Makale

30 AĞUSTOS ŞEHİTLERİ

Bir Hutbe örneği

30 AĞUSTOS ŞEHİTLERİ

Süleyman ATEŞ

MUHTEREM MÜSLÜMANLAR!

30 Ağustosta tarihe şanlı bir zafer kaydetmiştik. Bu zafer, imânın küfre ga­lebesi, bir avuç aslanın birleşmiş muhteris kurtları parçalaması, göğsü iman dolu Mehmetçiklerin, imânsızları denize dökmesi idi. Bu zafer, BEDR’in tekrarlanışı idi.

Sayıca azdık; silâhımız, cephanemiz de azdı. Fakat îmânımız yüksek, mâneviyatımız kuvvetli idi. Gayemiz şu İslâm diyârını küfür çizmelerinden kurtar­maktı. “Bu İmân ve bu gaye oldukça zaferde daima Müslümanlarındır. Esas kuvvet, ruh imân kuvvetidir. Sayının pek o kadar ehemmiyeti yoktur. Nice az cemaat vardır ki. daha çok olan topluluğa galip gelmiştir. AlIâh sabredenlerle beraberdir.” (Bakare; 249).

Bu imâna mızrak tesir etmedi, top-tüfek işlemedi, atom, hidrojen zarar vermiyecektir.

Garbın âfâknı sarmışsa çelik zırhlı duvar;

Benim İmân dolu, göğsüm gibi serhaddim var!

Bu imâna çarpan her kuvvet parçalanmıştır, parçalanacaktır. Koca bir İslâm tarihi, bunun örnekleriyle doludur. Bir an için yüzümüzü İslâmın şerefli tarihine çevirirsek: Bir avuç İslâm ordusunun İran ülkesini ele geçirdiğini, Kisrâların tâc-ü tahtını dağıttığını, bir hamlede Bizans’ın uyruğu olan Mısır’ı zaptettiğini, Kuzey Afrika’dan yıldırım sür’ati ile İspanya’ya atlamış olduğunu görürüz. Alp Arslan Malazgirt’te 50.000 kişilik ordusu ile Romenos-Diyojen’in 150.000 kişilik ordusu­nu yenmiş ve nihayet Bizans düşmüştür. İslâm tarihinin her safhası iftihar edile­cek zaferlerle doludur. Fakat bunlar arasında Müslüman Türk askerlerinin vücuda getirdikleri kahramanlıkların ayrı bir hususiyeti vardır. Çünkü Yüce Peygamberi­miz: “Kostantiniyye (İstanbul) elbette feth olunacaktır; onu feth eden kumandan, ne güzel kumandan, onu feth eden asker, ne güzel askerdir.” sözleriyle Fatih’in kadrini yüceltmiş, Müslüman Türk askerlerini övmüştür. Mutludur o asker ki, Allâh elçisinin övgüsüne mazhar olmuştur.

Müslümanları bu zaferlere götüren sır, evvelâ onların dönmek için değil, ge­rektiğinde, ölmek için savaşması olmuştur. Mısır savaşında, Mısır komutanı İslâm kumandanına: “Bu kadar az kuvvetle nasıl bizimle savaşı göze alıyorsunuz? Biz sayı ve silâhça sizden çok üstünüz. Bâri ölmeden çekilin, canınızı kurların.” de­mişti. Buna karşı İslâm Ordusu kumandanının cevabı şu olmuştur: Biz ölümden korkmayız, bu sözlerinle bizi korkutamazsın. Bizden ölenler, cennete girecektir. Sizden ölenler ise cehenneme girecektir. Onun için siz ölmek istemezsiniz. Hal­buki biz, şehid olmayı cana minnet sayarız.”

Tarık B. Ziyad, Cebelüttarık (Septe) Boğazım geçtikten sonra, ordusunu de­nizden geçiren gemilerin hepsini yaktırdı ve sonra askerlere şöyle dedi: “Askerler! önünüzde düşman, arkanızda deniz var. Gemiler yakılmıştır. Kaçarsanız denizde boğulacaksınız; savaşırsanız ya şehid olacaksınız, ya gâzi... Kaçmayı aklınızdan çıkarınız.”

