Makale

İMÂM-I TİRMİZÎ’ NİN ŞAHSİYETİ VE İLMÎ HÜVİYETİ

İMÂM-I TİRMİZÎ’ NİN ŞAHSİYETİ VE İLMÎ HÜVİYETİ
Recai ÇETRES*

Kütüb-i Sitte imamlarımızdan olan Tirmizî hicretin 200. se­nesinde Tirmiz şehrinde doğdu(1) Diğer bir rivayet­te ise doğumu hicretin 209. Senesindedir(2).

Tirmizî’ nin dedesi Servetü’bnü Mu­sa, Mervli idi. El-Leysu’bnü Seyyar zamanında Merv’den Tirmiz’e göçmüş ve oraya yerleşmişti. Tirmizî de burada doğmuş ve büyümüştü(3).

Tirmizi’ nin nesebine gelince: İbni Mûsâ İbni’d-Dahhaki’s-Sülemiyyi’d- Darîrü’l-Bugiyyü’t-Tirmizî’dir(4). İbnu Hacer’in ifadesine göre, İbnti’s-Seken es-Sülemiyyü’t-Tirmizî şeklinde kısa bir

şekli de vardır(5).

Künyesi: “Ebû İsâ”dır. Kitabında, kendi görüşünü sunarken “Kâle Ebû İsâ” diyerek künyesini zikreder (6). İslâm Âleminde ise “Tirmizî” lakabıyla meşhur olmuştur. Bu lakap memleketine izafe­ten verilmiştir.

Tirmizî ’nin talebelik yıllarına rastlayan devir, büyük İslâm âlimlerinin son gru­bunun yaşadığı bir dönemdi. Tirmizî ayrıca büyük hadis âlimlerinden oluncaya kadar uzun ve çoğu seyahatlerle geçen bir talebelik yapmıştır(7).

Tirmizî ’nin yetişmesinde Tirmiz şehrinin büyük bir rolü olmuştur. Tirmiz, uzun geçmişi bulunan meşhur ve büyük şehirlerden biridir. Orta Asya’da Ceyhun, diğer ismi ile Belh nehrinin kuzey kenarında Surhan çayının Ceyhun’a katıldığı yerde­dir. Elân küçük bir kasaba olan Tirmiz, eskiden büyük, geniş, nüfusu hayli kaba­rık şehirlerdendi. Buhara’nın 380 km. güneydoğusunda Belh şehrinin 80 km. ku­zeydoğusunda yer alır(8).

İslâm medeniyetinin parlak devirlerinde meşhur bir şehir alan Tirmiz, Cengiz Han tarafından tamamen yakılıp yıkılmış ve daha sonra da o eski ma’muriyetini bir daha bulamamıştır(9).

Ebû İsâ büyük hadis âlimlerinden olana kadar uzun, hızlı ve çoğu seyahatlarla geçen bir talebelik devresi geçirmiştir. İmam’ın bilhassa ilk talebelik yıllarına rast­layan devir, kendilerine gerçekten üstat demeye layık büyük İslâm âlimlerinin son demetlerinin yaşadığı devirdi. Bu bakımdan onu şanslı sayabiliriz.

Tirmizî büyük âlimlerden bir çoğunun derslerinde ve halkalarında bulunmuş­tur. Tahsili sadece hadis sahasında olmamış, fıkıh ilminde de müctehid derecesine çıkacak kadar derin tetkik ve tetebbu’u olmuştur.

İlim talebi gayesiyle Horasan, Re’y, Vasıt, İrat, Küfe, Basra ve Hicaz’a bir çok seyahatlerde bulunmuş ve sayılamayacak kadar çok şeyh ve raviden hadis almış­tır. Sunen’inde bu kimselerin çoğunu zikretmiştir(10).

