Makale

AİLEDE DİN EĞİTİMİNİN PSİKOLOJİK ESASLARI

AİLEDE DİN EĞİTİMİNİN PSİKOLOJİK ESASLARI

Yrd. Doç. Dr. Hüseyin Peker
Ondokuzmayıs Üniversitesi İlahiyat Fak. Öğretim Üyesi

Bunun gibi ailedeki kişilerin dinî davranışları, kullandıkları dinî sözleri namaz, oruç gibi ibadet biçimleri çocukta derin izler bırakır. Çocuklar dinî ka­ideleri, inanç ve ibadet esasla­rım ve ahlâk kurallarını, ilk ön­ce ailelerinden ve yakın çevre­lerinden, onları taklit ederek, onlar gibi davranmaya çalışa­rak öğrenirler. Büyüklerin dinî yaşantılarını taklit yolu ile öğ­renip benimserler ve dinî hayat­larım bu şekilde kurarlar.

Aile, İnsanın ilk dinî eğitim gördüğü ve önemli ileriki yağlarda büyük bir etki alanıdır(1). Her insan bir a­na ile babanın varlığından meydana gelir. Doğduğu anda her türlü korunmaya muhtaç bir durumdadır ve in­san yavrusu bütün hayvanlardan da­ha uzun bir çocukluk, bir yavruluk devresi geçirmektedir. Sadece yürüyünceye kadar ortalama 15 ay gibi bir zaman geçmektedir(2). Dış çev­reye uyum yapabilmesi ise ancak u­zun yılları alan bir büyüme ve öğrenmeye bağlıdır.

Çocuk doğduktan bir süre sonra, başkalarıyla ilişkilerde bulunduğu, onlarla bir arada yaşamaya başladığı zaman çevresi hakkında fikir edinir ve yavaş yavaş çeşitli düşünce, fikir ve davranıştan öğrenir. Bedeni yön­den gelişirken, bir taraftan da sosyal bir varlık olma yönü gelişir.

Çocuğun bedeni gelişmesinde olduğu kadar dini gelişmesinde de ailenin rolü oldukça fazladır. Çünkü aile, dini inancın ortaya çıkmasında ve oluşmasında etkin olan kültürel faktörlerin en önemlilerinden birisidir (3), öyle ki aile çocuğa dinini öğretip, ondaki ani duygunun gelişmesini sağlayabileceği gibi, çocuğun dinden uzaklaşmasına ve ondaki dinî duygunun körelmesine de neden olabilir. Peygamberimizin, ‘‘her çocuk fıtrat üzere doğar. Sonra anne ve babası onu yahudi, hristiyan veya mecusileştirir” (4) hadisi ailenin, çocuğun inancı üzerindeki etkisinin derecesini çok güzel açıklamaktadır.

Aileye görevleri nedeniyle üç değişik açıdan bakılabilir:

a) Aile, eşlerin karşılıklı ihtiyaçları­nı karşılayan yasal bir birliktir,

b) Aile, ortak amacı, çıkarmaları, inançları, kuraları olan bir insan grubudur,

c) Aile, çocukların beslenip bakıldığı ve eğitildiği bir ortamdır. (5)

İşte bu üçüncü görevi, yani ço­cukların yetiştirilmesi bakımındandır ki aile, en etkili bir eğitim kurumudur ve tartışmasız olarak çocukların eğitimi en iyi biçimde aile yuvasında gerçekleşir. (6)

