Makale

İbadetin Mahiyeti ve Şahsiyet Gelişimindeki Fonksiyonu

İbadetin Mahiyeti ve Şahsiyet Gelişimindeki Fonksiyonu

Dr. Habil ŞENTÜRK
D.E.Ü. Ilâhiyet Fak. Öğretim Görevlisi

A — Psikolojik Mahiyetine Bir Bakış

Dinî inanışın dış ifadesi olan i­badetler, kişiyi, Yüce Varlık ile karşı karşıya getiren davranışlardır. İn­san, inandığı gerçeği yaşamak ihti­yacını duyar.

İbâdetin mahiyetini kavrayabil­mek için önce lügat ve ıstılâh mâ­nâsı ürerinde durulmalıdır.

a) İbâdetin lügat mânâsı:

ibâdet: “Allah’a gösterilen say­gı davranışı, tapınma, tapınış”,(1) şeklinde ifade edildiği gibi, “Hudu (eğilmek, tevazu göstermek) ile be­raber tâattir,” (2) diye de tarif edil­miştir, Hattâ sadece "Tâat (boyun eğmek, emre uygun davranmak) mânâsına gelir ”(3) de denmiştir.

b) Istılâh mânâsı:

İbâdet: "mükellefin, nefsinin arzusu hilâfına, Rabbini tazim için yapmış olduğa davranışa denir.” (4) “Saygı, itaat ve tazim mertebele­rinin en yükseğidir. Böyle bir şey ise, yalnızca Allah’a yapılır. Yalnız Allah’ın hakkıdır.”(5) “İnsanın rûhen ve cismen, zahiren ve bâtınen bütün mevcudiyetiyle yalnız Allah’a yaptığı şuurlu bir taat ve kurbettir."(6) ‘‘Allah’a karşı kulluk ve bağlılığımızı sözler ve hareketlerle ifade etmektir, ibâdet. Cenab-ı Hak­ka hem şükran borcunu ödemek, hem de bağlılığı ve sevgiyi göster­mek amacını güden tutum ve davranışlardır.”(7) "Ubudiyet tezellülü (yetersizlik, acz, eksiklik ve küçük­lüğü) açığa vurmaktadır. (Mânâ ve medlûlünü ifade bakımından) iba­det, ubudiyyeten daha beliğdir. Çünkü ibadet tezellülün son noktasıdır. Ona ancak, en üstün vasıfların sa­hibi olan zât lâyıktır ki, O da Al­lah’tır” (8) şeklinde muhtelif tarif­ler yapılmıştır. Her ne kadar bu tür farklı tarifler yapılmışsa da, kanaatimizce ibâdeti şöyle tarif et­mek daha uygundur: İbâdet, kişinin Yüce Yaratıcı’ya yönelmesi; sevgi, saygı ve bağlılık ifâde eden tutum ve davranışlarda bulunmasıdır.

İbâdetin temelindeki duygu ha­yatına bakıldığında iki temel duy­gu görülecektir: Allah sevgisi ve Allah korkusu.(9)

Bu iki duygunun iyi anlaşılma­sı, müslüman Allah inancının bilin­mesine bağlıdır. Allah sevgi ve kor­kusu diğer sevgi ve korkulardan ay­rı bir anlam taşır. Çünkü, herhangi bir kimseyi veya herhangi bir şeyi sevmek ondan korkmayı, korkmak da onu sevmeyi gerektirmez. Halbuki, Allah sevgisi ve korkusu be­raber bulunur, birbirinden ayrılmaz. Allah, lütfü, merhameti, inayeti se­bebiyle sevilir, aynı zamanda kahrın­dan, azâbından dolayı da O’ndan korkulur. Bu yüzdendir ki, müslüman ümit ile korku arasında bir denge kurmak, hayatını ona göre düzenlemek durumundadır. Bu yüz­den o, Allâh’ı sever, verdiği nimet­lere karşı şükür borcunu ödemek için ibâdet eder; Allah’tan korkar, azâbından gene ona sığınır, dua ve niyâzda bulunur. İbâdet etmenin gö­nül rahatlığını, isyan etmenin de korkusunu yaşar.

