Makale

HADİSLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ

HADİSLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ

Dr. Abdullah AYDINLI

Hadislerin değerlendirilmesi veya daha teknik bir ifadeyle hadîslerin tas­hih ve tazifi terkibinden; kaynağına yani Raaûlullah (s.a.v.)’a nisbet edilen bir haberin O’na ait olup olmadığının araştırılması ve bunun sonucu bir hükme varılması kasdedilmektedir. (1) Bu mesele hadis ilminin en aktüel ve mühim mevzularından biridir. Aynı şekilde, belki de farkında olmadan herkesin yetkili göründüğü ve hakkında görüş beyân ettiği bir konudur. Ancak mesele çözüm bekleyen zor bir iştir.

Hadîslerin çoğunun bir değerlendirmesi ilk dönem hadisçilerce yapılmış ve bunlar ilgili kitaplara geçmiştir. Yaklaşık olarak h.5. asır ortalarında bu faaliyetin durduğu müşahede edilir. (2) Bundan sonra bu zor mesele pek ele alın­madığı gibi alınamayacağına dair de bazı görüşler oluşmuştur. Konunun bu yönüne baktığımızda İbnu’s-Salâh’la başlayan bir münâkaşayla karşılaşırız. Mûmaileyh bu işlemin artık yapılamayacağı görüşündedir. Meşhûr kitabı Ulû ’mu’l-Hadis’te şöyle yazar: “Hadis cüzleri ve diğerlerinden rîvâyet edilen haber­ler arasında, isnadı sahih olan bir hadis bulup da, ne Sahîhân’ın birinde ne de hadis imamlarının itimat edilen meşhûr eserlerinden birinde (3) bunun sahih olduğuna hükmedildiğini bulamazsak artık biz bunun sahihliğine kesin hüküm vermeye müeaseret edemeyiz. Zira bu çağlarda sadece senedleri nazar-i itibâre alarak sahihi anlamada müstakil hareket güçleşmişti. Çünkü bunlardan hiçbir isnâd yoktur ki râvileri arasında, sahîh hadiste şart koşulan hıfz, zabt ve itkândan yoksun olarak, rivâyetinde kitabındakine itimat eden bir kimse bulunmuş olmasın, (4) Şu halde sahih ve haseni bilmede iş, hadîs imamlarının, meşhûrluklan sebebiyle tağyir ve tahriften masûn olan mutemed, meşhûr eserlerinde belirt­tiklerine itimat etmeye kalmıştır. Bu ümmete (Allah şerefini artırsın!) has olan isnâd silsilesini sürdürmekle beraber, elden ele dolaşan senedlerin ekseri gayesi artık bunun (yani haberin sıhhat ve za’fını bilmenin) haricinde kalmıştır.(5)

Bu cümleler, bir münakaşanın başlatıcısı olmuştur. Aslında, daha önceleri ed-Dârim; “yetkili âlimlerin kabul ettiklerini kabul eder, reddettiklerini redde­der, kullanmadıklarını da terkederiz.”(6) İbnu’l-Esir de; "Senedleri zikretmenin gayesi öncelikle hadîsin sabitliğini ve sahihliğini ortaya koymak içindi. Bu, öncekilerin (Allah onlara rahmet eylesin!) görevi idi. Onlar da bizden bu ağır yükü giderdiler. Binaenaleyh, onların bitirip bizi müstağni kıldıkları şeyi zik­retmeye ihtiyacımız yoktur“ (7) derlerken İbnu’s-Salâh’a yakın bir görüş beyân etmişlerse de bunlar pek o kadar yankı yapmamış, aksine İbnu’ s-Salâh’ ınki iti­raz ve muhâlefete sebeb olmuştur. İhn Hacer’in de dediği gibi, (8) onun sözünü ele alan herkes ona itiraz etmiştir. (9)