Çocuk başlangıçta hiç bir şey bilmediğine göre, davranışları pek ta­biidir ki büyüklerinden öğrenecektir. Bir çocuk büyüklerinden iki şekilde öğrenir: Ya onları taklit eder yahut da büyükler ona ne yapması gerekti­ğini doğrudan doğruya öğretirler. Bunlardan birincisinde çocuğun taklit ederek öğrenmesi, ikincisinde ise bü­yüklerin çocuğa öğretmesi söz konu­sudur. Fakat öğretme yoluyla davranışların ve tutumların çocuğa verilmesi, onun ancak belli bir zekâ ve anlayış düzeyine ulaşmasından sonra olur. Burada özellikle çocuğa öğüt verilir ve bu konuda bilgi alabileceği şeyler okutulur. Ancak çocuk dili bu derecede öğreninceye kadar ahlâki davranışlar bakımından bir hayli yol almış olur. Düzgün konuşmayı ve okuma yazmayı öğrenmeden önce dîn ve ahlâk konusunda pek çok tecrübeler edinir. Bu da büyük ölçüde taklit yoluyla olur(7), Zira taklit (İmitati­on) kendi başına bir öğrenme şeklidir.

İnsanın ilk çocukluk devresi (2-6 yaş arası) taklit devresidir denebi­lir. Çocuk bu devrede bilinçli veya bilinçsiz olarak davranışları ve gelenekleri taklide ve tekrara başlar, öyle ki taklit yalnız hareketlerde olmaz, duy­gular ve heyecanlar da taklit edi­lir. (8)

ÇOCUK KİMLERİ TAK­LİT EDER?

Çocuk psikologları, taklit için ço­cuğun bir örneğe, bir modele ihtiyacı olduğu görüşünde birleşmektedirler, örnek veya model, çocuğun duygula­rına işleyerek onu belli bir yöne doğ­ru çevirir. Çocuk da bilmeden ve dü­şünmeden kolayca o modeli taklide kayar. Böylece o, karşısındaki benze­mek istediği objeyi (anne, baba vb.) kopya etmeye başlar. (9)

Ancak çocuk çeşitli tutum ve davranışlar edinirken kimleri model olarak alır? Her şahıs çocuk için bir model olabilir mi? Veya çocuk sadece ana ve babasını mı model olarak se­çer?

Çocuğun bir kimseyi taklit mo­deli olarak kabul etmesi bazı şart­lara bağlıdır. Bu şartları kısaca aşa­ğıdaki gibi sıralayabiliriz. Ancak şunu unutmamak gerekir ki ço­cuğun tek bir kişiyi örnek alması gerekmez, çeşitli durumlarda başka başka kişileri de taklit edebilir:

1 — Çocuk, kendisini ödüllendi­ren ve ihtiyacını karşılayan kişileri taklit eder. Çocuk ilk yaşlarında ta­mamen aciz, başkalarına muhtaç bir durumdadır. Kendisinin ihtiyacını karşılayan bir kimseye sevgi ve gü­venlik duygularıyla bağlanır ve onun davranışlarını örnek alır. Çocuğun ihtiyacını karşılayan ve ona ödüllendiren kişiler ise herkesten önce anne ve babadır. İşte anne ve babanın taklit modeli olmasında başlıca rolü oynayan faktör budur.

2 — Çocuk, davranışları yüzün­den ödüllendirilen kimileri taklit eder. Örneğin, yaptığı hareketler sonunda büyükleri tarafından oyuncak, yiye­cek verilerek veya sevgi gösterilerek sevindirilen çocuk, bir başka çocuk tarafından taklit edilir.

3 — Çocuk, belli mevkilerde olan ve kendisi isin cazip gelip de mah­rum olduğu şeyleri elinde bulunduran kimseleri de taklit eder. (10) Bu türlü taklide mevki kıskançlığı da deni­lir (11).

Çocuk ister istemez bazı şeyler­den mahrum kalacak, böyle durum­larda da kendisinin mahrum kaldığı şeyleri kullanabilen kimseleri kıska­nacaktır.

