KUR’ÂN’DA SAĞLIK
Temizlik, gerek tıbbın ve gerekse koruyucu hekimliğin (hijyen) en ziyade önem verdiği ve üzerinde durduğu konuların başında yer almaktadır. Temizlik çeşitleri arasında ise ilk sırayı şüphesiz beden temizliği almaktadır. İslâmiyet, tıbbın bugün üzerinde önemle durduğu beden temizliği konusunu, asırlarca önce hem beden hem de ruh temizliği ve sağlığı açısından ele almış ve bu konularda ciddi prensipler ve hükümler getirmiştir. Bu prensipler ve hükümler, özellikle koruyucu hekimlik ile ilgili tedbirleri ihtiva etmekte ve insan sağlığını bütünüyle korumayı amaçlamaktadır.
İslâm’ın getirdiği bu prensipler ve hükümler, insanı bütünüyle hedef almakta ve ona göre koruyucu tedbirlerini getirmektedir. İslâm, insanı parçalayarak bedeni için ayrı kanunlar ve prensipler, ruhu için ayrı kanun ve prensipler ortaya koymaz. Bilakis insanı ruh ve bedenden müteşekkil bir bütün kabul ederek tedbirlerini ona göre getirir. Bu genel prensibe göre Kur’ân’ın getirdiği her tedbir, hem bedeni hem de ruhu ilgilendirmekte ve böylece insanın ruh ve beden sağlığını birlikte korumaktadır. Yâni İslâm’ın her hükmünde, beden için olduğu kadar, ruh için de hükümler ve faydalar bulunmakta, aynı şekilde ruh için olan bir hükümde de beden için faydalar bulunmaktadır.
A — Temizlik :
Kur’ân, insanların görevlerini tam ve eksiksiz yapabilmeleri için sağlıklı, güçlü ve kuvvetli olmalarını istemektedir. Sağlıklı, güçlü ve kuvvetli olmanın ve sağlıklı yasamanın şartlarından biri de genel anlamda temizliktir.
Temizlik, gerek tıbbın ve gerekse koruyucu hekimliğin (hijyen) en ziyade önem verdiği ve üzerinde durduğu konuların başında yer almaktadır. Temizlik çeşitleri arasında ise, ilk sırayı şüphesiz beden temizliği almaktadır. İslâmiyet, tıbbın bugün üzerinde önemle durduğu beden temizliği konusunu, asırlarca önce hem beden hem de ruh temizliği ve sağlığı açısından ele almış ve bu konularda ciddî prensipler ve hükümler getirmiştir. Bu prensipler ve hükümler, özellikle koruyucu hekimlik ile ilgili tedbirleri ihtiva etmekte ve insan sağlığını bütünüyle korumayı amaçlamaktadır.
İslâm’ın getirdiği bu prensipler ve hükümler, insanı bütünüyle hedef almakta ve ona göre koruyucu tedbirlerini getirmektedir. İslâm, insanı parçalayarak bedeni için ayrı kanunlar ve prensipler, ruhu için ayrı kanun ve prensipler ortaya koymaz. Bilâkis insanı ruh ve bedenden müteşekkil bir bütün kabul ederek tedbirlerini ona göre getirir. Bu genel prensibe göre Kur’ân’ın getirdiği her tedbir, hem bedeni hem de ruhu ilgilendirmekte ve böylece insanın ruh ve beden sağlığını birlikte korumaktadır. Yâni İslâm’ın her hükmünde, beden için olduğu kadar, ruh için de hükümler ve faydalar bulunmakta aynı şekilde ruh için olan bir hükümde de beden için faydalar bulunmaktadır.
Namaz ve oruç gibi bedenî ibadetler, bunun en güzel örnekleridir zira namaz ve oruçta ruh sağlığını sağlayan faydalar da bulunmaktadır. Namaz ve oruç ferdi bir bütün olarak ele alan ve onu her yönüyle koruyan ibadetlerin başında yer almaktadır.
Kur’ân’ın temizlik konusunda getirdiği tedbirlerin başında elbise temizliği(1) ve vücut temizliği(2) yer almaktadır. Peygamberimiz de elbise ve vücut temizliğine önem vermekte ve “Vücutlarınızı temizleyiniz (3) buyurmaktadır.
İslâm dinî ve O’nun yüce Peygamberi Hz. Muhammed sağlık konusuna özellikle beden sağlığına çok önem vermiş ve insan sağlığının korunması için genel direktifler ve emirler vermiştir. İnsanları, sağlıklarını korumaya teşvik etmiş ve sağlıklarını nasıl koruyacaklarını onlara geniş bir biçimde açıklamıştır. Nitekim bu konuda Peygamberimiz :
“Allah katında kuvvetli mü’min, zayıf mü’minden daha hayırlıdır ve daha sevgilidir”’(4).
“İman hariç tutulursa, kişiye sağlıktan daha hayırlı bir nimet verilmemiştir” (5).
“Kim, bedeni sıhhatli, kalbi korkudan uzak ve günlük yiyeceği yanında olduğu halde sabaha çıkarsa, dünyaya sahip olmuş gibidir” (6).
“Allah’tan istenen şeyler içerisinde O’na, sağlık istemekten daha sevimli gelen bir şey yoktur” (7).
“Dualarınızın en hayırlısı, Allah’tan af ve afiyet dileminizdir”(8) buyurmaktadır.
Sağlığın korunması, özellikle temizlik konusunda ise Peygamberimiz:
“Temizlik imanın yansıdır”(9).
“Allah temizdir, temizleri sever”(10).
“Her yedi günde bir bedenini ve başını yıkamak, Allah’ın her Müslüman üzerindeki hakkıdır”(11).
“Cuma günü yıkanmak her yetişkin Müslümana gereklidir”(12).
“Yemekten önce ve sonra elleri yıkamak, yemeğin bereketindendir”(13).
“Sabahleyin kalkınca ellerinizi yıkayınız” (14).
"Bedeninizi temiz tutunuz ki, Allah da sizi temiz tutsun”(15).
“Evlerinizin çevresini temiz tutunuz”(16) buyurmuştur.
Bu hadisler, Kur’ân-ı Kerîm’i açıklama ve tefsir etmekle görevli Peygamberimizin sağlık ve temizlik konusundaki sözlerinden sadece birkaçıdır. Fakat bu kadarı bile sağlığın ve temizliğin önemini belirtmeye kâfidir;
Kur’ân’da “Elbiseni temizle”(17) buyrulmaktadır. Bu temizlik, pis elbise ve beden temizliğine işaret ettiği gibi, maddî ve manevî temizliğe de işaret etmektedir(18) zira pis çamaşır ve elbiseler, başlıklar, birçok hastalıkların bulaşmasında önemli rol oynarlar. Bu şekilde saç kıran ve kel gibi mantarlı deri hastalıkları(19) bit ve bitlerle bulaşan tifüs, dönek humma... gibi hastalıklar geçer.
