AİLEDE DİN EĞİTİMİNİN PSİKOLOJİK ESASLARI
Bunun gibi ailedeki kişilerin dinî davranışları, kullandıkları dinî sözleri namaz, oruç gibi ibadet biçimleri çocukta derin izler bırakır. Çocuklar dinî kaideleri, inanç ve ibadet esaslarım ve ahlâk kurallarını, ilk önce ailelerinden ve yakın çevrelerinden, onları taklit ederek, onlar gibi davranmaya çalışarak öğrenirler. Büyüklerin dinî yaşantılarını taklit yolu ile öğrenip benimserler ve dinî hayatlarım bu şekilde kurarlar.
Aile, İnsanın ilk dinî eğitim gördüğü ve önemli ileriki yağlarda büyük bir etki alanıdır(1). Her insan bir ana ile babanın varlığından meydana gelir. Doğduğu anda her türlü korunmaya muhtaç bir durumdadır ve insan yavrusu bütün hayvanlardan daha uzun bir çocukluk, bir yavruluk devresi geçirmektedir. Sadece yürüyünceye kadar ortalama 15 ay gibi bir zaman geçmektedir(2). Dış çevreye uyum yapabilmesi ise ancak uzun yılları alan bir büyüme ve öğrenmeye bağlıdır.
Çocuk doğduktan bir süre sonra, başkalarıyla ilişkilerde bulunduğu, onlarla bir arada yaşamaya başladığı zaman çevresi hakkında fikir edinir ve yavaş yavaş çeşitli düşünce, fikir ve davranıştan öğrenir. Bedeni yönden gelişirken, bir taraftan da sosyal bir varlık olma yönü gelişir.
Çocuğun bedeni gelişmesinde olduğu kadar dini gelişmesinde de ailenin rolü oldukça fazladır. Çünkü aile, dini inancın ortaya çıkmasında ve oluşmasında etkin olan kültürel faktörlerin en önemlilerinden birisidir (3), öyle ki aile çocuğa dinini öğretip, ondaki ani duygunun gelişmesini sağlayabileceği gibi, çocuğun dinden uzaklaşmasına ve ondaki dinî duygunun körelmesine de neden olabilir. Peygamberimizin, ‘‘her çocuk fıtrat üzere doğar. Sonra anne ve babası onu yahudi, hristiyan veya mecusileştirir” (4) hadisi ailenin, çocuğun inancı üzerindeki etkisinin derecesini çok güzel açıklamaktadır.
Aileye görevleri nedeniyle üç değişik açıdan bakılabilir:
a) Aile, eşlerin karşılıklı ihtiyaçlarını karşılayan yasal bir birliktir,
b) Aile, ortak amacı, çıkarmaları, inançları, kuraları olan bir insan grubudur,
c) Aile, çocukların beslenip bakıldığı ve eğitildiği bir ortamdır. (5)
İşte bu üçüncü görevi, yani çocukların yetiştirilmesi bakımındandır ki aile, en etkili bir eğitim kurumudur ve tartışmasız olarak çocukların eğitimi en iyi biçimde aile yuvasında gerçekleşir. (6)
Çocuk başlangıçta hiç bir şey bilmediğine göre, davranışları pek tabiidir ki büyüklerinden öğrenecektir. Bir çocuk büyüklerinden iki şekilde öğrenir: Ya onları taklit eder yahut da büyükler ona ne yapması gerektiğini doğrudan doğruya öğretirler. Bunlardan birincisinde çocuğun taklit ederek öğrenmesi, ikincisinde ise büyüklerin çocuğa öğretmesi söz konusudur. Fakat öğretme yoluyla davranışların ve tutumların çocuğa verilmesi, onun ancak belli bir zekâ ve anlayış düzeyine ulaşmasından sonra olur. Burada özellikle çocuğa öğüt verilir ve bu konuda bilgi alabileceği şeyler okutulur. Ancak çocuk dili bu derecede öğreninceye kadar ahlâki davranışlar bakımından bir hayli yol almış olur. Düzgün konuşmayı ve okuma yazmayı öğrenmeden önce dîn ve ahlâk konusunda pek çok tecrübeler edinir. Bu da büyük ölçüde taklit yoluyla olur(7), Zira taklit (İmitation) kendi başına bir öğrenme şeklidir.