Kaynaklarda isimlerini tesbit edebildiğimiz hocalarından başlıcaları şunlardır: Muhammedü’bnü Besâr Bundâr (162-252), Ebû Mûsâ Muhammedü’bnü’l- Musenna (162-252), Ziyadü’bnü Yahya ül-Hısani (-254), Abbasü’bnü’I-Abdü’l- Azîmi Anberi (-246), Ebu Saidi’l-Esecc, Abdullahi’bnü’l-Saidi’I-Kindî (-257), Ebu Hafs ‘Amrü’bnü Aliyyi’l-Fellas (160-249), Yakubu’bnu İbrahitni’d-Devrâkî (166-252), Muhammedü’bnü Ma’meri’l-Kaysiyyü’l-Behranî (-256), Nasru’bnu Aliyyi’l-Cehdânî (-250), Bu dokuz üstâd Tirmizî’nin Kütüb-i Sitte’nin diğer imam­larıyla müşterek hadis aldığı imamlardır.(11) Ebû Abdullah Muhammedü’bnü İsmaili’l-Buhârî (194-256), Muslumü’bnü’ 1-Haccâci’l-Kûşeyrî (204-241), Ebû Davudi’s-Sicistanî (202-275), Ahmedü’bnü Hanbel (164-241), Kuteybetü’bnü Sai’s- Sakafiyyü Ebû Recai (150-242), Ebû Mûsâ b. Ahmedü’bnü Ebû Bekri’z-Zührî (150-242), tbrahimü’bnü Abdillahi’l-Herevî (178-244), İsmâîlü’bnü Mûsâ es-Süddî (-245), Suveydü’bnü Nasrî’l-Mervezî (-240) Muhammedü’bnü Abdilmeliki’bnü Ebi’ş-Şevarıb (-244), Abdullahü’bnü Muaviyete’l Cumehî (-243), Aliyyü’bnü Hucri’l-Mervezî (-244), Muhammedü’bnü Geylân, Ahmedü’bnü Mûnî, Muham­medü’bnü Musennâ, Sufyanü’bnü Vçki’ ve Irak, Hicâz ehlinden olan birçok âlim­ler(12).

İmam Tirmizî Hazretleri, diğer bir çok muhaddis gibi talebeliğin yam sıra mu­allimliği de beraber yürütüyordu. Bir taraftan her fırsattan yararlanarak hadis top­luyor, bir taraftan da İsteyenlere hadîs rivayetinde bulunuyordu, dolayısıyla onun hocaları gibi birçok talebeleri de vardı. Bu talebelerinin bazı meşhurlarını şöyle sıralayabiliriz. Ebû Hâmid Ahmedü’bnü Abdillahi’bni Dâvûdi ’1-Mervezî, Ahme­dü’bnü Yusuf en-Nesefi, Ebu’l-Haris Esedü’bnü Hamduye, Dâvûdü’bnü Nasıri’Suheyli’l-Bezdevî, Abdü’bnü Muhammedi’bni Mahmudi’n-Nesefî, Mahmudü’bnü Numeyr, Muhammedü’bnü Mahmud, Muhammedü’bnü Mekkiyyi’bni Fevc, Ebû Ca’fer Muhammedü’bnü Sufyani’bni’n-Nâsirî’n-Nesefiyyun, Muhammedü’bnü’l-Munzirî’bni’s-Saidi’l-Herevî (13)

Tirmizî’nin hocaları arasında ona hadis sahasında en ziyade faydalı olan ve O’nun derinleşmesini sağlayan Buhâri Hz.leridir(14). Tirmizî’nin Buhârî’yle bir hayli münasebet ve mübaheseleri olmuştur. Bu mübaheselerinde Buhârî’ye muvafakat etmişse de bazan muhalefeti de olmuştur. Meselâ-Tirmizî, bir hadisteki ravileri ih­tilaflı rivayetleri hakkında Buhârî’ye; bu rivayetlerden hangisi doğrudur? diye sormuştur. Daha sonra Buhârî’nin doğru diye gösterdiği hadisi değil de diğerini ken­disince bir başka delile dayanarak tercih etmiş ve hocası olan Buhârî’yi kuru kuru­ya taklit etmemiştir(15). Tirmizî’nin Sunen’inde bazı hadisleri zikri esnasında: “Bu hadisi Buhârî benden duydu” diyerek İmam-ı Buhârî’nin kendisinden hadis aldı­ğım ifade etmiştir(16). Bu hususta İbnu Hacer’in naklettiği şu rivayet kayda değer: İmam-ı Buhârî, Tirmizî’ye “Benim senden yaptığım istifade, setlin benden yaptı­ğından daha çok” demiştir ki, bu Tirmizî hakkında çok büyük şehadettir(17).

Tirmizî de Buhârî hakkında: “Sünen’inde, İlelü’l-Hadis, raviler ve hadis tari­hiyle ilgili bilgilerin çoğu Buhârî ile yaptığı mubaheselerin mahsulüdür. Horasan ve Irak’ta O’nun kadar hadis illetleri ve tarihinde âlim hiçbir kimse görmedim" demiştir(18).

Bir kimsenin muhaddis, müctehid, fakih, şeyh ve benzeri bir mertebeyi kaza­nabilmesi için her şeyden önce mükemmel bir zekâya ve derin bir dehâya sahib olması gerekir. O’nun bu mükemmelliğini anlatan bir çok rivayetler vardır.