Temeldeki inanç faktörü sebebiy­le ibâdetle diğer davranışlar arasın­da bir bağlantı vardır. Çünkü şah­siyet bir bütündür. Kişi ibâdet ederken hangi inanca sâhipse, diğer dav­ranışlarında da o inancın etkisi al­tındadır, inanç ve kanaatler, davra­nırların iç dünyamızdaki kökleridir, “inançlar ve tutumlar, ferdin birçok önemli fonksiyonlarına hizmet eder. Bunlar ferdin şahsiyetine bir devamlılık, onun günlük idrak ve faâliyetlerine bir mânâ verir, çeşitli hedefleri elde etmesine yararlar." (10)

İnanç, kanaat ve tutumların davranışlarla olan münasebeti (11) ibadetin dînî duygu ve inançla olan bağlantısını açıklamak bakımından önemlidir. Duygu, inanç ve davranışların birbirleri üzerindeki karşılık­lı etkileri şahsiyet üzerinde kendini gösterir. Dinî inanca dayalı olarak yapılan bir ibadetin de davranış bü­tünlüğü içinde etkisini gösterebilme­si, onun bir alışkanlık sonucu değil; şuurlu olarak yapılmasına bağlıdır. Şuurlu bir ibadet, imanın varlığından doğarak onun, benliğimizden fışkı­rıp dış dünyada gerçekleşen bir ifa­desidir. (12) Bu sebepledir ki, davranışlardaki bütünlük, inancın gücüne ve sıhhatine bağlıdır.

İbadet, kişinin disiplinli bir ha­yata alışmasını da kolaylaştırır. İç çatışmalarından kurtararak bir iş yapabilme gücünü kazandırır. Aynı zamanda cemaatle yapılan ibadetler ferdin sosyal uyumuna yardımcı o­lur. Böylece kişi, mutlu bir şekilde hayatını sürdürürken toplum da a­narşiden uzak, ilmî, teknik ve sos­yal gelişmeye elverişli bir ortama kavuşacaktır. Nitekim tarihte, en güzel ve azemetli sanat eserleri ma­betlerde ortaya konmuştur (13).

İbâdet sayesinde Allah’a yönel­mek, içimizdeki psikolojik patlama­lara zemin oluşturan suçluluk komp­lekslerinden kurtulmak imkânını bu­luruz. Nice somatik (bedenî) has­talıklar vardır ki, onların kaynağı psikolojiktir. Bu konunun önemi se­bebiyle yeni bir ilim dalı (psikosomatik) doğmuştur. Meselâ, üzüntü ve keder sebebiyle birtakım kimse­ler şeker, ülser vs. gibi hastalıkla­ra düşmektedirler. Halbuki dua ve ibâdetlerle üzüntülerin yıpratıcı tesirlerine karşı bir direnç, irade gücü, manevi bir rahatlık ve teselli bulmak mümkündür. (14) Pek sok ruh hastalıklarında da, hastanın ra­hatsızlığının sebebi, rûhi ihtiyaçla­rını ihmal etmiş olmasıdır (15).

Dinî terbiye ile yalan alâkası o­lan ibâdet, dînî inanç ve dinî kültürle de ilgilidir. Bu yüzden sağlıklı bir eğitime ihtiyaç vardır. "Hiç kuş­kusuz, din bilgi ve telkinini doğru ölçülerde alan bir kişi, bundan yok­sun bırakılmış diğer bir kişiden da­ha çok hayata ve çevresine karşı uyumludur. (16) İnsanoğlu, iç ve dış yaşayışları arasında bir bütünlük kurmak ve sağlıklı bir hayat sürmek için dînî inançlara ihtiyaç duyar; inanmakla yetinmez, inandığının pe­şine düşerek davranış haline dönüş­türür. (17)

