Makale

Milli Mücadelede Mehmet Akif Anadolu Yollarında

Yılmaz Tartan/Musahhih

Milli mücadelede
Mehmet Akif
Anadolu yollarında

Tarihte, millete mâl olmuş önemli şahsiyetlerin verdikleri kararlar, özellikle fetret dönemlerinde ayrı bir önem arz etmektedir. M. Akif’in kararı da öyledir.
Mehmet Akif, Anadolu’daki Milli Mücadeleye katılmak için 10 Nisan 1920 tarihinde İstanbul’dan ayrılmıştır. Hedefi Ankara’daki mücadeleye katılmak, Anadolu’da tutuşturulan düşmanı yurttan atma ateşini harlatmaktı.
Gerçi daha önce İstanbul’da iken de birlik ve beraberlik için, düşmana karşı durmak, haklarımızdan vazgeçmemek konusunda yazdığı yazılar, canhıraş bir ananın feryadı gibi Anadolu semalarında yankılanıyor, gönülden gönüle, kulaktan kulağa dağılıyordu.
Akif’e Anadolu’da ihtiyaç vardı. Onun t ateşli vaazlarına, gah bir baba gibi azarlayan, gah bir ana gibi feryat eden, tesiriyle yürekleri delen, gönülleri depreştiren hitabına çok ihtiyaç vardı. Çünkü Anadolu kaynıyordu.
Tam anlamıyla, bir kaos vardı. Çünkü kimse ne yapacağını bilmiyordu. Her bölgenin kendine has tutum ve davranışları, beklentileri, yüzlerce insanın farklı görüşleri vardı. Vatan ve millet düşmanları Anadolu’nun değişik yerlerinde vatandaşın zihnini bulandırıyorlardı. Bazı bölgeler, özellikle Ankara’ya ve Ankara’daki mücadeleye yardımcı olmak istemiyordu. Bu yüzden içerdeki kargaşa bitmiyor, dinmiyordu. Cephedeki düşmanla yek vücut çarpışma henüz başlamamıştı. Bunun sağlanması gerekiyordu, işte M. Akif bu görevi yapan kahramanların başında gelmektedir.
Daha Ankara’da Meclis açılmadan önce 6 Şubat 1920 günü İstanbul’dan Balıkesir’e giderek, Zağnos Paşa Camiini tıklım tıklım dolduran ahâliye şöyle sesleniyordu Akif:
"Ey cemaati Müslimin! Memleketlerinizi kurtarmak için devam eden mücâhedâtı- mızda bir noktaya son derece dikkat etmelisiniz! Bu hareketlerin, bu himmetlerin sırf müdafai din ve vatan gayesine müteveccih olduğu, yar ve ağyar nazarında tamamiyle anlaşılmalıdır. Fırkacılık, menfaatcilik, komitecilik gibi hislerden külliyen müberra olduğuna, yakındakilere uzakta- kilere tamamiyle kanaat gelmelidir. Bu kanaati zerre kadar sarsacak bir harekete, bir söze kimse tarafından meydan verilmemelidir."
Bazılarının sandığı ve iddia ettiği gibi M. Akif, İstanbul’dan Ankara’ya mebus olmaya gelmemiştir. Onun tek amacı, el ele vererek düşmanı yurttan kovmaktır. Bunun için kendine düşecek her göreve hazırdır.
