Makale

CÂMİ VE CEMAATİN HAYATIMIZDAKİ YERİ

CÂMİ VE CEMAATİN HAYATIMIZDAKİ YERİ

Doç. Dr. Mustafa BAKTIR*

“Bu millet üç kıtaya hâkim iken, yalnız câmi kültürü ile yetişmişti...”**
Ömer Kirazoğlu

TAKDİM

Cemaat meselesine mübarek beldelerde çok dikkat edildiğini müşahede et­miştik. Cidde, Mekke arasında yolcu taşıyan bir taksi şoförü, namaz vakti yaklaştığında radyosunu açıyor. Kabe’nin ezanını işitir işitmez arabası­nı sağa çekiyor. Kendisi imam müşteriler de cemaat olarak namaza du­ruluyordu. Arkadan gelen arabalar da sağa durup cemaate iştirak ediyorlardı. Birde bakıyorsunuz, on on beş arabalık bir konvoy ve kalabalık bir cemaat. On beş yirmi dakika sonra büyük mescitleri bulunan bir benzin istasyonuna varmak mümkün iken, bu yol tercih edilmiyor, namazın vaktinde kılınmasına riayet ediliyordu. Hanbelî mezhebinde, cemaatin farza yakın bir derecede olmasının da bunda tesirli ol­duğu şüphesizdir.

Bizde cemaat meselesinin niçin bu kadar ihmal edildiğini bilemiyorum. Hatta son yıllarda namaz ve cemaat gibi ibadetleri hafife alan, küçük gören bir anlayışın geliştiğini görmekteyiz. Müslümanın şahsi hayatında Allah’a hakkıyla kulluk ya­pabilmek için gayret göstermesi, zikir fikirle meşgul olması pasiflik ve miskinlik kabul ediliyor. Bir müslümanın şahsî hayatında Îslâmı yaşamakta dînî vazifeleri­nin hepsini yapmış olmayacağı aşikardır. Fakat ibadetleri küçük görüp, kendileri­nin daha büyük meselelerle uğraştıklarını ima edenlerin gidişleri de çok tehlikeli­dir. İbadetleri basite almak insanın din dairesinin dışına çıkmasına da sebep olabilir.

İslam cemiyetini meydana getiren fertler, yani bizler, şahsî hayatımızda Dini Mübin-i Îslâmı hakkıyla yaşayıp Allah’a kulluk edebilsek, cemiyeti düzeltebilir ve bir çok meselenin de üstesinden gelebiliriz. Asr-ı Saâdetde imanın şuuruna ermiş bir avuç sahabenin neler yaptıklarım İslam Tarihinden okuyabiliriz. Üstü başı dö­kük bir gurup sahabe, İran kisrasının huzuruna çıktıklarında, reisleri kendisinden emin bir şekilde şöyle hitabeder: “Müslüman olacaksınız. Müslüman olmazsanız, ya cizye vereceksiniz, ya da sizinle harbedecegiz”.Kisra afallar, Bu ne cesaret. Hay­retle sorar: “Siz dün milletinizin en yoksulu ve fakiri İdiniz. Size ne olda? Bu cesa­reti nereden aldınız?” Sahabe yine kendisinden emin bir şekilde, “evet” der, “Biz dün öyle idik. Fakat içimizden bir Peygamber geldi. Bizi Hak Dine davet etti, biz de ona iman ettik".1 İşte imanın neticesi... Namazlarımızı cemaatle kılmayı ih­mal edişimizin bir çok sebepleri bulunmaktadır. Televizyonun artık her eve girip büyük bir iştiyakla takip edilmesinin bu hususta etkili olduğu şüphesizdir. İmam­ların görevlerini hakkıyla yapmadıkları gibi bazı şikayetler, nefsimizin kabahati­mizi örtmek için İleri sürdüğü bahanelerdir. Suçluluk psikolojisinden kendimizi an­cak böyle kurtarabiliyoruz. Cami görevlileri de bizim cemiyetimizin bir ferdi, bir parçasıdır. Bu İşi hakkıyla yapamıyorlarsa, maddî manevi bütün imkanlarımızı se­ferber edip hususi elemanlar yetiştirmeliyiz. Başta kendi çocuklarımız olmak üze­re kabiliyetli gençlerimizi bu ulvi hizmet için hazırlamalıyız. Kendi evlatlarımın başka işlere hazırlarken, hasbelkader bu işe talip olmuş birisinden de çok fazla şeyler bekliyoruz.