Her şeyden örce İbnu’s-Salah’in bu sözünün, kendi içinde çelişki taşıdığı görülür. Tashihin güçlüğüne sebeb olarak ileri sürülen, sonraki asırların isnâdlarında ehliyetsiz kimselerin bulunması keyfiyeti (10) bir mâni kabul edilmemelidir. Aksi halde bu senedlerle bize intikal eden mutekaddimûn ulemanın tas­hihlerini de kabul etmemiz lâzımdır. Sadece mutekaddimûnun tashihlerini ka­bul etmemiz halinde, diğer bir mesele olarak, önceden tashîh edilip sonradan za’fı ortaya çıkan hadîsleri kabul edip almamızın yanında, önceden taz’if edilip sonradan sıhhatleri ortaya çıkan hadîsleri terketmemiz gerekecektir. (11)

Diğer tarafta tashîh yapılırken, müelliflerine nisbetleri kesinlik kazanan eserlerdeki hadîslerin müelliften önceki râvîleri nazar-ı itibare alınır. (12) Sonrakilerin senedlerde zikredilmesi, pek çok alimin, bu arada bizzat İbnu’s-Salâh’ın da işaret ettiği gibi, Ümmet-i Muhammed’e (s.a.v,) has olan isnâd sisteminin korunması, sürdürülmesi içindir. Artık isnâd, hadislerin sahihini sakiminden ayırma fonksiyonunu yitirmiştir.

Ayrıca Îbnu’s-Salâh’ın zamanında ve ondan sonra, vakıa da onun görüşünün aksine olmuştur. Muasırı ve halefi pek çok âlim tashih işleminde bulunmuşlardır. Bunlardan birkaçını zikredebiliriz:

Muasırlarından tashihde bulunanlar

Ebu’l-Haşan Ali İbn Muhammed ibni’l-Kattân el-Kinânî {628 h.); Bu zat, el-Vehm ve’l-ihâm isimli eserinde; İbn Ömer’in, na’linleri ayağındayken abdest aldığını ve bunların üzerine mesh ettiğini, Resûlullah’ın (a.a.v.) da böyle yaptığını bildiren ve el-Bezzâr’ın tahric etmiş olduğu hadîsi tashih etmiştir.

Ziyâuddîn Muhammed ibnu’l-Vâhid el-Makdisî (643. h.): Bu zat da içinde yalnız sahih hadisleri toplamayı gaye edindiği "el-Ahâdîsu’l-Muktâre” isimli eserine, önceden hiçbir âlimin tashih etmemiş olduğu hadisler almakla bunları tashih etmiş olmaktadır. (13).

el-Hâfız Ebû Muhammed Abdu’lazîm el-Munzıri (656 h.); Meşhûr et-Terğîb ve’t-Terhib müellifinin de tashihde bulunduğu nakledilir.

İbnu’s-Salâh’dan sonra gelenlerden, tashihde bulunanlar arasında da; Şerefuddîn ed-Dimyâtî (705 h.), ez-Zehebi (748 h.), Takıyyuddin es-Subkî (756 h.), el-Irakî, İbn-l Hacer, es-Sehâvî, es-Suyûtî, el-Munâvî, Ebu’l-Feyz Ahmed el-Gumâri ve Ahmed Muhammed Şâkir’i zikredebiliriz. (14)

Bu durumda, yani İbnu’s Salâh’ın görücünün muasırları ve halefleri tara­fından kavlen ve fiilen kabul edilmeyişi yanında ileri sürdüğü sebebin yetersiz­liğine bakarak, tashih işleminin yetkililerince her asırda yapılabileceği söylenebilir. (15) Nitekim tatbikat da böyledir.

Acaba tahsîn ve taz’if ameliyyelerinin dıırumu nedir?

Tashihi caiz görenin tahsîni de caiz göreceği tabiîdir. Tashihi caiz görme­yenin, ondan daha hafif bir hüküm olan tahsine cevaz verebileceği düşünüle­bilir. Ancak İbnu’s-Salâh ikisi hakkında da aynı görüşe sahiptir. Yukarıda tashihin cevazı belirtildiği için tahsînin de böyle olması gerekir. Bu sebeble el-Mizzi (742 h.), önceki âlimlerin zaif olduğunu beyan ettikleri ‘‘İlim talebi farzdır." hadîsini tahsîn ettiği gibi bir çok alim de önceden taz’îf edilen bazı hadislere hasen hükmünü vermişlerdir. (16)

