Makale

İstiklâl Marşımız ve Mehmed Akif

İstiklâl Marşımız
ve
Mehmed Akif

Şerafettin ÖZDEMİR

Vefatına kadar vaaz, hitabe, makale ve şiirleriyle doğrudan doğruya hayatıyla, dar-ı bekaya irtiha- linden sonra da şiirleriyle milletimize öncülük etmiş, İman, İslam şairi, ilim ve irfan sahibi merhum Akif’imizi; ötelerde yaşamış, hayatı hiçe saymış, dünyayı umursamamış Hz. Ebu Bekr Sıddık (ra), Hz. Abu Zerri Gı- fari (ra) vs, gibi sahabe-i güzinin uzantısı, onların bağlısı görmemek mümkün değildir,
Akif, her haliyle asrımızın çilekeş, bağrı yanık sinesi; Din, İman, Vatan ve Millet aşkıyla yanmış, ciğeri püryan, gönlü dilhun, kalbinde Allah sevgisinden, Rasûlüllah sevgisinden başka sevgi barındırmayan bir dahidir. Kim diyebilir ki Akif, makam, mansıb, şan ve şöhret düşkünüydü? Hayır,.. O büyük ve muhteşem iman şairimizin hayat tarzına gıpta etmemek, hayran olmamak elde değil.
Akif, Çanakkale ölüm-kalım hengamesinde şehidlerimizi Bedir’e götürür, Bedr’in arslanları ile kucak kucağa getirir, yapılan kıyamı da Bedir kıyamı ile aynı kefeye koyar.
“Ey şehid oğlu şehid isteme benden makber,
Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber”
müjdesi ile şehidlerin ruhlarını taziz, hayatı idame edenlere de muştular sunar.
Şımarık ve azgın Yunan sürülerinin İzmir’i, arkasından 8 Temmuz 1920’de Bursa’yı işgal edip, Anadolu içlerine doğru yakıp yıkarak saldırıya geçtikleri zaman, Akif’in duyguları, volkanlar gibi galeyana gelerek: "Eşin var, aşiyanın var, baharın var ki beklerdin,
Kıyametler koparmak neydi, ey bülbül nedir derdin?” mısraları ile isyan eder, milletin, ümmeti Muhammed’in Din, İman, Vatan, Millet yolunda coşmasını arzu eder. Binaenaleyh, bu şartlar muvacehesinde son Türk Devleti ve milleti hürriyete kavuşmuş, minarelerinde susturulmak istenen ezanlar okunmaya başlamış, bayrağı ilelebed inmemek üzere göndere çekilmiştir. Ama, bir eksiklik mevzu bahs. Milletin hürriyetinin, istiklâlinin remzi, sembolü olan Milli Marşı yok. Hal böyle iken, 1921 yılında Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey vatan sathında Milli Marş için şiir yarışması başlatmış. Beşyüz lira da birinci gelecek şiire mükafaat vaad edilir. Memleketimizin orasından, burasından 724 şair, şiirleriyle mezkûr yarışmaya iştirak ederler.
Ama bir eksiklik var. Meclis-i Mebusan’ın, fikir ve kalem ricalinin, milletimizin nokta-i nazarını celbeden bir noksanlık. Akif, bu kutlu yarışmaya katılmamıştır. Neden? Katılamazdı, katılmadı. Zira, bir millet ki, varlık-yokluk kavgasından yeni kurtulmuş, iktisadi durumu zayıf, öksüzü, yetimi, dulu, kimsesizi aç ve açık iken, elbette beşyüz liralık ödüllü yarışmaya Akif şiirini göndermezdi, göndermedi. İşte bu nakisayı sezen Hamdullah Suphi Bey, bir mektupla meselenin nedenini sorar.
