Makale

Osmanlı Devletinde İhtisab (Emr bi’l-Ma’rûf ve nehy ani’l-Münker)

Osmanlı Devletinde İhtisab
(Emr bi’l-Ma’rûf ve nehy ani’l-Münker)

Yrd. Doç. Dr. Ziya KAZICI
M.Ü. İlâhiyat Fak. Öğretim Üyesi

"OSMANLI CEMİYETİNE, MÜSLÜMAN ARAP DÜNYASININ BİR MİRASI OLARAK İNTİKAL EDEN İHTİSAB, HER ZAMAN ÖNEMİNİ KORUYAN, EHEMMİYETLİ MÜESSESELERDEN BİRİ OLARAK DEVAM ETMİŞTİR...

İSLAMIN ZUHURUNDAN BU YANA KURULMUŞ BULUNAN BÜ­TÜN MÜSLÜMAN DEVLETLERDE GENİŞ YETKİLERE SAHİP OLAN MÜHTESİB’İN BU YETKİLERİNİ GÜNÜMÜZDE BİR MÜESSESEDE TOPLAMAK MÜMKÜN DEĞİLDİR...

OSMANLI CEMİYETİNİN İKTİSADÎ VE İÇTİMAİ DÜZENİNİN KORUNMASINDA BÜYÜK DERECEDE SÖZ SAHİBİ OLAN MUHTESİB’İN BİR KISIM VAZİFELERİNİN İSMİNİ VERMEK, ONUN SALAHİYETLERÎNİ KAVRAMAMIZA YARDIM EDECEKTİR...”

İslâm dünyasında, Hz. Peygamber devrinden itibaren varlığı bilinen hisbe(1), Hz. Ömer zamanında tam teşkilatlı bir müessese hâline geldi(2). İyilikleri emretmek ve kötülüklerden vazgeçirmek gayesiyle kurulan bu müessesenin(3)

(1) Ebû Ubeyd Kâsım b. Sellam, Kitabu’l-Emval, Mısır 1968, s. 711; İbn Sa’d, et-Tabakatu’I-Kubra, Kahire 1358, III, 192; İbn Abdi’l-Berr, el-lstiâb fi Ma’rifeti’l-Ashab, Mısır 1328, IV, 341. ’

(2) Hisbenin, ne zaman tam teşkilatlı bir müessese haline geldiği henüz ke­sin olarak tespit edilememiştir. Bu konuda farklı görüşler bulunmaktadır. Bu görüşleri üç grupta toplamak mümkündür:

a) Hz. Ömer devri.

b) Abbasî halifelerinden Mehdi zamanı

c) Abbasî halifelerinden Hadi zamanı. Konu ile ilgili geniş bilgi için bk. Yusuf Ziya Kavakçı, Hisbe Teşkilâtı, Ankara 1975, s. 42–43.

(3) R. Levy, “Muhtesib”, İslâm Ansiklopedisi (İA.), VIII, 532.

başında bulunan “Muhtesip”, dinin hoş karşılamayıp çirkin gördüğü her türlü kötülüğü (münkeri) ortadan kaldırmaya çalışırdı. Gerçi İslâm’da iyiliğin emredilmesi ve kötülüklerden sakınılmasına nezaret, bütün Müslümanların yapması gereken müşterek bir vazifedir (4). Ancak diğer bazı; emirlerde olduğu gibi, bu­nun da bir grup Müslüman tarafından ifa edilmesi, diğerlerini mesuliyetten kurtarır, işte bu sebeple, İslâm müesseseleri arasından, bu vazifeyi yüklenen yeni bir müessese doğdu ki, bu da “İhtisâb”dan başka bir şey değildi(5).

Günümüzde, vazife ve salahiyetlerini yalnız bir müessesede toplayamayacağımız hisbenin prensiplerinden bir kısmı fıkhî bir kısmı da halifenin reyinden doğan (idari) hususlardır(6).