İnsanın ilk çocukluk devresi (2-6 yaş arası) taklit devresidir denebilir. Çocuk bu devrede bilinçli veya bilinçsiz olarak davranışları ve gelenekleri taklide ve tekrara başlar, öyle ki taklit yalnız hareketlerde olmaz, duygular ve heyecanlar da taklit edilir. (8)
ÇOCUK KİMLERİ TAKLİT EDER?
Çocuk psikologları, taklit için çocuğun bir örneğe, bir modele ihtiyacı olduğu görüşünde birleşmektedirler, örnek veya model, çocuğun duygularına işleyerek onu belli bir yöne doğru çevirir. Çocuk da bilmeden ve düşünmeden kolayca o modeli taklide kayar. Böylece o, karşısındaki benzemek istediği objeyi (anne, baba vb.) kopya etmeye başlar. (9)
Ancak çocuk çeşitli tutum ve davranışlar edinirken kimleri model olarak alır? Her şahıs çocuk için bir model olabilir mi? Veya çocuk sadece ana ve babasını mı model olarak seçer?
Çocuğun bir kimseyi taklit modeli olarak kabul etmesi bazı şartlara bağlıdır. Bu şartları kısaca aşağıdaki gibi sıralayabiliriz. Ancak şunu unutmamak gerekir ki çocuğun tek bir kişiyi örnek alması gerekmez, çeşitli durumlarda başka başka kişileri de taklit edebilir:
1 — Çocuk, kendisini ödüllendiren ve ihtiyacını karşılayan kişileri taklit eder. Çocuk ilk yaşlarında tamamen aciz, başkalarına muhtaç bir durumdadır. Kendisinin ihtiyacını karşılayan bir kimseye sevgi ve güvenlik duygularıyla bağlanır ve onun davranışlarını örnek alır. Çocuğun ihtiyacını karşılayan ve ona ödüllendiren kişiler ise herkesten önce anne ve babadır. İşte anne ve babanın taklit modeli olmasında başlıca rolü oynayan faktör budur.
2 — Çocuk, davranışları yüzünden ödüllendirilen kimileri taklit eder. Örneğin, yaptığı hareketler sonunda büyükleri tarafından oyuncak, yiyecek verilerek veya sevgi gösterilerek sevindirilen çocuk, bir başka çocuk tarafından taklit edilir.
3 — Çocuk, belli mevkilerde olan ve kendisi isin cazip gelip de mahrum olduğu şeyleri elinde bulunduran kimseleri de taklit eder. (10) Bu türlü taklide mevki kıskançlığı da denilir (11).
Çocuk ister istemez bazı şeylerden mahrum kalacak, böyle durumlarda da kendisinin mahrum kaldığı şeyleri kullanabilen kimseleri kıskanacaktır.
