Makale

KUR’ÂN’DA SAĞLIK

KUR’ÂN’DA SAĞLIK

Celâl KIRCA
E.Ü. İlahiyat Fakültesi
Öğr. Görevlisi

Temizlik, gerek tıbbın ve gerekse koruyucu hekimliğin (hijyen) en ziyade önem verdiği ve üzerinde durduğu konuların başında yer almaktadır. Temizlik çeşitleri arasında ise ilk sırayı şüphesiz beden temizliği almaktadır. İslâmiyet, tıbbın bugün üzerinde önemle durduğu beden te­mizliği konusunu, asırlarca önce hem beden hem de ruh temizliği ve sağ­lığı açısından ele almış ve bu konularda ciddi prensipler ve hükümler ge­tirmiştir. Bu prensipler ve hükümler, özellikle koruyucu hekimlik ile il­gili tedbirleri ihtiva etmekte ve insan sağlığını bütünüyle korumayı amaç­lamaktadır.

İslâm’ın getirdiği bu prensipler ve hükümler, insanı bütünüyle hedef almakta ve ona göre koruyucu tedbirlerini getirmektedir. İslâm, insanı parçalayarak bedeni için ayrı kanunlar ve prensipler, ruhu için ayrı ka­nun ve prensipler ortaya koymaz. Bilakis insanı ruh ve bedenden müteşekkil bir bütün kabul ederek tedbirlerini ona göre getirir. Bu genel prensibe göre Kur’ân’ın getirdiği her tedbir, hem bedeni hem de ruhu ilgilendirmekte ve böylece insanın ruh ve beden sağlığını birlikte koru­maktadır. Yâni İslâm’ın her hükmünde, beden için olduğu kadar, ruh için de hükümler ve faydalar bulunmakta, aynı şekilde ruh için olan bir hü­kümde de beden için faydalar bulunmaktadır.

A — Temizlik :

Kur’ân, insanların görevlerini tam ve eksiksiz yapabilmeleri için sağlıklı, güçlü ve kuvvetli olmaları­nı istemektedir. Sağlıklı, güçlü ve kuvvetli olmanın ve sağlıklı yasama­nın şartlarından biri de genel anlam­da temizliktir.

Temizlik, gerek tıbbın ve gerek­se koruyucu hekimliğin (hijyen) en ziyade önem verdiği ve üzerinde dur­duğu konuların başında yer almak­tadır. Temizlik çeşitleri arasında ise, ilk sırayı şüphesiz beden temizliği almaktadır. İslâmiyet, tıbbın bugün üzerinde önemle durduğu beden te­mizliği konusunu, asırlarca önce hem beden hem de ruh temizliği ve sağlığı açısından ele almış ve bu konularda ciddî prensipler ve hü­kümler getirmiştir. Bu prensipler ve hükümler, özellikle koruyucu hekimlik ile ilgili tedbirleri ihtiva etmekte ve insan sağlığını bütünüyle korumayı amaçlamaktadır.

İslâm’ın getirdiği bu prensipler ve hükümler, insanı bütünüyle hedef almakta ve ona göre koruyucu ted­birlerini getirmektedir. İslâm, insa­nı parçalayarak bedeni için ayrı ka­nunlar ve prensipler, ruhu için ayrı kanun ve prensipler ortaya koymaz. Bilâkis insanı ruh ve bedenden mü­teşekkil bir bütün kabul ederek ted­birlerini ona göre getirir. Bu genel prensibe göre Kur’ân’ın getirdiği her tedbir, hem bedeni hem de ruhu il­gilendirmekte ve böylece insanın ruh ve beden sağlığını birlikte korumak­tadır. Yâni İslâm’ın her hükmünde, beden için olduğu kadar, ruh için de hükümler ve faydalar bulunmakta aynı şekilde ruh için olan bir hü­kümde de beden için faydalar bulun­maktadır.

Namaz ve oruç gibi bedenî iba­detler, bunun en güzel örnekleridir zira namaz ve oruçta ruh sağlığını sağlayan faydalar da bulunmakta­dır. Namaz ve oruç ferdi bir bütün olarak ele alan ve onu her yönüyle koruyan ibadetlerin başında yer al­maktadır.

Kur’ân’ın temizlik konusunda getirdiği tedbirlerin başında elbise temizliği(1) ve vücut temizliği(2) yer almaktadır. Peygamberimiz de elbise ve vücut temizliğine önem vermekte ve “Vücutlarınızı temizle­yiniz (3) buyurmaktadır.

İslâm dinî ve O’nun yüce Pey­gamberi Hz. Muhammed sağlık ko­nusuna özellikle beden sağlığına çok önem vermiş ve insan sağlığının korunması için genel direktifler ve emirler vermiştir. İnsanları, sağlıklarını korumaya teşvik etmiş ve sağlıklarını nasıl koruyacaklarını onlara geniş bir biçimde açıklamış­tır. Nitekim bu konuda Peygamberi­miz :

“Allah katında kuvvetli mü’min, zayıf mü’minden daha hayırlıdır ve daha sevgilidir”’(4).

“İman hariç tutulursa, kişiye sağlıktan daha hayırlı bir nimet ve­rilmemiştir” (5).

“Kim, bedeni sıhhatli, kalbi kor­kudan uzak ve günlük yiyeceği ya­nında olduğu halde sabaha çıkarsa, dünyaya sahip olmuş gibidir” (6).

“Allah’tan istenen şeyler içeri­sinde O’na, sağlık istemekten daha sevimli gelen bir şey yoktur” (7).

“Dualarınızın en hayırlısı, Allah’tan af ve afiyet dileminizdir”(8) buyurmaktadır.

Sağlığın korunması, özellikle te­mizlik konusunda ise Peygamberi­miz:

“Temizlik imanın yansıdır”(9).

“Allah temizdir, temizleri se­ver”(10).

“Her yedi günde bir bedenini ve başını yıkamak, Allah’ın her Müslüman üzerindeki hakkıdır”(11).

“Cuma günü yıkanmak her ye­tişkin Müslümana gereklidir”(12).

“Yemekten önce ve sonra elleri yıkamak, yemeğin bereketindendir”(13).

“Sabahleyin kalkınca ellerinizi yıkayınız” (14).

"Bedeninizi temiz tutunuz ki, Allah da sizi temiz tutsun”(15).

“Evlerinizin çevresini temiz tu­tunuz”(16) buyurmuştur.

Bu hadisler, Kur’ân-ı Kerîm’i açıklama ve tefsir etmekle görevli Peygamberimizin sağlık ve temizlik konusundaki sözlerinden sadece bir­kaçıdır. Fakat bu kadarı bile sağlı­ğın ve temizliğin önemini belirtmeye kâfidir;

Kur’ân’da “Elbiseni temizle”(17) buyrulmaktadır. Bu temizlik, pis el­bise ve beden temizliğine işaret etti­ği gibi, maddî ve manevî temizliğe de işaret etmektedir(18) zira pis çamaşır ve elbiseler, başlıklar, birçok hastalıkların bulaşmasında önemli rol oynarlar. Bu şekilde saç kıran ve kel gibi mantarlı deri has­talıkları(19) bit ve bitlerle bulaşan tifüs, dönek humma... gibi hastalık­lar geçer.

