İbadetin Mahiyeti ve Şahsiyet Gelişimindeki Fonksiyonu
A — Psikolojik Mahiyetine Bir Bakış
Dinî inanışın dış ifadesi olan ibadetler, kişiyi, Yüce Varlık ile karşı karşıya getiren davranışlardır. İnsan, inandığı gerçeği yaşamak ihtiyacını duyar.
İbâdetin mahiyetini kavrayabilmek için önce lügat ve ıstılâh mânâsı ürerinde durulmalıdır.
a) İbâdetin lügat mânâsı:
ibâdet: “Allah’a gösterilen saygı davranışı, tapınma, tapınış”,(1) şeklinde ifade edildiği gibi, “Hudu (eğilmek, tevazu göstermek) ile beraber tâattir,” (2) diye de tarif edilmiştir, Hattâ sadece "Tâat (boyun eğmek, emre uygun davranmak) mânâsına gelir ”(3) de denmiştir.
b) Istılâh mânâsı:
İbâdet: "mükellefin, nefsinin arzusu hilâfına, Rabbini tazim için yapmış olduğa davranışa denir.” (4) “Saygı, itaat ve tazim mertebelerinin en yükseğidir. Böyle bir şey ise, yalnızca Allah’a yapılır. Yalnız Allah’ın hakkıdır.”(5) “İnsanın rûhen ve cismen, zahiren ve bâtınen bütün mevcudiyetiyle yalnız Allah’a yaptığı şuurlu bir taat ve kurbettir."(6) ‘‘Allah’a karşı kulluk ve bağlılığımızı sözler ve hareketlerle ifade etmektir, ibâdet. Cenab-ı Hakka hem şükran borcunu ödemek, hem de bağlılığı ve sevgiyi göstermek amacını güden tutum ve davranışlardır.”(7) "Ubudiyet tezellülü (yetersizlik, acz, eksiklik ve küçüklüğü) açığa vurmaktadır. (Mânâ ve medlûlünü ifade bakımından) ibadet, ubudiyyeten daha beliğdir. Çünkü ibadet tezellülün son noktasıdır. Ona ancak, en üstün vasıfların sahibi olan zât lâyıktır ki, O da Allah’tır” (8) şeklinde muhtelif tarifler yapılmıştır. Her ne kadar bu tür farklı tarifler yapılmışsa da, kanaatimizce ibâdeti şöyle tarif etmek daha uygundur: İbâdet, kişinin Yüce Yaratıcı’ya yönelmesi; sevgi, saygı ve bağlılık ifâde eden tutum ve davranışlarda bulunmasıdır.
İbâdetin temelindeki duygu hayatına bakıldığında iki temel duygu görülecektir: Allah sevgisi ve Allah korkusu.(9)
Bu iki duygunun iyi anlaşılması, müslüman Allah inancının bilinmesine bağlıdır. Allah sevgi ve korkusu diğer sevgi ve korkulardan ayrı bir anlam taşır. Çünkü, herhangi bir kimseyi veya herhangi bir şeyi sevmek ondan korkmayı, korkmak da onu sevmeyi gerektirmez. Halbuki, Allah sevgisi ve korkusu beraber bulunur, birbirinden ayrılmaz. Allah, lütfü, merhameti, inayeti sebebiyle sevilir, aynı zamanda kahrından, azâbından dolayı da O’ndan korkulur. Bu yüzdendir ki, müslüman ümit ile korku arasında bir denge kurmak, hayatını ona göre düzenlemek durumundadır. Bu yüzden o, Allâh’ı sever, verdiği nimetlere karşı şükür borcunu ödemek için ibâdet eder; Allah’tan korkar, azâbından gene ona sığınır, dua ve niyâzda bulunur. İbâdet etmenin gönül rahatlığını, isyan etmenin de korkusunu yaşar.
Temeldeki inanç faktörü sebebiyle ibâdetle diğer davranışlar arasında bir bağlantı vardır. Çünkü şahsiyet bir bütündür. Kişi ibâdet ederken hangi inanca sâhipse, diğer davranışlarında da o inancın etkisi altındadır, inanç ve kanaatler, davranırların iç dünyamızdaki kökleridir, “inançlar ve tutumlar, ferdin birçok önemli fonksiyonlarına hizmet eder. Bunlar ferdin şahsiyetine bir devamlılık, onun günlük idrak ve faâliyetlerine bir mânâ verir, çeşitli hedefleri elde etmesine yararlar." (10)
İnanç, kanaat ve tutumların davranışlarla olan münasebeti (11) ibadetin dînî duygu ve inançla olan bağlantısını açıklamak bakımından önemlidir. Duygu, inanç ve davranışların birbirleri üzerindeki karşılıklı etkileri şahsiyet üzerinde kendini gösterir. Dinî inanca dayalı olarak yapılan bir ibadetin de davranış bütünlüğü içinde etkisini gösterebilmesi, onun bir alışkanlık sonucu değil; şuurlu olarak yapılmasına bağlıdır. Şuurlu bir ibadet, imanın varlığından doğarak onun, benliğimizden fışkırıp dış dünyada gerçekleşen bir ifadesidir. (12) Bu sebepledir ki, davranışlardaki bütünlük, inancın gücüne ve sıhhatine bağlıdır.