Mevki kıskançlığı, çocuğun hayal kararak tatmin olmasına yol açar. Dini ve ahlaki değerlerin benimsetilmesi bakanından bu durum oldukça önemlidir. Çünkü çocuk bir kimseyi taklit modeli olarak alırsa, onun sadece belli bir alandaki tutum ve davranışlarının değil, bütün kişiliğini benimser. Örnek aldığı kişide gördüğü dil, din, ahlâk, sanat, hayat anlayışını vb. lerini kopya ederek kabul eder. Böylece o, kendi davranışlarım onlara göre şekillendirmeye ve ayarlamaya çalışır (12). Mevki kıskançlığıyla taklit edilen kişiler özellikle masallarda ve filmlerde rastlanan kahramanlar olduğundan, çocuk yakınındaki büyükleri tarafından kontrol edilemeyen bir dini ve ahlâki davranış sistemini benimseme yoluna girer. Özellikle genç kızların sinema artisti olma, erkeklerin ise şu veya bu şekilde kahramanlık özentileri her ailenin başına dert olabilmektedir. Çünkü çocuk bunları sadece hayalinde taklit etmekte kalmaz, fırsat bulduğu anda gerçekten onlar gibi olabilmek için evden kaçma, hırsızlık ve kötü alışkanlıklar gibi çeşitli vasıtalara başvurabilir. (13)
O halde çocuğun dini yönden istenilen tarzda yetişmesi için nasıl hareket etmeli? Çocuğa neleri öğretmeli ve nasıl öğretmeli? Kısaca nasıl bir yöntem uygulanmalı? sorusu ile karşılaşmaktayız. Bu soru, çocuğun psikolijik özellikleri de dikkate alınarak cevaplandırılmalıdır. Zaten çocuğun ne olduğu, nasıl bir varlık olduğu, kısaca çocuk psikolojisi bilinmeden yapılacak dini bir eğitimden istenilen yarar beklenemez. Bu yüzden yetişkinler olarak, çocuğa manevi alanda bir şeyler vermek istiyorsak, önce onu tanımalı ve ona göre bir yöntem uygulamalıyız. Bunun için hareket tarzımız şöyle olmalıdır:
1 — ANA-BABA VE DİĞER AİLE BİREYLERİ DİNİ YAŞANTILARIYLA ÇOCUĞA ÖRNEK OLMALI
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, çocuğun ilk öğrendikleri taklitle olduğundan ve taklitle öğrenim daha sonraki yaşlarda da devam ettiğinden, ayrıca ilk planda anne ve baba taklit edildiğinden ebeveynin çok dikkatli davranması şarttır. Çünkü taklit fonksiyonu çocukta iradesiz olarak işler ve ana-babasıyla karşılıklı ilişkiler sırasında çocuk bir çok davranışlar kazanır (14). Çocuğun çevresiyle en yakın ilişkisi ailesi iledir. Çocuklar anne, baba, dede, nine, ağabey, abla gibi aile fertlerinde gördükleri ibadetlere, dini motifli her türlü davranışlara, içten gelen duygularla yönelirler, onların dini yaşantılarından örnek alarak kendileri de aynı davranışları uygulamak isterler. Kaynağını, sevileni taklit etme psikolojisinden alan bu eğilim, çocuğun dini bayatının oluşmasında oldukça önemlidir(15).
Çocuk tarafından, çevresindekilerin Allah’a dua ederken bazı söz ve tavırlarının işitilmesi, görülmesi, onun bilincine yerleşir, taklit edilir ve yavaş yavaş benimsenir. Çocuğun söz ve tavırları henüz dini konuları düşünüp anlama sonucu meydana gelmediğinden, onun davranışları mekanik olarak kendini gösterir. Örneğin, sofrada ilk lokmaya "besmele” ile başlamak, sonunda "hamd” ile sofradan kalkmak, çocukta henüz anlamını kavramadan, genellikle otoriteye bağlı olarak taklitle yinelenir (16). Bunun gibi ailedeki kişilerin dini davranışları, kullandıkları dini sözler, namaz, oruç gibi ibadet biçimleri çocukta derin izler bırakır. Çocuklar dini kaideleri, inanç ve ibadet esaslarını ve ahlak kurallarını, ilk önce ailelerinden ve yakın çevrelerinden, onları taklit ederek, onlar gibi davranmaya çalışarak öğrenirler. Büyüklerin dini yaşantılarını taklit yolu ile öğrenip benimserler ve dini hayatlarını bu şekilde kurarlar.
İşte bu nedenlerledir ki ana-baba ve diğer aile bireyleri dini yaşantılarıyla çocuğu örnek olmalıdır. Çocuklar sözden çok hareketlerin etkisi altında kalırlar. Büyüklerin yanlış hareketlerini gören çocuklardan, başka türlü hareket istenmesi onları şaşırtır ve onlarda iyi ve kötü hareketler hakkında sağlam bir fikir uyanmasına engel olur. Ayrıca gençlerin büyüklerine karşı güvenini sarsar. Bunun için çocuklardan istenilen her hareketin büyükler tarafından yapılması şarttır(17).