,

Gerçekten, iyilikleri emretmek ve kötülüklerden sakındırmak maksadıyla kurulan ihtisâb müessesesi, şeriata uygun hareket edilmesini sağlardı (7). Bunun için, müessesenin başında bulunan Muhtesip, Müslümanların yaşadığı bölgelerde, cuma namazı için camiye gidilmesini ve sayıları kırkı aşan topluluklarda cemaat teşkilâtının kurulmasını sağlardı. Keza, Ramazan ayında alenen oruç yi­yenler, içki içip sarhoş olanlar, iddet beklemeden evlenen kadınlar, yasak mu­siki aletlerini çalanlar, velhasıl şeriata muhalif hareket edenler hep ona hesap vermek zorunda idiler(8).

Muhtesip, velâyetle bu vazifeye getirildiği için, geniş bir tazir yetkisine de sahiptir(9). O, okulları teftiş eder; öğrencileri haddinden fazla döven öğret­menleri cezalandırır (10); düşmanın eline geçtiği zaman, işine yarayabilecek her türlü harp malzemesinin satışını yasaklar (11); çarşıların nizam ve intizamını çağlamaya, ölçü ve tartıları kontrol etmeye, şeriatla alay edenleri takibe, kom­şu hakkına tecavüzü önlemeye, zımmîlere ait binaların, Müslümanlarınkinden daha yüksek yapılmamasına dikkat etmeye kadar varan (12) yetkilere sahiptir.

Osmanlı cemiyetine, Müslüman Arap dünyasının bir mirası olarak intikal eden ihtisâb, her zaman önemini koruyan, ehemmiyetli müesseselerden biri olarak devam etmiştir. Bu bakımdan, teşkilâtın başına geçip idare edecek olanların, farklı bazı özelliklerinin bulunması gerekiyordu. Binaenaleyh, muhtesiplerin akıllı, zeki, bilgili uğurlu ve yüzü nurlu kimselerden seçilmesi icab

(4) Kur’ân, Âl-i Imrân 110–114; Tevbe 71.

(5) Hayreddin Karaman, İslâm’ın Işığında Günün Meseleleri, İstanbul 1978, s. 288.

(G) Hacı Halife Mustafa b. Abdullah (Kâtib Çelebi), Keşfu’z-Zunûn’an Esami’l-Kütüb ve’l-Funûn, (nşr Ş. Yaltkaya - Kilisli Rıfat Bilge) İstanbul 1941, I, 15.

(7) Levy, agm. göst. yer.

(8) Levy, agm. göst. yer.

(9) Kavakçı, age. s. 32. -

(10) Ibn Haldun, Mukaddime, Kahire 1322, s. 123; Beyza Bilgin, "İslâm’da Muhtesiblik ve Eğitim Yönünden Değeri” İlahiyat Fakültesi Dergisi (1973), XIX, 118.

(11) Ibn İvaz, Nisâbu’l-îhtisâb, vr. 61 a-b’den naklen bk. Celal Yeniçeri, İslâm İktisadının Esasları, İstanbul 1980, s. 265.

(12) Haşan İbrahim Haşan, Tarihu’l-İslâm, Kahire 1964, I, 489.

ediyordu. Böylece, muhtesibi görmek bile bazı kimselerin münkeri terk etmesi­ne sebep olmalıdır(13).

Gerçekten muhtesiblik, ulu bir mansıptır. Bu vazifeyi alan kişi, mechûlu’l-hal olmamalıdır. “O, hüsn-û hâl ve istikamet ile mevsuf bir kimse olmalı­dır”(14). Zira insan, zaman ve ahval tek yönlü ve tek tip değildir. Bu yüzden her devir ve ahvalin kendine has bir idaresi vardır (15). Bunun, normal şartlar altında yürütülmesi demek, zor işlerden birinin başarılması demektir. Bu yüzden, muhtesibin vazifesi ehemmiyet arz etmektedir. Demek oluyor ki, cemi­yetin içtimaî hayatında fevkalade ehemmiyeti bulunan muhtesiplerin çok dikkatli ve titizlikle seçilmesi icap ediyor. Zira bunların kendilerini ilgilendiren her konudaki mevzuatı çok iyi bilmeleri gerekmektedir. Çünkü muhtesipler bazen "kanun ve mevsuk vakıaların bulunmadığı yerlerde de ananeleri itina ile tat­bik edebilmelidirler” (16). Kanaatimizce, örf, anane ve gelenekleri en çok uy­gulamaya muhtaç görünen vazifelilerden biri de muhtesiptir.