Çeşitli dinlerdeki ibâdet şekille­ri, genelde birtakım benzerlikleri ol­masına rağmen özde, inanç sistem­lerindeki farklılıklar nisbetinde de­ğişiklik arz eder.(18)’’ İlkel topluluk­larda görülen sihir, totamizm, manizm ve fetişizm hayli basit bir ibâ­det şekline yol açar. Yunan ve Ro­ma dinlerinde insan şeklinde, özel­likleri insana benzetilmiş tanrılara tapılırdı. Hindû dininde kişi dışı ve kişiler üstü büyük ruh Brahma, ken­disinin huşû içinde yüceltilmesini isterdi. Buddhizm’de de, kurucusu­nun isteğinin tersine olark Buda’ya gitgide tapınmaya başlanmıştır. Konfüçyusçular, ibâdetlerini, atalarının ruhlarına tapma esası üzerine kurmuşlardır. Müslümanlar ise, yerlerin ve göklerin sahibi, doğurmayan ve doğurulmamış olan, kendisine bir başka eş bulunmayan merhametli ve şefkatli Allah’a (kâdir-i mutlak) tam bir bağlılıkla ibader ederler. Yahûdiler ibadette, ‘‘kâinatın hükümda­rı tanrı” önünde “babalarımızın tanrı­sı, Hz, İbrahim, İshâk ve Yâkub’un tanrısı” sözleri ile eğilirler.”(19) Hıristiyanlarda da Hz. İsâ’nın ha­yatındaki bazı önemli olayların ha­tırlanması için yapılan bir takım an­ma davranışları (kutsal ekmek ve şarap âyini gibi) vardır.(20)

B — Şahsiyet Gelişmesi ve Btttünlçşmeeİndeki Fonksiyonu

Önce konunun özünü oluşturan şahsiyet kavramı üzerinde duralım. Gergi bu kavram, psikolojide tam olarak yerine oturmuş sayılmaz. Çünkü bu konudaki açıklamalar he­nüz teorilere dayanmaktadır. (21) An­cak konunun genel olarak ortaya konabilmesi için birtakım tarifler yapılmasında fayda vardır.

“Şahsiyet, bir fertte yapıların, davranış tarzlarının, alâkaların, rûhi duruşların, yeteneklerin, kâbiliyet ve istidatların en karekteristik bir bütünlemesidir. (întegration)” (22) Şahsiyet: "Her ferdin hayat durum­larına, kendine göre bir üslupla uy­mak hususunda göstrediği devamlı temâyüllerin meydana getirdiği âhenktir.”(23) “Kişilik, beden özelliklerinin, davranış tarzlarının, kabili­yet ve istidatların, ihtiyaç, ilgi ve tavırların meydana getirdiği bir ö­zellikler organizasyonudur. (24) “İnsanın kişiliği söz konusu olunca onun bütünü, her yönü ile işe karışır. Bundan ötürü, kişiliği incelemek için, onu bütünü içinde ele almak gerekir. Kalıtsal iktidarları, yete­nekleri, öğrenmiş olduğu şeyleri ve öğrenme faktörlerinin ona özgü dav­ranış biçimleri ile kendi karakteris­tiklerine nasıl nüfuz ettiğini görmek zorunludur. Böylece her birey, öte­kinden farklı, kararlı bir bütün o­luşturur. Bir anlamda kişilik, bir ki­şiyi öbüründen ayıran bütün çizgi­ler ve nitelikler demektir (25).

Burada dikkati çeken en önem­li hususlar; bütünlük, devamlılık, u­yum ve müstakilliktir. Demek ki, sağlıklı bir şahsiyetin bu vasıfları taşıması gerkmektedir. Aslında bu vasıfların da tezahür ettiği sosyal ortamı unutmamak icap eder. Çünkü ferdin davranışları sosyal etkilerden uzak tutulamaz. Buna göre şahsi­yetin iki ana özelliği vardır: Ferdî ve sosyal.