Ankara’ya geliş
10 Nisan 1920 günü sabah namazından sonra ailesi ile vedalaşıyor. Çengelköy’de oturdukları evden ayrılıyor. On iki yaşındaki oğlu Emin’i yanına alarak Eşref Edip ile Üsküdar’daki Özbekler Tekkesi’ne geliyor. 0 sırada, İstanbul’dan Milli Mücadele saflarına geçmek isteyen aydınları ve mebusları Anadolu’ya ulaştırma; ihtiyaç olan silah, mühimmat, sağlık malzemesi ve erzak ulaşımı bu tekke ve şeyhi Ata Efendinin kurduğu, "Karakol Cemiyeti" tarafından yürütülüyordu. Yağmurlu bir gecede, Akif, Eşref Edip ve Afyon Mebusu Kamil Hoca buradan, Alemdağ’daki gizli karargah olarak kullandıkları göz doktoru Esat Paşa’nın çiftliğine doğru yola çıkarlar. Çiftlikte atlara binerler. Bir rehber yardımıyla ulaştıkları bir köyde geceyi geçirirler. Ertesi gün yollarına devamla İzmit-Adapazarı arasında Kuva-yı Milliye’ye silah ve cephane taşıyan bir konvoya rastlarlar. Bu konvoya katılırlar. Geyve yakınlarında casus Lav- rens’e karşı birlikte çalıştıkları Kuşcubaşı Eşrefle karşılaşır. Biraz sonra konvoydan ayrılarak dekovil ile Eskişehir’e oradan da trenle Ankara’ya geçerler. Mehmet Akif’in bu yolculuğu on beş gün sürmüş olmalıdır ki, 28 Nisan 1920 tarihli Hakimiyet-i Milliye’de Mehmet Akif’in Ankara’ya geldiğini ve 30 Nisan Cuma günü Hacı Bayram Camiinde va’z vereceği haber olarak verilmiştir.
Trenden iner inmez Meclis’e hareket ederler. Meclis önünde, karşılaştıkları ve o sırada bir yere gitmekte olan Mustafa Kemal Paşa, "Sizi bekliyordum efendim, tam zamanında geldiniz, şimdi görüşmek kabil olmayacak, ben size gelirim" der. Bu konuşmadan Mehmet Akif’in, İstanbul’dan ayrılırken ihtiyaç varmış, çağırıyorlar" sözünden anlaşılıyor ki bu ihtiyaç, "irşat" faaliyetleri olup, Ankara onun halkı aydınlatma, Ingilizle- rin menfi propagandalarına engel olma faaliyetlerine şiddetle ihtiyaç duymaktadır. Buna da ileride irşat faaliyetlerini anlattıkça hak verilecektir kanaatindeyiz. Ankara’da Taceddin Dergâhına yerleşir.
Mehmet Akif, Ankara’ya gelir gelmez ayağının tozuyla Konya’ya gönderilir.
Konya’da Milli mücadeleye karşı bazı kıpırdanmalar vardır. Mehmet Akif, halk ile uzun uzun konuştu, memleketi düşmana karşı hep birlikte savunmak zorunda olduklarını, böyle günlerde en büyük düşmanın "tefrika" olduğunu anlatmaya çalıştı.
Eskişehir’e giderek halkı Milli Mücadele konusunda aydınlatır. Daha sonra Antalya Mebusu Süleyman Efendi ile beraber yol güzergâhındaki şehirlerde konuşa konuşa Antalya’ya kadar gider. Dönüşünde de aynı şekilde halkı aydınlatmaya devam eder. Meydanlarda konuşur, camilerde vaaz ve nasihatlarda bulunur. Bütün bunların yanında, o şehrin ve çevresinin nüfuzlu şahıslarını bizzat ziyaret ederek, onları Milli Mücadeleye katılmaya davet etmiş; katılmalarının gerekli olduğuna, hatta bunun bir dini görev olduğunu ikna etme yollarını denemiştir. İngilizlerin kötü niyetli propagandaları sonucu pek çok menfi düşünceler içinde bulunan bazı saf kişileri, Ankara’ya karşı şüphe ve tereddüt içinde bulunan, dünyadan habersiz kişileri ikna ederek; bu işin bir milli dava olduğunu, kişilerle ve partilerle ilgisinin bulunmadığını, bu davanın bir ölüm kalım davası olduğunu, gerçek anlamıyla bir cihad olduğunu telkin etmiştir. Hem gidişinde hem dönüşünde Burdur’da bir hafta kalmış, Burdurluların manevi gücünü yükseltmiştir.