İslâm’ın zuhurundan bu yana kurulmuş bulunan bütün Müslüman devlet­lerde geniş yetkilere sahip olan muhtesibin bu yetkilerini günümüzde yalnız bir müessesede toplamak mümkün değildir. Ağırlık, ölçü, atölye ve pazarların denetlenmesi; mamul madde ile gıda maddelerinin kalite kontrolü; şarap isti­mali ve talih oyunlarının yasaklanması; umumî yolların nizam ve serbest ti­sinin sağlanması; umumî hayatın akışını bozmaması gereken inşaatların kont­rolü ile ahlâk ve adabın denetlenmesi gibi hususlar, bunlara ait vazifeler cümlesindendir. (17)

(13) Kitabu Mesâlihi’l-Müslimin ve Menafi’il-Mü’minîn (nşr. Yağar Yücel), Ankara 1980, s. 94.

(14) İstanbul Belediye Kütüphanesi, M. Cevdet, B 2, vr. 18 b.

(15) Kâtip Çelebi, Kesfu’z-Zunûn, I, 15.

(16) Herbert Adams Gibbons. Osnıanlı İmparatorluğunun Kuruluşu, trc. Râğıp Hulusi, İstanbul 1928, s. 8.

(17) Taşköprî-zâde Ahmed Efendi, Miftahu’s-Saâde ve Misbahu-Siyâde (Mevzuatu’l-Ulûm), İstanbul 1313, II, 576–77; Maurice Gaudefroy Demombynes, Les Institutions Musulmanes, Paris 1953, s. 158;

Muhtesibin vazifelerini veren pek çok eser bulunmakla birlikte biz Mevzuatu’l-Ulûm isimli eserin bu mevzuda verdiklerinden bir kısmını buraya almakla konuya daha bir açıklık getirmiş olacağımıza inanıyoruz:

a) Camilerle ilgili olanlar: Namazda taksir eden men’ olunur. Kıraatta lahn eyleyen (imam) tenbih olunur, bahusus Fatiha sûresinde. Müezzinlerin, makam için ezan kelimelerini değiştirmesi men’ olunur. Vakitlere riayet etmeyenler de men’ olunur. Hatîb’in, ibrişimli siyah elbise giymesi ve altın kılıçla minbere çıkması da men’ olunur. Halkı kor­kutma yerine devamlı olarak ümit veren (Allah’ın rahmetinin bol oldu­ğunu devamlı olarak söylemek suretiyle onları kötülük işlemeye sevk eden) vâiz de men’ olunur.

b) Pazarlarla ilgili olanlar: Eşyanın kusurunu saklayıp satan, ya­lan söyleyen ve harem eşya bulunduranları da men eder.

c) Yollarla ilgili olanlar; Binalarla yolu daraltan, yol üzerine yük koyan, yolları kirleten ve yoldaki suları (kar, yağmur) olduğu gibi bıra­kan kimseleri de men’ eder.

d) Hamamlarla ilgili olanlar: Duvarlarında hayvan resimleri, keşf u avret ve masaj gibi şeylere de muhtesib mani olur.

Osmanlılarda, kadının yardımcısı olarak vazife gören muhtesibin, yukarıda belirtilen bazı yetki ve vazifelerine ilâveten XV. ve XVI. asır “İhtisâb Kanun­nâmelerinde bunlarla ilgili daha geniş bilgiler bulunmaktadır.(18) Bu kanun­nâmelerden biri olan ‘’İstanbul İhtisâb kanunnâmesi”nde “fi’l-cümle bu zikrolunandan gayrı her ne kim Allahu Teâla yaratmıştır mecmuını muhtesip görüp gözetse gerektir.” (19) denilerek muhtesibin ne kadar geniş bir yetkiye sahip olduğuna işaret edilmektedir. Bu ve benzeri kanunnâmeler ile 14 Aralık 1479 tarihli Edirne şehrine İhtisâb Ağası tayini ile ilgili bir hükümden (20) anlaşıl­dığına göre, muhtesibin vazifesini üç ana grupta toplamak mümkündür.

Bunlar:

a. Dinî hayatla ilgili olanlar

b. Adlî hayatla ilgili olanlar

c. İktisadî ve İçtimaî hayatla ilgili olanlar.