İdrîsi nakleder: “Ebû İsâ et-Tirmizî’den şunu anlattığını işittim: “Mekke’nin bir caddesinde gezerken, daha önceden kendisinden iki defter dolusu hadis yazdı­ğım bir üstâda rastlamıştım. Ondan yazdığım hadis defterlerinin yanımda olduğu­nu zannediyordum. Üstattan o hadisleri bizzat ağzından dinleme fırsatım bana vermesi için ricada bulundum. O’da ricamı kabul edip hadisleri rivayet etmeye baş­ladı. Bir baktım ki yanımdaki defterler hiç yazılmamış boş defterler idi. Üstâd ha­dislerinin rivayetim bitirince buna muttali oldu ve kızarak: -yoksa sen benimle alay mı ediyorsun? yaptığına utanmıyor musun? dedi. Bunun üzerine ona -durumu izah ettim ve: -Ben o hadisleri ezberlemiştim dedim: Üstâd: Oku bakayım öyleyse dedi. Bütün hadisleri ezberden sırayla okudum. Bitirdiğimde: Daha önceden buna ça­lışmış miydin? diye sordu. Hayır cevabını verince, üstat ezberlenmesi zor, birbi­rinden ayırt edilmesi güç, çetrefilli kırk kadar hadis daha okuyup: “-Haydi baka­lım oku dedi. Bende o hadislerin hepsini hiç hatasız tekrarladım. Üstâd: “Şimdiye kadar senin gibi birisini görmedim” dedi(19).

El-Hakimu’n-Neysâbûrî’de: “ömerü’bnü’Aleke’den işittim ki, İmam-ı Buhâ­rî vefat ettiği zaman geride kalanlar içinde ilim, hıfz, takva ve zühd de Ebû Isâ el-Tirmizî gibisi yoktu” dedi, diye rivayet etmişti(20).

Bu menkıbelerinden Tirmizî’nin hıfz ve zekâsının derecesini anladığımız gibi bazı âdetlerini de görüyoruz. O hıfzının mükemmelliğine rağmen, hadisleri yaza­rak da kaydediyordu. Böylece hıfzım takviye ediyordu. Yine bu ve benzeri menkı­belerinden anlıyoruz ki, O, yolda, beldelerde, seferde ve eline geçirdiği her fırsatta ilme sahip çıkıyor ve hadis tedrisi için gayret sarfediyordu.

Yine bir menkıbesini İdrîsî şöyle naklediyor: “Ebû Isâ et-Tirmizî hıfz sağlam­lığında darbı mesel olmuştu. O hadis ilminde kendisine uyulan, sözü dinlenen imam­lardandı. Âlimdi, işini sağlam yapardı”(20). Bu menkıbeden O’nun hadis ilminde ne derece ilmî bir şahsiyete sahib olduğunu gayet sarih biçimde anlayabiliriz. Şöy­le ki: hadiste en büyük isim olan İmam-ı Buhârî’nin O’nun hakkındaki şehadetle kâfi olmasına rağmen biz O’nun şahadetine şunları da İlave edebiliriz. İbnu Hibbân, es-Sikat’ında ondan bahsederken: “O, sika, sözüne güvenilir, doğruluğu tam ravilerdendir” der(22). “O, hıfz, sîka, sîkalığında herkesin müttefik olduğu bir zattır” sözünü İmam-ı Nevevî, Hafız ebû Ya’le gibi birçok âlimler tekrar etmiş­tir(23).

Tirmizî’nin kuvvetli ve sîka bir hadis ravisi olusunu kabul etmeyen Endülüslü Ebu Muhammedü’bnü Hazm vardır. Bu zat el-Feraiz isimli eserinde ‘’Ebû İsa et-Tirmizî meçhul (yani hali bilinmiyen, rivayeti az olan, herkes tarafından bilinmeyen bir ravidir diyor.” Tehzîbü’t-Tehzîb’de bunu nakleden İbnu Hacer: “Bu sö­ze hiç itibar yoktur. Zannedersem İbnu Hazm, Tirmizî’nin ilim ve hıfzına ait men­kıbelerine, kitaplarına muttali olmamıştır. Hem sonra bu adam, Tirmizî hakkın- daki görücünü sîka ve meşhur âlimlerden Ebu’l -Kasımî’ 1-Beğavî, Ismailü’bnü Muhammed, Ibnü’l-Abbâsi’l-Eşam gibi hafızlara istinadan söylüyor. Halbuki o zat­lar Tirmizî’yi çok iyi tanıyan kimselerdi” der(24). Yine Zehebî bu konuda şöyle der: “Tirmizî Cami’ sahibidir, sîkalığı üzerinde icma vardır. Muhammedü’bnü Hazm’ın Feraiz isimli kitabında onun meçhul dediği sözüne iltifat yoktur”(25).