İbadet, kişinin disiplinli bir hayata alışmasını da kolaylaştırır. İç çatışmalarından kurtararak bir iş yapabilme gücünü kazandırır. Aynı zamanda cemaatle yapılan ibadetler ferdin sosyal uyumuna yardımcı olur. Böylece kişi, mutlu bir şekilde hayatını sürdürürken toplum da anarşiden uzak, ilmî, teknik ve sosyal gelişmeye elverişli bir ortama kavuşacaktır. Nitekim tarihte, en güzel ve azemetli sanat eserleri mabetlerde ortaya konmuştur (13).
İbâdet sayesinde Allah’a yönelmek, içimizdeki psikolojik patlamalara zemin oluşturan suçluluk komplekslerinden kurtulmak imkânını buluruz. Nice somatik (bedenî) hastalıklar vardır ki, onların kaynağı psikolojiktir. Bu konunun önemi sebebiyle yeni bir ilim dalı (psikosomatik) doğmuştur. Meselâ, üzüntü ve keder sebebiyle birtakım kimseler şeker, ülser vs. gibi hastalıklara düşmektedirler. Halbuki dua ve ibâdetlerle üzüntülerin yıpratıcı tesirlerine karşı bir direnç, irade gücü, manevi bir rahatlık ve teselli bulmak mümkündür. (14) Pek sok ruh hastalıklarında da, hastanın rahatsızlığının sebebi, rûhi ihtiyaçlarını ihmal etmiş olmasıdır (15).
Dinî terbiye ile yalan alâkası olan ibâdet, dînî inanç ve dinî kültürle de ilgilidir. Bu yüzden sağlıklı bir eğitime ihtiyaç vardır. "Hiç kuşkusuz, din bilgi ve telkinini doğru ölçülerde alan bir kişi, bundan yoksun bırakılmış diğer bir kişiden daha çok hayata ve çevresine karşı uyumludur. (16) İnsanoğlu, iç ve dış yaşayışları arasında bir bütünlük kurmak ve sağlıklı bir hayat sürmek için dînî inançlara ihtiyaç duyar; inanmakla yetinmez, inandığının peşine düşerek davranış haline dönüştürür. (17)
Çeşitli dinlerdeki ibâdet şekilleri, genelde birtakım benzerlikleri olmasına rağmen özde, inanç sistemlerindeki farklılıklar nisbetinde değişiklik arz eder.(18)’’ İlkel topluluklarda görülen sihir, totamizm, manizm ve fetişizm hayli basit bir ibâdet şekline yol açar. Yunan ve Roma dinlerinde insan şeklinde, özellikleri insana benzetilmiş tanrılara tapılırdı. Hindû dininde kişi dışı ve kişiler üstü büyük ruh Brahma, kendisinin huşû içinde yüceltilmesini isterdi. Buddhizm’de de, kurucusunun isteğinin tersine olark Buda’ya gitgide tapınmaya başlanmıştır. Konfüçyusçular, ibâdetlerini, atalarının ruhlarına tapma esası üzerine kurmuşlardır. Müslümanlar ise, yerlerin ve göklerin sahibi, doğurmayan ve doğurulmamış olan, kendisine bir başka eş bulunmayan merhametli ve şefkatli Allah’a (kâdir-i mutlak) tam bir bağlılıkla ibader ederler. Yahûdiler ibadette, ‘‘kâinatın hükümdarı tanrı” önünde “babalarımızın tanrısı, Hz, İbrahim, İshâk ve Yâkub’un tanrısı” sözleri ile eğilirler.”(19) Hıristiyanlarda da Hz. İsâ’nın hayatındaki bazı önemli olayların hatırlanması için yapılan bir takım anma davranışları (kutsal ekmek ve şarap âyini gibi) vardır.(20)
B — Şahsiyet Gelişmesi ve Btttünlçşmeeİndeki Fonksiyonu
Önce konunun özünü oluşturan şahsiyet kavramı üzerinde duralım. Gergi bu kavram, psikolojide tam olarak yerine oturmuş sayılmaz. Çünkü bu konudaki açıklamalar henüz teorilere dayanmaktadır. (21) Ancak konunun genel olarak ortaya konabilmesi için birtakım tarifler yapılmasında fayda vardır.