İbnu’s-Salâh, senedinin zaîfliğine bakarak bir hadîsin taz’îfini de caiz gör­mez. Çünkü bu hadîsin başka sahih bir senedi olabilir. Ancak burada da, ehliyetli olan birinin; hadîsin bütün senedlerini araştırdıktan ve hadîsin yalnız zaîf senede sahip olduğunu tesbit ettikden sonra zann-ı galibe uyarak hadisin zaîf olduğuna hükmedebileceği kabul edilir. (16)

Taz’îfin içinde de mütâlâa edilebilecek olan hadîsin uydurma olduğuna hükmetmek de daha titiz olmak ve bu yola hemen başvurmamak gerekir. (18)

Yetkililerince (19) yapılabilecek olan tashîh ve mukabillerinin nasıl, hangi yöntemle yapılabileceğine geçmeden önce, kabule şâyân görülmeyen iki usûle kısaca temas edelim:

Bunlardan biri hadîslerin rüyada tashihidir. Muhtelif kitaplarda bu türden rivâyetler görürüz.

Yezîd İbn Ebî Hakîm şöyle der: Nebi (s,a.v.)’i uykuda (rüyada) göldüm ve “Yâ Rasulellah” dedim, Ümmetinden Sufyânu’s-Sevrî denilen bir adam var. Onda bir beis yok (değil mi?). Nebî (s.a.v.), “Evet, onda bir beis yok," buyur­du, ‘‘Peki, bize Ebû Harûn’dan, o da Ebû Sa’îd’den, o da senden, isrâ gecesi gökte Yusuf’la karşılaştığını rivayet etti (bu doğru mu?)” diye sordum. “Evet" buyurdu. (20)

el-Velid İbn-i Müslim de rüyada Resûlullah (s.a.v.)’ı görüp ondan, Sufyânu’s-Sevriye bağlanması tavsiyesini aldığını nakleder. (21)

Sünenü’l-Tirmizî’de de böyle bir rivayet buluruz; Husayf’dan, şöyle dediği nakledilir: “Nebî (s.a.v.)’i rüyada gördüm ve ya Rasûlullah! İnsanlar teşehhüd hakkında ihtilâf etmişlerdir (ne emredersiniz), dedim. Şöyle buyurdu: “İbn Mes’ûd’un teşehhüdüne sarıl!”(22)

Cerh ve Ta’dil ilminin iki büyük otoritesinin bile kitaplarına almada beis görmedikleri böylesi rivayetlerin tashîh bakımından hiçbir değeri yoktur. (23) Buna rağmen müteakip dönemlerde de benzer haberler görülmeye devam edecek­tir. Îbnu’l-Hâc el-Mâlikî ile ilgili birisi müşahhas neticeleri de ihtiva eder. Ri­vayete göre adı geçen zat Çarşamba günü tırnaklarını kesmiş. Bunun üzerine alaca hastalığına yakalanmış. Daha sonra Hz. Peygamber (s.a.v.)’i rüyasında gördüğünde durumundan şikâyette bulunmuş Hz, Peygamber şöyle cevap vermiş: ‘‘Bunu (yani çarşamba günü tırnak kesmeyi) yasakladığımı duymadın mı?”. Îbnu’l-Hâc; “Yâ Rasûlallah! hadisin senden rivâyeti bana sahih gelmedi!" Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurmuş: “Duyman senin için kâfidir”. Müteakiben mübarek eliyle İbnu’l-Hâcc’ın bedenini meshetmiş (sıvazlamış), onun sonucu alaca hastalığı tamamen yok olmuş, İbnu’l-Hâc da, Resûlullah’dan (s.a.v.) duyduğu bir şeye artık ebediyyen muhâlefet etmiyeceğine dair tövbesini tazelemiş. (24)

Temas etmek istediğimiz ikinci usûl keşf yoludur. Daha ziyâde muteahhirûn sûfiyyenin bazılarında rastlanan keşf yoluyla tashîh de usûl-ı hadis nazarında makbul değildir. (25) Uveysî tarikatının şeyhlerinin, bu arada Uveys el-Karanî’ nin Hz, Peygamber’den vasıtasız perverişlerine dair bir haber nazar-ı itibare alınırsa bu usûlün çok eskilere ait olduğunu söylemek mümkündür. (26)