Elbise temizliği, insan sağlığını bulaşıcı hastalıklardan koruduğu gibi, ruh sağlığını koruması açısından da önem arz etmektedir zira temiz ve sağlıklı bir elbise, insana güven duygusu vermekte ve insanı aşağılık duygusundan ve kötü neticelerinden özellikle korumaktadır. Bu da ruh sağlığı açısından küçümsenemeyecek bir durumdur.
Elbise temizliğinin yanında, her gün abdest vesilesiyle beş kere el, kol, yüz ve ayakların yıkanmasını, ağız ve diş temizliğini(20) ve boy abdesti vesilesiyle de vücut temizliğini emretmekle İslâm ve O’nun yüce kitabı Kur’ân, bulaşıcı olan veya olmayan bütün hastalıkların önlenmesini sağlamıştır.
Cenab-ı Hak, Kur’ân-ı Kerim’de “Ey iman edenler, namaza kalkacağınız zaman yüzünüzü, (dirseklere kadar) ellerinizi yıkayın, başınızı mesh edip (iki topuğa kadar) ayaklarınızı yıkayın, şayet cünüp iseniz, boy abdesti alınız(21) “Allah çok temizlenenleri sever” (22) ve “Kim temizlenirse sırf kendi faidesine temizlenmiş olur”(23) buyurmaktadır.
İslâm dininde temizlik, hem maddî hem de manevî temizliğe şâmildir. Yüce Allah, bu temizliklere önem vermekte ve bu konuya özel bir itina göstererek temizlik yapanları sevmektedir. Bütün vücudu ve yahut vücudun muayyen bir kısmını yıkamak, insana zindelik ve gayret verir. Gerçekten temizlik, beden sıhhatinin esasıdır. Kir ve pislik, hastalıkları ve pek çok dertleri celp etmektedir. Bundan dolayıdır ki, doktorların, daha çok mide hastalıkları ve salgın hastalıklarda temizliğe önem ve özel bir itina gösterdiklerine şahit oluyoruz (24).
İslâm dini, hasta olup da iyi olmaya çalışmaktansa, hasta olmamaya çalışmayı emretmekte ve günlük yaşayışımızda sağlıklı, vücudumuzun fizik ve moral yapısının düzgün işleyebilmesi için gereken şeylerin yapılmasını istemektedir. Namaz ve abdestle İslâm, insana bu şartları en mükemmel bir biçimde sağlamaktadır.
a. Koruyucu Hekimlik Açısından Abdest:
Abdestin, ruhî ve dinî birçok faydalarının yanında tıbbî faydaları da mevcuttur. Bu konuda yapılan araştırmalar da bu hükmü doğrulamaktadır. Abdest almak için suya ihtiyaç vardır. Su ise insan hayatında çok önemli bir yer tutar. Su vasıtasıyla yapılan temizlik neticesinde:
1. Su, cildi temizleyerek üzerinde bulunan mikropları giderdiği için vücutta çıbanların çıkmasına engel olur.
2. Su, vücuttaki, yani derinin üzerindeki görünmeyen delikleri açarak vücudun teneffüs etmesine yardım eder.
3. Su, vücudu uyararak kan dolaşımını kolaylaştırır, dolayısıyla idrarı artırır ve iştahı açar.
4. Sinir sistemini rahata kavuşturur.
Dr. Mufık Eşşattî ise abdest konusunda şunları söylemektedir:
“Abdest öyle mevzi bir yıkamadır ki, onda soğuk su kullanılmasıyla derideki kılcal damarlar toplanır, sonra tekrar eski haline gelir. Bu da vücuda büyük bir fayda temin eder. Evvela kan durgunlukları, ortadan kalkar, kalp atışları artar, kandaki alyuvar sayısı çoğalır, vücuttaki değişmeler hareketlenir, solunum hareketleri kuvvet kazanır. Alınan oksijen miktarı artarak verilen karbondioksit miktarı fazlalaşır.
Açıkta bulunan organları yıkamanın da, vücut üzerinde bevlî ifraz, zehirli maddeleri çokça boşaltma, yemek iştahını açma, hazmı kolaylaştırma, cildî ve harekî sinirleri uyarma gibi umumî bir tesiri vakidir. Bu uyarma, bütün boyun, ciğer ve mide damarlarına, oradan da bütün organlara ve bezlere intikal eder. (25)
Ağız temizliği, su ile gargara yapmak, teneffüs yolları ve ağız vasıtasıyla bulaşan hastalıklardan korunmak hususunda doktorların en mühim tavsiyesidir. Aynı şekilde ağız ve burun içlerini her gün soğuk su ile birkaç defa yıkamak, damar ve boğaz iltihaplarıyla nezleden en mühim bir koruyucu sayılır.(26)
Yüz, el ve ayakların yıkanmasına gelince, bu konuda Dr. Abdülaziz İsmail diyor ki, bunları her gün defalarca yıkamak, cildi hastalık ve iltihaplar için en güzel bir korunmadır zira mikroplardan birçoğu insana deride yerleşmek suretiyle bulaşır. Aynı şekilde parazit bakteriler de vücuda deri yolu ile dâhil olur. Şüphesiz mükerrer yıkamak, basit ve yapıcı bir koruyuculuktur. (27)
“Deri cidden vücutta mühim bir vazife ifa etmektedir. O da kendisinde mevcut binlerce bezden ter ifraz etmesidir. Ter ise yağlı ve tuzlu maddeleri ihtiva etmektedir. Su buharlaşınca, yağlı tuzlar, geriye kalıp deri üzerinde birikirler. Bu tuzlu ve yağlı maddelerle deri kirlenince ter gözenekleri, kapanmış olur. Bunun neticesinde terleme olayı, gerektiği tarzda cereyan etmeye de devam eder. Ancak deri kirlenmesi, tedricen zehirlenme yaptığından mide rahatsızlıkları doğurur. Bu nedenle vücut, deri ve tırnak temizliği, beden sağlığımız açısından çok önemlidir. (28)
b. Koruyucu Hekimlik Açısından Boy Abdesti:
Boy abdestinde de dini ve abdestteki tıbbî faydalarının yanında pek çok sıhhî faydalar vardır çünkü boy abdesti, guslü gerektiren hallerde sarsılan sinirlerin neticesinde vücutta meydana gelen gevşeklik ve uyuşukluğu gidermekte en müessir bir ilâçtır.
Boy abdesti, vücutta umumî- bir intibah meydana getirerek onu, sükûnete kavuşturur ve insanı bedenen ve ruhen dinlendirir. Ayrıca gusül, cildi harekete geçirerek, vücuttaki kan dolaşımını kolaylaştırır, iştahı açar, sinirliliği giderir ve kılcal damarları faaliyete geçirdiğinden soğuğa karşı vücudun direncini artırarak soğuk algınlığını önler. (29)
İslâm dini, cinsî münasebet ve ihtilâm gibi durumlarda boy abdesti alınmasını farz kılmıştır. Bu gibi durumlarda insanların sempatik ve para sempatik bütün sinir sistemleri seferber olmakta ve boşalma esnasında ise en yüksek ve zirvede bir uyarma ile bütün organizmaların sarsıldığı fizyolojik bir olay meydana gelmektedir. Bu olayla birlikte vücutta muazzam bir hücre yıkımı olmaktadır.