“Şahsiyet, bir fertte yapıların, davranış tarzlarının, alâkaların, rûhi duruşların, yeteneklerin, kâbiliyet ve istidatların en karekteristik bir bütünlemesidir. (întegration)” (22) Şahsiyet: "Her ferdin hayat durumlarına, kendine göre bir üslupla uymak hususunda göstrediği devamlı temâyüllerin meydana getirdiği âhenktir.”(23) “Kişilik, beden özelliklerinin, davranış tarzlarının, kabiliyet ve istidatların, ihtiyaç, ilgi ve tavırların meydana getirdiği bir özellikler organizasyonudur. (24) “İnsanın kişiliği söz konusu olunca onun bütünü, her yönü ile işe karışır. Bundan ötürü, kişiliği incelemek için, onu bütünü içinde ele almak gerekir. Kalıtsal iktidarları, yetenekleri, öğrenmiş olduğu şeyleri ve öğrenme faktörlerinin ona özgü davranış biçimleri ile kendi karakteristiklerine nasıl nüfuz ettiğini görmek zorunludur. Böylece her birey, ötekinden farklı, kararlı bir bütün oluşturur. Bir anlamda kişilik, bir kişiyi öbüründen ayıran bütün çizgiler ve nitelikler demektir (25).
Burada dikkati çeken en önemli hususlar; bütünlük, devamlılık, uyum ve müstakilliktir. Demek ki, sağlıklı bir şahsiyetin bu vasıfları taşıması gerkmektedir. Aslında bu vasıfların da tezahür ettiği sosyal ortamı unutmamak icap eder. Çünkü ferdin davranışları sosyal etkilerden uzak tutulamaz. Buna göre şahsiyetin iki ana özelliği vardır: Ferdî ve sosyal.
Ferdi yönü, iç gözlemler tanınabilen subjektif dünyasını; sosyal yönü de, dışarıdan görünen, başkalarına bakan, başkalarıyla ilgili taraflarını oluşturur.(26) Bu sebepledir ki, şahsiyeti tarif ederken sosyologlar ile psikologlar kendi bakış açılarına göre bu iki yönden birine daha çok ağırlık vermişlerdir. Sosyolog şahsiyetin sosyal yönüne, psikolog da genellikle ferdi yönüne önem vererek tarif etmiştir.(27)
Şahsiyetin bu vasıflara sâhip olması, bir defada olup biten bir iş değildir. Hayatın uygun şarüan içinde oluşan bir gelişme ve olgunlaşma ameliyesidir.(28) O yüzden, şahsiyetin gelişmesi ve bütünleşmesi söz konusudur. Bu gelişme ve bütünleşmenin hem sübjektif, hem de sosyal yönü psikososyal bir âhenk içinde oluşmaktadır. Aksi takdirde sağlıklı bir gelişme ve olgunlaşma olmaz. Bütün ihtiyaçların dengeli bir şekilde göz önüne alınması halinde şahsiyet gelişir ve bütünleşir.
İbâdet, duygu, düşünce ve inanç hayatının objektif dünyadaki bir uzantısı(29) olduğuna göre, kişinin gerek kendi içindeki, gerekse sosyal hayatımdaki uyumuyla ilgisi üzerinde durulmalıdır.