5 Haziran 1920’de Burdur’dan mebus seçildiğine dair mazbatası gelir. Daha sonra da Biga’dan seçildiği bildirilir. Fakat
o, 18 Temmuz’da Biga mebusluğundan istifa ederek Burdur mebusluğunu tercih eder. Antalya’ya kadar uzanan gezisi 1920 yazını kaplamıştır. Bu vaazlarıyla ve her yerde yaptığı gibi nüfuzlu ve zengin kişileri ziyaretiyle, onları ikna yoluyla ingilizlerin planlarını suya düşürmekte büyük hizmetleri olmuştur.
Kastamonu çıkarması
Sebilü’r-Reşad dergisinin sahibi olan Eşref Edip, derginin başyazarının Ankara’ya geçmesi üzerine Kastamonu’ya kayınpederinin yanına gitmiş ve oradan Milli Mücadeleye destek olmaya çalışmıştı.
Mehmet Akif ise 1920 yılının yazını Anadolu’yu adım adım dolaşarak halkı aydınlatmakla geçirdi. Yaz sonunda da Kastamonu’ya gitti. Eşref Edip de oradadır. Akif’in gelmesiyle yayınına ara veren dergi, Kastamonu’da tekrar yayınlanmaya başlar.
Akif’in gittiği yerlerde neler yaptığı, niçin gittiği gayet iyi biliniyor. Meselâ Akif Kastamonu’ya niçin gitmiştir? Öyle ya... Evet başka şehirlere de gitmiştir ama özellikle onun, Milli Mücadele dönemi çalışmalarında Kastamonu’daki gayretlerinin apayrı bir yeri vardır. Peki niçin?
Bu soruyu şöyle cevaplandırabiliriz:
1914 yılında başlayan I. Dünya Savaşı, çeşitli cephelerde devam etmiş ve ardından binlerce ölü ve yaralı bıraktıktan sonra 1918 yılında sona ermiştir.
1. Dünya Savaşı’nın bu ağır mirasından Kastamonu da gerekli şekilde nasibini almıştır, işsizlik artmış, savaşta ölenlerin geride bıraktıkları anne, baba, eş ve yetimlerinin ıstırabı herkesin gönlünü sızlatmıştır. Bu durum, ister istemez bazı sosyal sorunların doğmasına neden olmuştur. Ayrıca savaştan kaçanlar dağlara çıkarak, eşkıyalık yapmışlar ve asker ailelerini kaçırmışlardır. Bunun sonucunda bölgede büyük çaplı bir güvensizlik meydana gelmiştir.
"Mondros Mütarekesi imzalandıktan sonra, evlerine dönen gayr-i müslimler ise bayram yapmaya başlamışlardır. Bu arada papaz Dacat, Rumları ve Er- menileri kendi çevresinde toplamış ve ilin en etkili kişisi olmuştur. Hatta kendisi faytonla vilayet binasına geldiğinde vali, onu elçi karşılar gibi karşılamıştır." (Hüsnü Açıksöz, İstiklâl Harbinde Kastamonu, Kastamonu Vilayet Matbaası, Kast. 1933, s. 9)
Kısacası, mütareke sonrasında, gayr-i müslimlerin şımarık hareketleri ve yabancılarla işbirlikçi tutumları, Kastamonu halkının vicdanını rahatsız etmiştir. Ancak bu davranışlar, halktaki milli birlik ve dayanışma duygusunu her geçen gün arttırmıştır.
"O yıllarda Kastamonu’da, askeri birlik olarak sadece 58. Alay’dan söz edilmektedir. Ayrıca Kastamonu, Ankara’daki 20. Kolordu mıntıkasında olduğundan, 3. Ordu Müfettişliği’nin; dolayısıyla, Mustafa Kemal Paşa’nın nüfuz sahasında bulunmuştur.