Bunun dışında çocuk kendisine empoze edilen fikirlerle büyüklerin yaşadığı hayat arasındaki farkı gördükçe fikirlere karşı şüpheci tavır almaya başlar (18). Anne-babanın yalan söylemesi, iki yüzlü olması, başkalarının haklarına saygı göstermemesi, içki kullanması, sigara içmesi, kumar oynaması vb. davranışlar göstermesi çocuğun da bunları yapmasının en büyük etkeni olabilir (19). Biz bunları yapıyoruz, ama bunlar kötüdür, sen yapma demek problemi çözmez. Çocuk da aynı şekilde bunları yapmaya özenir. “Gençlikteki istikrarsızlığın yarattığı güvensizliği meydana getiren etkenlerden biri de anne babanın, büyüklerin ahlâk normlarına gençlerin riayet etmelerini istemelerine karşılık, kendilerinin bunları uygulama mevkiine koyamayışlardır. (20)
Ayrıca aile eğitiminde birlik olmalıdır. Çocukların iyi alışkanlıklar edinmesi, iyi hareketlerin birlikte yapılmasıyla olur. Çocuk kendi çevresinde bulunan insanların kötü hareketlerden çekindiklerini ve kötülükten hoşlanmadıklarını görürse, kendisi de iyi hareketler yapmaktan zevk almaya bağlar. Buna karşılık babanın isteğini ana, ananın isteğini baba hoş görmezse veya her ikisinin isteğini aile içinde bulunan diğer bireyler hoş görmezlerse, çocuk gideceği yönü şaşırır ve kendisinden hoşlananları fazla sever. Bu durum, çocuğun gizli iş yapmasına, yalancı ve hileci olmasına yol açar. Bu nedenle aile eğitiminde birliği bozan etkileri ortadan kaldırmak, ailenin en önemli görevlerinden olmalıdır. (21)
2 — ALLAH, SADECE CEZA VEREN BİR VARLIK OLARAK TANITILMAMALI
Çocuk düşünmeye başladığı andan itibaren gördüklerini ve düşündüklerini kişileştirir. Bazen kimi eşyayı kendine düşman, arkadaş olmayan varlık olarak görür. Örneğin bir masaya çarptığı zaman ona vurması gibi. Böylece sevdiği şeyler çocuğun dostu, korktukları ise düşmanıdır.
Korku çocuğun bayatında önemli bir rol oynar. Çocuğun ilk eğitimcileri olan anne ve babalar bu korkudan yararlanmak için, çocuk herhangi bir olumsuz harekette bulunduğu zaman ana, “Allah taş yapar’’ veya “Allah baba kızar” gibi sözler söyleyerek müspet yönde olması gereken din eğitimini menfi yöne çevirmektedirler. Bu iki yönden hatalıdır: Birincisi, korkutucu, azap verici birçok, sıfatının yanında Allah’ın pek çok, seven, mükâfat veren, koruyan bağışlayan ve ümitlendiren sıfatlar vardır. Bu şekilde etmekle, kullarını seven ve onlara sayısız yardım ve iyiliklerde bulunan Allah, çocuğun o küçücük zihninde kızan, ceza veren biri olarak şekillendirilmektedir. İkincisi, “Allah Baba” deyimini kullanmak suretiyle İslâm’da olmayan bir husus, Hıristiyanlık “teslis” (22) inancı çocukların kafasına yerleştirilmektedir ki bu da İslam öğretisinin aksinedir. (23)
Ayrıca çocukta içten gelen bir duygu ile güvenme, bağlanma ve sığınma eğilimi vardır. Bu eğilimle o, anne ve babaya karşı, onu koruyanlar olarak mutlak bir bağlılık gösterir. Çocuklar için tek sığınak onlardır. İşte bu mutlak koruyucu ve sığınak inancının zamanla Allah’a yöneltilebilmesi için, çocuğun Allah’a en güçlü bir koruyucu olarak inanması gerekir.