Ebû Hüreyre (r,a,)’nin gözlemini ifade eden, aşağıdaki hadîste, inanan kişinin inanç ibâdet bağlantısı ve bu yaşayışın daha ileri giderek inanç-ibâdet bütünlüğü içindeki yüksek şuur seviyesi belirtilmektedir: “Bir gün Rasulüllah açıkta oturuyordu, yanına biri gelip: “İmân nedir?" diye sordu: “İmân; Allah’a, meleklerine, Allah’a mülâki olmaya, kadere, peygamberlerine inanmak, ayrıca (öldükten sonra) dirilmeğe de inanmaktır,” cevabını verdi. "Ya İslâm nedir?” dedi. “İslâm; Allah’a ibâdet edip O’na ortak koşmama namazı kılmak ve farz olan zekât vermek, Ramazanda da oruç tutmaktır.” buyurdu. (Ondan sonra) "Ya ihsan nedir?” diye sordu. “Allah’a sanki görüyormuş gibi ibâdet etmendir. Çünkü, sen O’nu görmüyorsan da, şüphesiz O seni görüyor” buyurdu.”(30)
Burada görüldüğü üzere dinî hayatın çeşitli kademeleri ve dereceleri vardır. Duygu, düşünce ve inanç seviyesi; bu inanca bağlı ve dayalı bir davranış seviyesi; gerek duygu ve inanç, gerekse davranışın beraberce yükselebildikleri daha üstün bir dinî yaşayış olan dinî şuûrun insana hâkim olması şeklindeki ihsan derecesi. Buna göre dini şahsiyetin gelişmesini tamamladığı, sorumluluk duygusunun işlerlik kazandığı şuur seviyesi, ihsan derecesindeki dinî hayattır. Buna dinî kişiliğin bütünleşmesi veya olgunlaşması da denilebilir. Çünkü dindar kişi, kendisi Allah’ı görmese de, Allah’ın onu gördüğünü bildiği ve düşündüğü zaman tam bir teslimiyetle kendini Allah’a verecek, şahsiyetinin bütün özelliklerinin tutarlı olmasına dikkat edecektir. Allah’a ibadet esnasında O’nun emirlerine itâat ettiği halde ibadetin dışındaki davranışlarında isyan ettiğini görürse, bundan dolayı Allah’a af dileyip bu davranışların da düzeltilmesi ve kişiliğindeki bu uyumsuzluğun giderilmesine çalışacaktır. Böylece ibadetindeki yüksek dinî şuur onun davranış bütünlüğünü ve şahsiyetinin gelişmesini sağlıyacaktır. Yani ibadetindeki ben ile diğer davranışlarındaki ben farklı olmayacak, şahsiyet bütünlüğü gerçekleşmiş olacaktır. Nitekim dini olgunluk, davranışların alışkanlık ve dış baskılar sonucu değil şuurlu bir istek ve tercih ile ortaya konulmasını gerektirir. (31)
Bu durum psikolojik açıdan bir şahsiyet bütünlüğü sağladığı gibi, sosyolojik yönden de aynı inanç ve duygu ile aynı Allah’a ibadet eden ferdleri kaynaştırır, birbirine bağlar. (32) Nitekim şahsiyetin iki temel özelliği olan ferdilik ve sosyallik denge halinde olmalıdır.
Şuurlu yapılan ibadet (ihsan) şahsiyetin gerek içe ve gerekse dışa dönük yönünün gelişmesine yardımcı olur. Çünkü kendisini Allah karşısında kabul eden dindar, her zaman Allah’ın kontrolünde olduğunu düşünerek kendi durumunu değerlendirir (otokritik); hayatını Allah’ın emir ve yasakları çerçevesinde gözden geçirir; O’nun rızasına uygun olan ve olmayan davranışları tesbit eder. Diğer insanların da Allah’ın birer kulu olduklarını düşünerek onlarla olan ilişkilerinde saygılı olur. Yani vicdan denilen değerlendirme merkezi bu şuur seviyesinde işlerlik kazanacak ve kişiyi psikolojik ve sosyal uyumu bakımından kontrol edecektir, işte normal gelişme süreci içinde şuuru vicdan seviyesine varmış olan bir fertte, değerlere ters düşen bir davranış pişmanlık duygusu ortaya çıkaracaktır. (33) "Gerçekten namaz, hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar’’(34) âyeti de şahsiyet bütünlüğü içinde davranışlar arasındaki bağıntıyı ifade eder. Kişi Allah’a inandıktan sonra bu inanca bağlı değerler sistemi içinde kendini disipline edecek ve davranışlarına bir ölçü getirecektir. (35) Buna göre kişi, Allah’a ibadet ederken nasıl dinî bir emre uyuyorsa, diğer taraftan dinin yasaklarından da kaçınır. Yani dint normlara uygun davranır.
Yukarıda zikredilen Cibril hadîsinin bütünü gözönüne alındığında imân-İslâm-ihsan bir ilgi zinciri içinde görülmektedir. Dînî inanç sisteminin bir tezahürü olan ibâdetler belli başlı dini davranışlar olarak belirtilmiş, bu davranışların gâyesine ulaşabilmesi için de belli bir dinî şuur seviyesine (ihsan) ihtiyaç olduğu ifade edilmiştir.