Mevki kıskançlığı, çocuğun ha­yal kararak tatmin olmasına yol açar. Dini ve ahlaki değerlerin benimsetil­mesi bakanından bu durum oldukça önemlidir. Çünkü çocuk bir kimseyi taklit modeli olarak alırsa, onun sa­dece belli bir alandaki tutum ve dav­ranışlarının değil, bütün kişiliğini benimser. Örnek aldığı kişide gördüğü dil, din, ahlâk, sanat, hayat anlayışı­nı vb. lerini kopya ederek kabul eder. Böylece o, kendi davranışlarım onla­ra göre şekillendirmeye ve ayarlama­ya çalışır (12). Mevki kıskançlığıyla taklit edilen kişiler özellikle masallar­da ve filmlerde rastlanan kahraman­lar olduğundan, çocuk yakınındaki bü­yükleri tarafından kontrol edileme­yen bir dini ve ahlâki davranış siste­mini benimseme yoluna girer. Özel­likle genç kızların sinema artisti ol­ma, erkeklerin ise şu veya bu şekilde kahramanlık özentileri her ailenin başına dert olabilmektedir. Çünkü çocuk bunları sadece hayalinde taklit etmekte kalmaz, fırsat bulduğu anda gerçekten onlar gibi olabilmek için evden kaçma, hırsızlık ve kötü alış­kanlıklar gibi çeşitli vasıtalara baş­vurabilir. (13)

O halde çocuğun dini yönden is­tenilen tarzda yetişmesi için nasıl ha­reket etmeli? Çocuğa neleri öğretmeli ve nasıl öğretmeli? Kısaca nasıl bir yöntem uygulanmalı? sorusu ile karşılaşmaktayız. Bu soru, çocuğun psikolijik özellikleri de dikkate alı­narak cevaplandırılmalıdır. Zaten çocuğun ne olduğu, nasıl bir varlık olduğu, kısaca çocuk psikolojisi bi­linmeden yapılacak dini bir eğitim­den istenilen yarar beklenemez. Bu yüzden yetişkinler olarak, çocuğa ma­nevi alanda bir şeyler vermek istiyor­sak, önce onu tanımalı ve ona göre bir yöntem uygulamalıyız. Bunun için hareket tarzımız şöyle olmalıdır:

1 — ANA-BABA VE DİĞER AİLE BİREY­LERİ DİNİ YAŞAN­TILARIYLA ÇOCUĞA ÖRNEK OLMA­LI

Yukarıda da belirttiğimiz gibi, çocuğun ilk öğrendikleri taklitle ol­duğundan ve taklitle öğrenim daha sonraki yaşlarda da devam ettiğin­den, ayrıca ilk planda anne ve baba taklit edildiğinden ebeveynin çok dikkatli davranması şarttır. Çünkü tak­lit fonksiyonu çocukta iradesiz olarak işler ve ana-babasıyla karşılıklı ilişkiler sırasında çocuk bir çok dav­ranışlar kazanır (14). Çocuğun çevre­siyle en yakın ilişkisi ailesi iledir. Çocuklar anne, baba, dede, nine, ağa­bey, abla gibi aile fertlerinde gördük­leri ibadetlere, dini motifli her türlü davranışlara, içten gelen duygularla yönelirler, onların dini yaşantıların­dan örnek alarak kendileri de aynı davranışları uygulamak isterler. Kaynağını, sevileni taklit etme psikolojisinden alan bu eğilim, çocuğun dini bayatının oluşmasında oldukça önemlidir(15).

Çocuk tarafından, çevresindekile­rin Allah’a dua ederken bazı söz ve tavırlarının işitilmesi, görülmesi, onun bilincine yerleşir, taklit edilir ve yavaş yavaş benimsenir. Çocuğun söz ve tavırları henüz dini konuları düşünüp anlama sonucu meydana gelmediğinden, onun davranışları mekanik olarak kendini gösterir. Örneğin, sofrada ilk lokmaya "besmele” ile başlamak, sonunda "hamd” ile sofra­dan kalkmak, çocukta henüz anlamı­nı kavramadan, genellikle otoriteye bağlı olarak taklitle yinelenir (16). Bunun gibi ailedeki kişilerin dini dav­ranışları, kullandıkları dini sözler, namaz, oruç gibi ibadet biçimleri ço­cukta derin izler bırakır. Çocuklar dini kaideleri, inanç ve ibadet esasla­rını ve ahlak kurallarını, ilk önce a­ilelerinden ve yakın çevrelerinden, onları taklit ederek, onlar gibi davran­maya çalışarak öğrenirler. Büyükle­rin dini yaşantılarını taklit yolu ile öğrenip benimserler ve dini hayatlarını bu şekilde kurarlar.