Osmanlılarda vazifesi, büyük ölçüde iktisadî hayatla ilgili bulunmasına rağmen muhtesip, aynı zamanda dinî ve adlî vazifeleri de bulunan bir yetkilidir. Bu bakımdan o, meşru’ olmayan, dinin kötü ve çirkin kabul ettiği her türlü davranışa karşı derhal harekete geçmek zorunda idi. Nitekim ilk ihtisâb kanunnâmelerinde muhtesibin bu vazife ve salahiyetlerine açıklık getirmek için “ve Ramazan ayında oruç dutmayanun gerektir ki hakkından gelüp teşhir edeler. Ve namaz kılmayana kıl diye. Namaz kılmayanı mahalle imamından tef­tiş edip hakkından geline,” (21) denilmektedir.

Görüldüğü gibi muhtesip, Ramazan ayında oruç tutmayan ve namaz kılma­yan kimseleri araştırmakla da görevlendirilmekteydi. Keza o, ahlâkın bozul­masına engel olmak; umumî yerlerde din ve gelenekler uygun olmayan davranışlara meydan vermemek gibi vazifelerle de mükellef tutulmuştu (22). Bunca geniş vazifeleri hakkiyle yerine getirebilmesi için, muhtesibin bu konularda bilgi sahibi olması gerekir. Bu yüzden, Osmanlı dönemi muhtesibinden bahsederken Bernard Lews, onun ilmiye sınıfına mensup bir kimse olduğuna dikkati çe­ker(23). Demek oluyor ki muhtesip, dinî ve ahlâkî bakımdan neyin yapılıp neyin yapılmaması gerektiğini bilmek zorunda olan bir kimsedir. Bunun için, mümkün mertebe muhtesiplerin, medreselerin eski talebeleri aracından seçil

e) Amme ile ilgili olanlar: Kendi evi dururken başka yerlere gidip ora halkını irşat etmeye çalışan kişi men’ olunur. Zira evi, yakınları ve mahallesi dururken başka yere gidemez. Çünkü bunlar, onun gitmesi için birer engeldir... Mevzuatu’l- Ulûm, II, 576–577.

(18) Bu konuda daha geniş bilgi için bk. Ömer Lütfi Barkan, “İhtisâb Kanun­ları” Tarih Vesikaları, (1942), 1/5, 329–340; II/7, 15.40; II/9, 168–177.

(19) Barkan, agm. 1/5,340.

(20) Eşref Eşrefoğlu, “Osmanlılarda ihtisâb ve ihtisâb Ağalığı” Hayat Tarih Mecmuası (1976), 1/7, 44.

(21) Barkan, agm. 1/5, 340.

(22) Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, trc. Metin Kıratlı, Ankara 1970, s. 39

(23) Lewis, age. göst. yer.

melerine dikkat edilirdi. Zira şer’î hukukun bilinip tatbik edilebilmesi, bunların vazifelerinin temelini teşkil ediyordu. (24) Gerçekten, İhtisâb Ağalığı Nizâmnâ­mesinde de belirtildiğine göre, namazın şartlarını yerine getiremeyen imamların kontrolü ve böylelerin vazifeden alınmasına delâlet eden muhtesibin, (25) bu konuda bilgi sahibi olması gerektiği anlaşılmaktadır.

Her ne kadar muhtesip, kadının emrinde ve onun yardımcısı gibi görün­mekte ise de, âmirinin kesif adlî meseleler yüzünden ilgilenemediği dinî ve ah­lâkî konularda salahiyet sahibi sayılıyordu. (26) Bununla beraber içki içilmemesi ve münkerin işlenmemesi gibi konularla ilgili hükümler, daha ziyade kadılara hitap edecek şekilde gönderiliyorlardı. Fakat bu, muhtesiplerin, yukarıda sözü edilen vazifeleri yerine getirmelerine bir engel teşkil etmiyordu. Bu yüzden, içki içenler, talih oyunları ile uğraşanlar, mezarların üstüne oturanlar, Müslümanları rencide edecek şekilde din ve emirleri ile alay edenler, fuhşiyatla iştigal edenler vs. gibi umumî adap ve ahlâkı bozanlar, muhtesip tarafından muaheze edilirler­di (27). Nitekim, 29 Cemaziyülahır 975 (1 Ocak 1568) tarihli bir hükme göre, teftiş esnasında tutulup hapsedilen bazı kadınların, salıverilmeleri için kendi­leri ile evlenmek isteyenlerin İstanbul’da barındırılmamaları, emre itaat etme­yenlerin tekrar hapsedilmesi gerektiği belirtilmektedir. (28) Keza 4 Muharrem 979 (29 Mayıs 1571) tarihli başka bir hükümden, İstanbul’da çamaşırcı kadın adı altında çeşitli dükkânlarda çalışan ve kötü yolda bulunan kadınların türediği, bundan böyle bu isim altında hiç kimsenin çalışmasına izin verilmemesi gerek­tiği (29) anlaşılmaktadır.

