddes mâbedlerimiz için çok üzüntülüdür. Bazı câmilerde bu hususlar gözönünde bulundurulmamaktadır. Yerleştirmede temizleme vasıtalarının süpürge, kova ve benzeri şeylerin, odunun, kömürün camiin en önemli yerlerine konduğu, teşbih takmak için mihraba veya pirinçten mamul şamdana çivi çakıldığı, bir ilân kâğıdının narin bir mermer sütunun üzerine yapıştırıldığı veya şuradan buradan elde edilmiş, hiçbir san’at değeri olmayan, hattâ bâzen yanlışlarla dolu levhaların asıldığı görülmektedir.

Bütün bunlar için, câmi içinde târihi, san’at değerini hâiz halı, avize, levha ne varsa hepsi titizlikle tesbit, tescil edilip değerlendirilmeli ve numaralandırıla­rak başka bir ele geçmemesine dikkat edilmelidir. Bunun için tesbitten sonra bu gibi değerli eşyanın fotoğrafları alınarak müftülük arşivine özel sûrette kasa için­de saklanmalıdır. Bu hususta Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından bir tâlimatnâme hazırlanmak üzeredir. Bu tâlimatnâmede bu hususların da nazarı i’tibara alın­ması faydalı olur kanaatindayız. Ancak bu işte müsbet bir sonuç almak için bü­tün din görevlileri ve hizmetlileri sorumluluklarını kavramalı, şuurla bu konuyu benimsemelidir. Hattâ gerekirse bu hususta yapılacak eğitimlerde bu konular da işlenmelidir.

Bu konuda lâubâlilik, kayıtsızlık hem câmilerimize saygısızlık olur, hem de târihimize suikast olur. Dînimizi, târihimizi seviyorsak, çok ihmal edilmiş olan bu konuyu bir an evvel ele alarak bâzı esaslara bağlamamız gerekmektedir. Müslü­man - Türk dedelerimizin, şanlı târihimizin emâneti mâbedlerimizi en güzel şe­kilde korumak mukaddes vazifelerimizdendir. İçinde ebediyen Allâh’ın adının zikrini istiyorsak, onları harâb olmaktan, tozlara boğulmaktan kurtararak, içerdekilerini en güzel şekilde koruyarak vazifesini yapmış insanlar olarak huzurlu olu­ruz. Böylece târihimizle övünmeğe, Rabbımız’a güvenmeğe, O’na sığınmağa yü­zümüz olur. Bu emânetleri, en güzel şekilde koruyup, gereğini en güzel şekilde yapacak olan din görevlilerine, Rabb’ın yolunda hayırlı hizmetler niyaz ederiz.