İmam-ı Tirmizî’nin zühd ve takvası da o’nun bir başka yönüdür. Şöyle ki: Tir­mizî içli, mütevazı, rakik kalpli bir zattı. Çoğu zaman Allah’a karsı tazarru ederek ağlardı. Bu yüzden ömrünün sonlarına doğru gözlerini kaybetmişti^. Bundan do­layı ona “ed-Darîr” lakabı da verilmişti. Bunun annesinden âmâ olarak doğduğu için verildiğini söyleyenler olmuşsa da pek kabul edilmemiştir(27).

Bu arada Tirmizî’nin hayatını incelerken onun bir de hangi mezhepten olup olmadığına kısa bir göz atmak gerekir. Acaba o, Haneli mi idi. Maliki mi idi, Hanbeli mi yoksa Şafiî mi İdi? Tirmizî’nin mezhep yönünde üzerinde durulması gere­ken bir husustur. Hemen belirtelim ki, kaynaklarımız onun hadis kadar fıkıhta da güçlü olduğunu gösterir, öyle ki, bir kısım tahliller O’nun mukallit değil, müçtehit olduğuna hükmettirmişlerdir.

“Bazı Hanefi imamları, İmam Ebû İsâ et-Tirmizî’yi Şafiî mezhebinden zan­nettiler. Bazıları da: O Hanbeli mezhebine bağlıdır, dediler. Bunlar yanlış görüş­lerdir. Doğrusu O Hanefi olmadığı gibi, Şafiî veya Hanbeli veya Malikî de değil­di. Aksine o sünnete tabi sünnetle amil müctehid bir hadis âlimi idi. O’nun Sünen’ ini okuyan ve tetkik eden her aklı selim sahibinin kabul edebileceği gibi O mukallit olmamıştır.

Mevzu’atü’l-ülûm’da: “O, ulema-ı huffaz-ı a’lamın biri idi. Fıkıhta dahi yedi sâlihası vardı” demektedir(28).

Eğer o, mesela Şafiî olsaydı Sünen’ indeki bütün mevzu ve meseleler de İmam-ı Şafiî’nin mezhebi üzere hükümlere ulaşırdı. Halbuki durum bunun aksinedir. Kitabında bir kısım meselelerde Şafiî’nin hükümlerinin aksine hükümlere ulaşmış­tır. Sonra Sünen’inde bazı hadisleri rivayet ettikten sonra: Ashabımız İmam-ı Şa­fiî, Ahmed b. Hanbel, İshak İbnu Rahûye indinde hüküm bu hadise göredir; de­mesi onun ne Şafiî, neden Hanbeli olduğunu, sadece müctehid muhaddislerden ol­duğunu İfade eder. Çünkü Tirmizî’nin “ashabımız” ifadesi ile kastettiği hadis as­habıdır(29).

İmam-ı Tirmizî’nin vefatına gelince: O’da, herkese takdir edilen ömür ferma­nına boyun eğmiş ve bu fani dünyadan göçmüştür. Ama bir âlimle normal bir in­sanın göçmesi elbette ki mukayese edilemez, bazılarının göçü geride kalanlara da­ha acı ve daha çetin olur.

Rivayetlerden birine göre, hicrî 270 de kurban bayramı günü(30), bir diğer ri­vayete göre hicri 275 de (31) ve kuvvetli bir görüşe göre ise hicri 279 (miladi 889) da Recep ayının 13. günü Tirmiz şehrinin altı fersah uzağındaki Bûğ köyünde ve­fat etmiştir(32). Vefat ettiğinde ise Tirmizî 70 yaşında idi(33). Buna göre doğumu­nun hicrî 209. senesinde olması gerekirdi.

İmam Tirmizî vefat ettikten sonra kendisini onbir asır gibi uzun bir zaman sonra dahi unutturmayacak çok Önemli eserler bırakmıştır. Dolayısıyla Tirmia’de bu eser­leri sayesinde asırlar sonrasına hitap etmiş ve asırlar ötesini tesir altına alabilmiştir.

Tirmizî’nin, kaynaklardan öğrendiğimiz ve elimizde bulunan eserleri şunlardır:

İbnu Hacer Tehzibu’t-Tehzîb adlı eserinde şu eserlerini zikreder: “Kitâbu’z- Zühd, Kitabu’l-Esma ve’l-Küna, Kitâbu’t-Tarih ve Kitâbu’l-İlel” isminde kitablarını zikreder(34).