İslâmiyet’in en eski dönemine kadar giden ve köklü bir maziye dayandığını bildiğimiz bu müessesenin, dinî vazife ve karakteri üzerinde hicrî 1242 tarihli ’İhtisâb Ağalığı Nizâmnâmesi”nde de durulmaktadır. Bundan öğrendiğimize göre “emr bi’l-maruf ve nehy ani’l-münker” meselesi, üzerinde ehemmiyetle burulması icap eden ve toplum düzeni için, uygulanması gereken önemli bir me­seledir. Binaenaleyh, ihtisâba memur olanların bu konu üzerinde ehemmiyetle durmaları gerekmektedir. Nitekim, adı geçen nizâmnâmede bu konuda şöyle denilmektedir:

“Emr bi’l-maruf ve nehy ani’l-münker hususu, salâh-ı âlem ve âlemiyânın sebeb-i akvası olduğuna binaen, hizmet-i ihtisâba memur olanlar cümleden evvel bî-namaz olanları ve Ramazan-ı şerifte oruç dutmayanları eimme-i mahallattan tahkik ile edây-ı fariza-ı salât ve sıyâm eylemelerini tenbih ve takrir edip dinlemeyenleri ve eimme-i mahallattan dahi şurut-i imâmeti bilmeyenleri ve sair hilaf-ı şer’i şerif menâhi ve münkeratta bulunanları bi’t-tahkik canib-i şeriat-ı garraya ihbar ve ihzar ederek gerek bunların ve gerek hilaf yere şehadet

(24) Robert Mantrin, İstanbul Dans la Sevande Moitie du XVIIe Siecle, Paris 1962, s. 145.

(25) Topkapı Saray Müzesi Arşivi, E 1399; Osman Nuri, Mecelle-i Umur-ı Bele­diye, İstanbul 1922, I, 340,

(26) Mantran, age. s. 143.

(27) Maurice Gaudefroy Demombynes, Les Institutions Musulmanes, Paris 195S, s. 158.

(28) Başbakanlık Arşivi (BA) Mühimme Defteri, nr. 7, s. 226.

(29) BA. Mühimme Defteri, nr. 10, s. 332.

düp şahid-i zûr oldukları inde’ş-şer’i’l-enver tebeyyün edenlerin lâzım gelen te’dibat-ı şer’iyyeleri ihtisâb ağası marifetiyle icra kılına...” (30) Keza 1247 se­nesinin Safer ayı sonlarında (9 Ağustos 1831), Sofya ihtisâbına da nezâret eden Sofya Mollasına gönderilen bir hükümde muhtesibin dinî konulardaki vazifelerine temasla şöyle denilmektedir: “Evvel emirde matlûb olan, emr bi’l-maruf ve nehy ani’l-münker ahkâmını hâkimu’ş-şer’ marifetiyle bi’l-maiyye ic­raya ve mü’min ve muvahhid olanlara farz-ı kat’î olan evkat-ı hamseyi cemaatla edâya müdavemet eylemelerini umûmen tenbih ve te’kid ve aralık derûn-ı memlekette kol gezerek savm ve salâtı târik ve menâhi ve münkerata sâlik olan­ları iktizasına göre ta’zir ve tehdide mübaderet...” (31)

Osmanlı cemiyetinde muhtesibin dinî vazifeleri o kadar geniştir ki cemiyet hayatının her safhasında bunu görmek mümkündür. Nitekim, hayvanına faz­la yük vurandan tutun da, aynı aileden olmayan erkek ve kadınların birlik­te aynı kayıkta ve yan yana yolculuk etmelerine varıncaya kadar her şey muhtesibin kontrolüne tabi idi. Aynı şekilde hamamlarda giyilen kıyafetin (kul­lanılan çarşaflar) eni ve boyu, müslimle, gayr-ı müslimin giyeceği şeyler gibi her konuda söz sahibi olan muhtesip, esir pazarındaki esirlerin satışı ve onlara karşı yapılan muamelelere varıncaya kadar her şeye karışırdı (32).