Elbise temizliği, insan sağlığını bulaşıcı hastalıklardan koruduğu gi­bi, ruh sağlığını koruması açısından da önem arz etmektedir zira temiz ve sağlıklı bir elbise, insana güven duygusu vermekte ve insanı aşağılık duygusundan ve kötü neticelerinden özellikle korumaktadır. Bu da ruh sağlığı açısından küçümsenemeyecek bir durumdur.

Elbise temizliğinin yanında, her gün abdest vesilesiyle beş kere el, kol, yüz ve ayakların yıkanmasını, ağız ve diş temizliğini(20) ve boy abdesti vesilesiyle de vücut temizli­ğini emretmekle İslâm ve O’nun yü­ce kitabı Kur’ân, bulaşıcı olan veya olmayan bütün hastalıkların önlen­mesini sağlamıştır.

Cenab-ı Hak, Kur’ân-ı Kerim’de “Ey iman edenler, namaza kal­kacağınız zaman yüzünüzü, (dirsek­lere kadar) ellerinizi yıkayın, başını­zı mesh edip (iki topuğa kadar) ayaklarınızı yıkayın, şayet cünüp iseniz, boy abdesti alınız(21) “Allah çok temizlenenleri sever” (22) ve “Kim te­mizlenirse sırf kendi faidesine temiz­lenmiş olur”(23) buyurmaktadır.

İslâm dininde temizlik, hem maddî hem de manevî temizliğe şâ­mildir. Yüce Allah, bu temizliklere önem vermekte ve bu konuya özel bir itina göstererek temizlik yapan­ları sevmektedir. Bütün vücudu ve yahut vücudun muayyen bir kısmını yıkamak, insana zindelik ve gayret verir. Gerçekten temizlik, beden sıh­hatinin esasıdır. Kir ve pislik, hasta­lıkları ve pek çok dertleri celp etmektedir. Bundan dolayıdır ki, dok­torların, daha çok mide hastalıkları ve salgın hastalıklarda temizliğe önem ve özel bir itina gösterdikleri­ne şahit oluyoruz (24).

İslâm dini, hasta olup da iyi ol­maya çalışmaktansa, hasta olmama­ya çalışmayı emretmekte ve günlük yaşayışımızda sağlıklı, vücudumu­zun fizik ve moral yapısının düzgün işleyebilmesi için gereken şeylerin yapılmasını istemektedir. Namaz ve abdestle İslâm, insana bu şartları en mükemmel bir biçimde sağlamakta­dır.

a. Koruyucu Hekimlik Açısın­dan Abdest:

Abdestin, ruhî ve dinî birçok faydalarının yanında tıbbî faydala­rı da mevcuttur. Bu konuda yapılan araştırmalar da bu hükmü doğrula­maktadır. Abdest almak için suya ihtiyaç vardır. Su ise insan hayatın­da çok önemli bir yer tutar. Su va­sıtasıyla yapılan temizlik neticesinde:

1. Su, cildi temizleyerek üzerin­de bulunan mikropları giderdiği için vücutta çıbanların çıkmasına engel olur.

2. Su, vücuttaki, yani derinin üzerindeki görünmeyen delikleri açarak vücudun teneffüs etmesine yardım eder.

3. Su, vücudu uyararak kan do­laşımını kolaylaştırır, dolayısıyla id­rarı artırır ve iştahı açar.

4. Sinir sistemini rahata kavuş­turur.

Dr. Mufık Eşşattî ise abdest ko­nusunda şunları söylemektedir:

“Abdest öyle mevzi bir yıkama­dır ki, onda soğuk su kullanılmasıy­la derideki kılcal damarlar toplanır, sonra tekrar eski haline gelir. Bu da vücuda büyük bir fayda temin eder. Evvela kan durgunlukları, ortadan kalkar, kalp atışları artar, kandaki alyuvar sayısı çoğalır, vücuttaki değişmeler hareketlenir, solunum hareketleri kuvvet kazanır. Alınan oksijen miktarı artarak verilen kar­bondioksit miktarı fazlalaşır.

Açıkta bulunan organları yıka­manın da, vücut üzerinde bevlî ifraz, zehirli maddeleri çokça boşaltma, yemek iştahını açma, hazmı kolay­laştırma, cildî ve harekî sinirleri uyar­ma gibi umumî bir tesiri vakidir. Bu uyarma, bütün boyun, ciğer ve mide damarlarına, oradan da bütün organlara ve bezlere intikal eder. (25)

Ağız temizliği, su ile gargara yapmak, teneffüs yolları ve ağız vası­tasıyla bulaşan hastalıklardan korunmak hususunda doktorların en mü­him tavsiyesidir. Aynı şekilde ağız ve burun içlerini her gün soğuk su ile birkaç defa yıkamak, damar ve bo­ğaz iltihaplarıyla nezleden en mühim bir koruyucu sayılır.(26)

Yüz, el ve ayakların yıkanması­na gelince, bu konuda Dr. Abdülaziz İsmail diyor ki, bunları her gün defa­larca yıkamak, cildi hastalık ve il­tihaplar için en güzel bir korunmadır zira mikroplardan birçoğu insana de­ride yerleşmek suretiyle bulaşır. Ay­nı şekilde parazit bakteriler de vücu­da deri yolu ile dâhil olur. Şüphesiz mükerrer yıkamak, basit ve yapıcı bir koruyuculuktur. (27)

“Deri cidden vücutta mühim bir vazife ifa etmektedir. O da kendisinde mevcut binlerce bezden ter ifraz et­mesidir. Ter ise yağlı ve tuzlu mad­deleri ihtiva etmektedir. Su buharla­şınca, yağlı tuzlar, geriye kalıp deri üzerinde birikirler. Bu tuzlu ve yağlı maddelerle deri kirlenince ter göze­nekleri, kapanmış olur. Bunun neti­cesinde terleme olayı, gerektiği tarz­da cereyan etmeye de devam eder. Ancak deri kirlenmesi, tedricen zehir­lenme yaptığından mide rahatsızlık­ları doğurur. Bu nedenle vücut, deri ve tırnak temizliği, beden sağlığımız açısından çok önemlidir. (28)

b. Koruyucu Hekimlik Açısından Boy Abdesti:

Boy abdestinde de dini ve abdestteki tıbbî faydalarının yanında pek çok sıhhî faydalar vardır çünkü boy abdesti, guslü gerektiren hallerde sarsılan sinirlerin neticesinde vücutta meydana gelen gevşeklik ve uyuşuk­luğu gidermekte en müessir bir ilâç­tır.

Boy abdesti, vücutta umumî- bir intibah meydana getirerek onu, sükûnete kavuşturur ve insanı bedenen ve ruhen dinlendirir. Ayrıca gusül, cildi harekete geçirerek, vücuttaki kan dolaşımını kolaylaştırır, iştahı açar, sinirliliği giderir ve kılcal da­marları faaliyete geçirdiğinden soğu­ğa karşı vücudun direncini artıra­rak soğuk algınlığını önler. (29)

İslâm dini, cinsî münasebet ve ihtilâm gibi durumlarda boy abdesti alınmasını farz kılmıştır. Bu gibi du­rumlarda insanların sempatik ve pa­ra sempatik bütün sinir sistemleri seferber olmakta ve boşalma esnasında ise en yüksek ve zirvede bir uyarma ile bütün organizmaların sarsıldığı fizyolojik bir olay meydana gelmek­tedir. Bu olayla birlikte vücutta muazzam bir hücre yıkımı olmakta­dır.

