Makale

Güzel Geçinme Sanatı

Dr. Ali Çiftçi
Başbakanlık Aile ve Sosyal
Araştırmalar Genel Müdürlüğü

Güzel Geçinme
Sanatı

İnsanlar arasındaki ilişkileri sorunsuz veya en az sorunla yürüte- bilmenin belli bazı yol ve yöntemleri ile ilkeleri bulunmaktadır. Söz konusu ilkelerin izini din ve ahlâk öğretilerinde bulabileceğimiz gibi felsefe, sosyoloji, psikoloji, iletişim bilimi gibi, bilim alanlarında da bulabiliriz. Burada din-bilim ayrımına gitmeden insanlık tarihinde ulaşılmış olan ortak ilkelere kısaca göz atmak sanırız yeterli olacaktır. Kişiler arasında nasıl sağlıklı ilişkiler kurulabilir? Sorunsuz ya da en az sorunlu iletişimin yolu nedir? Çatışmadan nasıl güzel bir geçim kurabiliriz?
Sevgiyi korumak ve onu yeniden üretmek
İnsan, yüreğini ve beynini kin, nefret, kıskanma, kötülük yapma gibi duygular yerine, sevgi ile donatırsa, yüreğini ve beynini buna odaklarsa, karşılıklı ilişki ve etkileşimde bulunduğu kişilerle daha sağlıklı ilişkilere sahip olacaktır. Sevmeye çalışmak gerek. Sevgiyi hep yeniden üretmeye çalışmak gerek. Doğaldır ki bir insan, herkesi ve her şeyi sevmek zorunda değildir ve sevemez de zaten. Zorla sevmeye çalışmak da gerçekçi bir sevgi ortaya çıkarmaz. Ancak burada dikkat çekilmek istenen şey, tersini gerektiren durumlar ortaya çıkmadıkça başta sevgi odaklı olarak yola çıkma ve öyle hareket etmenin sağlıklı ilişkiler için doğru bir yöntem olduğudur. İlke, sevgi olmalı, sevgisizlik istisna olmalıdır, insan yeni bir işe giriştiğinde, yeni bir insanla tanıştığında, yeni durumlarla karşılaştığında, bu yeni durum ve kişilere karşı peşin olarak sevgi duymalıdır. Sevginin orada yürümeyeceği, bunların sevgiyi hak etmediği yargısı oluşuncaya kadar sevgi duygusu korunmalıdır. Bir de sevginin yeniden üretilmesi diye bir durum vardır. Sevgiyi hak eden kişilerle ilişkilerin daha da derinlik kazanmasını sağlayan şey ise sevginin yeniden üretilmesidir, insan zihni ve yüreği öyle kurgulanmıştır ki, kötülüğü, geçimsizliği büyütüp yayabileceği, gibi sevgiyi de yeniden üreterek yayabilir, sevgi iklimini geliştirip hakim kılabilir. Karşılıklı sevgiye dayalı olarak kurulan ve derinleştirilen ilişkiler insanlarda büyük bir manevî-psikolojik doyum sağlayarak kişilerin mutluluğunu arttırır.
Aslına bakılırsa sevgi-nefret ikiliğinin insan sağlığını ilgilendiren bir boyutu da bulunmaktadır. Moral çöküntünün, üzüntü ve kederin, vücuttaki salgılar yoluyla insan sağlığına olumsuz etkide bulunduğu tıp otoritelerince kabul edilmektedir. Bunun tersi de doğrudur. Neşe ve sevincin beden sağlığına olumlu yönde etkide bulunduğu, bilinmektedir. Sürekli kin, nefret ve öfke duyguları ile birlikte yaşayan bir kişinin ruh sağlığı ve giderek de beden sağlığı bozulmaktadır. Bu açıdan bakıldığında toplum hayatında hep kavgalı, çatışmalı ilişkiler içinde bulunan insanların durumu iç açıcı değildir. Halk arasında, öfke duygusunun insanda yol açtığı zararları ifade etmek için kullanılan, "keskin sirke küpüne zarar verir", "öfkeyle kalkan zararla oturur" gibi deyimler, önemli bir açıklayıcılık özelliğine sahiptir. Nefrete ve sevgisizliğe dayanan psikolojik yapı ve ruh halleri ile bu ruh hallerinden sadır olan davranışlar, insanların birbiri ile iyi geçinmesinin önünü kapattığı gibi, sosyal hayatı çekilmez bir yük, bir işkence hâline getirebilmektedir.
Kendisini başkasının yerine koyma (=empati): İnsanlar arası ilişkilerde sorunları, çatışmaları en aza indirmenin ve güzel geçimi sağlamanın başarılı yollarından biri, empati yönteminin uygulandığı durumlardır. Empati yöntemi, kişinin yaşanılan ortamı karşıdaki kişinin bakış açısından algılamaya çalışmasını sağlamaktadır. Böylelikle sorunların kavranmasında, tepkilerin ölçülmesinde ortak bir noktaya gelinmesi kolaylaşabilmektedir. Toplum hayatında, günlük ilişkilerde ortaya çıkan sorunların çoğu, davranışların ben merkezli olarak ayarlanmasından, öyle düşünülmesinden ileri gelmektedir. Oysa doğru olan bu değildir. Erdemli insanların temel özelliklerinden birisi, söz ve davranışlarını ortaya koyarken karşısındakinin, kendi dışındakinin durumunu, konumunu ölçmesi, bunu dikkate almasıdır. Empati yöntemini uygulamayı alışkanlık hâline getirmiş olan insanların, karşılıklı ilişkilerinin ne kadar sorunsuz ya da az sorunlu olacağı düşünülebilir.