Şu halde tashih için geriye sened ve metnin incelenmesi kalıyor. Ahmed Naim bu hususta üç mesleğin ittihaz edildiğini kaydeder. Buna göre bir grup, sadece isnâda ehemmiyet vermiş. “İsnâdı muttasıl bulur, ricâlini mevsûkun-bih görürse artık başka şey aramaksızın hemen, hadîsin sıhhatine hükm”(27) et­miştir. Bir fırka da senede o kadar bakmayıp bütün ehemmiyeti hadîsin metnine atfetmiş ve hoşuna giden, mezhep ve mesleğine uyan hadisi, senedinde zayıflık bulunsa da kabul etmekte beis görmemiştir. (28) ‘‘Bunların arasında mutavas­sıt üçüncü bir fırka daha vardır ki nazarı ne metne, ne de senede kasretmeyip maksûd-i şârii her iki cihete nazar etmekle araştırmak mesleğini ittihaz etmiş­tir... Hakka ittibâı hevâya ittibaya tercih edenlere yakışan meslek de bu olup hıyâr-ı ümmetin öteden beri buna sâlik oldukları görülegelmiştir. ”(29)

Hâl-i hazırda da tasbihde en uygun yol bu sonuncu grubu usûlüdür. Bunun için biz de sened ve metnin incelenmesini ele alacağız.

Senedin İncelenmesi: Hadîsin tashih ve taz’ifinde isnâd en mühim vâsıtalardandır. (30) Hatta çoğu kere yalnız isnadla hüküm verme durumunda kalı­nır. Ancak tek yol da değildir. Yerli ve yabancı bazı yazarların dediği gibi asıl gaye de değildir. (31) Bu sistem, metnin sıhhatini garanti etmek için, kullanılan şekliyle müslümanlar tarafından icâd edilip geliştirilmiş ve rivâyet asrında fonksiyonunun büyük ölçüde ifâ etmiştir. Bugün de, sözkonusu asırda te’lîf edilen kitaplarda bulunan bir hadis incelenmek istendiğin de bunun senedi benzer bir görev yapacak ve hadisin incelenmesine senedden başlanacaktır.

Sened incelenirken bellibaşlı şu husûslar nazar-i itibare alınır:

1. Metni sonraki nesillere aktaran kimselerin (râvîlerin) adâlet ve zabt sıfatlarını hakkıyla taşımaları ( sika olmaları).

2. Tarihi sıra içinde bu râvîlerin hadîsi bir üst râviden, muteber tahammül yollarından biriyle almış olmaları (senedin muttasıl olması).

3. Râvinin (Hadisi aldığı hocasıyla münâsebeti: Burada, bazı alimlerce, talebeyle hocası arasında aranan mümârese şartından ziyâde râvînin, bir hoca­nın hadîslerini rivâyetteki durumu sözkonusudur. Bunu bir örnekle müşahhaslaştırabiliriz: Hüşeym sika bir râvîdir. Zühri’den de hadis almıştır. Ancak Zührli’den yaptığı rivâyetlerinde Huşeym zaîf sayılmıştır. Bu da onun başından geçen bir olaydan kaynaklanmıştır Şöyleki; rivâyete göre Huşeym, Zühri’den yirmi hadîs almış, sonra kendisine bir arkadaşı rastlamış, ona bu hadîsleri sormuş. Bunun üzerine Huşeym de hadîs yazılı evrâkını çıkarmış, ona gösteri­yormuş, o esnada şiddetli bir rüzgâr çıkmış, bu evrâkı uçurup götürmüş. Huşeym iyice ezberlememiş olduğu bu hadislerden aklında kaldığı kadarıyla rivâyete girişince bazı hatalara düşmüş, dolayısıyla Zührî’den rivayetlerinde zayıf addedilmiştir. Nitekim Buhâri ve Müslim, Huşeym’in başka hocalarından rivâyetlerini “ Sahih” lerine almış oldukları halde Zühri’den rivâyetlerini almamış­lardır. (32) Şu halde râvînin bazı özel durumları da ehemmiyet arzetmektedir.