İşte bu nedenlerledir ki ana-baba ve diğer aile bireyleri dini yaşantılarıyla çocuğu örnek olmalıdır. Ço­cuklar sözden çok hareketlerin etkisi altında kalırlar. Büyüklerin yanlış hareketlerini gören çocuklardan, başka türlü hareket istenmesi onları şaşır­tır ve onlarda iyi ve kötü hareketler hakkında sağlam bir fikir uyanma­sına engel olur. Ayrıca gençlerin büyüklerine karşı güvenini sarsar. Bu­nun için çocuklardan istenilen her hareketin büyükler tarafından yapıl­ması şarttır(17).

Bunun dışında çocuk kendisine empoze edilen fikirlerle büyüklerin yaşadığı hayat arasındaki farkı gör­dükçe fikirlere karşı şüpheci tavır al­maya başlar (18). Anne-babanın ya­lan söylemesi, iki yüzlü olması, baş­kalarının haklarına saygı gösterme­mesi, içki kullanması, sigara içmesi, kumar oynaması vb. davranışlar göstermesi çocuğun da bunları yapması­nın en büyük etkeni olabilir (19). Biz bunları yapıyoruz, ama bunlar kötü­dür, sen yapma demek problemi çöz­mez. Çocuk da aynı şekilde bunları yapmaya özenir. “Gençlikteki istik­rarsızlığın yarattığı güvensizliği mey­dana getiren etkenlerden biri de an­ne babanın, büyüklerin ahlâk normlarına gençlerin riayet etmelerini iste­melerine karşılık, kendilerinin bun­ları uygulama mevkiine koyamayışlardır. (20)

Ayrıca aile eğitiminde birlik ol­malıdır. Çocukların iyi alışkanlıklar edinmesi, iyi hareketlerin birlikte ya­pılmasıyla olur. Çocuk kendi çevresinde bulunan insanların kötü hareketlerden çekindiklerini ve kötülük­ten hoşlanmadıklarını görürse, kendi­si de iyi hareketler yapmaktan zevk almaya bağlar. Buna karşılık babanın isteğini ana, ananın isteğini baba hoş görmezse veya her ikisinin isteğini aile içinde bulunan diğer bireyler hoş görmezlerse, çocuk gideceği yönü şa­şırır ve kendisinden hoşlananları fazla sever. Bu durum, çocuğun gizli iş yapmasına, yalancı ve hileci olması­na yol açar. Bu nedenle aile eğitimin­de birliği bozan etkileri ortadan kal­dırmak, ailenin en önemli görevlerin­den olmalıdır. (21)

2 — ALLAH, SADECE CEZA VEREN BİR VARLIK OLARAK TANITILMAMALI

Çocuk düşünmeye başladığı an­dan itibaren gördüklerini ve düşündüklerini kişileştirir. Bazen kimi eş­yayı kendine düşman, arkadaş olma­yan varlık olarak görür. Örneğin bir masaya çarptığı zaman ona vurması gibi. Böylece sevdiği şeyler çocuğun dostu, korktukları ise düşmanıdır.