Kastamonu’nun öneminden dolayı, şehrin Kuva-yı Milliye yanında yer almasını isteyen Mustafa Kemal Paşa, Ankara’daki 20. Kolordu Kumandanı Ali Fuat Paşa’ya emir vermiş ve buraya, teşkilatçı bir kumandanın gönderilmesini istemiştir. Bu emir üzerine Miralay Osman Bey Ankara’dan hareket etmiş ve 16 Eylül 1919 günü Kastamonu’ya gelmiştir. Miralay Osman Bey’in Kastamonu’ya gelmesinden sonra, burada yapılan en önemli işlerden biri Mü- dafaa-yı Hukuk Cemiyeti’nin kurulmasıdır. Basın kayıtlarına göre söz konusu cemiyet, 28 Eylül 1919 tarihinde kurulmuştur.
İzmir’in 15 Mayıs 1919’da işgal edilmesi üzerine, ertesi günü Kastamonu’da bir miting yapılmış ve olay protesto edilmiştir." (Nurettin Peker İstiklâl Savaşı Resim ve Vesikalarla İnebolu-Kastamonu ve Havalisi Deniz ve Kara Harekatı,
Gün Basımevi, İstanbul 1955, s. 29)
Bu mitingler daha sonraki günlerde de çeşitli vesilelerle devam etmiştir.
Kastamonu hattının önemi
Mehmet Akif, Kastamonu’da kaldığı süre içinde her gittiği yerde yaptığı gibi, şehir halkıyla, yöneticilerle ve ileri gelen kişilerle görüşmüştür. Kastamonu’daki halk ile birlikte olma ve onlarla görüşme süresi bir ay kadar uzun bir zaman olduğundan şehir dışına da çıkmış hatta çevre köy ve kasabaya da ulaşmıştır. Her gittiği yerde bıkmadan usanmadan uzun uzun konuşmuş ve halkı ikna etmiştir. Kastamonu, Milli Mücadele için gerekli olan silah ve mühimmat ulaşım yolunun en stratejik noktasında yer alıyordu. Bu sebeple İngilizlerin kandırmak için çok çalıştıkları bir merkezdi. Karadeniz yoluyla gelen silah ve mühimmat, Kastamonu yoluyla Ankara’ya ulaştırılıyordu. Her ne kadar 15 Ocak 1920’de Nasrullah meydanında bir miting tertip edilerek, İngilizlerin Türkiye üzerindeki emelleri protesto edilmişse de bazı kişiler aldanabiliyordu. Ayrıca yukarıda belirttiğimiz gibi Kastamonu, azınlıkların fazlaca olduğu bir yerdi, İngilizler için bura halkını kandırarak Milli Mücadele aleyhine yöneltmek pek de zor olmayabilirdi. Böyle bir ihtimalin gerçekleşmesi, Milli Mücadelenin hezimeti demekti.
M. Akif’in çalışmaları ve sonuç
Anadolu’nun değişik bölgelerinde Milli Mücadele hareketine karşı oluşturulan şüphe ve tereddütler vardır. Anadolu’nun özellikle bazı yerlerinden köy köy, ilçe ilçe, bölge bölge isyan kokuları geliyordu. Zira Kuva-yı Milliye ve onun temsil edildiği yer olan Meclis, yeterince etkinliğini ve inandırıcılığını henüz ortaya koyamamıştır. O günün şartlarında bu elbette kolay bir iş değildi. İşte tam bu safhada Mehmet Akif’in kendini ortaya koyması ve Milli Mücadale’ye âdeta kefil olurcasına ileri atılması sayesinde böyle düşünceler, dal budak salamadan ve halk içerisinde geniş bir destek bulamadan silinip yok edilmiştir. Böylece, pek çok yerde olması muhtemel iç kavgalar, onun çaba ve gayretleri sonucunda bir kurşun bile atılmadan sulh edilebilmiştir.