Ferdi yönü, iç gözlemler tanı­nabilen subjektif dünyasını; sosyal yönü de, dışarıdan görünen, başka­larına bakan, başkalarıyla ilgili taraflarını oluşturur.(26) Bu sebeple­dir ki, şahsiyeti tarif ederken sos­yologlar ile psikologlar kendi bakış açılarına göre bu iki yönden birine daha çok ağırlık vermişlerdir. Sos­yolog şahsiyetin sosyal yönüne, psi­kolog da genellikle ferdi yönüne ö­nem vererek tarif etmiştir.(27)

Şahsiyetin bu vasıflara sâhip olması, bir defada olup biten bir iş değildir. Hayatın uygun şarüan i­çinde oluşan bir gelişme ve olgun­laşma ameliyesidir.(28) O yüzden, şahsiyetin gelişmesi ve bütünleşmesi söz konusudur. Bu gelişme ve bü­tünleşmenin hem sübjektif, hem de sosyal yönü psikososyal bir âhenk içinde oluşmaktadır. Aksi takdirde sağlıklı bir gelişme ve olgunlaşma olmaz. Bütün ihtiyaçların dengeli bir şekilde göz önüne alınması ha­linde şahsiyet gelişir ve bütünleşir.

İbâdet, duygu, düşünce ve inanç hayatının objektif dünyadaki bir uzantısı(29) olduğuna göre, kişinin gerek kendi içindeki, gerekse sos­yal hayatımdaki uyumuyla ilgisi ü­zerinde durulmalıdır.

Ebû Hüreyre (r,a,)’nin gözlemi­ni ifade eden, aşağıdaki hadîste, ina­nan kişinin inanç ibâdet bağlantısı ve bu yaşayışın daha ileri giderek inanç-ibâdet bütünlüğü içindeki yük­sek şuur seviyesi belirtilmektedir: “Bir gün Rasulüllah açıkta oturu­yordu, yanına biri gelip: “İmân nedir?" diye sordu: “İmân; Allah’a, meleklerine, Allah’a mülâki olmaya, kadere, peygamberlerine inanmak, ayrıca (öldükten sonra) dirilmeğe de inanmaktır,” cevabını verdi. "Ya İs­lâm nedir?” dedi. “İslâm; Allah’a ibâdet edip O’na ortak koşmama namazı kılmak ve farz olan zekât vermek, Ramazanda da oruç tut­maktır.” buyurdu. (Ondan sonra) "Ya ihsan nedir?” diye sordu. “Al­lah’a sanki görüyormuş gibi ibâdet etmendir. Çünkü, sen O’nu görmüyorsan da, şüphesiz O seni görü­yor” buyurdu.”(30)

Burada görüldüğü üzere dinî hayatın çeşitli kademeleri ve dere­celeri vardır. Duygu, düşünce ve inanç seviyesi; bu inanca bağlı ve dayalı bir davranış seviyesi; gerek duygu ve inanç, gerekse davranışın beraberce yükselebildikleri daha üs­tün bir dinî yaşayış olan dinî şuûrun insana hâkim olması şeklindeki ihsan derecesi. Buna göre dini şah­siyetin gelişmesini tamamladığı, so­rumluluk duygusunun işlerlik ka­zandığı şuur seviyesi, ihsan derece­sindeki dinî hayattır. Buna dinî ki­şiliğin bütünleşmesi veya olgunlaş­ması da denilebilir. Çünkü dindar kişi, kendisi Allah’ı görmese de, Allah’ın onu gördüğünü bildiği ve düşündüğü zaman tam bir teslimi­yetle kendini Allah’a verecek, şah­siyetinin bütün özelliklerinin tutar­lı olmasına dikkat edecektir. Al­lah’a ibadet esnasında O’nun emir­lerine itâat ettiği halde ibadetin dışındaki davranışlarında isyan et­tiğini görürse, bundan dolayı Allah’a af dileyip bu davranışların da dü­zeltilmesi ve kişiliğindeki bu uyum­suzluğun giderilmesine çalışacaktır. Böylece ibadetindeki yüksek dinî şuur onun davranış bütünlüğünü ve şahsiyetinin gelişmesini sağlıyacaktır. Yani ibadetindeki ben ile diğer davranışlarındaki ben farklı olma­yacak, şahsiyet bütünlüğü gerçek­leşmiş olacaktır. Nitekim dini ol­gunluk, davranışların alışkanlık ve dış baskılar sonucu değil şuurlu bir istek ve tercih ile ortaya ko­nulmasını gerektirir. (31)