Korku çocuğun bayatında önemli bir rol oynar. Çocuğun ilk eğitimcileri olan anne ve babalar bu korku­dan yararlanmak için, çocuk her­hangi bir olumsuz harekette bulunduğu zaman ana, “Allah taş yapar’’ veya “Allah baba kızar” gibi sözler söyleyerek müspet yönde olması gereken din eğitimini menfi yöne çevir­mektedirler. Bu iki yönden hatalıdır: Birincisi, korkutucu, azap verici bir­çok, sıfatının yanında Allah’ın pek çok, seven, mükâfat veren, koruyan bağışlayan ve ümitlendiren sıfatlar vardır. Bu şekilde etmekle, kullarını seven ve onlara sayısız yardım ve iyi­liklerde bulunan Allah, çocuğun o küçücük zihninde kızan, ceza veren biri olarak şekillendirilmektedir. İkincisi, “Allah Baba” deyimini kullanmak suretiyle İslâm’da olmayan bir husus, Hıristiyanlık “teslis” (22) inancı çocukların kafasına yerleştirilmektedir ki bu da İslam öğretisinin aksinedir. (23)

Ayrıca çocukta içten gelen bir duygu ile güvenme, bağlanma ve sı­ğınma eğilimi vardır. Bu eğilimle o, anne ve babaya karşı, onu koruyan­lar olarak mutlak bir bağlılık gösterir. Çocuklar için tek sığınak onlar­dır. İşte bu mutlak koruyucu ve sığı­nak inancının zamanla Allah’a yönel­tilebilmesi için, çocuğun Allah’a en güçlü bir koruyucu olarak inanması gerekir.

Böylece çocuk, Allah’a güvenmek ve O’nun koruyuculuğuna sığınmakla varlığını emniyet altına almış, istek­lerinin ve ihtiyaçlarının yerine geti­rileceği inanç ve ümidini Allah’a bağ­lamış olur. Bu durumda Allah’a sı­ğınmakla kendini emin hisseden ço­cuk, O’ndan uzaklaşmayı hiç düşün­mez. Hatta onun yolundan gitmenin, O’nu sevip saymanın, O’na güvenip O’nun emirlerine uymanın gereklili­ğine inanır. (24)

Burada şunu da önemle belirt­mek gerekir ki, çocuğun her olumsuz davranışının Allah’tan korkutarak önlenmek istenmesi, daha küçük yaşlarda bile bazı ruhsal bozuklukla­ra neden olabilmektedir (26). Aşağıda­ki olay bunun tipik bir örneğidir:

‘‘Üç yağ 10 aylık bir erkek ço­cuk ailenin "tik” diye tanımladığı bir belirtiden şikâyetle kliniğe getirildi. Çocuk çok sık aralıklarla içinde bu­lunduğu faaliyete ara seviyor ve va­ziyet alıp baş eğerek selâm verme hareketleri yapıyordu. Oyun odasında oyuncak dolabını karıştırırken, kendi­si ile bir süre oyuncalar hakkında konuşulduktan sonra şöyle bir konuşmaya girildi:

Doktor: Kiminle bulunmayı se­versin?

Çocuk: Anneannemle

Doktor: Onun yanında neler ya­pabilir, neler yapamaz­sın?

Çocuk: Yaramazlık yapmamı istemez

Çocuk: Yaramazlık yapmamı başka kim istemez?

Çocuk: Allah baba istemez, O tavandadır, benim oyunlarımı seyreder. (Bu sı­rada vaziyet aldı, selâm verdi)

Doktor: Kimi selâmlıyorsun?

Çocuk: Bilmiyorum.

Doktor: Yoksa. Allah babayı mı selâmlıyorsun?

Çocuk: Evet

Doktor: Selâmlamasan ne o­lur?

Çocuk: Çocuk hemen tüfeği al­dı ve “kimi öldüreyim" dedi.

Doktor: Kimi istersin.

Çocuk: Düşmanları

Doktor: Belki de Allah babayı öldürmek isterdin.

Çocuk: Ben bilmiyorum da düş­manlar O’nu öldürmek istiyorlar dedi ve büyük bir zevkle tavana ateş etmeye bağladı.