“Pek aziz ve muhterem efendim, istiklâl Marşı için açılan müsabakaya iştirak buyur- mamalarındaki sebebin izalesi için, pek çok tedbirler vardır. Zat-ı üstadanelerinin matlup şiiri vücuda getirmeleri maksadın husulü için son çare olarak kalmıştır. Asıl endişenizin icap ettiği ne varsa, hepsini yaparız. Memleketi bu müessir telkin ve tehyiç vasıtasından mahrum bırakmamanızı rica ve bu vesile ile en derin hürmet ve muhabbetimi arz ve tekrar eylerim efendim.”
Rasûlüllah asrının şairleri Ka’b Bin Malik’i, Abdullah Ibn-i Reva- ha’sı vs. gibi olan Akif, rahmetli Haşan Basri Çantay’ın teşvik, tavsiye ve iknası ile, 500 lira ödülü hayır kurumlarına “Dar’ül-Me- sai’ye” bağışlayabileceği™ izhar etmesiyle, dertli insan, Ümmeti Muhammed’in ahıyla, vahıyla hemdert olmuş, hasbi, mü’min Akif, Taceddin Dergahı’nda meşhur şiirini, yani bu günkü İstiklâl Marşı’mızı kaleme alır. Alır ama, şiirin ithaf edildiği yere dikkat! “Kahraman Ordumuza” sözleri yer almaktadır. Ahh! O ordu ki, yedi iklim, dört kıtada cihana ün salmış, Din-i Mübini İslam için gönüller fethederek kainata “Türk Gibi Kuvvetli” veya bir feylesof’un ifadesi ile “Bu millet olmasaydı tarih olmazdı” tarihi realitesini insanlığın zihnine bihakkın yerleştirmiş bir ordu.
Mecliste, bütün şiirler tetkik edilir. Gözden geçirilir ve Akif’in şiiri birinci seçilir. Hamdullah Suphi Bey, Gazi Mustafa Kemâl Paşa’nın idare ettiği oturumda, meclis kürsüsünden okudukça coşar, çoştukça meclis de coşar, defaetle ayakta alkışlanır ve alkışlarla 12.3.1921 tarihinde Doktor Adnan Adıvar’ın idare ettiği oturumda İSTİKLAL MARŞI olarak kabul edilir. Dolayısıyla;
Milli Marşımız, 1930 yılına kadar Ali Rıfat Çağatay’ın bestesi ile, 1930’dan sonra da Riyaseti Cumhur Orkestrası Şefi Osman Zeki Üngör’ün bestesi ile okunmaya başlar. Akif, ömrünün son günlerini yaşamaktadır. Çileli, ız- dıraplı, göz yaşları ceyhun, sinesi milletin sefalet ve derdiyle yüklü bir hayattan sonra, fani alemden, ebedi aleme gitmek üzeredir.
Ziyaretine gelen aralarında Hakkı Tarık Us’un da bulunduğu misafirlerden biri, hasta ve bitkin insan Akif’e sorar: “Acaba İstiklâl Marşı, yeniden yazılsa daha iyi olmaz mı?” Bu soru karşısında, mecalsiz, takatsiz, dermansız bir vaziyette yatağında yatmakta olan Akif, ömrü müdde- tince vakur bir şekilde yaşadığı gibi, son zamanında da hasta yatağından doğrulur ve yine vakur bir eda ile bu soruya şu cevabı verir. “Allah bu millete bir daha İstiklâl Marşı yazdırmasın.” Evet, biz de onun nesli olarak, Allah (cc)’dan böyle niyaz ediyoruz. Netice olarak:
Bu büyük insan, büyük şair, Ali Şir Nevai’nin üstlendiği “Cihanda, Türk edebiyatının bayrağını dalgalandırmak suretiyle TÜRKLERİ tek millet haline soktum. Hiç Ordum olmadığı halde, Çin sınırına ve Tebriz’e kadar, bütün Türk ve Türkmen İllerini, sadece divanımı göndermek suretiyle fethettim.” misyonunda olduğu gibi, İstiklâl Marşımız ve safahatda aynı misyonu yerine getirebilir düşüncesindeyim. Dolayısıyla;
"Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda!
Canı, cananı bütün varımı alsın da hüda,
Etmesin, tek vatanımdan beni dünyada cüda.”