Osmanlı muhtesibinin meşgul olduğu ikinci bir vazife de adlî konularla ilgiliydi. Muhtesip Osmanlı adalet mekanizmasının çalışmasında Kadının yetkisi dâhilinde iş gören bir görevlidir(33). O, ihtisâb kanunlarının kendisine verdiği salahiyet yanında, geleneklere de dayanarak gerektiğinde, bilhassa çarşı ve pazar kontrolü esnasında suçu sabit olan esnafı, yanında bulundurduğu memur­ları vasıtasıyla falakaya yatırarak herkesin gözü önünde dövdürtürdü(34). Böy­le bir cezanın, hem anında uygulanmış olması, hem de bütün insanların gözü önünde cereyan etmesi, muhtesibin adlî iktidarını artırıyordu.

İslâm ülkelerinde kadılar, mahkemelerde cezaî, ticarî ve hukukî dâvaların tamamına bakma yetkisine sahiptiler. Ancak kaza fonksiyonunun fiilen işle­tişi, kadıların inhisarında değildi. Bunun için, muhtesip de bazen bu fonksiyonu icra edebiliyordu. (35)

Osmanlı adliye sisteminde kadıya yardım eden önemli iki sınıf vardı. Bun­lardan biri, mahkemede doğrudan doğruya ona yardım edenlerdir ki, mahke­me kâtipleri, muhzır (mübaşir) ve tercümanlardan teşekkül eder; diğeri de

(30) Topkapı Saray Müzesi Arşivi, E 1399; Osman Nuri, Mecelle I, 340.

(31) BA. İhtisâb Defteri, nr. 31, s. 21.

(32) Bu konularda daha geniş bilgi için bk. Ziya Kazıcı, Osmanlılarda İhtisâb Müessesesi, (basılmamış doktora tezi) s. 98–116.

(33) "Bakkallar ve attarlar ve bezzazlar ve takyacılar onun on bire satalar. Ziyadeye satarlar ise muhtesip tutup tedip ede. Amma bu babta ve gayrıda kadı marifeti bile ola.” Barkan, agm. Tarih Vesikaları, 1/5,336.

(34) Topkapı Saray Müzesi Arşivi, E 1399; Mantran, age. s. 328.

(35) Fahreddin Atar, İslâm Adliye Teşkilâtı, Ankara 1979, s. 23.

muhtesip gibi bir kısım görevlilerdir (36), Muhtesip, kadının adaleti yerine ge­tirmesinde yardımcısı olduğu gibi, aynı zamanda sınırlı da olsa bir yargı yet­kisine sahip bulunuyordu (37). Nitekim, 3 Safer 1181 (1 Temmuz 1767) tarihli bir arîza, Siroz ihtisâbına mutasarrıf olan kimsenin reayayı “ahz, haps, himaye ve sıyânet” ettiğini(38) göstermektedir.

1242 tarihli İhtisâb Ağalığı Nizâmnâmesine göre Osmanlı muhtesibinin adlî vazifeleri üç kategoride mütalaa edilmektedir. Bunlar:

I. Falaka ve değnek ile ta’zir ve tekdir,

II. Değnek ve falakadan ziyade tedibe müstahak olanları İhtisâb Ağası hapishanesine göndermek,

III. Sürgün ve kalelerde hapsi gerekenleri de Bâb-ı âliye bildirmektir(39). Aynı şekilde Evahir-i Safer 1247 (9 Ağustos 1831) senesinde Sofya İhtisâb Nâzırı’na gönderilen hükümde, yapılması lâzım gelen şeylerden bahs edilirken bu konuya da şöyle temas edilmektedir: “Kola çıkıp her ne kadar terazu ve kantar ve mikyal ve arşun ve endâze ile ahz u îtâ ider esnaf olur ise, cümle­sinin vezn ve keyli ve arşun ve endâze ile ahz u îtâ ider esnaf olur ise, cümle­sinin vezn ve keyl ve arşun ve endâzelerine ihale-i enzar dikkat ederek noksan zuhur edenlerin iktizası vechiyle değnek darbı ile ta’zir ve takdir ve bundan olanları ma’rifetin ve hâkimu’ş-şer’ marifetiyle kal’aya vaz’...”(*40)