Hasılı bu saydıklarımız gibi ileri süreceğimiz sebeplerin hiçbirisi cemaati terk etmemiz için meşru bir mazeret değildir. Cemaate ve camiye devamı engelleyen bazı durumlar varsa, bunları ortadan kaldırmağa çalışmalıyız. Yoksa camiye gel­meyi terk etmek meşru bir hal çaresi değildir.

Biz bu yazımızda, Kur‘an, Sünnet ve fıkıh kitaplarına müracaat ederek, “Na­mazların cemaatle kılınması” meselesini ana hatları ile ortaya koymağa çalıştık. Rabbim ibâdet ve taatlarımız kabul buyurup, bizleri rızasından ayırmasın.(Amin).

1— “NAMAZ DİNİN DİREĞİDİR” 2

Namaz, dinin direği ve müminin en büyük vasfıdır. Bunun için de ayet ve hadislerde namaza devam emredilmiştir. Kur’an’da şöyle buyuruluyor:

“(Faiz) namazların (valüt ve erkanlarını gözeterek) edasına devam edin. Bilhassa orta (ikindi) namazına dikkat edin ve Allah’a İtaat ederek namaza durun”2

İbn Mes’ud (ra) Rasulüllah’a (sav) hangi amellerin faziletli olduğunu sorduk­larında, Fahri Kâinat Efendimizin (sav) öncelikle “vakti ide kılınan namaz"ı say­mışlar, sonra da “Anaya ve babaya iyilik”3 ve “Allah yolunda cihad”ı zikretmişlerdir.4

Ebû Hureyre’den (ra) rivayet edilen bir hadisde de şöyle buyuruluyor: “Kıya­met günü kolun İlk önce hesaba çekileceği ameli namazıdır. Şayet namazı tamam gelirse, felaha erip kurtulmuştur. Şayet namazı tamam değilse, kaybetmiş hüsrana uğramıştır. Farz namazından bir kısım eksik çıktığında, Allahüzülcelâl şöyle bu­yurur: "Bakınız, kulumun nafile namazı var mıdır?” Farzdan eksik olanlar nafi­lelerle tamamlanır. Diğer amelleri de artık buna göredir”5.

Buna göre kul tedbirli davranmalı. Farzları vaktinde edâ ettiği gibi, bilhassa duhâ, evvâbîn ve teheccüd gibi, sünnet olan nafile namazları da kılmalıdır.

Namaz, İnşam kötülüklerden meneder ve pisliklerden temizler. Ankebut Sure­sinde Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Sana vahyolunan kitabı oku ve namazı kıl. Çünkü namaz, hayasızlıktan ve fenalıktan alıkor. Allah’ı zikretmek en büyük ibadettir. Allah, her ne işlerseniz, bilir”6.

Doğru olarak namaz kılmağa devam edildiğinde, insanın salahı artar. Bir hadisde şöyle buyuruluyor: “Kim bir namaz kılar da, o kendisini fahşâ ve münkerden nebyetmezse, o namazla Allah’tan uzaklaşmaktan başka bir şey artırmış olmaz”7.

Aslında Allah’ın zikri olan namaz, en büyük bir iştir. Yani asıl hakikati, Al­lah’ı Zülcelâli anmak ve onun celali kibriyası huzurunda kulun aczini ve ihtiyacını arzetmek olan namaz, haddizatında en büyük bir ameldir. Diğer taraftan fahşa ve münkerden nehy için en büyük amildir8.

Nitekim Ebû Hureyre’nin (ra) rivayet ettiği bir hadisde şöyle buyuruluyor: ”Ne dersiniz? Birinizin kapısı önünde bir nehir bulunup da o kimse o nehirde günde beş defa yıkanırsa, bedeninde kirden hiçbir şey kahr mı?” Ashab “Hiç bir şey kalmaz” diye cevab verdiler. Rasulullah (sav), “İşte beş vakit namaz da buna ben­zer. Allah, namaz sayesinde günahları siler”9.