Çaldıran’a giderken Koca Yavuz da askerlerine; “Er olanlar benimle gelsin, benimle gelmek istemeyenler kanlarının yanma dönsün.” diye haykırdı, işte bu iradedeki Müslümanları zaferden zafere koşturmuştu.

Aziz kardeşlerim, acaba bunlar neden seve seve ölüme koşuyorlardı? Çünkü biliyorlardı ki:

“Her ne denlû, yaşar ise bir kişi,

Âkibet ölmekdürür ânın işi.”

Nitekim Canâb-ı Hak buyuruyor: “De ki ölümden, öldürülmekten kaçmak size fayda vermez. (Savaştan kaçsanız bile) ancak az bir müddet yaşarsınız. De ki: Allah hakkınızda bir bozgunluk veya zarar murad ederse acaba ondan sizi kim alıkoyabilir? Onlar Allah’dan başka ne bir yar, ne de bir mededkâr bula­mazlar.”[1]

Şimdi bakınız: Şu Anadolu, şu Arabistan, şu Kuzey Afrika toprağı şühedâ kaniyle sulanmıştır.

“Şühedâ fışkıracak, toprağı sıksan şühedâ.”

İnsan nasıl olsa bir gün ölecektir. Binaenaleyh, onlar zillet içerisinde yaşa­maktansa, şerefle ölmeyi tercih etmekle, mertebelerin en yükseğine çıktılar. İnsan­ların kalblerine gömüldüler, Allâh’ın arşına uçtular. Çünkü, Peygamberlikten sonra, şehitlik mertebesi gelir.

BU VATAN KİMİN

Bu vatan toprağın hara bağrında

Sıra dağlar gibi duranlarındır;

Bir tarih boyunca onun uğranda

Kendini tarihe veremlerindir.

Tutuşup kül olan ocaklarından,

Şahlanıp köpüren ırmaklarından,

Hudutta gaza bayraklarından

Alnına ışıklar vuranlarındır.

Ardına bakmadan yollara düşen,

Şimşek gibi çakan, sel gibi coşan,

Huduttan hududa yol bulup koşan,

Cepheden cepheyi soranlarındır.

İleri atılıp sellercesine,

Göğsünden vurulup tam er’cesine,

Bir gül bahçesine girercesine

Şu kara toprağa girenlerindir.

Târihin dilinden düşmez bu destan;

Nehirler gazidir, dağlar kahraman,

Her taşı bir yakut olan bu vatan

Can verme sırrına erenlerindir.

Gökyay’ım ne yazsan ziyâde değil.

Bu sevgi bir kuru İfade değil,

Sencileyin hasını rüyada değil

Topun namlusundan görenlerindir.

O. Ş. GÖKYAY

Muhterem Cemaat!

Buraya kadar saydığımız zaferlerin şanlı bir örneği de 30 Ağustos zaferidir. Ancak, bu ve bundan önceki zaferler, nişangâhın düzgünlüğü, askerin çokluğun­dan ziyade, vatanın selâmeti ve milletin saadeti için Allâh yolunda gâzi olarak dönmenin en büyük şeref veya şehid olarak ölmenin, en büyük nimet olduğuna inanan bir rûhun eseridir. Cenâb-ı Hak cümlemizi, Allâh için yaşayan Allah için ölen, Allâh yolunda hizmet etmenin hazzını duyan mutlu kişiler zümresine ilhak buyursun.

Yine Resûl-i Ekrem buyurur: “Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki, dünyadan ayrılan hiçbir mü’min, dünya ve onun içinde bulunan her şey kendi­sinin olsa da, yine gündüzün bir saatinde bile dünyaya geri dönmek istemez. Ancak, şehid müstesnadır. Zira, o, tekrar dünya ya gönderilmek ister ki, Allâh yolunda tekrar savaşsın da tekrar öldürülsün. İşte, şehadet mertebesi...



[1] ) Ahzab sûresi 10-17. âyet.