Boşalma esnasında, gerek solunum cihazı ve gerekse dolaşım cihazı, bu olaya bütün varlıklarıyla katıldıklarından solunum adedi hızlanmakta yürek atışları şiddetli bir şekilde fazlalaşmaktadır. Bu sarf edilen kuvvet, yaklaşık 1500 metrelik bir mesafeyi koşmaya bedel bulunmaktadır. Yahut başka bir ifade ile 7 katlı bir apartmanın 1. katından en üst katına koşarak çıkmak kadar yorucu olmaktadır. Bu hadise meydana geldikten sonra, uzviyet, müthiş bir yorgunluk ve ezici bir bitkinlik, hatta bir harpten çıkmışçasına büyük bir şok tesiri altında kalmaktadır. İşte milyarlarca hücre kaybıyla beraber, büyük bir sarsıntıya maruz kalan ve zemberek gibi gerilen sinir sistemini, bir gusül abdesti, bir banyo sayesinde derhal bir rehavet ve gevşeme ile sükûnete kavuşmakta ve eski depresyon hali giderek vücuda yeni bir zindelik ve yeni bir canlılık gelmektedir, işte İslâm’ın koruyucu hekimliği...
Boy abdestinin önemini ispat eden bir diğer buluş da “Yüksek frekanslı alan”, “aura”, “HF” ve “Kirlian Fotorafcılığı” adlarıyla anılan yepyeni bir fotoğraf tekniğinin tespit ettiği durumdur. Çıplak gözle görülemeyen enerji alanını gösteren bu fotoğrafçılıkta, obje olarak canlılar, tüm madenler, beden ve organları kullanılmaktadır. Filimde organın kendisi silinmekte, bunun yerine ışıma yapan bir elektro beden göze çarpmaktadır. Fotoğraf plakasına objeden yansıyan görüntü, yüksek voltaj nedeniyle objektifsiz ve merceksiz olarak düşmektedir. Görünen bu enerji bedene, biyoplazmik beden ya da elektron bulutu anlamında “aura” denmektedir. Resmi alınan “aura”nın hiçbir güç harcamadan, doğrudan çıktığı ve deri bölgesinde sürekli yayınlandığı anlaşılmıştır. Bilim adamları, bunun, insan bedenindeki enerji deşarjları olduğunu söylemektedirler, (30)
Bu yöntemle seksten sonra koronanın sertleşip garip renk değişimleri gösterdiği gözlenmiştir. Bunlar, İslâm’daki gusül gibi, tüm bedene su değdirdikten veya duş aldıktan sonra normal duruma dönmüştür.(31) Çağımızda tespit edilen bu gerçek, İslâm’ın bu konuda da yüceliğini göstermiştir. İlim ve teknik, İslâm’ı yalanlamak şöyle dursun bilakis onu teyit etmekte ve onun getirdiklerini geniş bir biçimde açıklamakta ve formüle etmektedir.
B — Beslenme
Koruyucu hekimliğin, en önemli meselelerinden biri de, beslenme konusudur. Yeteri derecede ve dengeli bir şekilde besin alarak sıhhati korumak ve bu vesile ile vücutta meydana gelebilecek hastalıkları önlemek, koruyucu hekimliğin en başta gelen görevleri arasında yer alır.
İslâm Dininin temel amaçlarından biri de insan sağlığını korumak ve muhafaza etmek olduğundan O’nun yüce kitabı Kur’ân, bu konuda dikkat çekici işaretlerde ve ilgi çekici çağrışımlarda bulunmuş ve insanların bu konuda derinlemesine düşünmelerini ve araştırmalarda bulunmasını istemiştir. (32)
Kur’ân’da, et, (33) balık, (34) süt, (35) gibi proteini bol yiyeceklerle, hurma ve üzüm, (36) buğday ve nar, (37) sarımsak, soğan, mercimek, (38) incir ve zeytin, (39) gibi sebze ve meyvelerden bahsedilmekte ve şifa verici olarak bal (40) gösterilmektedir.
Kur’ân’da zikredilen bu gıda maddeleri, insan sağlığı için lüzumlu protein, karbonhidrat ve yağlara sahip olan gıda maddeleridir. Kur’ân’da bu gıda maddelerinin zikredilmesi, insanların, bu gıda maddelerine dikkatlerini çekmek ve bunlara olan ihtiyaçlarını belirtmek içindir. Çağımızdaki beslenme uzmanları da aynı şeyleri söylemektedirler.
Beslenmede, gıda seçimi, sağlığa etkisi, aşırı beslenmenin zararları veya yetersiz beslenme gibi konular önemli bir yer tutar. Bu konuda FAO (Besin ve Tarım Örgütü) ve WHO (Dünya Sağlık örgütü) gibi uluslararası teşkilatlar, ciddî çalışmalarda bulunuyorlarsa da henüz olumlu bir neticeye ulaşamamışlardır. Gelişmiş ülkelerin problemi aşırı ve dengesiz beslenme olduğu halde geri kalmış ülkelerinki ise dengesiz ve yetersiz beslenmedir. Dünyada bir kısım insanlar, aşırı beslenmeden ölürlerken, bir kısım insanlar da açlıktan ve yetersiz beslenmeden ölmektedirler.
İslâm dini, beslenme konusundaki çağımızın bu problemine mâkul ve akılcı çözümler getirmiş ve koyduğu genel prensiplerle insan sağlığını büyük ölçüde korumayı amaçlamıştır.
a. Aşırı ve Dengesiz Beslenme:
Beslenmede, yenilen gıdalar kadar dengeli ve ölçülü yemek de önemli bir yer tutar. Yemede aşırı giderek dengesiz beslenmek, insanı şişmanlığa götürür. Gerçekte vücudun tabiî ağırlığı üzerine fazladan binen her kilo, temel uzuvlara yüklenen bir yük demektir. Emme ve basma görevini yüklenen kalp, kanı vücudun her tarafına ulaştırmak ve tekrar toplamakla yükümlüdür. Bu yüzden de vazifesini hiç ara vermeden yapmak zorundadır. Ağırlığı seksen kilo olan bir vücuda hizmet eden bir kalp, ağırlığı yüz kilo olan bir vücuda hizmet eden bir kalbîden daha az yorulur. Fakat bu yorgunluk, sadece kalbîde kalmaz, vücudun diğer organlarına da sirayet eder.
İnsan aşırı ve dengesiz beslendiği zaman, yenilen yemeklerin sindirimi zor olmakta, dolayısıyla hazımsızlık ve mide rahatsızlıklarına uğramaktadır. Çok yemek yemek, neticesinde mide genişlemekte, büyümekte ve neticede insan şişmanlamaktadır. Şişmanlık ise, insanda kalp hastalıkları, böbrek rahatsızlıkları, tansiyon artması ve şeker hastalığı yapmaktadır. Ayrıca kalp adaleleri rahatsızlıklarına, nefes darlığına ve mafsal iltihaplarına sebep olmaktadır.