Boşalma esnasında, gerek solu­num cihazı ve gerekse dolaşım cihazı, bu olaya bütün varlıklarıyla katıldık­larından solunum adedi hızlanmakta yürek atışları şiddetli bir şekilde faz­lalaşmaktadır. Bu sarf edilen kuvvet, yaklaşık 1500 metrelik bir mesafeyi koşmaya bedel bulunmaktadır. Yahut başka bir ifade ile 7 katlı bir apart­manın 1. katından en üst katına koşarak çıkmak kadar yorucu olmakta­dır. Bu hadise meydana geldikten sonra, uzviyet, müthiş bir yorgunluk ve ezici bir bitkinlik, hatta bir harpten çıkmışçasına büyük bir şok tesiri altında kalmaktadır. İşte milyarlarca hücre kaybıyla beraber, büyük bir sarsıntıya maruz kalan ve zemberek gibi gerilen sinir sistemini, bir gusül abdesti, bir banyo sayesinde derhal bir rehavet ve gevşeme ile sükûnete kavuşmakta ve eski depresyon ha­li giderek vücuda yeni bir zindelik ve yeni bir canlılık gelmektedir, iş­te İslâm’ın koruyucu hekimliği...

Boy abdestinin önemini ispat eden bir diğer buluş da “Yüksek frekanslı alan”, “aura”, “HF” ve “Kirlian Fotorafcılığı” adlarıyla anılan yepyeni bir fotoğraf tekniğinin tespit ettiği durumdur. Çıplak gözle görülemeyen enerji alanını gösteren bu fotoğraf­çılıkta, obje olarak canlılar, tüm ma­denler, beden ve organları kullanıl­maktadır. Filimde organın kendisi silinmekte, bunun yerine ışıma yapan bir elektro beden göze çarpmaktadır. Fotoğraf plakasına objeden yansı­yan görüntü, yüksek voltaj nedeniyle objektifsiz ve merceksiz olarak düş­mektedir. Görünen bu enerji bedene, biyoplazmik beden ya da elektron bulutu anlamında “aura” denmektedir. Resmi alınan “aura”nın hiçbir güç harcamadan, doğrudan çıktığı ve deri bölgesinde sürekli yayınlandığı anla­şılmıştır. Bilim adamları, bunun, in­san bedenindeki enerji deşarjları ol­duğunu söylemektedirler, (30)

Bu yöntemle seksten sonra koronanın sertleşip garip renk değişim­leri gösterdiği gözlenmiştir. Bunlar, İslâm’daki gusül gibi, tüm bedene su değdirdikten veya duş aldıktan sonra normal duruma dönmüştür.(31) Çağı­mızda tespit edilen bu gerçek, İslâm’ın bu konuda da yüceliğini gös­termiştir. İlim ve teknik, İslâm’ı ya­lanlamak şöyle dursun bilakis onu teyit etmekte ve onun getirdiklerini geniş bir biçimde açıklamakta ve formüle etmektedir.

B — Beslenme

Koruyucu hekimliğin, en önemli meselelerinden biri de, beslenme ko­nusudur. Yeteri derecede ve dengeli bir şekilde besin alarak sıhhati koru­mak ve bu vesile ile vücutta meyda­na gelebilecek hastalıkları önlemek, koruyucu hekimliğin en başta gelen görevleri arasında yer alır.

İslâm Dininin temel amaçların­dan biri de insan sağlığını korumak ve muhafaza etmek olduğundan O’nun yüce kitabı Kur’ân, bu konuda dikkat çekici işaretlerde ve ilgi çekici çağrışımlarda bulunmuş ve insanla­rın bu konuda derinlemesine düşün­melerini ve araştırmalarda bulunma­sını istemiştir. (32)

Kur’ân’da, et, (33) balık, (34) süt, (35) gibi proteini bol yiyecekler­le, hurma ve üzüm, (36) buğday ve nar, (37) sarımsak, soğan, merci­mek, (38) incir ve zeytin, (39) gibi sebze ve meyvelerden bahsedilmekte ve şifa verici olarak bal (40) gösteril­mektedir.

Kur’ân’da zikredilen bu gıda maddeleri, insan sağlığı için lüzumlu protein, karbonhidrat ve yağlara sa­hip olan gıda maddeleridir. Kur’ân’da bu gıda maddelerinin zikredilmesi, insanların, bu gıda maddelerine dik­katlerini çekmek ve bunlara olan ihtiyaçlarını belirtmek içindir. Ça­ğımızdaki beslenme uzmanları da ay­nı şeyleri söylemektedirler.

Beslenmede, gıda seçimi, sağlığa etkisi, aşırı beslenmenin zararları ve­ya yetersiz beslenme gibi konular ö­nemli bir yer tutar. Bu konuda FAO (Besin ve Tarım Örgütü) ve WHO (Dünya Sağlık örgütü) gibi uluslararası teşkilatlar, ciddî çalışmalarda bulunuyorlarsa da henüz olumlu bir neticeye ulaşamamışlardır. Gelişmiş ülkelerin problemi aşırı ve dengesiz beslenme olduğu halde geri kalmış ülkelerinki ise dengesiz ve yetersiz bes­lenmedir. Dünyada bir kısım insanlar, aşırı beslenmeden ölürlerken, bir kı­sım insanlar da açlıktan ve yetersiz beslenmeden ölmektedirler.

İslâm dini, beslenme konusunda­ki çağımızın bu problemine mâkul ve akılcı çözümler getirmiş ve koyduğu genel prensiplerle insan sağlığını büyük ölçüde korumayı amaçlamıştır.

a. Aşırı ve Dengesiz Beslenme:

Beslenmede, yenilen gıdalar kadar dengeli ve ölçülü yemek de önemli bir yer tutar. Yemede aşırı giderek dengesiz beslenmek, insanı şişmanlı­ğa götürür. Gerçekte vücudun tabiî ağırlığı üzerine fazladan binen her kilo, temel uzuvlara yüklenen bir yük demektir. Emme ve basma görevini yüklenen kalp, kanı vücudun her ta­rafına ulaştırmak ve tekrar toplamak­la yükümlüdür. Bu yüzden de vazife­sini hiç ara vermeden yapmak zorun­dadır. Ağırlığı seksen kilo olan bir vücuda hizmet eden bir kalp, ağırlığı yüz kilo olan bir vücuda hizmet eden bir kalbîden daha az yorulur. Fakat bu yorgunluk, sadece kalbîde kalmaz, vücudun diğer organlarına da sirayet eder.

İnsan aşırı ve dengesiz beslendiği zaman, yenilen yemeklerin sindirimi zor olmakta, dolayısıyla hazımsızlık ve mide rahatsızlıklarına uğramaktadır. Çok yemek yemek, neticesinde mide genişlemekte, büyümekte ve neticede insan şişmanlamaktadır. Şiş­manlık ise, insanda kalp hastalıkları, böbrek rahatsızlıkları, tansiyon art­ması ve şeker hastalığı yapmaktadır. Ayrıca kalp adaleleri rahatsızlıkları­na, nefes darlığına ve mafsal iltihap­larına sebep olmaktadır.