4. Râvinin rivâyetiyle ilgisi: Râvî görüşlerine uygun bir hadis rivayet etmişse bunun yalnız onun tarafından mı rivâyet edilip edilmediği araştırılır. Rivâyetinde teferrüdü halinde bu kabul edilmez. (33)

Dört maddede özetlemeye çalıştığımız, senedin incelenmesiyle ilgili husûslar sanıldığı ve görüldüğü kadar kolay değildir. Bu meselede de yetkilinin içti­hadı sözkonusudur. Burada, sadece, râviler tarihinde Ebû Hanîfe, İmâm Buhâri, Tirmizî ve benzerleri dahil tadilleri yanında cerhe marûz kalmayan hemen he­men hiç kimsenin bulunmadığını kaydetmek bile işin zorluğuna delil olabilir sanırız.

Senedin bu şekilde en titiz incelenmesi de yeterli görülmemiştir. Her şey­den önce inceleyen, zahire göre hüküm verme durumundadır. Sika bir râvinin de hata yapması, unutması, yalan söylemesi ihtimâl dahilindedir. (34) Bunun için hadîs alimleri, senedine bakılarak bir hadisin mutlak sıhhat ve za’fına hük­metme yerine hadisin o senedin zâhirine göre sahih veya zaîf olduğunu, hakikat-i emirde hükmün aksi olabileceğine dair, takdire şâyân objektif bir prensip vaz­etmişlerdir. (35) Bunun da ötesinde senedin tamamen uydurma olması, ilgili İslâm alimlerinin teyakkuzunu nazar-ı itibara almazsak, işten bile değildir. (36)

(Devamı Gelecek Sayıda)

(1) Bu yazıda çokça geçecek olan tashih, talisin ve taz’if ıstılahlarını şöyle tarif edebiliriz: Tashih: Hadisin, ıstılâhî mânasıyla sahih olduğunu söylemek, buna hükmetmek. Tahsîn: Hadisin, ıstılâhî mânasıyla hasen olduğunu söylemek, buna hükmetmek. Taz’îf: Hadîsin, ıstılahî, mânasıyla za’if ol­duğunu söylemek, buna hükmetmek.

(2) Miftâhu’s-Sünne, el-Hûli, Beyrût, 1403/1983, s. 109; el-Ecvibetu’l-Fâdıla, el-Leknevi, Haleb, s. 148.

(3) el-Irakî, tashihin böyle bir kitapta bulunması kaydına itiraz eder: el- Ecvibe, s. 151.

(4) ez-Zehebî de bu duruma şu sözleriyle işaret eder: Muteahhirûnun ekserisi ne rivâyet ettiklerini anlarlar, ne de bu ilmi bilirler. Onlar sadece küçüklüklerinde semâ meclislerinde hazır bulundurulmuşlar, büyüdükle­rinde ise senedlerinin âlîliğine ihtiyaç duyulmuştur. Şu halde burada, onlar için kıraatte bulunanlara ve onların semâ kaydını tesbit edenlere itimat edilir (Mîzânul-i’tidâl, 1382/1863, 1/4).

(5) Ulûmu’l-Hadîs, İbnu’s-Salâh eş-Şehrezûrî, tah, Nûreddîn Itr, Beyrut, 1972, s. 12-13. Kısmen nakil ve münakaşası için bkz. Sahih-i Buhari Muh­tasarı... (Mukaddime), 1/239.

(6) Reddu’l-İmâmi’d Dârimi, el-îskenderiyye, 1971, s, 486 (Akâidu’s-Selef için­de).

(7) Câmi’u’l-Usûl, İbnu’l-Esîr, tah, el-Arnaût, 1/53-54. .

(8) Tedribu’r-Râvî, es-Suyûtî, tah, Abdulvehhâb Abdullatif, Mısır, 1/145.

(9) Fethu’l-Muğîs, es-Sehâvî, el-Kâhire, 1388/1968, 1/44; Tedrîb, 1/143.