Bugün, dengesiz ve aşırı beslenmenin, kalp damar, solunum, sindirim, kas-iskelet ve endokrin sistemlerinde önemli hastalıklara sebep olduğu kesinlikle bilinmektedir.
Aynı zamanda şişmanlığın yol açtığı çirkin görüntü, hareketsizlik ve fiziki yeteneksizlik, kişiyi toplumun birçok faaliyetlerine katılmaktan alıkoymakta ve insanda aşağılık duygusunun, yalnızlık hissinin gelişmesine de yol açmaktadır. Aşırı şişmanlığın yol açtığı tehlikeleri ise bilim adamları şöyle sıralamaktadır:
1. Ani ölüme neden olan kalp damarı tıkanmaları,
2. Tansiyon yüksekliği,
3. Kalp-solunum sistemi yetmezliği ve yetersizliği,
4. Damar tıkanıkları,
5. Şeker hastalığı,
6. Karaciğer - safra kesesi hastalığı,
7. Kemik - eklem rahatsızlıkları,
8. Alt eklemlerde ödemler,
9. Ameliyatta yüksek risk,
10. Böbrek hastalıkları,
11. Mikroplara karşı dirençsizlik,
12. Psikolojik ve sosyal yetmezlikler.
Kur’ân-ı Kerîm, bu konuda “Yiyiniz, içiniz fakat yeme ve içmenizde asla aşırı gitmeyiniz. Dengeli bir biçimde yiyiniz ve içiniz”(41) buyurmaktadır.
Peygamberimiz de “İnsanoğlunun midesini doldurmasından daha zararlı bir şey yoktur. Kişiye belini doğrultacak kadar yemek yeter. Bari hiç olmazsa midenin üçte birini yemeğe, üçte birisini suya, üçte birini de havaya ayırsın.”(42) buyurmaktadır.
Bu hadis ölçülü ve dengeli yemeyi emrederken, midenin üst kısmında kimyevî reaksiyonlardan meydana gelen gazların varlığına da işaret etmektedir.
“Yiyiniz, içiniz fakat aşırı gitmeyiniz” ayetini en güzel bir biçimde yorumlayan Peygamberimiz, yine bu konuda şunları söylemiştir:
“Ümmetim için en çok korktuğum şey: karın büyüklüğü, çok uyku ve tembelliktir” (43)
“Müslüman bir karın dolusu yer, kâfir yedi karın dolusu yer” (44) Bu hadis, Müslümanın mutlaka ölçülü ve dengeli yemek yemesi gerektiğini ve asla yemesinde ve içmesinde aşırı gitmemesini, Müslümanlığının bir gereği saymaktadır.
Yine “Vücudunun senin üzerinde hakkı vardır” (45) diyerek, bedenin insana bir emanet olduğunu ve onu her türlü tehlikelere karşı korumadığı takdirde mesul olacağını belirtmiştir. Cenab-ı Hak da Kur’ân-ı Kerîm’de “Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayınız” (46) buyurmaktadır. Bu âyetin iniş sebebi özel de olsa, hükmünün umumî olduğunda pek çok müfessir ittifak etmiş ve insanı tehdit eden her türlü tehlikeden, yine insanın kendisini koruması gerektiğini söylemişlerdir. (47)
Yukarıda da açıklandığı üzere, çağımızda insanları tehdit eden pek çok şeylerin yanında şişmanlık da insanları tehdit eden bir hastalıktır. Bu hastalıktan korunmak dinimizin de bir emridir ve her Müslüman bu konuda da duyarlı olmak zorundadır zira kendisini çalışmaktan ve ibadetten alıkoyacak her şeyi bertaraf etmekle yükümlüdür.
Az, öz ve dengeli yemek, Kur’ân’ın ve İslâm’ın emridir. İslâm âlimleri, “Yiyiniz, içiniz fakat aşırı gitmeyiniz” ayeti hakkında, “tıbbın yarısı” demişlerdir. (48) Kur’ân’ın bu emrine uyulduğu takdirde, insanların şişmanlık diye bir sorunu olmayacaktır. Gelişmiş ülkelerdeki, aşırı ve dengesiz beslenmeden dolayı meydana gelen şişmanlık sorunu, bunun en tipik örneğidir.
Müslüman da, Yüce Rabbinin bu emrine uyduğu takdirde, az ve öz yiyecek ve dolayısıyla dengeli beslenecektir. Dengeli beslenme de kendisini şişmanlık illetine yakalatmayacaktır. İşte Kur’ân’ın çağlar öncesi koyduğu değişmez ve eskimez genel prensip ve kaidesi. Çağımızın ifadesiyle en mükemmel koruyucu hekimlik kaidesi.
Besin maddelerinin bollaşması, açlık problemini halletmişse de, şişmanlık problemini doğurmuştur. Meselâ Amerika’da tahminen her beş erkekten biri ve her dört kadından bir tanesi normalden %10 daha şişmandır. Sadece Amerika’da damar sertliğine bağlı kalp hastalıklarının erişkin ölümünün % 20’sine sebep olduğu düşünülürse, işin önemi bütün açıklığı ile ortaya çıkar. Herhalde çok yemek, Amerikalıları ölüme götürmektedir. (49)
Şehirlerde oturan yaşlı insanlar, genç çiftlerden ve memleketin kuruluş yıllarındaki mücadeleci nesillerden daha az besine ihtiyaçları olduğu halde, onlar kadar belki de daha fazla kalori almaktadır. İnsanlar daha az bedenî çalışma yaptıkları gibi, sıcak konutlarda oturmakta, konforlu taşıtlarda işlerine gidip gelmekte ve alışverişi kolay yapmaktadır. Ev ve iş yerlerinde işin çoğunu aletler görmektedirler.
Gelişmiş ülkelerde medeniyetin getirdiği bu problemler çözüm beklerken, geri kalmış ülkelerde ise başka problemler çözüm beklemektedir.
Bu problemlerin başında ise, açlık ve yetersiz beslenme sorunu bulunmaktadır. İslâm, aşırı ve dengesiz beslenmeye mani olucu prensip ve kaideler getirdiği gibi, yetersiz ve dengesiz beslenmeye de genel prensip ve kaideler getirmiştir. (50)
B. Yetersiz ve Dengesiz Beslenme:
Kur’ân-ı Kerîm, yetersiz beslenme konusunda “Ey iman edenler, Allah’ın size helâl kıldığı şeyleri, kendinize haram kılmayınız” (51) buyurmaktadır. İnsanın, yeterli ve dengeli beslenebilmesi için, Allah’ın helâl kıldığı her çeşit besin maddesinden yeteri kadar faydalanması gerekir. Çeşitli sebepler ve mülâhazalarla, bazı gıdaların terk edilmesi, tıbbî mahzurlar doğurmaktadır.
Cenab-ı Hak, her türlü helâl ve temiz gıda maddelerinin yenilmesini ve kullanılmasını istemekte ve vejetaryenler gibi bazı gıda maddelerini yemeyenleri kınayarak, “Allah’ın size helal kıldığı gıda maddelerini kendinize haram kılmayınız” demektedir. Gerçekten iyi ve dengeli beslenebilmek için, her çeşit gıda maddelerinden yeterince faydalanmak gerekir.