Böylece çocuk, Allah’a güvenmek ve O’nun koruyuculuğuna sığınmakla varlığını emniyet altına almış, isteklerinin ve ihtiyaçlarının yerine getirileceği inanç ve ümidini Allah’a bağlamış olur. Bu durumda Allah’a sığınmakla kendini emin hisseden çocuk, O’ndan uzaklaşmayı hiç düşünmez. Hatta onun yolundan gitmenin, O’nu sevip saymanın, O’na güvenip O’nun emirlerine uymanın gerekliliğine inanır. (24)
Burada şunu da önemle belirtmek gerekir ki, çocuğun her olumsuz davranışının Allah’tan korkutarak önlenmek istenmesi, daha küçük yaşlarda bile bazı ruhsal bozukluklara neden olabilmektedir (26). Aşağıdaki olay bunun tipik bir örneğidir:
‘‘Üç yağ 10 aylık bir erkek çocuk ailenin "tik” diye tanımladığı bir belirtiden şikâyetle kliniğe getirildi. Çocuk çok sık aralıklarla içinde bulunduğu faaliyete ara seviyor ve vaziyet alıp baş eğerek selâm verme hareketleri yapıyordu. Oyun odasında oyuncak dolabını karıştırırken, kendisi ile bir süre oyuncalar hakkında konuşulduktan sonra şöyle bir konuşmaya girildi:
Doktor: Kiminle bulunmayı seversin?
Çocuk: Anneannemle
Doktor: Onun yanında neler yapabilir, neler yapamazsın?
Çocuk: Yaramazlık yapmamı istemez
Çocuk: Yaramazlık yapmamı başka kim istemez?
Çocuk: Allah baba istemez, O tavandadır, benim oyunlarımı seyreder. (Bu sırada vaziyet aldı, selâm verdi)
Doktor: Kimi selâmlıyorsun?
Çocuk: Bilmiyorum.
Doktor: Yoksa. Allah babayı mı selâmlıyorsun?
Çocuk: Evet
Doktor: Selâmlamasan ne olur?
Çocuk: Çocuk hemen tüfeği aldı ve “kimi öldüreyim" dedi.
Doktor: Kimi istersin.
Çocuk: Düşmanları
Doktor: Belki de Allah babayı öldürmek isterdin.
Çocuk: Ben bilmiyorum da düşmanlar O’nu öldürmek istiyorlar dedi ve büyük bir zevkle tavana ateş etmeye bağladı.
Çocukla görüşmede, onun durduramadığı bu hareketlerine, Allah’a kızma duygu ve düşüncenin neden olduğu, bunu da bilinç dışı bir etken olan Allah korkusunun geliştirdiği ortaya çıktı, Allah’a, her fırsatta kendisini cezalandıracağı için kızan çocuk, bu duygusundan korkup, telâfi edebilmek için O’nu selâmlama davranışları geliştirmişti. Ailesi İle konuşulduğunda, dedesinin çocuğun her istenmeyen davranışını Allah’tan korkutarak önlemek istediği öğrenildi (26).”
İşte çocuklarda böyle bir durum ortaya çıkmaması için onlara, Allah’ ın seven, koruyan, hoşgören, affeden, cezanın yanında ödüllendiren bir varlık olarak da tanıtılması ve konunun bu yanının etkin biçimde işlenmesi gerekmektedir. (27) Onların dini eğitimi sevgi üzerine kurulmalıdır. Çocuk Allah’tan korkmakla beraber, aynı zamanda O’nu sevmeli ve bu sevginin karşılıklı olduğunu Allah’ın kendisini sevmesiyle hayatta daha başarılı olabileceğini, O’nsuz güçsüz olduğunu öğrenmelidir (28). Allah’ın kendisini sevmesi için de O’nun emirlerine uymanın, yap dediklerini yapıp, yapma dediklerini yapmamanın gerekliliğini bilmelidir.
(Devamı Gelecek Sayıda)