Osmanlılarda, kapalı veya açık bütün pazarlar, devamlı olarak kontrol edilirdi. Bu esnada, ihtisâb nizamına aykırı hareketi görülenler, kusurlarının ağırlığı derecesinde cezalara çarptırılırlardı. (41) Bu cezalar, falakaya yatırmak­tan başlayıp sürgüne kadar vardığı gibi bazen da bizzat muhtesip tarafından halk arasında teşhir edilmek suretiyle tatbik ediliyordu. (42) Bu arada, suçüstü yakalanan hırsızların ellerini kesme gibi, yargı ve şahide gerek olmayan ceza­ların da muhtesipler tarafından tatbik edildiğini (43) belirtmemizde fayda vardır. Gerçekten muhtesip, cezaları uygularken kadı gibi şahit ve delil istemez. Zira o, bunları gerektirmeyen açık ve sarih suçlara bakar. (44) Muhtesip bu yetkisini kullanırken örf ve geleneklere de dayanır. Bu yüzden o, kadıya naza­ran meseleleri çözüme bağlama yönünden daha geniş bir hareket serbestisine sahiptir.

(36) Mahkemelerde Osmanlı kadısına yardım eden ve bir nevi günümüz jüri­sine benzetebileceğimiz “şühûdu’l-hal, udûlu’l-müslîmin ve şuhûdu’l-udûl” gibi isimlerle anılan diğer yardımcılar hakkında geniş bilgi için bk. Mus­tafa Akdağ, Türkiye’nin İktisadî ve İçtimaî Tarihi, İstanbul 1974, I, 404–406.

(37) Ahmet Mumcu, Osmanlı Devletinde Rüşvet, Ankara 1969, s. 145.

(38) BA. Cevdet, Mâliye, nr. 1222.

(39) Nizâmnâme.

(40) BA. Ihtisâb Defteri, nr. 31, s. 22.

(41) Mantran, age. s. 303.

(42) BA. Mühimme Defteri, nr. 51, s. 96.

(43) Joseph Schacht, İslâm Hukukuna Giriş, trc. Mehmet Dağ - Abdülkadir Şener, Ankara 1977, s. 62.

(44) Ibn Haldûn ,age. s. 123.

Görüldüğü gibi muhtesiplerin adlî yetkileri de küçümsenemeyecek bir önem taşımaktadır. Özellikle, şahit ve delil istenmeyecek kadar açık olan suçların cezalandırılmasında muhtesiplerin geniş yetkileri bulunmaktadır.

Osmanlı dönemi muhtesibinin önemli vazifelerinden biri de iktisadî ve içti­maî hayatla ilgili olanıdır. Osmanlı cemiyetinde, Divan ve kadının emirlerini yerine getiren İhtisâb Ağasının, iktisadî ve içtimaî hayatın tanziminde büyük bir rolü vardır. O, günlük hayatın akışı içinde, halk ile esnaf arasındaki mü­nasebetleri tanzim ve esnafla ilgili kanunların tatbik olunup olunmadığını kontrol etmekle de görevlendirilmiştir. (45) Böylece muhtesip, şehirde hüküm süren ekonomik hayatın önemli bir rüknünü teşkil ediyordu. Hatta onun salahiyetleri, kendisini devletin belli başlı şahsiyetlerinden biri hâline getiriyordu çünkü devlet, muhtesip vasıtasıyla hem işçi tabakasını kontrol ediyor. Hem de onların haklarını koruyup, loncaların gaye ve standartlarını idâme ettirmek amacıyla esnaf loncalarını mümkün mertebe yakından murakabe ediyordu. Keza yine bu vâsıta ile yerli mallarla rekabet edebilecek idhal eşyasından ihtisâbiye (ihtisâbla ilgili bir çeşit vergi) almak suretiyle(46) işsizliği önlemeye çalışıyordu.