Bazı sahabîler, Hz. Peygambere gelerek devamlı olarak oruç tutacaklarını, sabahlara kadar uyumayıp ibadet edeceklerini ve kadınlarına yaklaşmayacaklarını söylemişlerdi. Hz. Peygamber ise, bu anlayışa karşı çıkmış ve onlara şöyle demişti: “İçinizde en çok Allah’tan korkan benim. Böyle olduğum halde bazen oruç tutar, bazen tutmam, bazen uyur, bazen uyumam, ibadet ederim ve kadınlarla evlenirim.” (52)
Hz. Peygamber, bu davranışıyla beden ve ruh sağlığına zarar verecek her türlü davranışı, ibadeti ve riyaziyâtı kesinlikle yasaklamış olmaktadır. İslâm, şayet aksi bir hüküm yok ise, bütün eşyanın ve gıda maddelerinin mubah olduğu prensibini getirmiştir. Bu açıdan da konuya bakıldığında İslâm, haram kıldığı maddelerin dışında bütün maddeleri mubah kılmış yahut da şüpheli saymıştır. İslâm, haram olan ve temiz olmayan bütün gıda maddelerinin kullanılmasını ve yenilmesini yasaklamış, ancak bunların dışında kalan bütün gıda maddelerinin dengeli bir biçimde kullanılmasını da istemiştir. Bu sayededir ki insanlar, yetersiz ve dengesiz beslenmeyecekler, dolayısıyla yetersiz beslenmeden kaynaklanan hastalıklara da yakalanmayacaklardır.
Yetersiz beslenme, açlık ve kıtlık, pek çok hastalıklara sebep olmakta özellikle geri kalmış ülkelerde görülen kwashiorkor hastalığına sebep olmaktadır. Bu hastalık, deri altında su toplanmasıyla (ödem) birlikte gelen bir doku dökülmesidir. Çocuğa bodur bir görünüm verir. Marasmus (kuruyup zayıflama illeti) aşırı zayıflığa, şiş bir göbeğe ve saç dökülmesine yol açar. (53)
Aşırı yemek suretiyle şişmanlamak veya az ve yetersiz beslenmek suretiyle zayıflamak aynı ölçüde insan sağlığı için zararlı olmaktadır. İslâm ve O’nun yüce kitabı Kur’ân, her çeşit gıdadan yeteri kadar ve dengeli bir biçimde kullanılmasını emretmekle, insanları her iki durumdan da korumuş ve insan sağlığını beslenme konusunda garanti altına almıştır.
Ancak yetersiz beslenme konusunda çoğumuzun problemi daha ziyade açlık ve kıtlık konusundadır. Birçok ülkede halâ yetersiz beslenme, açlık ve kıtlık süregelmektedir. Dünyadaki insanların dörtte üçü, beslenme enerjilerini sağlamak için kendi yetiştirdikleri tahıl ürünlerine dayanır. Beslenme enerjisinin üçte birinden fazlasının tahıllardan sağlandığı her ülkede, yetersiz beslenmenin etkinliği kabul edilebilir çünkü tahıllar, gerekli besinlerin hepsini sağlayamazlar. (54)
Yirmi yıl önce dünyada protein kıtlığı konusunda bir panik baş göstermiş ve gelişmekte olan ülkelere daha fazla yüksek proteinli besin sağlanması için harekete geçilmiştir. Oysa şimdi yeterli enerji sağlanmadan protein ihtiyaçlarını yerine getirmenin hiç yararı olmadığı ve her çeşit besinin daha fazla sağlanmasına öncelik tanınması gereği anlaşılmıştır (55).
Kıtlık ve beslenme bozuklukları elbette dünyanın kuruluşundan beri vardır. Fakat bugün adeta bir yalancı, yanıltıcı açlık görülüyor zira insanlar, artık dünyaya yetecek kadar kaliteli ve yeterli besin bulma gücündedirler. Bilinen şudur ki, unlu maddelere ve yağlara ek olarak insanın daha 40 cins maddeye ihtiyacı vardır. Bunlardan bir tanesinin eksikliği ağır hastalıklara yol açar (56).
Çağımızda halâ açlık ve kıtlık varsa bu yiyecek maddelerinin yokluğundan değil, israf ve siyasal nedenlerden ötürüdür. Sadece ülkemizde bedeli milyarlara ulaşan ekmek israfı olmaktadır. Açlığın bir diğer nedeni de siyasidir. Ülkeler, birbirlerine ancak siyâsal nedenlerle yardım etmekte şayet elde edebileceği bir menfaat yok ise hiç bir ülkeye yardım elini yeterli düzeyde uzatmamaktadır.
Hâlbuki İslâm dini, yardıma muhtaç kim olursa olsun mutlaka ona yardım edilmesini emretmekte ve bunu, Müslümanlara bir görev olarak vermektedir. Bu konuda hiç bir ayırıma gitmemektedir(57).
Yardımla ilgili bu âyetler, insanlar arasında hiç ayırım yapmadan mü’min, kâfir, Müslüman, Gayri Müslim, iyi kötü her yoksula yardım etmek gerektiğini anlatmaktadır çünkü onları doğru yola iletmek Allah’a ait bir şeydir. Herkes inancından dolayı Allah’a karşı sorumludur. Yardım ederken insanın inancını araştırmak, kendi inanç ve düşüncesinde olmayan yoksula yardım etmemek doğru değildir. Peygamberimiz sadece Müslümanlara değil, herkese sadaka verilmesini emretmiştir (58).
Bu anlayış ye uygulama, İslâm’ın yüceliğini göstermekte, sadece siyâsi amaç veya bir menfaat karşılığı yardımın yapıldığı çağımızda, İslâm’ın insana verdiği değerin büyüklüğünü yansıtmaktadır.
Kur’ân-ı Kerîm ayrıca, insanlara ziraatçılığı teşvik etmiş (59) onlardan yeryüzünün imarını istemiş (60) bu imar ve ziraatçılığı yaparken de usulüne (61) ve toprağın cinsine (62) uygun bir tarımın yapılmasını arzu etmiştir. İnsanlara düşen görev ise, toprağını en iyi bir şekilde işlemek, verimin artması için elinden geleni yapmak ve araştırmalarda bulunmak ve böylece hem kendilerini hem de nesillerini, karşılaşabilecekleri kıtlık ve açlıktan korumaktır. Zaten çağımızda yapılmak istenen de budur.