Bugün, dengesiz ve aşırı beslen­menin, kalp damar, solunum, sindi­rim, kas-iskelet ve endokrin sistemle­rinde önemli hastalıklara sebep oldu­ğu kesinlikle bilinmektedir.

Aynı zamanda şişmanlığın yol aç­tığı çirkin görüntü, hareketsizlik ve fiziki yeteneksizlik, kişiyi toplumun birçok faaliyetlerine katılmaktan alıkoymakta ve insanda aşağılık duygusunun, yalnızlık hissinin gelişme­sine de yol açmaktadır. Aşırı şişman­lığın yol açtığı tehlikeleri ise bilim adamları şöyle sıralamaktadır:

1. Ani ölüme neden olan kalp damarı tıkanmaları,

2. Tansiyon yüksekliği,

3. Kalp-solunum sistemi yetmezliği ve yetersizliği,

4. Damar tıkanıkları,

5. Şeker hastalığı,

6. Karaciğer - safra kesesi hastalığı,

7. Kemik - eklem rahatsızlıkları,

8. Alt eklemlerde ödemler,

9. Ameliyatta yüksek risk,

10. Böbrek hastalıkları,

11. Mikroplara karşı dirençsizlik,

12. Psikolojik ve sosyal yetmezlikler.

Kur’ân-ı Kerîm, bu konuda “Yi­yiniz, içiniz fakat yeme ve içmenizde asla aşırı gitmeyiniz. Dengeli bir bi­çimde yiyiniz ve içiniz”(41) buyur­maktadır.

Peygamberimiz de “İnsanoğlu­nun midesini doldurmasından daha zararlı bir şey yoktur. Kişiye belini doğrultacak kadar yemek yeter. Ba­ri hiç olmazsa midenin üçte birini yemeğe, üçte birisini suya, üçte biri­ni de havaya ayırsın.”(42) buyurmaktadır.

Bu hadis ölçülü ve dengeli ye­meyi emrederken, midenin üst kıs­mında kimyevî reaksiyonlardan mey­dana gelen gazların varlığına da işa­ret etmektedir.

“Yiyiniz, içiniz fakat aşırı gitme­yiniz” ayetini en güzel bir biçimde yorumlayan Peygamberimiz, yine bu konuda şunları söylemiştir:

“Ümmetim için en çok korktu­ğum şey: karın büyüklüğü, çok uyku ve tembelliktir” (43)

“Müslüman bir karın dolusu yer, kâfir yedi karın dolusu yer” (44) Bu hadis, Müslümanın mutlaka ölçülü ve dengeli yemek yemesi gerektiğini ve asla yemesinde ve içmesinde aşırı gitmemesini, Müslümanlığının bir gereği saymaktadır.

Yine “Vücudunun senin üzerinde hakkı vardır” (45) diyerek, bedenin insana bir emanet olduğunu ve onu her türlü tehlikelere karşı korumadı­ğı takdirde mesul olacağını belirtmiş­tir. Cenab-ı Hak da Kur’ân-ı Kerîm’de “Kendi ellerinizle kendinizi tehlike­ye atmayınız” (46) buyurmaktadır. Bu âyetin iniş sebebi özel de olsa, hük­münün umumî olduğunda pek çok müfessir ittifak etmiş ve insanı tehdit eden her türlü tehlikeden, yine insanın kendisini koruması gerektiğini söylemişlerdir. (47)

Yukarıda da açıklandığı üzere, çağımızda insanları tehdit eden pek çok şeylerin yanında şişmanlık da in­sanları tehdit eden bir hastalıktır. Bu hastalıktan korunmak dinimizin de bir emridir ve her Müslüman bu ko­nuda da duyarlı olmak zorundadır zira kendisini çalışmaktan ve iba­detten alıkoyacak her şeyi bertaraf etmekle yükümlüdür.

Az, öz ve dengeli yemek, Kur’ân’ın ve İslâm’ın emridir. İslâm âlimleri, “Yiyiniz, içiniz fakat aşırı gitme­yiniz” ayeti hakkında, “tıbbın yarısı” demişlerdir. (48) Kur’ân’ın bu emrine uyulduğu takdirde, insanların şişmanlık diye bir sorunu olmayacaktır. Gelişmiş ülkelerdeki, aşırı ve denge­siz beslenmeden dolayı meydana gelen şişmanlık sorunu, bunun en tipik örneğidir.

Müslüman da, Yüce Rabbinin bu emrine uyduğu takdirde, az ve öz yi­yecek ve dolayısıyla dengeli beslene­cektir. Dengeli beslenme de kendisini şişmanlık illetine yakalatmayacaktır. İşte Kur’ân’ın çağlar öncesi koydu­ğu değişmez ve eskimez genel prensip ve kaidesi. Çağımızın ifadesiyle en mükemmel koruyucu hekimlik kaidesi.

Besin maddelerinin bollaşması, açlık problemini halletmişse de, şiş­manlık problemini doğurmuştur. Me­selâ Amerika’da tahminen her beş erkekten biri ve her dört kadından bir tanesi normalden %10 daha şişman­dır. Sadece Amerika’da damar sertli­ğine bağlı kalp hastalıklarının eriş­kin ölümünün % 20’sine sebep olduğu düşünülürse, işin önemi bütün açıklığı ile ortaya çıkar. Herhalde çok ye­mek, Amerikalıları ölüme götürmek­tedir. (49)

Şehirlerde oturan yaşlı insanlar, genç çiftlerden ve memleketin kuru­luş yıllarındaki mücadeleci nesiller­den daha az besine ihtiyaçları olduğu halde, onlar kadar belki de daha fazla kalori almaktadır. İnsanlar daha az bedenî çalışma yaptıkları gibi, sıcak konutlarda oturmakta, konforlu ta­şıtlarda işlerine gidip gelmekte ve alışverişi kolay yapmaktadır. Ev ve iş yerlerinde işin çoğunu aletler gör­mektedirler.

Gelişmiş ülkelerde medeniyetin getirdiği bu problemler çözüm bek­lerken, geri kalmış ülkelerde ise baş­ka problemler çözüm beklemektedir.

Bu problemlerin başında ise, açlık ve yetersiz beslenme sorunu bu­lunmaktadır. İslâm, aşırı ve denge­siz beslenmeye mani olucu prensip ve kaideler getirdiği gibi, yetersiz ve dengesiz beslenmeye de genel prensip ve kaideler getirmiştir. (50)

B. Yetersiz ve Dengesiz Beslen­me:

Kur’ân-ı Kerîm, yetersiz beslen­me konusunda “Ey iman edenler, Allah’ın size helâl kıldığı şeyleri, ken­dinize haram kılmayınız” (51) buyur­maktadır. İnsanın, yeterli ve denge­li beslenebilmesi için, Allah’ın helâl kıldığı her çeşit besin maddesinden yeteri kadar faydalanması gerekir. Çeşitli sebepler ve mülâhazalarla, ba­zı gıdaların terk edilmesi, tıbbî mah­zurlar doğurmaktadır.