Bir başka ayette de şöyle buyuruluyor: “Gündüzün iki tarafında ve gecenin gün­düze yakın zamanlarında namaz lul. Doğrusu iyilikler kötülükleri giderir. Bu ibret alanlara bir öğüttür”10. Bir hadisde de bu ayetin tefsiri mahiyetinde şöyle buyurulmuştur: “Büyük günahlar irtikab edilmedikçe, beş vakit namaz ve iki cuma, aralarındaki günahlara keffarettir”11.

Namaz, mü’minin şiârı ve en büyük alametidir. Tevbe Suresinde, müşriklerin bulundukları yerde öldürülmeleri emredildikten sonra, “...Eğer tevbe ederler, namazı kılarlar, zekatı verirlerse onları serbest bırakınız. Çünkü Allah Gafurdur, Rahimdir”12 buyuruluyor. Yine Kıyame Suresinde kafir hakkında, “Ne (Kur’an ve Peygamberi) doğruladı ve de namaz kıldı”13 buyuruluyor. Dikkat edilirse, ayet­lerde imandan sonra mü’minin yapması gereken amel olarak ilk önce namaz zik­redilmiştir.

Birçok hadislerde namaz, mü’mini kafirden ayıran en bariz bir vasıf olarak zik­redilmiştir. Aşağıda verilen hadis-i şerifler imanı kâmil olmaz” şeklinde yorum­lanmış ve namazı tembelliğinden, gevşekliğinden dolayı terkeden kimsenin dinden çıkmayacağı ifade edilmiştir. Buna rağmen mü‘minin bu hadis-i şeriflerin zahiri manalarını dikkatten uzak tutması gerekir. Câbir (ra) rivayet ediyor: “Muhakkak bir kimse ile şirk ve küfür arasında, (alâmeti farika olarak yalnız) namazı terk etmek vardır”14.

Büreyde (ra) rivayet ediyor: “Onlarla bizim aramızda alâmeti fârika namazdır. Binâenaleyh namazı terkeden kafirlere benzemiştir”15.

Büyük bir zat olduğunda herkesin ittifak ettiği tabiînden Şakık b. Abdullah şöyle diyor: "Hz.Muhammed’in (sav) ashabı, namazdan başka berhangibir ibâ­detin terkini küfür saymazlardı”16

Ayet ve hadislerde de görüldüğü gibi, Rabbimize karşı kulluğumuzun en bü­yük nişânesi olan namaz, bir kimsenin dînî yönünün değerlendirilmesinde de en başta gelen ölçüdür.

2- NAMAZIN CEMAATLE EDASININ LÜZUMU

Namazın müminler için ne kadar ehemmiyetli bir ibadet olduğunu yukarıda kaydettiğimiz ayet ve hadislerden anlamış olduk. Asrı Saadete baktığımızda, na­mazın cemaatle kılınmasına büyük bir hassasiyet gösterildiğini ve çok nadir du­rumlarda terkine cevaz verildiğini görmekteyiz, şimdi cemaatin lüzumu ile ilgili ayet ve hadisleri gözden geçirelim:

Bakara Suresindeki bir ayet-i kerimede şöyle buyuruluyor: “Namazı kılın, ze­katı verin, rüku edenlerle birlikte rukü edin”17 Bu ayette Önce mutlak olarak “Na­mazın kılınması”, sonra da “rüku edenlerle birlikte rüku edilmesi” emrediliyor. Müfessirlere göre bu ikinci rüku emrinden maksat, cemaate iştirak etmektir. Bu­rada namazdan “rüku” şeklinde bahsedilmiştir. Zira yahudilerin namazlarında rüku yoktur. Onlar namazlarını t.-k tek kılarlardı. Onlardan farklı olması için rüku de­nilmiş ve müslümanların cemaate devam etmeleri istenmiştir. Bazı ulemâ bu ayet­ten namazın cemaatle kalınmasının vacib olduğu hükmünü çıkarmışlardır 18.