Çağımızda insanlar bir taraftan verimi artırmak için çalışırlarken diğer taraftan da birbirlerine yardımda bulunurlarsa, şu anda yetersiz ve dengesiz beslenen geri kalmış ülkelerin insanları da yeterli ve dengeli bir beslenme imkânına kavuşmuş olabileceklerdir.
c. Gıdalar ve Sağlığa Etkileri:
Kur’ân’da bazı gıda maddelerinin adı zikredilmiş, fakat geniş ve tafsilatlı bir biçimde bu maddelerin özelliklerine yer verilmemiştir. İstenilen ölçüde geniş ve tafsilatlı bir biçimde besin bilgisinin bulunması da zaten amacına ters düşerdi. Ancak bu konuda dikkat çekici bir husus vardır ki, o da bu gıda maddelerinin adıdır. Kur’ân’da zikredilen bu gıda maddeleri, insan sağlığı için mutlaka lüzumlu olan protein, karbonhidrat ve yağları ihtivâ etmektedir. Proteinli yiyeceklerden et(64) balık(65) ve süt(66) zikreden Kur’ân, karbonhidratlı yiyeceklerden ise, buğday, (67) soğan, sarımsak, mercimek, (68) hurma ve üzüm.(69) gibi sebze ve meyveleri zikretmekte ve nebatî yağlardan (70) bahsetmektedir.
Pek çok yiyecek maddelerinin arasında bunların zikredilmesi tesâdüfî değildir. Çağımızda çok daha iyi anlaşılmıştır ki, bu maddelerin insan sağlığında çok önemli bir yeri bulunmaktadır hatta diyebiliriz ki, insan sağlığını koruyan bu gıda maddeleridir. Kur’ân bunları zikretmekle, insan sağlığını koruyan maddeleri zikretmiş olmaktadır.
1. Anne Sütü:
Çocuğun en tabiî gıdası ana sütüdür. Ana sütü, her çeşit sun’î ve tabiî sütten daha üstündür. Diğer sütler, terkip itibariyle ana sütüne ne kadar yaklaştırılmış olsa da ana sütünün yerini asla tutamaz.
İlk birkaç günkü ana sütü ki, buna kolostrum denir, bebeğin bağışıklık kazanmasını sağlar. Tabiî emzirme, çocuklarda ölüm sayısını azaltmakta, onları, hastalıklara karşı mukavimli, sabırlı ve huzurlu yapmaktadır. Bebeğin hayatındaki ilk aylar için süt, tek besin kaynağı olmaktadır.
Anne sütünün faydalarına gelince:
a. Her bebeğin kabul edebileceği bir gıdadır. Anne için hazırlama problemi yoktur.
b. Anne sütü, daima temiz ve tazedir. Mikrop bulaşma ihtimali ise çok azdır.
c. Besleyici değeri çok yüksek ve hazmı kolaydır.
d. Anne sütü, antikorlar (vücudu hastalıklara kargı koruyan maddeler) yönünden zengindir.
e. Anne sütü, Ip A ve Ip M (hastalıklara kargı vücudu koruyan unsurlar) yönünden zengindir.
f. Anne sütünün yerini tutabilecek hiçbir madde yoktur.
Bu ve benzeri faydalarından ötürü Cenab-ı Hak, “Anneler, çocuklarını tam iki sene emzirirler” (71) buyurmaktadır. Bu hükımü, yukardaki ilmî gerçekler de doğrulamaktadır.
Gerek anne sütünde ve gerekse diğer tabiî sütlerde A vitamini ve B2 vitamini bulunmaktadır.
2. Et ve Balık:
Beslenme açısından etin önemi çok önemlidir çünkü organizmada hayatî fonksiyonları olan aminoasitler, etin bileşiminde yeterli ve dengeli bir oranda bulunduklarından et, besin maddesinin temelini oluşturmaktadır. Etin içerisindeki vitaminler ve mineraller, insan beslenmesinde önemli bir yer tutar. Kur’ân, et ile sebze, hıyar, sarımsak, soğan ve mercimeği mukayese etmekte ve ‘’Daha iyi olanı daha düşük bir şeyle mi değiştirmek istiyorsunuz?”(72) demektedir. Bu ayet, etin beslenmedeki önemini açıkça ifade etmektedir.
Kur’ân et hakkında şöyle demektedir:
“Size kudret helvası ve bıldırcın indirdik. Verdiğimiz rızıkların iyi ve güzel olanlarından yiyiniz.” (73)
“Andolsun ki, elçilerimiz müjde ile İbrahim’e geldiler. Selâm sana dediler. O da size de selâm dedi, hemen kızartılmış bir buzağı getirdi." (74)
“Kudretimizle kendileri için hayvanlar yarattığımızı görmezler mi? Onlara sahip olmaktadırlar. Onları kendilerinin buyruğuna verdik, bindikleri de, etini yedikleri de vardır.” (75)
Allah, kudret helvası ve bıldırcını, Mısır’dan çıkıp Filistin’e geldiklerinde Yahudilere bir lütuf olarak vermiş ve size yerdiğimiz bu iyi ve güzel yiyeceklerden yiyiniz demiştir. Fakat Yahudiler, “Ey Musa bir çeşit yemeğe dayanamayacağız, bizim için Rabbine yalvar, bize yerin bitirdiği, sebze, hıyar, sarımsak, mercimek ve soğan yetiştirsin.” (76) diye itirazda bulununca Cenab-ı Hak, da “Hayırlı olanı, daha düşük şeyle mi değiştirmek istiyorsunuz? Bir şehre inin, şüphesiz orada istediğiniz vardır” (77) demişti.
Bu ifadelerden etin ve sebzelerin de önemli olduğunu, ancak etin öneminin sebzelerden daha çok olduğunu anlıyoruz. Zira Cenab-ı Hak sebzeleri yasaklamıyor, etle sebzeleri mukayese ederek, değeri daha yüksek olan eti bırakıp da değeri daha düşük olan sebzeleri mi tercih ediyorsunuz, diyor.
Balık konusunda ise Cenab-ı Hak:
“İki deniz bir değildir. Birinin suyu tatlı ve kolay içimlidir, diğeri tuzlu ve acıdır. Her birinden taze balık eti yersiniz”(78).
“İkisi iki denizin birleştiği yere ulaşınca balıklarını unutmuşlardı.”(79) buyurmaktadır.
Bu ayetler, et gibi balığın da bir besin maddesi olduğunu, eski çağlardan beri bir besin maddesi olarak da yenildiğini anlatmaktadır. Nitekim balık konusundaki ikinci ayet, Hz. Musa’nın yolculuk esnasında yanına yiyecek olarak balık aldığını, fakat iki denizin birleştiği yere varınca balığı unuttuğunu anlatmaktadır.
Et ve balık, protein yönünden zengin olan besin maddeleridir. Proteinin en önemli işlevi, doku oluşması ve büyümesinde kullanılmasıdır. Bileşimindeki azot, canlı dokuların temel taşlarından birisidir. Proteinin en küçük birimi, aminoasitlerdir. Kimya yönünden yüzlerce çeşit aminoasit olsa da, tabiatta sadece 22 aminoasit bulunmaktadır. Bütün protein türleri, bu 22 aminoasitten yapılmışlardır. Aminoasitlerin cinsi ve belirli diziliş sırası, belirli protein verir. Proteinlerin niteliğini, bu kimyasal düzenleme tespit eder. Bitkiler, bütün aminoasitleri, elementleri birleştirerek kendileri yaparlar. Fakat memelilerin, hazır aminoasit birimlerine ihtiyaçları vardır. Karaciğer, aldığı bazı aminoasitleri, kimyasal gruplarını yeniden düzenleyerek değiştirebilir, fakat sekiz tane temel ve gerekli aminoasit yapamaz(80).