Cenab-ı Hak, her türlü helâl ve te­miz gıda maddelerinin yenilmesini ve kullanılmasını istemekte ve vejetaryenler gibi bazı gıda maddelerini yemeyenleri kınayarak, “Allah’ın size helal kıldığı gıda maddelerini kendi­nize haram kılmayınız” demektedir. Gerçekten iyi ve dengeli beslenebil­mek için, her çeşit gıda maddelerin­den yeterince faydalanmak gerekir.

Bazı sahabîler, Hz. Peygambere gelerek devamlı olarak oruç tutacak­larını, sabahlara kadar uyumayıp ibadet edeceklerini ve kadınlarına yaklaşmayacaklarını söylemişlerdi. Hz. Peygamber ise, bu anlayışa karşı çıkmış ve onlara şöyle demişti: “İçi­nizde en çok Allah’tan korkan benim. Böyle olduğum halde bazen oruç tu­tar, bazen tutmam, bazen uyur, bazen uyumam, ibadet ederim ve kadınlar­la evlenirim.” (52)

Hz. Peygamber, bu davranışıyla beden ve ruh sağlığına zarar verecek her türlü davranışı, ibadeti ve riyaziyâtı kesinlikle yasaklamış olmakta­dır. İslâm, şayet aksi bir hüküm yok ise, bütün eşyanın ve gıda maddele­rinin mubah olduğu prensibini getir­miştir. Bu açıdan da konuya bakıl­dığında İslâm, haram kıldığı madde­lerin dışında bütün maddeleri mubah kılmış yahut da şüpheli saymıştır. İslâm, haram olan ve temiz olmayan bütün gıda maddelerinin kullanılması­nı ve yenilmesini yasaklamış, ancak bunların dışında kalan bütün gıda maddelerinin dengeli bir biçimde kul­lanılmasını da istemiştir. Bu sayededir ki insanlar, yetersiz ve dengesiz beslenmeyecekler, dolayısıyla yeter­siz beslenmeden kaynaklanan hastalıklara da yakalanmayacaklardır.

Yetersiz beslenme, açlık ve kıt­lık, pek çok hastalıklara sebep ol­makta özellikle geri kalmış ülkeler­de görülen kwashiorkor hastalığına sebep olmaktadır. Bu hastalık, deri altında su toplanmasıyla (ödem) bir­likte gelen bir doku dökülmesidir. Çocuğa bodur bir görünüm verir. Ma­rasmus (kuruyup zayıflama illeti) aşırı zayıflığa, şiş bir göbeğe ve saç dökülmesine yol açar. (53)

Aşırı yemek suretiyle şişmanla­mak veya az ve yetersiz beslenmek suretiyle zayıflamak aynı ölçüde in­san sağlığı için zararlı olmaktadır. İslâm ve O’nun yüce kitabı Kur’ân, her çeşit gıdadan yeteri kadar ve den­geli bir biçimde kullanılmasını em­retmekle, insanları her iki durum­dan da korumuş ve insan sağlığını beslenme konusunda garanti altına almıştır.

Ancak yetersiz beslenme konu­sunda çoğumuzun problemi daha ziyade açlık ve kıtlık konusun­dadır. Birçok ülkede halâ yetersiz beslenme, açlık ve kıtlık süregelmek­tedir. Dünyadaki insanların dörtte üçü, beslenme enerjilerini sağlamak için kendi yetiştirdikleri tahıl ürün­lerine dayanır. Beslenme enerjisinin üçte birinden fazlasının tahıllardan sağlandığı her ülkede, yetersiz beslen­menin etkinliği kabul edilebilir çün­kü tahıllar, gerekli besinlerin hepsini sağlayamazlar. (54)

Yirmi yıl önce dünyada protein kıtlığı konusunda bir panik baş göstermiş ve gelişmekte olan ülke­lere daha fazla yüksek proteinli be­sin sağlanması için harekete geçil­miştir. Oysa şimdi yeterli enerji sağ­lanmadan protein ihtiyaçlarını ye­rine getirmenin hiç yararı olmadığı ve her çeşit besinin daha fazla sağ­lanmasına öncelik tanınması gereği anlaşılmıştır (55).

Kıtlık ve beslenme bozuklukları elbette dünyanın kuruluşundan beri vardır. Fakat bugün adeta bir ya­lancı, yanıltıcı açlık görülüyor zira insanlar, artık dünyaya yetecek ka­dar kaliteli ve yeterli besin bulma gücündedirler. Bilinen şudur ki, unlu maddelere ve yağlara ek olarak insa­nın daha 40 cins maddeye ihtiyacı vardır. Bunlardan bir tanesinin ek­sikliği ağır hastalıklara yol açar (56).

Çağımızda halâ açlık ve kıtlık varsa bu yiyecek maddelerinin yok­luğundan değil, israf ve siyasal ne­denlerden ötürüdür. Sadece ülkemiz­de bedeli milyarlara ulaşan ekmek israfı olmaktadır. Açlığın bir diğer nedeni de siyasidir. Ülkeler, birbirleri­ne ancak siyâsal nedenlerle yardım etmekte şayet elde edebileceği bir menfaat yok ise hiç bir ülkeye yar­dım elini yeterli düzeyde uzatma­maktadır.

Hâlbuki İslâm dini, yardıma muhtaç kim olursa olsun mutlaka ona yardım edilmesini emretmekte ve bunu, Müslümanlara bir görev ola­rak vermektedir. Bu konuda hiç bir ayırıma gitmemektedir(57).

Yardımla ilgili bu âyetler, insan­lar arasında hiç ayırım yapmadan mü’min, kâfir, Müslüman, Gayri Müslim, iyi kötü her yoksula yardım et­mek gerektiğini anlatmaktadır çünkü onları doğru yola iletmek Allah’a ait bir şeydir. Herkes inancından do­layı Allah’a karşı sorumludur. Yar­dım ederken insanın inancını araştır­mak, kendi inanç ve düşüncesinde olmayan yoksula yardım etmemek doğru değildir. Peygamberimiz sadece Müslümanlara değil, herkese sadaka verilmesini emretmiştir (58).

Bu anlayış ye uygulama, İslâm’ın yüceliğini göstermekte, sadece siyâsi amaç veya bir menfaat karşı­lığı yardımın yapıldığı çağımızda, İslâm’ın insana verdiği değerin bü­yüklüğünü yansıtmaktadır.

Kur’ân-ı Kerîm ayrıca, insanla­ra ziraatçılığı teşvik etmiş (59) onlar­dan yeryüzünün imarını istemiş (60) bu imar ve ziraatçılığı yaparken de usulüne (61) ve toprağın cinsine (62) uygun bir tarımın yapılmasını arzu etmiştir. İnsanlara düşen görev ise, toprağını en iyi bir şekilde işle­mek, verimin artması için elinden geleni yapmak ve araştırmalarda bulunmak ve böylece hem kendileri­ni hem de nesillerini, karşılaşabile­cekleri kıtlık ve açlıktan korumaktır. Zaten çağımızda yapılmak iste­nen de budur.