Konuyu özet olarak ifade etmek gerekirse, ibadet insanlar arası ilişkilerde kişilerin birbirlerini tanımalarını, binbirilerine güvenmelerini, dinî bir toplumun sağlıklı bir yapıya kavuşmasını sağlayan, (36) dindar kişinin samimiyet derecesini (dini gücünü) ortaya koyan bir davranıştır. Çünkü kişilerin iç dünyaları gereği gibi bilinmeyeceğinden, onların davranışlarına bakarak onları değerlendiririz. Kişinin dindar olduğunu söylemesi kolaydır, fakat dindarlığı bir yaşayış bütünü olarak davranışlar halinde ortaya koymak gerekir. Bu bakımdan ibadetin hem psikolojik, hem de sosyal uyuma katkıda bulunarak şahsiyetin gelişmesine ve bütünleşmesine yardımcı olduğunu söyleyebiliriz.
(1) M. Ali Ağatay, Türkçe Sözlük, s. 352 (Ankara 1966).
(2) İbn Manzur, Lisanu’l-Arab, IV, 262 (Mısır 1890)
(3) Muhammed b. Mustafa, Vankulu Lügati, I, 289 (İstanbul 1728).
(4) Seyyid Şerif el-Cürcânî, et-Ta’rifât, s. 97, (İst. 1890).
(5) A. Hamdi Akseki, İslâm, s. 287. (İst. 1966).
(6) M. Hamdi Yazır, Hak Dîni Kur’ân Dili, I. 96 (İst. 1960).
(7) O. Pazarlı, Din Psikolojisi, s. 169. (İst. 1968).
(8) Râğıb el-İsfehânî, el-Müfredat, s. 319 (Beyrut ts.).
(9) Bu iki duygu iki gam halinde çeşitlenerek sevgi: hayranlık, itimat, muhabbet ve vecd; korku ise: dehşet, haşyet, havf, ta’zîm ve hürmet hislerini oluştururlar. Bk. N. Armaner, İnanç ve Hareket Bütünlüğü Bakımından Din Terbiyesi, s. 23 (İst. 1967).
(10) D. Krech-R.S. Crutchfield, Sosyal Psikoloji, s. 184 (Çev. E. Güngör, İst. 1980).
(11) D. Kreeh—R.S. Crutchfield, a. g.e„ s, 177,
(12) N. Armaner, İnanç ve Hareket Bütünlüğü Bakımından Din Terbiyesi, s. 47. 11
(13) O, Pazarlı, Din Psikolojisi, s. 172.
(14) Fahrettin Akbulut, İlim Gözüyle İslâmiyet, s. 136-137 (İzmir, 1981).
(15) Erich Fromm, Psikanaliz ve Din, s. 19 (Çev. A. Arıtan (İst. 1982).
(16) Neda Armaneı, Psikopatolojide Dinî Belirtiler, s. 199 (Ank, 1973).
(17) Beyza Bilgin, Türkiye’de Din Eğitimi ve Liselerde Din Dersleri, s. 99 (Ankara 1980).
(18) Herve Rousseau, Dinler Tarihi, s. 79 (Çev. S. Kocapınar, İst. 1974).
(19) Türk Ansiklopedisi, XIII. 287 (Ankara 1978).
(20) H. Rousseau, a.g.e. s. 105.
(21) E. Fırat, Şahsiyet Gelişiminde Tevbenin Fonksiyonu, s. 5, 118 (Basılmadı).
(22) N.L. Munn, Psikoloji, II, 393 (Çev. N. Tendar, Ankara 1976),
(23) Vedide B. Pars ve diğerleri, Eğitim Psikolojisi, s. 250 (Ank, 1960).
(24) C. Ünal, Eğitim Psikolojisi, s. 105 (Ankara 1983).
(25) Refia Uğurel-Şemin, Gençlik Psikolojisi, s. 97 (İst, 1880).
(26) Halis Ayhan, Eğitime Giriş, s. 108 (İst, 1082).
(27) V.B. Pars ve diğerleri, Eğitim Psikolojisi, s. 249-250.
(28) T. Altınköprü, Şahsiyet Analizi, s. 14 (İst 1980).
(29) N. Armaner, İnanç ve Hareket Bütünlüğü Balonundan Din Terbiyesi, s. 28.
(30) Buhârî, es-Sahîh, K.el-İmân, B. 37; Müslim, es-Sahih, K. el-İmân, B. 1 (nr. 7).
(31) N. Armaner, Dîn Psikolojisine Giriş, I, 126, (Ank. 1980)
(32) Mehmet Taplamacıoğlu, Din Sosyolojisi, s. 191-192. (Ank. 1975).
(33) E. Fırat, Şahsiyet Gelişiminde Tevbenin Fonksiyonu, s. 84.
(34) K: 29 (el-’Ankebût), 46.
(35) E. Fırat, a.g.e,, s. 105-106.
(36) M. Taplamacıoğlu, Din Sosyolojisi, s. 192-193.