Sağlık açısından beslenmedeki, proteinin miktarı kadar kalitesi de önemlidir. Temel aminoasitlerin herhangi birinin eksik olduğu bir beslenme düzeni yararlı olmaz. Sekiz temel protein de yeterli ölçülerde alınmalıdır. Süt, balık, yumurta, peynir ve et, hayvansal protein yönünden zengin kaynaklardır. Bitkisel proteinlerde genellikle temel aminoasitlerin biri yoktur. (81) Cenab-ı Hak da, etle sebzeleri, soğan, sarımsak ve mercimeği mukayese ederek, etin daha değerli olduğunu söylemektedir. İlim, ise bu değerin protein açısından olduğunu açıklamaktadır.
3. Sebzeler ve Meyveler:
Kur’ân-ı Kerîm, bazı sebze ve meyvelerden özellikle bahsetmekte ve insanların dikkatini bunlara çekmektedir.
“Tatları çeşitli ekin ve hurmaları, zeytin ve narı birbirine benzer ve benzetmez şekilde yaratan O’dur. Ürün verdiği zaman ürününden yiyin. Devşirildiği ve biçildiği gün de hakkını verin, israf etmeyin.” (82)
“Hurma ağaçlarının meyvelerinden ve üzümlerden şerbet, şıra ve güzel rızık elde edersiniz” (83).
“O, gökten su indirendir. Her bitkiyi onunla bitirdik, ondan bitirdiğimiz yeşilden yığın yığın taneler, hurmaların tomurcuklarından sarkan salkımlar, üzüm bağları, zeytin ve nar çıkardık” (84).
“Ey Musa bir çeşit yemeğe dayanamayacağız, bizim için Rabbine yalvar, bize yerin bitirdiği sebze, hıyar, sarımsak, mercimek ve soğan yetiştirsin, demiştiniz” (85).
“İncir ve zeytine andolsun” (86).
Görüldüğü kadarıyla Kur’ân’da, ekin, hurma, zeytin, nar, üzüm, sebze, hıyar, sarımsak, mercimek, soğan ve incirin adları zikredilmektedir. Zikredilen bu meyve ve sebzeler, gerek karbonhidrat ve gerekse vitamin yönünden zengin olan gıda maddeleridir.
Kur’ân’ın ekin olarak tanımladığı şey, tahıllar, özellikle buğdaydır. Kur’ân’da buna işaret eden bir âyet de bulunmaktadır. Bakara suresi 261. âyetinde “habbe” kelimesi geçmektedir. Habbe, tahıl tanelerine verilen bir ad ise de özellikle buğday tanesine verilen bir addır. Bu nedenle, tahıl denilince akla ilk gelen buğday olmaktadır Gerçekten de buğday, Orta Doğu menşelidir. Buğday, bir yandan Akdeniz ve Avrupa’ya, bir yandan da Rusya’ya yayılmıştır. Tahıllar, karbonhidratlı gıda maddelerinden sayılmaktadır.
Kur’ân’da zikredilen soğan, sarımsak ve mercimeğin besin değerleri tartışmasız kabul edilmekte özellikle sarımsağın ve soğanın faydaları üzerinde önemle durulmaktadır.
Meyvelerden özellikle üzüm, hurma ve narın faydaları sayılamayacak kadar çoktur. Bu meyveler, vitaminler açısından çok zengindirler.
4. Yağlar:
Yağlar, en yoğun enerji veren bir besin türüdür. Yağlar, hayvansal veya bitkisel olabilir. Bizim yağlı olduğunu düşünmediğimiz daha birçok besinde de yağ bulunabilir. Hayvansal yağlar içinde, tereyağı ve içyağının önemli bir yeri vardır. Bitkisel yağlar içinde ise, zeytinyağı ve çiçek yağının yeri küçümsenemeyecek kadar büyüktür.
Kur’ân, bu yağ çeşitleri arasında özellikle bitkisel bir yağ olan zeytinyağından bahsetmiş ve şöyle demiştir:
‘‘Onunla (su ile) içinde yediğiniz birçok meyveler bulunan hurmalık ve üzüm bağları, Tur-i Sinâ’da yetişen ve yiyenlere yağ ve katık veren zeytin ağacı var ettik”(87).
Zeytin, mükemmel bir besin maddesi olduğu kadar mükemmel bir yağ çeşididir de. Bu yüzden de eski çağlardan beri insanlar tarafından hem yağ hem de katık olarak kullanılmaktadır.
5. Bal:
Bal, eski çağlardan beri bilinen ve kullanılan bir besin maddesidir. Koruyucu hekimlikte, sağlığı koruyucu ve hastalıkları önleyici olarak kullanıldığı gibi, tedavide de bir ilâç olarak kullanılmıştır.
Kur’ân, diğer besin maddeleriyle birlikte baldan da bahsetmiş, ancak balın insanlar için bir şifâ olduğunu da açıkça beyan etmiştir. Nitekim bal hakkında Kur’ân’ın ifâdesi, meâlen şöyledir:
“Rabbin bal arısına: ‘Dağlardan, ağaçlardan ve insanların sizin için yaptığı şeylerden kendilerinize evler edinin,” diye vahyetti. Sonra bütün meyvelerin tamamından ye ve Rabbinin sana has kıldığı yoldan git diye emretti. Onun karnından muhtelif renklerde bir şerbet çıkar ki, onda insanlar için şifâ vardır. Bunda da tefekkür eden kavim için âyetler vardır” (88).
Peygamberimiz de, balın şifâ veren bir gıda olduğunu söylemiş ve bizzat kendisi balı, şifâ ve tedavi amacıyla kullanmıştır.(89) Hz. Ömer de onulmaz yaraları bal ile tedavi etmiştir. O balı, yaralara hem sürer hem de içirirdi. Bugün de aynı tedavi usulü tatbik edilmekte ve % 90 müspet neticeler alınmaktadır(90).
“Ebû Saîd el-Hudrî’den rivayet edilen bir hadiste, adamın biri, Resulüllah’ın yanına gelmiş ve O’na kardeşimin karnı şişti demişti. Hz. Peygamber de “Ona bal içir” dedi. Adam bal içirdi ve tekrar gelerek “Ey Allah’ın Resulü, balı içirdim, fakat daha fazla şişti” dedi. Peygamberimiz de “Git ve bal içir” dedi. Adam tekrar geldi ve “İçirdim ama ey Allah’ın Resulü daha fazla şişirmekten başka bir işe yaramadı” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber: “Muhakkak ki Allah doğruyu söylüyor. Yalan olan senin kardeşinin karnıdır. Git ona tekrar bal içir, dedi. Adam gitti ve tekrar bal içirdi. Daha sonra Peygamberimize gelerek bu sefer kardeşinin iyi olduğunu bildirdi.”(91)
Balın şifâ verici ve insan sıhhatini koruyucu bir özelliğe sahip oluşu, onun özel niteliklere sahip bir besin maddesi oluşundandır. Balda yaklaşık olarak % 25–40 sakaroz, % 30–45 früktoz, % 15–25 su ve muhtelif oranlarda protein, asit, organik ve madenî maddeler bulunmaktadır (92)
Sakaroz, balda diğer besin maddelerine nispetle daha fazla bulunduğundan pek çok hastalıklarda doktorlar tarafından bir ilâç olarak kullanılmakta ve hatta bal, özel nitelikleri dolayısıyla kuvvetlendirici ve gıda verici bir besin maddesi olarak da isti’mal edilmektedir.