Çağımızda insanlar bir taraftan verimi artırmak için çalışırlarken diğer taraftan da birbirlerine yardımda bulunurlarsa, şu anda yetersiz ve dengesiz beslenen geri kalmış ülkelerin insanları da yeterli ve dengeli bir beslenme imkânına kavuşmuş olabileceklerdir.

c. Gıdalar ve Sağlığa Etkileri:

Kur’ân’da bazı gıda maddeleri­nin adı zikredilmiş, fakat geniş ve tafsilatlı bir biçimde bu maddelerin özelliklerine yer verilmemiştir. İste­nilen ölçüde geniş ve tafsilatlı bir biçimde besin bilgisinin bulunması da zaten amacına ters düşerdi. An­cak bu konuda dikkat çekici bir hu­sus vardır ki, o da bu gıda mad­delerinin adıdır. Kur’ân’da zikredi­len bu gıda maddeleri, insan sağlığı için mutlaka lüzumlu olan protein, karbonhidrat ve yağları ihtivâ et­mektedir. Proteinli yiyeceklerden et(64) balık(65) ve süt(66) zikreden Kur’ân, karbonhidratlı yiyecekler­den ise, buğday, (67) soğan, sarımsak, mercimek, (68) hurma ve üzüm.(69) gibi sebze ve meyveleri zikretmekte ve nebatî yağlardan (70) bahsetmek­tedir.

Pek çok yiyecek maddelerinin arasında bunların zikredilmesi tesâdüfî değildir. Çağımızda çok daha iyi anlaşılmıştır ki, bu maddelerin in­san sağlığında çok önemli bir yeri bulunmaktadır hatta diyebiliriz ki, insan sağlığını koruyan bu gıda maddeleridir. Kur’ân bunları zikret­mekle, insan sağlığını koruyan mad­deleri zikretmiş olmaktadır.

1. Anne Sütü:

Çocuğun en tabiî gıdası ana sü­tüdür. Ana sütü, her çeşit sun’î ve tabiî sütten daha üstündür. Diğer sütler, terkip itibariyle ana sütüne ne kadar yaklaştırılmış olsa da ana sütünün yerini asla tutamaz.

İlk birkaç günkü ana sütü ki, buna kolostrum denir, bebeğin ba­ğışıklık kazanmasını sağlar. Tabiî emzirme, çocuklarda ölüm sayısını azaltmakta, onları, hastalıklara kar­şı mukavimli, sabırlı ve huzurlu yap­maktadır. Bebeğin hayatındaki ilk aylar için süt, tek besin kaynağı olmaktadır.

Anne sütünün faydalarına ge­lince:

a. Her bebeğin kabul edebilece­ği bir gıdadır. Anne için hazırlama problemi yoktur.

b. Anne sütü, daima temiz ve tazedir. Mikrop bulaşma ihtimali ise çok azdır.

c. Besleyici değeri çok yüksek ve hazmı kolaydır.

d. Anne sütü, antikorlar (vü­cudu hastalıklara kargı koruyan maddeler) yönünden zengindir.

e. Anne sütü, Ip A ve Ip M (has­talıklara kargı vücudu koruyan un­surlar) yönünden zengindir.

f. Anne sütünün yerini tutabile­cek hiçbir madde yoktur.

Bu ve benzeri faydalarından ötürü Cenab-ı Hak, “Anneler, çocuk­larını tam iki sene emzirirler” (71) buyurmaktadır. Bu hükımü, yukardaki ilmî gerçekler de doğrulamak­tadır.

Gerek anne sütünde ve gerekse diğer tabiî sütlerde A vitamini ve B2 vitamini bulunmaktadır.

2. Et ve Balık:

Beslenme açısından etin önemi çok önemlidir çünkü organizmada hayatî fonksiyonları olan aminoasitler, etin bileşiminde yeterli ve dengeli bir oranda bulunduklarından et, besin maddesinin temelini oluş­turmaktadır. Etin içerisindeki vita­minler ve mineraller, insan beslenmesinde önemli bir yer tutar. Kur’ân, et ile sebze, hıyar, sarımsak, soğan ve mercimeği mukayese etmekte ve ‘’Daha iyi olanı daha düşük bir şey­le mi değiştirmek istiyorsunuz?”(72) demektedir. Bu ayet, etin beslenme­deki önemini açıkça ifade etmekte­dir.

Kur’ân et hakkında şöyle demek­tedir:

“Size kudret helvası ve bıldırcın indirdik. Verdiğimiz rızıkların iyi ve güzel olanlarından yiyiniz.” (73)

“Andolsun ki, elçilerimiz müjde ile İbrahim’e geldiler. Selâm sana dediler. O da size de selâm dedi, he­men kızartılmış bir buzağı getir­di." (74)

“Kudretimizle kendileri için hay­vanlar yarattığımızı görmezler mi? Onlara sahip olmaktadırlar. Onları kendilerinin buyruğuna verdik, bin­dikleri de, etini yedikleri de vardır.” (75)

Allah, kudret helvası ve bıldır­cını, Mısır’dan çıkıp Filistin’e geldik­lerinde Yahudilere bir lütuf olarak vermiş ve size yerdiğimiz bu iyi ve güzel yiyeceklerden yiyiniz demiştir. Fakat Yahudiler, “Ey Musa bir çe­şit yemeğe dayanamayacağız, bizim için Rabbine yalvar, bize yerin bitir­diği, sebze, hıyar, sarımsak, merci­mek ve soğan yetiştirsin.” (76) diye itirazda bulununca Cenab-ı Hak, da “Hayırlı olanı, daha düşük şeyle mi değiştirmek istiyorsunuz? Bir şehre inin, şüphesiz orada istediğiniz var­dır” (77) demişti.

Bu ifadelerden etin ve sebzele­rin de önemli olduğunu, ancak etin öneminin sebzelerden daha çok ol­duğunu anlıyoruz. Zira Cenab-ı Hak sebzeleri yasaklamıyor, etle sebzeleri mukayese ederek, değeri daha yük­sek olan eti bırakıp da değeri daha düşük olan sebzeleri mi tercih edi­yorsunuz, diyor.

Balık konusunda ise Cenab-ı Hak:

“İki deniz bir değildir. Birinin suyu tatlı ve kolay içimlidir, diğeri tuzlu ve acıdır. Her birinden taze balık eti yersiniz”(78).

“İkisi iki denizin birleştiği yere ulaşınca balıklarını unutmuşlardı.”(79) buyurmaktadır.

Bu ayetler, et gibi balığın da bir besin maddesi olduğunu, eski çağlar­dan beri bir besin maddesi olarak da yenildiğini anlatmaktadır. Nitekim balık konusundaki ikinci ayet, Hz. Musa’nın yolculuk esnasında yanına yiyecek olarak balık aldığını, fakat iki denizin birleştiği yere varınca balığı unuttuğunu anlatmaktadır.

Et ve balık, protein yönünden zengin olan besin maddeleridir. Pro­teinin en önemli işlevi, doku oluşma­sı ve büyümesinde kullanılmasıdır. Bileşimindeki azot, canlı dokuların temel taşlarından birisidir. Proteinin en küçük birimi, aminoasitlerdir. Kimya yönünden yüzlerce çeşit ami­noasit olsa da, tabiatta sadece 22 aminoasit bulunmaktadır. Bütün protein türleri, bu 22 aminoasitten yapılmışlardır. Aminoasitlerin cinsi ve belirli diziliş sırası, belirli protein verir. Proteinlerin niteliğini, bu kim­yasal düzenleme tespit eder. Bitkiler, bütün aminoasitleri, elementleri bir­leştirerek kendileri yaparlar. Fakat memelilerin, hazır aminoasit birim­lerine ihtiyaçları vardır. Karaciğer, aldığı bazı aminoasitleri, kimyasal gruplarını yeniden düzenleyerek de­ğiştirebilir, fakat sekiz tane temel ve gerekli aminoasit yapamaz(80).