Mevzuatü’l-Ulüm’da: "İmam’ın hadis sahasında tasnifi kesîre’si vardır denilmektedir”(35). Ama başka kaynaklarda rastlayamadık.

İslam Ansiklopedisinde ise: “Hadis sahasında O’na, bir kırk hadis mecmuası atfedildiği lâkin böyle bir kitaba rastlanılmadığı” belirtilmektedir(36).

Böylece kaynaklardaki âlimlerin sözlerine istinaden Tirmizî’nin eserlerini şöylece sıralayabiliriz:

1) Camiu’t-Tirmizî (Sünen).

2) Kitabu’ş-Şemâil (eş-Şemâil),

3) Kitâbu’l-İlel (Kitabü’l-İlel’il-Kebîr).

4) Kitâbu’t-Tarih.

5) Kitâbu’z-Zühd.

6) Kitabu’l-Esma Ve’l-Küna.

7) Tefsîru’l-Kur’ân.

Tirmizî’nin bu eserleri arasında birinci derecedeki eseri Sünen adıyla meşhur “Camiu’t-Tirmizî” sidir. İkinci derecede mühim eseri “eş-Şemâil” dir. Diğer meş­hur eseri de “Kitâbu’l-İlel” dir. Çok övülmüş olan bu kitab Sunen’ in sonundaki mi yoksa İbnil Nedim’in bahsettiği “Kitâbu’l-İlel” isminde başka bir ilel mi oldu­ğu ihtilaflıdır(37).

*) Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yüksek Lisans Öğrencisi

1) Atatürk Üniversitesi, İslâmî İlimler Dergisi, sayı 4/287,

2) El-Camîu’s-Sahîh (Muk) 1/77-78.

3) El-Camîu’s-Sahîh (Muk) 1/77-78.

4) Vefayatu’l-Ayan 3/407,

5) Tehzibu’t-Tehzîb 9/387.

ti) Kûtüb-i Sitte Tere. 1/234.

7) A. Ü. İslâmi tümler Fakültesi Dergisi, sayı 4/289.

8) Kamusu’1-Alam 3/1644.

9) Kamusu’l-Alauı 3/l644.

10) Mevzu’aiü’l-Ulam 1/585.

11) El-Camîu’s-Sahîh 1/81.

12) Tezkiretü’l-Huffâz 2/634.

13) Tehzîbu’t-TehZîb 9/387.

14) Tezkiretü’l-Huffâz 2/634.

15) El-Camiu’s-Sahîh (Muk) 1/83.

16) Tehabu’l-Tehab 9/388-389.

17) Tehzîbü’t-Tehab 9/388-389.

18) Sünenü’t-Tirmizî (Kitabu’l-İlel’de) 5/738.

19) Tehzibu’t-Tehzîb 9/388-389.

20) Tezkiretü’l-Huffâz 2/634.

21) Tehzibu’t-Tehzîb 9/388.

22) Tehzîbü’t-Tehab 9/388.

23) Tuhfetü’l-Ahvezî 1/341-342.

24) Tehzibu’t-Tehzîb 9/389.

25) Mizanıl’l-Itidal, 3/678.

26) Tehzibu’t-Tehzîb 9/389.

27) Tehzîbü’t-Tehab 9/389.

28) Mevzuatü’l-Ulûm 1/585.

29) Tuhfetû’l-Ahvezî (Mulc) 1/350-352.

30) Tehzibu’t-Tehzîb 9/389.

31) Kitâbu’l-Ensab 106/b.

32) Tezvimü’s-Huffaz 2/635.

33) Tehzibu’t-Tehzîb 9/389.

34) Tehzibu’t-Tehzîb 9/389.

35) Tehzibu’t-Tehzîb 9/389.

36) Mevzuatü’l Ulüm 1/585.

37) İslam Ansiklopedisi 12-1/389.

38) İslam Ansiklopedisi 12-1/388.

***

Ey Peygamber! Biz seni şâhid, müjdeci uyarıcı; Allah’ın izniyle O’na çağıran, nurlandıran bir ışık olarak göndermişizdir. İnananlara, Rablerinden büyük bir lütuf olduğunu müjdele. înkârcılara, ikiyüzlülere itâat etme; eziyetlerine aldırma; Allah’a güven, güvenilecek olarak Allah yeter.

(Kur’ân-ı Kerim, Ahzâb: 45-48)