Empati yöntemi, komşuluk, arkadaşlık ve benzeri ilişkilerde uygulanabileceği gibi, özellikle aile içi ilişkilerde çok gereklidir. Aile hayatında eşler arasındaki ilişkilerin en az sorunla yürüyebilmesi için taraflar çeşitli durumlarda kendisini eşinin yerine koyarak, o gibi durumlarda kendisinin nasıl bir davranış sergileyeceğini düşünmelidir. Acaba aynı şartlar altında kendisi de eşinin gösterdiği tepki ve davranışları mı gösterirdi? O halde eşi kendisine söz konusu tepkiyi verirken acaba haklı olabilir mi? Eğer haklı ise buna karşı gösterilecek tavır da farklı olmalıdır, işte karşılıklı didişmelerle kavgaya ve belki daha büyük sorunlara varabilecek olan bir sürecin önü böyle bir yöntemle alınabilir.
Güzel düşünmek-güzel söz etmek
Toplum hayatında yaşanan olumlu-olumsuz bir çok olay aslında öncelikle insan zihninde kurulmakta ve yaşanmaktadır. İnsan zihni önce bir konuda karar verir, sonra o kararının gereği olan davranışı yerine getirir. Sosyal olaylar da böyle vücut bulur. Bu nedenledir ki zihin temizliği, zihnin arı-duruluğu, sosyal hayatın güzelliği açısından önemlidir. Güzel düşünen kişiden güzel sözler ve güzel davranışlar sadır olur. Güzel söz ve güzel davranışların egemen olduğu bir sosyal ortamda, hayat daha güzel, daha çekilir olur. Türk kültüründe "söz"ün sosyal hayattaki etkisinin büyüklüğünü Yunus Emre şu sözüyle ne kadar da özlü ifade etmiştir:
Söz ola bitire savaşı Söz ola kestire başı Söz ola ağulu aşı Yağ ile bal ede bir söz.
Bunun dışında güzel sözün toplum hayatındaki olumlu ve yapıcı etkisi, "tatlı söz yılanı deliğinden çıkarır" deyişiyle ifade edilmek istenmiştir.
Bireysel farklılıkları kabul etme ve bu farklılıklara saygı gösterme
İnsan ilişkilerindeki çatışmaların en aza indirilmesinde ve güzel geçimin sağlanmasında, bireysel farklılıkları kabul etmenin ve bunlara saygı göstermenin büyük bir önemi vardır. Her insanın yaratılıştan ayrı bir mizaca sahip olduğu kabul edilmelidir.
İnsan karakterindeki farklılıklar onların davranışlarına yansımaktadır. Bu nedenle kişiler, eş, arkadaş, komşu, ana- baba-evlât olarak ilişkide bulunduğu diğer kişilerin ayrı bir yapısı olduğunu, onun kendisi ile aynı kişilik ve davranış özelliklerine sahip olmayabileceğini önceden kabul etmelidir. Toplum hayatına bakıldığında geçimsizliklerin önemli bir kısmının, kişilerin herkesin kendisinin sahip olduğu değer yargılarına sahip olması beklentisinden kaynaklandığı görülecektir. Bu öyle bir beklentidir ki, yeme-içme alışkanlığından konuşma biçimine, sevilen radyo-televizyon programından, taraftarı olunan futbol takımına kadar her konuda muhatabının kendisi gibi davranmasını ister.
Anlama çabası
İnsanlar arası ilişkilerde geçimsizliklere yol açan sebeplerden biri de karşıdakini anlama çabası gösterilmeden, onun davranışları hakkında olumsuz bir kanaate varılmasıdır. Karşıdaki insanın davranışlarının hangi saiklere dayandığını anlamadan, onun kötü niyetle hareket ettiğini varsayarak tepki göstermek bir çatışma sebebidir. Buna niyet okuma da denebilir ki, insan ilişkilerinde onulmaz yaralar açabilen tehlikeli bir tutumdur. Muhatabı anlama çabası gösterilmesi durumunda belki onun davranışına haklılık payı verilecek ve çatışmanın yoğunluğu düşecektir. Özellikle aile içinde, eşler arası ilişkilerde uyumun sağlanmasında birbirini anlama çabası çok önemlidir. Eşler birbirinin duygularını da anlamaya çalışmalıdır. Duygusal yoğunluğa sahip olan aile ortamında, duyguların karşılıklı olarak anlaşılması hayatî önemdedir.
Özveride bulunma-paylaşmayı öğrenme
Sosyal hayatta uyumlu ve sağlıklı ilişkilerin yaşanması, çoğu zaman kişilerin birbirleri için fedakârlık yapmasını (=özveride bulunmak) gerektirebilir. İnsanların eşi, arkadaşı, çocuğu, komşusu için gereken yerde özveride bulunmayı alışkanlık hâline getirmeleri durumunda sosyal bağlar güçlenecek ve orada mutluluğun tadı duyulacaktır. Günümüzde giderek yaygınlaşan bireycilik ve onun uzantısı olarak ortaya çıkan bencillik, aile ve toplum hayatında büyük çözülmelere yol açmaktadır. Bununla mücadele etmenin yolu, bireyci düşüncelere gem vurmaktan, sosyal bağları güçlendirmekten ve dayanışmayı arttırmaktan geçmektedir. Aile içi ilişkilerden başlayarak kişiler birbiri için özverili olmayı, sıkıntıları ve sevinçleri paylaşmayı öğrenmelidirler. Her bir kişi, dünyaya sadece kendisi için yaşamak üzere gelmediğini; ailesine, çevresine, topluma karşı da sorumlulukları bulunduğunu bilmeli ve davranışlarını buna göre kodla- malıdır. Paylaşma konusundaki şu tespit ne kadar da yerindedir: Acılar paylaştıkça azalır; sevinçler paylaştıkça büyür.