Sağlık açısından beslenmedeki, proteinin miktarı kadar kalitesi de önemlidir. Temel aminoasitlerin her­hangi birinin eksik olduğu bir bes­lenme düzeni yararlı olmaz. Sekiz temel protein de yeterli ölçülerde alınmalıdır. Süt, balık, yumurta, pey­nir ve et, hayvansal protein yönün­den zengin kaynaklardır. Bitkisel proteinlerde genellikle temel aminoasitlerin biri yoktur. (81) Cenab-ı Hak da, etle sebzeleri, soğan, sarımsak ve mercimeği mukayese ederek, etin daha değerli olduğunu söylemektedir. İlim, ise bu değerin protein açısın­dan olduğunu açıklamaktadır.

3. Sebzeler ve Meyveler:

Kur’ân-ı Kerîm, bazı sebze ve meyvelerden özellikle bahsetmekte ve insanların dikkatini bunlara çekmek­tedir.

“Tatları çeşitli ekin ve hurma­ları, zeytin ve narı birbirine benzer ve benzetmez şekilde yaratan O’dur. Ürün verdiği zaman ürününden yiyin. Devşirildiği ve biçildiği gün de hak­kını verin, israf etmeyin.” (82)

“Hurma ağaçlarının meyvelerin­den ve üzümlerden şerbet, şıra ve gü­zel rızık elde edersiniz” (83).

“O, gökten su indirendir. Her bit­kiyi onunla bitirdik, ondan bitirdiği­miz yeşilden yığın yığın taneler, hur­maların tomurcuklarından sarkan salkımlar, üzüm bağları, zeytin ve nar çıkardık” (84).

“Ey Musa bir çeşit yemeğe dayanamayacağız, bizim için Rabbine yalvar, bize yerin bitirdiği sebze, hıyar, sarımsak, mercimek ve soğan yetiştirsin, demiştiniz” (85).

“İncir ve zeytine andolsun” (86).

Görüldüğü kadarıyla Kur’ân’da, ekin, hurma, zeytin, nar, üzüm, seb­ze, hıyar, sarımsak, mercimek, so­ğan ve incirin adları zikredilmekte­dir. Zikredilen bu meyve ve sebze­ler, gerek karbonhidrat ve gerekse vitamin yönünden zengin olan gıda maddeleridir.

Kur’ân’ın ekin olarak tanımladığı şey, tahıllar, özellikle buğday­dır. Kur’ân’da buna işaret eden bir âyet de bulunmaktadır. Bakara su­resi 261. âyetinde “habbe” kelimesi geçmektedir. Habbe, tahıl tanelerine verilen bir ad ise de özellikle buğ­day tanesine verilen bir addır. Bu nedenle, tahıl denilince akla ilk ge­len buğday olmaktadır Gerçekten de buğday, Orta Doğu menşelidir. Buğ­day, bir yandan Akdeniz ve Avrupa’­ya, bir yandan da Rusya’ya yayılmış­tır. Tahıllar, karbonhidratlı gıda maddelerinden sayılmaktadır.

Kur’ân’da zikredilen soğan, sa­rımsak ve mercimeğin besin değerle­ri tartışmasız kabul edilmekte özel­likle sarımsağın ve soğanın faydaları üzerinde önemle durulmaktadır.

Meyvelerden özellikle üzüm, hurma ve narın faydaları sayılamayacak kadar çoktur. Bu meyveler, vi­taminler açısından çok zengindirler.

4. Yağlar:

Yağlar, en yoğun enerji veren bir besin türüdür. Yağlar, hayvansal ve­ya bitkisel olabilir. Bizim yağlı oldu­ğunu düşünmediğimiz daha birçok besinde de yağ bulunabilir. Hayvan­sal yağlar içinde, tereyağı ve içyağının önemli bir yeri vardır. Bitkisel yağlar içinde ise, zeytinyağı ve çi­çek yağının yeri küçümsenemeyecek kadar büyüktür.

Kur’ân, bu yağ çeşitleri arasında özellikle bitkisel bir yağ olan zeytinyağından bahsetmiş ve şöyle demiş­tir:

‘‘Onunla (su ile) içinde yediğiniz birçok meyveler bulunan hurmalık ve üzüm bağları, Tur-i Sinâ’da yeti­şen ve yiyenlere yağ ve katık veren zeytin ağacı var ettik”(87).

Zeytin, mükemmel bir besin maddesi olduğu kadar mükemmel bir yağ çeşididir de. Bu yüzden de eski çağlardan beri insanlar tarafın­dan hem yağ hem de katık olarak kullanılmaktadır.

5. Bal:

Bal, eski çağlardan beri bilinen ve kullanılan bir besin maddesidir. Koruyucu hekimlikte, sağlığı koruyu­cu ve hastalıkları önleyici olarak kul­lanıldığı gibi, tedavide de bir ilâç olarak kullanılmıştır.

Kur’ân, diğer besin maddeleriy­le birlikte baldan da bahsetmiş, an­cak balın insanlar için bir şifâ oldu­ğunu da açıkça beyan etmiştir. Nite­kim bal hakkında Kur’ân’ın ifâdesi, meâlen şöyledir:

“Rabbin bal arısına: ‘Dağlardan, ağaçlardan ve insanların sizin için yaptığı şeylerden kendilerinize evler edinin,” diye vahyetti. Sonra bütün meyvelerin tamamından ye ve Rabbinin sana has kıldığı yoldan git diye emretti. Onun karnından muhtelif renklerde bir şerbet çıkar ki, onda insanlar için şifâ vardır. Bunda da tefekkür eden kavim için âyetler vardır” (88).

Peygamberimiz de, balın şifâ ve­ren bir gıda olduğunu söylemiş ve bizzat kendisi balı, şifâ ve tedavi amacıyla kullanmıştır.(89) Hz. Ömer de onulmaz yaraları bal ile tedavi etmiştir. O balı, yaralara hem sürer hem de içirirdi. Bugün de aynı te­davi usulü tatbik edilmekte ve % 90 müspet neticeler alınmaktadır(90).

“Ebû Saîd el-Hudrî’den rivayet edilen bir hadiste, adamın biri, Resulüllah’ın yanına gelmiş ve O’na kardeşimin karnı şişti demişti. Hz. Peygamber de “Ona bal içir” de­di. Adam bal içirdi ve tekrar gele­rek “Ey Allah’ın Resulü, balı içirdim, fakat daha fazla şişti” dedi. Peygamberimiz de “Git ve bal içir” dedi. Adam tekrar geldi ve “İçirdim ama ey Allah’ın Resulü daha fazla şişir­mekten başka bir işe yaramadı” de­di. Bunun üzerine Hz. Peygamber: “Muhakkak ki Allah doğruyu söylü­yor. Yalan olan senin kardeşinin kar­nıdır. Git ona tekrar bal içir, dedi. Adam gitti ve tekrar bal içirdi. Daha sonra Peygamberimize gelerek bu sefer kardeşinin iyi olduğunu bildir­di.”(91)

Balın şifâ verici ve insan sıhhati­ni koruyucu bir özelliğe sahip oluşu, onun özel niteliklere sahip bir besin maddesi oluşundandır. Balda yakla­şık olarak % 25–40 sakaroz, % 30–45 früktoz, % 15–25 su ve muhtelif oran­larda protein, asit, organik ve ma­denî maddeler bulunmaktadır (92)

Sakaroz, balda diğer besin mad­delerine nispetle daha fazla bulun­duğundan pek çok hastalıklarda dok­torlar tarafından bir ilâç olarak kul­lanılmakta ve hatta bal, özel nitelik­leri dolayısıyla kuvvetlendirici ve gı­da verici bir besin maddesi olarak da isti’mal edilmektedir.