Şehirlerin asayişini sağlamak ve iaşesini temin etmek gibi önemli vazifeleri de bulunan muhtesip, bunlara dikkat etmek zorunda idi. Zira Osmanlılar dö­neminde İktisadî şartlar, şehirlerin, bu arada payitaht olan İstanbul’un, nüfus (bakımından fazlaca büyümesine pek müsait değildi. Buraya dışarıdan gelecek bir nüfus akını, asayişin yanında içtimaî düzenin bozulmasına da sebep olurdu. Zira büyük tüketim merkezlerinde iaşe sıkıntısını meydana getiren sebeplerin başında “nüfus tehacümü” gelmektedir. (47) Kaldı ki devlet, İstanbul gibi, arazi­si fazla verimli olmayan bir beldenin iaşesi için daima dışardan zahire temin etmek ihtiyacını duyuyordu.(48)

Hem asayişin korunması, hem de zarurî ihtiyaç maddelerinde sıkıntı mey­dana gelmemesi için, İstanbul nüfusunun fazla artmamasına dikkat edilirdi. (49) Kanunî Sultan Süleyman (1520–1566) devrinden itibaren Anadolu ve Rumeli’den pek çok kimse esas meslekleri olan ziraatı bırakıyor ve “nakl-ı hâne “ederek İstanbul’a geliyordu. Bu da şehirde nüfus yığılmasına sebep oluyordu. Bu yığıl­mayı ortadan kaldırmak ve yeni gelecek olanlara mani olabilmek için, mahal­lelerde arada sırada yoklama yapılırdı. Sonradan gelip yerleşmiş olanlar, eski memleketlerine gönderilirlerdi. (50) İstanbul’da işsiz güçsüz, ve başıboş kimselerin toplanarak içtimaî bir karışıklığa meydan verilmemesi için, bura halkı, muntazam bir sayıma tabi tutulup tahrir defterlerine kaydolunurdu. (51) Dı­şardan buraya gelecek olanlar için de kefil istenirdi.

(45) Barkan, agm., Mantran, age. s. 303.

(46) Bu konuda geniş bilgi için bk. Mübahat S. Kütükoğlu, Osmanlı - İngiliz İktisadî Münasebetleri, Ankara 1974, I, 119.

(47) Sabri F. Ülgener, Tarihte Darlık Buhranları ve İktisadî Muvazenesizlik Meselesi, İstanbul 1951, s. 57.

(48) Abdurrahman Şeref, “İstanbul’da Me’kûlat Müzayakası 1179 Senesine Aid Bâzı Vesaik” TOEM (1332), nr. 40, s. 194.

(49) Geniş bilgi ve belgeler için bk.. Ziya Kazıcı, age. s. 56.

(50) BA. Cevdet Zaptiye nr. 941.

(51) Geniş bilgi için bk. Nizâmnâme.

Osmanlı cemiyetinin iktisadî ve içtimaî düzeninin korunmasında büyük derecede söz sahibi olan muhtesibin, bu konudaki bir kısım vazifelerinin ismini vermek, onun salahiyetlerini kavramamıza yardım edecektir. Bir makale çer­çevesi içinde bunlar hakkında daha fazla bilgi vermemiz mümkün olmadığı için, sadece isimlerini buraya almakla iktifa ediyoruz. Muhtesip, esnafı kontrol eder, iş yeri açma ruhsatını verir, vergi toplar, kıyafetleri denetler, eğitim işine karışır, mürur tezkirelerini kontrol eder, köle ve cariyelerle haklarını korumaya çalışır, fırın, kasap, hammal, kayıkçı gibi esnafın, kanunlara uygun çalışmasını sağlar ve doktor ile hasta ilişkilerinin normal seyrinde yürümesi gibi işler, bütünüyle onun ilgi sahasına girerdi.

Sonuç olarak diyebiliriz ki, Osmanlı dönemi muhtesibi, gerek dini, gerek adlî ve gerekse iktisadî pek çok vazife ile yükümlü kılınan bir yetkiliydi. O, bu yetkisini emr bi’l-maruf ve nehy ani’l-münker çerçevesi içinde kullanırdı.