Bal dâhili ve haricî zehirlenmelere karşı koruyucu olarak kullanıldığı gibi, tifo, akciğer, beyin, ilik iltihapları, kızamık ve ateşli hastalıklardaki zehirlenmelere karşı da şifâ verici ve koruyucu olarak kullanılmaktadır. O, kalp zafiyetine, nefes darlığına da iyi gelmektedir (93).
Bal tıbbi folklorda iyi bir besin maddesi ve çok iyi bir ilâç olarak kullanılmıştır. Modern tıpta da bal, aynı amaçla kullanılmaktadır. Peygamberimizin bu konudaki ifadesi net ve kesindir:
“Şifâ verici olarak size iki şey kâfidir: Bal ve Kur’ân” (94).
(1) el-Müddessir, 74/4.
(2) el-Maide, 5/6.
(3) Ebû Bekîr el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâit, Beyrut, 1967, Kitabu’t-Tahare 1/226.
(4) Müslim, Sahih, Kader, 24.
(5) Tirmizî, Sünen, Daavet, 106.
(6) Tirmizî, Sünen, Züht, 34, İbn Mace, Sünen, Züht, 9.
(7) Tirmizî, Sünen, Daavet, HN. 3510.
(8) Camiu’s-Sagir.
(9) Tirmizî, Tefsir, Tekâsür.
(10) Tirmizî, Edeb, 41.
(11) Müslim, Cuma 9 (2/216)
(12) Buhari, Cuma, 12, (1/216)
(13) Tirmizî, Et’ıme, 39–45. Ebû Davud, Et’ıme, hn. 3761.
(14) Müslim, Tahare, 88.
(15) Heysemî, Mecmeu’z-Zevâit, 1/226.
(16) Ahmed, Müsned, 1/237.
(17) el-Müddessir, 74/4.
(18) Elmalılı, Hak Dinî, VII/5450.
(19) Kadri Unat, a.g.e. s. 52.
(20) Buhari, Sahih, Vudu, 43.
(21) el-Maide, 5/6.
(22) et-Tevbe, 9/108.
(23) Fatır, 35,/18.
(24) el-Meraği, Tefsir, Beyrut, cüz. VI, s. 65.
(25) A. Nevfel, İslâm ve Modern ilim, Ter. Hamit Eker. İst. 1970. s. 184.
(26) A. Nevfel, a.g.e. 3. 185.
(27) A. Nevfel, a.g.e. s. 185–186
(28) A. Nevfel, İslâm ve Modern ilim, s. 186.
(29) Dr. Nebil et-Tavil, Ehadis fi’s-Sıhha Dımaşk, Tarihsiz, s. 27–28.
(30) Fatih Böhürler, Kirlian Fotoğrafçılığı, Yankı Dergisi, 13–19 Haziran, 1983, s. 48.
(31) F. Böhürler, a.g.m. s. 49. Hayatın Aurası, Sızıntı, Aralık, 1983, s. 423. Yıl, 5, sayı, 59. Scince Now’dan tercüme, Tercüme eden: M. Ali Öztürk.
(32) Cevheri, el-Cevâhir, Mısır, 1350, 1/241–243,
(33) el-Bakara, 2/57, Hud, 11/69, Yasin, 36/71–72.
(34) Fatır, 35/12, el-Kehf, 18/61, 63.
(35) en-Nahl, 16/66, Yasin, 36/73.
(36) en-Nahl, 16/67.
(37) el-En’am, 6/99.
(38) el-Bakara, 2/61,
(39) et-Tin, 95/1,
(40) en-Nahl, 16/68–69.
(41) el-A’raf, 7/31.
(42) Müslim, Eşribe, HN. 2060.
(43) Camiu’s-Sagir, 1/190.
(44) Camiu’s-Sagir, 1/14.
(45) Tirmizî, Et’ime, HN. 1857.
(46) el-Bakara, 2/195.
(47) İbn Kesir, Tefsir, Mısır, Tarihsiz, 1/228–229. Elmalılı, 1/701702.
(48) Elmalı, Hak Dini, 111/2153.
(49) Time, Life, Sağlık ve Hastalık Ansiklopedisi, Tercüman Yayıncılık, s. 79.
(50) Adı geçen eser, aynı yer.
(51) Maide, 5/87.
(52) Buhari, Savm, 55.
(53) Merril Durrant, Sağlıklı Beslenme, Ter, Nurdan Arda, İst. 1979. s. 46.
(54). Durrant, a.g.e. s. 46.
(55) Durrant, a.g.e. s. 46.
(56) Time, Life, Sağlık ve Hastalık, s. 72.
(57) Bakara, 2/270-274., Süleyman Ateş, Kur’ân-ı Kerîm’in Yüce Meâli ve Çağdaş Tefsiri, Ankara, 1982, 1/319-321.
(58) S. Ateş, a.g.e. 1/320–321.
(59) Mülk, 67/61.
(60) Hûd, 11/61
(61) el-Kehf, 18/85.
(62) el-A’raf, 7/58.
(63) Konyalı, Mehmet Vehbi, Ahkam-i Kur’aniye, Ist. 1966 s 217-221.
(64) el-Bakara, 2/57, Hud, 11/69.
(65) Fatır, 35/15, el-Kehf, 18/61.
(66) en-Nahl, 16/66. Yasin, 36/73.
(67) el-En’am, 6/99.
(68) el-Bakara, 2/61.
(69) en-Nahl, 16/67.
(70) el-Mü’minün 23/20.
(71) el-Bakara, 2/233
(72) el-Bakara, 2/61.
(73) el-Bakara, 2/57.
(74) Hûd, 11/69.
(75) Yâsîn, 36/71–72.
(76) el-Bakara, 2/61.
(77) el-Bakara, 2/61.
(78) Fatır, 35/12.
(79) el-Kehf 18/61
(80) Durrant, a.g.e. s. 10.
(81) Durrant, a.g.e. s. 11.
(82) el-En’am, 6/141.
(83) en-Nahl, 16/67.
(84) el-En’âm, 6/99.
(85) el-Bakara, 2/61.
(86) et-Tin, 95/1.
(87) el-Mü’minûn, 23/20.
(88) en-Nahl, 16/68–69.
(89) Buharî, Tıp, 4.VII/12–13.
(90) Çantay, Meâl, 11/495.
(91) S. Kutub, Fizilâl, c. V, cüz 14. s. 78.
(92) el-Merağî, Tefsir, cüz XIV, s. 106.
(93) el-Merağî, a.g.e. aynı yer.
(94) Ibn Mace, Sünen, Tıp, 1.