(10) İbnu’s-Salâh, her ne kadar sebeb olarak söz konusu durumu göstermiş ise de, onun bu görüşe zâhib olmasında, ilmi kifayetsizliğin yaygınlaşması, bunun sonucu bazılarınca fıkıhda ictihad kapısının kapanmış sayılması gibi, hadîste de, ictihâdi bir mesele olan tashîh kapısının kapatılması, bu işe ehliyetsizlerin el atmasına engel olunması da rol oynamış olabilir. Bkz. Fethu’l-Muğîs, 1/45; Tedrîb, 1/149; ef-Bâisu’l-Hasis Şerhu İhtisâri Ulûmi’l-Hadîs, Ahmed Muhammed Şakir, Beyrut, s. 29.

(11) Tedrîb. 1/147,

(12) Krş. Fethu’l-Muğîs, 1/44-45.

(13) Bazı tashihlerine yapılan itirazlar için bkz. el-Ecvibe, s. 154.

(14) Bkz. Fethu’l-Muğis, 1/44; Tedi’îb, 1/143 vd.; el-Ecvibe, s. 156.

(15) Bkz. Câmi’ul-Usûl, 1/53, dn.; et-Takyid ve’l-îzâh, el-Irâkî, Haleb, 1350/ 1931, s. 16; Fethu’l-Muğis, 1/44, 266; Tedrîb, 1/143; el-Bâis, s. 28.

(16) Tedrîb, 1/149.

(17) Fethu’l-Muğis, 1/266; Tedrîb, 1/149.

(18) Bkz. Tedrîb, 1/149.

(19) Burada; “İş, ehli olmayana verildiği zaman kıyameti bekle!” (Buhârî, ilm, 2(1/13) hadîsini hatırlamak uygun olur. Hadîs sahasındaki kargaşa, kı­zılca kıyamet halini almış gibidir.

(20) el-Cerh ve’t-Ta’dil, İbn Ebi Hâtim er-Râzî, Beyrût, 1371/1952, 1/119

(21) a.g.e,, 1/190,

(22) Tirmizî, Salât, 215 (2/82).

(23) Söz konusu alimlerin asırlarında, bilhassa ölen kimselerle ilgili dikkat çe­kecek kadar rüya rivayetleri vardır. Bu rivayetlerin bolluğu ve adetâ bir rüya çağının yaşandığı görülünce, içtimâi durumdan müteessir olmama­nın ne kadar zor ve belki de bazan imkânsız olduğu anlaşılıyor.

(24) Feyzu’l-Kadir, el-Munâvî, Mısır, 1356/1938, 1/46; Keşfu’l-Hafâ, el-Acluni, Beyrût, 1351, 1/13.

(25) Bkz el-Maenû’, Aliyyu’I-Kari, tah. Abdülfettâh Ebû Gudde, Haleb, 1398/ 1978, s. 142, 215, 216, 273.

(26) Bkz. Terceme-i Nefehâtu’l-Uns, Abdur rahman el-Câmî, ter. : Muhammed ibn Osman el-Lâmi’t, 1289, s. 25,

(27) Sahih-i Buhârî Muhtasarı,.. (Mukaddime), 1/275.

(28) a.g.e., -1/276.

(29) a,g.e., 1/276-277.

(30) Edebu’l-İmlâ,’, es-Sem’âni, Leiden, 1952, s. 4; Câmi’u‘l-Usûl, 1/109; Mevzû Hadisler, M. Yaşar Kandemir, Ankara, 1975, s. 93 vd.

(31) Bizzat hadiscilerin de tenkidine marûz kalan bazı istisnai misâlleri ve dönemleri hariç tutmalıyız.

(32) Tedrîb, 1/129.

(33) Bkz Mîzân, 1/450; es-Sunne ve Mekanetuhâ, es-Sibâ’î, 1398/1978, s. 100, 275; el-Esrâru’l-Merfû’a, Aliyyu’l-Kârt, tah Muhammed es-Sabbâğ, Beyrut, 1301/1971, s. 433.

(34) Krş. el-Kifâye, el-Hatibu’l-Bagdâdi, Mtb. ea-Sa’âde, s. 64.

(35) Bkz. Câmi’u’l-Usul, 1/152; Tedrib, 1/75, 76, 148; Keşfu’I-Hafâ, 1/9-10.

(36) Bkz. Mevzû Hadîsler, s. 121. Misâl için: Tedrîb, 1/148.