Bu durum psikolojik açıdan bir şahsiyet bütünlüğü sağladığı gibi, sosyolojik yönden de aynı inanç ve duygu ile aynı Allah’a ibadet eden ferdleri kaynaştırır, birbirine bağ­lar. (32) Nitekim şahsiyetin iki te­mel özelliği olan ferdilik ve sosyal­lik denge halinde olmalıdır.

Şuurlu yapılan ibadet (ihsan) şahsiyetin gerek içe ve gerekse dı­şa dönük yönünün gelişmesine yar­dımcı olur. Çünkü kendisini Allah karşısında kabul eden dindar, her zaman Allah’ın kontrolünde olduğunu düşünerek kendi durumunu değerlendirir (otokritik); hayatını Allah’ın emir ve yasakları çerçeve­sinde gözden geçirir; O’nun rızasına uygun olan ve olmayan davranışları tesbit eder. Diğer insanların da Allah’ın birer kulu olduklarını düşü­nerek onlarla olan ilişkilerinde say­gılı olur. Yani vicdan denilen değer­lendirme merkezi bu şuur seviye­sinde işlerlik kazanacak ve kişiyi psikolojik ve sosyal uyumu bakı­mından kontrol edecektir, işte nor­mal gelişme süreci içinde şuuru vic­dan seviyesine varmış olan bir fertte, değerlere ters düşen bir davra­nış pişmanlık duygusu ortaya çıka­racaktır. (33) "Gerçekten namaz, hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar’’(34) âyeti de şahsiyet bütünlü­ğü içinde davranışlar arasındaki ba­ğıntıyı ifade eder. Kişi Allah’a inandıktan sonra bu inanca bağlı değerler sistemi içinde kendini di­sipline edecek ve davranışlarına bir ölçü getirecektir. (35) Buna göre ki­şi, Allah’a ibadet ederken nasıl dinî bir emre uyuyorsa, diğer taraftan dinin yasaklarından da kaçınır. Ya­ni dint normlara uygun davranır.

Yukarıda zikredilen Cibril hadî­sinin bütünü gözönüne alındığında imân-İslâm-ihsan bir ilgi zinciri içinde görülmektedir. Dînî inanç sisteminin bir tezahürü olan ibâdetler belli başlı dini davranışlar olarak belirtilmiş, bu davranışların gâyesine ulaşabilmesi için de belli bir dinî şuur seviyesine (ihsan) ihtiyaç ol­duğu ifade edilmiştir.

Konuyu özet olarak ifade et­mek gerekirse, ibadet insanlar ara­sı ilişkilerde kişilerin birbirlerini tanımalarını, binbirilerine güvenme­lerini, dinî bir toplumun sağlıklı bir yapıya kavuşmasını sağlayan, (36) dindar kişinin samimiyet derecesini (dini gücünü) ortaya koyan bir davranıştır. Çünkü kişilerin iç dün­yaları gereği gibi bilinmeyeceğin­den, onların davranışlarına bakarak onları değerlendiririz. Kişinin din­dar olduğunu söylemesi kolaydır, fakat dindarlığı bir yaşayış bütünü olarak davranışlar halinde ortaya koymak gerekir. Bu bakımdan iba­detin hem psikolojik, hem de sosyal uyuma katkıda bulunarak şahsiyetin gelişmesine ve bütünleşmesine yardımcı olduğunu söyleyebiliriz.

(1) M. Ali Ağatay, Türkçe Sözlük, s. 352 (Ankara 1966).