Çocukla görüşmede, onun durdu­ramadığı bu hareketlerine, Allah’a kızma duygu ve düşüncenin neden ol­duğu, bunu da bilinç dışı bir etken o­lan Allah korkusunun geliştirdiği ortaya çıktı, Allah’a, her fırsatta ken­disini cezalandıracağı için kızan ço­cuk, bu duygusundan korkup, telâfi edebilmek için O’nu selâmlama dav­ranışları geliştirmişti. Ailesi İle konuşulduğunda, dedesinin çocuğun her istenmeyen davranışını Allah’tan kor­kutarak önlemek istediği öğrenil­di (26).”

İşte çocuklarda böyle bir durum ortaya çıkmaması için onlara, Allah’ ın seven, koruyan, hoşgören, affeden, cezanın yanında ödüllendiren bir var­lık olarak da tanıtılması ve konunun bu yanının etkin biçimde işlenmesi gerekmektedir. (27) Onların dini eğiti­mi sevgi üzerine kurulmalıdır. Çocuk Allah’tan korkmakla beraber, aynı zamanda O’nu sevmeli ve bu sevginin karşılıklı olduğunu Allah’ın kendisini sevmesiyle hayatta daha başarılı ola­bileceğini, O’nsuz güçsüz olduğunu öğrenmelidir (28). Allah’ın kendisini sevmesi için de O’nun emirlerine uy­manın, yap dediklerini yapıp, yapma dediklerini yapmamanın gerekliliğini bilmelidir.

(Devamı Gelecek Sayıda)

(1) Armaner, Neda, Din Psikoloji­sine Giriş, c: 1, s. 156
(2) Başaran, İ. E. Eğitim Psikolo­jisi, s. 72
(3) Yavuz, Kerim, Çocukta Dinî Duygu ve Düşüncenin Gelişme­si, s. 46
(4) Sahih-i Müslim, Çev: Mehmed Sofuoğlu, c. 8. s. 133
(5) Yörükoğlu, Atalay, Çocuk Ruh Sağlığı, s. 93
(6) Aynı Eser, s. 93
(7) Güngör, E. Işık, E. Ahlâk, s.22
(8)Armaner, Din Psikolojisine Giriş, s. 82
(9) Yavuz, Çocukta Dinî Duygu ve Düşüncenin Gelişmesi, s. 148
(10) Jersild, A.T., Çocuk Psikolojisi, Çev.: Gülseren Günçe, s. 601
(11) Güngör, Ahlâk, s. 22
(12) Yavuz, Çocukta Dinî Duygu ve Düşüncenin Gelişmesi, s. 149
(13) Güngör, Ahlâk, s. 23
(14) Armaner, Din Psikolojisine Gi­riş, s. 83
(15) Güran, Kemal, Halk için Din Eğitimi, s. 316
(16) Armaner, Din Psikolojisine Giriş, s. 83
(17) Kanad, H.F., Kısaltılmış Pedago­ji s. 113
(18) Ülken, H.Z., Eğitim Felsefesi, s. 267
(19) Krş. Özgür, İ.N., Ailede, Okulda Çocuk ve Gencin Ruh Sağlığı, s. 302.
(20) Şemin, Refia, Gençlerimizin Psiko-pedagojik Problemleri, s. 75
(21) Kanad, Kısaltılmış Pedagoji, s. 112-113
(22) Hıristiyanlığın batıl teslis inan­cına göre, Tanrı’da, Baba, Oğul ve Kutsal Ruh diye eşit güce sa­hip üç kişilik vardır, (Bkz. Taplamacıoğlu, Din Sosyolojisi, s, 405)
(23) Altıntaş, Hayrani, Çocukluk Devresinde Ailede Din Eğitimi, s. 259-60
(24) Yavuz, Çocukta Dînî Duygu ve Düşüncenin Gelişmesi, s. 137
(25) Öztürk, Mualla, Din Eğitimi ve Çocuk Ruh Sağlığı, s. 208
(26) Öztürk, Din Eğitimi ve Çocuk Ruh Sağlığı, s. 208-209
(27) Aynı Makale, s. 210