Bal dâhili ve haricî zehirlenme­lere karşı koruyucu olarak kullanıl­dığı gibi, tifo, akciğer, beyin, ilik iltihapları, kızamık ve ateşli hastalık­lardaki zehirlenmelere karşı da şifâ verici ve koruyucu olarak kullanıl­maktadır. O, kalp zafiyetine, nefes darlığına da iyi gelmektedir (93).

Bal tıbbi folklorda iyi bir besin maddesi ve çok iyi bir ilâç olarak kullanılmıştır. Modern tıpta da bal, aynı amaçla kullanılmaktadır. Pey­gamberimizin bu konudaki ifadesi net ve kesindir:

“Şifâ verici olarak size iki şey kâfidir: Bal ve Kur’ân” (94).

(1) el-Müddessir, 74/4.
(2) el-Maide, 5/6.
(3) Ebû Bekîr el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâit, Beyrut, 1967, Kitabu’t-Tahare 1/226.
(4) Müslim, Sahih, Kader, 24.
(5) Tirmizî, Sünen, Daavet, 106.
(6) Tirmizî, Sünen, Züht, 34, İbn Mace, Sünen, Züht, 9.
(7) Tirmizî, Sünen, Daavet, HN. 3510.
(8) Camiu’s-Sagir.
(9) Tirmizî, Tefsir, Tekâsür.
(10) Tirmizî, Edeb, 41.
(11) Müslim, Cuma 9 (2/216)
(12) Buhari, Cuma, 12, (1/216)
(13) Tirmizî, Et’ıme, 39–45. Ebû Davud, Et’ıme, hn. 3761.
(14) Müslim, Tahare, 88.
(15) Heysemî, Mecmeu’z-Zevâit, 1/226.
(16) Ahmed, Müsned, 1/237.
(17) el-Müddessir, 74/4.
(18) Elmalılı, Hak Dinî, VII/5450.
(19) Kadri Unat, a.g.e. s. 52.
(20) Buhari, Sahih, Vudu, 43.
(21) el-Maide, 5/6.
(22) et-Tevbe, 9/108.
(23) Fatır, 35,/18.
(24) el-Meraği, Tefsir, Beyrut, cüz. VI, s. 65.
(25) A. Nevfel, İslâm ve Modern ilim, Ter. Hamit Eker. İst. 1970. s. 184.
(26) A. Nevfel, a.g.e. 3. 185.
(27) A. Nevfel, a.g.e. s. 185–186
(28) A. Nevfel, İslâm ve Modern ilim, s. 186.
(29) Dr. Nebil et-Tavil, Ehadis fi’s-Sıhha Dımaşk, Tarihsiz, s. 27–28.
(30) Fatih Böhürler, Kirlian Fotoğrafçılığı, Yankı Dergisi, 13–19 Haziran, 1983, s. 48.
(31) F. Böhürler, a.g.m. s. 49. Hayatın Aurası, Sızıntı, Aralık, 1983, s. 423. Yıl, 5, sayı, 59. Scince Now’dan tercüme, Tercüme eden: M. Ali Öztürk.
(32) Cevheri, el-Cevâhir, Mısır, 1350, 1/241–243,
(33) el-Bakara, 2/57, Hud, 11/69, Yasin, 36/71–72.
(34) Fatır, 35/12, el-Kehf, 18/61, 63.
(35) en-Nahl, 16/66, Yasin, 36/73.
(36) en-Nahl, 16/67.
(37) el-En’am, 6/99.
(38) el-Bakara, 2/61,
(39) et-Tin, 95/1,
(40) en-Nahl, 16/68–69.
(41) el-A’raf, 7/31.
(42) Müslim, Eşribe, HN. 2060.
(43) Camiu’s-Sagir, 1/190.
(44) Camiu’s-Sagir, 1/14.
(45) Tirmizî, Et’ime, HN. 1857.
(46) el-Bakara, 2/195.
(47) İbn Kesir, Tefsir, Mısır, Tarihsiz, 1/228–229. Elmalılı, 1/701702.
(48) Elmalı, Hak Dini, 111/2153.
(49) Time, Life, Sağlık ve Hastalık Ansiklopedisi, Tercüman Yayıncılık, s. 79.
(50) Adı geçen eser, aynı yer.
(51) Maide, 5/87.
(52) Buhari, Savm, 55.
(53) Merril Durrant, Sağlıklı Beslenme, Ter, Nurdan Arda, İst. 1979. s. 46.
(54). Durrant, a.g.e. s. 46.
(55) Durrant, a.g.e. s. 46.
(56) Time, Life, Sağlık ve Hastalık, s. 72.
(57) Bakara, 2/270-274., Süleyman Ateş, Kur’ân-ı Kerîm’in Yüce Meâli ve Çağdaş Tefsiri, Ankara, 1982, 1/319-321.
(58) S. Ateş, a.g.e. 1/320–321.
(59) Mülk, 67/61.
(60) Hûd, 11/61
(61) el-Kehf, 18/85.
(62) el-A’raf, 7/58.
(63) Konyalı, Mehmet Vehbi, Ahkam-i Kur’aniye, Ist. 1966 s 217-221.
(64) el-Bakara, 2/57, Hud, 11/69.
(65) Fatır, 35/15, el-Kehf, 18/61.
(66) en-Nahl, 16/66. Yasin, 36/73.
(67) el-En’am, 6/99.
(68) el-Bakara, 2/61.
(69) en-Nahl, 16/67.
(70) el-Mü’minün 23/20.
(71) el-Bakara, 2/233
(72) el-Bakara, 2/61.
(73) el-Bakara, 2/57.
(74) Hûd, 11/69.
(75) Yâsîn, 36/71–72.
(76) el-Bakara, 2/61.
(77) el-Bakara, 2/61.
(78) Fatır, 35/12.
(79) el-Kehf 18/61
(80) Durrant, a.g.e. s. 10.
(81) Durrant, a.g.e. s. 11.
(82) el-En’am, 6/141.
(83) en-Nahl, 16/67.
(84) el-En’âm, 6/99.
(85) el-Bakara, 2/61.
(86) et-Tin, 95/1.
(87) el-Mü’minûn, 23/20.
(88) en-Nahl, 16/68–69.
(89) Buharî, Tıp, 4.VII/12–13.
(90) Çantay, Meâl, 11/495.
(91) S. Kutub, Fizilâl, c. V, cüz 14. s. 78.
(92) el-Merağî, Tefsir, cüz XIV, s. 106.
(93) el-Merağî, a.g.e. aynı yer.
(94) Ibn Mace, Sünen, Tıp, 1.