(2) İbn Manzur, Lisanu’l-Arab, IV, 262 (Mısır 1890)

(3) Muhammed b. Mustafa, Vankulu Lügati, I, 289 (İstanbul 1728).

(4) Seyyid Şerif el-Cürcânî, et-Ta’rifât, s. 97, (İst. 1890).

(5) A. Hamdi Akseki, İslâm, s. 287. (İst. 1966).

(6) M. Hamdi Yazır, Hak Dîni Kur’ân Dili, I. 96 (İst. 1960).

(7) O. Pazarlı, Din Psikolojisi, s. 169. (İst. 1968).

(8) Râğıb el-İsfehânî, el-Müfredat, s. 319 (Beyrut ts.).

(9) Bu iki duygu iki gam halinde çeşitlenerek sevgi: hayranlık, itimat, muhabbet ve vecd; kor­ku ise: dehşet, haşyet, havf, ta’zîm ve hürmet hislerini o­luştururlar. Bk. N. Armaner, İnanç ve Hareket Bütünlüğü Bakımından Din Terbiyesi, s. 23 (İst. 1967).

(10) D. Krech-R.S. Crutchfield, Sosyal Psikoloji, s. 184 (Çev. E. Güngör, İst. 1980).

(11) D. Kreeh—R.S. Crutchfield, a. g.e„ s, 177,

(12) N. Armaner, İnanç ve Hareket Bütünlüğü Bakımından Din Terbiyesi, s. 47. 11

(13) O, Pazarlı, Din Psikolojisi, s. 172.

(14) Fahrettin Akbulut, İlim Gö­züyle İslâmiyet, s. 136-137 (İz­mir, 1981).

(15) Erich Fromm, Psikanaliz ve Din, s. 19 (Çev. A. Arıtan (İst. 1982).

(16) Neda Armaneı, Psikopatolojide Dinî Belirtiler, s. 199 (Ank, 1973).

(17) Beyza Bilgin, Türkiye’de Din Eğitimi ve Liselerde Din Ders­leri, s. 99 (Ankara 1980).

(18) Herve Rousseau, Dinler Tarihi, s. 79 (Çev. S. Kocapınar, İst. 1974).

(19) Türk Ansiklopedisi, XIII. 287 (Ankara 1978).

(20) H. Rousseau, a.g.e. s. 105.

(21) E. Fırat, Şahsiyet Gelişiminde Tevbenin Fonksiyonu, s. 5, 118 (Basılmadı).

(22) N.L. Munn, Psikoloji, II, 393 (Çev. N. Tendar, Ankara 1976),

(23) Vedide B. Pars ve diğerleri, Eğitim Psikolojisi, s. 250 (Ank, 1960).

(24) C. Ünal, Eğitim Psikolojisi, s. 105 (Ankara 1983).

(25) Refia Uğurel-Şemin, Gençlik Psikolojisi, s. 97 (İst, 1880).

(26) Halis Ayhan, Eğitime Giriş, s. 108 (İst, 1082).

(27) V.B. Pars ve diğerleri, Eğitim Psikolojisi, s. 249-250.

(28) T. Altınköprü, Şahsiyet Anali­zi, s. 14 (İst 1980).

(29) N. Armaner, İnanç ve Hareket Bütünlüğü Balonundan Din Terbiyesi, s. 28.

(30) Buhârî, es-Sahîh, K.el-İmân, B. 37; Müslim, es-Sahih, K. el-İmân, B. 1 (nr. 7).

(31) N. Armaner, Dîn Psikolojisine Giriş, I, 126, (Ank. 1980)

(32) Mehmet Taplamacıoğlu, Din Sosyolojisi, s. 191-192. (Ank. 1975).

(33) E. Fırat, Şahsiyet Gelişiminde Tevbenin Fonksiyonu, s. 84.

(34) K: 29 (el-’Ankebût), 46.

(35) E. Fırat, a.g.e,, s. 105-106.

(36) M. Taplamacıoğlu, Din Sosyo­lojisi, s. 192-193.