Bir başka ayette de, harb halinde namazın cemaatle nasıl kılınacağı tarif edile­rek şöyle buyuruluyor: “Sen de içlerinde bulunup onlara namaz kıldırdığın vakit, onlardan bir bölük seninle beraber namaza dursun ve silahlarını da yanlarına al­sınlar. Namazda olan secdeye vardıklarında arkanıza geçsinler. Bu kez namaz kıl­mayan öteki bölük gelsin, seninle beraber namaz kılsınlar. Korunma tedbirlerini ve silahlarını da alsınlar. İnkar edenler istediler ki, üz silahlarınızdan ve eşyanız­dan gaflet etseniz de birden size bir baskın yapsalar...”19

Bu ayetin nüzul sebebini Ebu Ayyaş ez-Zürkâvnî şöyle anlatıyor Rasulullah (sav) ile Usfan’da seferde idik. Müşriklerle karşılaştık. Müşriklerin başında Hâlid b.Velîd vardı. Müşrikler bizimle kıble arasında İdiler. Rasulullah (sav) bize öğle namazını kıldırdı. Müşrikler dediler ki: "Keşke onlara hücum etseydik, onları ga­fil yakalamıştık”. Sonra dediler: “Birazdan onlara bir namaz vakti daha gelecek ki, onlar için oğullarından ve nefislerinden daha kıymetlidir.” O zaman Cebrail (as) öğle ile ikindi arasında bu ayeti getirdi”20.

Rivayette geçen “oğullarından ve nefislerinden daha kıymetli’’tabiri, o günde sahabe ve Rasulullah (sav) indinde namaza ne derece ehemmiyet verildiğini göste­riyor. Yolculuk halinde şoföre namaz kılmak için münasib bir yerde durmasını söy­lemeye bile cesaret edemeyen günümüz müslümanı, Asr-ı Saadetteki o ruhtan ne kadar uzaklaşmış.

Düşman karşısında can ve mal tehlikesi olduğu zamanda bile, namazın terkine değil cemaatin ihmaline bile ı uhsat verilmemesi çok manidardır. Kaydettiğimiz ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz, bu halde bile namazın cemaatle nasıl kıl inağa cağı m bi­ze tarif ediyor. Bunun için de büyük âlim Suyutî diyor kİ: Harb halinde bile nama­zın cemaatle kılınması em red ildiği ne göre, normal zamanda ise öncelikle cemaatle edâ edilmesi gerekir.21

Buhârî, ‘‘Cemaatle namazın vücûbu ” adlı bir bab açmış ve Hasan-i Basrî’den şu rivayeti kaydetmiştir: “Bir kimseyi annesi annelik şefkatinden dolayı yatsı na­mazına gitmekten menetse, annesine itaat etmez”22. Bu rivayet gösteriyor ki, Hasan Basri’ye göre, namazı cemaatle kılmak farzdır. Çünkü o ‘‘annesine itaat etmez” demiştir. Zira masiyetin dışında valideyne itaat farzdır. Burada sadece yatsı namazını zikretmiştir. Fakat hüküm bütün namazlara şamildir. Çünkü yatsı na­mazı, münafıklara en ağır gelen namazdır23.

Buhârî, bundan sonra da Ebû Hureyre’nin (ra) rivayet ettiği şu hadisi kay­dediyor:

"Nefsim yedi kudretinde olan Allah’a yemin olsun, içimden Öyle geçiyor ki, (bir çok) odun yığdırayım. Sonra namaz için ezan okunmasını emredeyim de biri­ne cemaate İmam olmasını söyleyeyim. Sonra o cemaati bırakıp (namaza gelmeyen) kimselerin üzerlerine gidip evlerini (kendileri içinde iken) yakıvereyim. Nef­sim yedi kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, (cemaatten) geri kalanlardan birisi, (burada) semiz etli bir kemik parçası, yahut iki tane güzel koyun parçası bulacağını bilse, yatsı namazına mutlaka gelirdi”24.

Alimlerin bazıları bu hadisle istidlal ederek, cemaatin farz-ı ayn olduğu kanaatına vardılar. Telvih sahibine göre ise, cemaatin namazın sıhhatinin şartlarından olup olmadığı hususunda ihtilaf vardır. Davud b. Ali, ve Ahmed b. Hanbel’e göre sıhhatinin şadlarındandır. Ulemadan îbn Huzeyme, İbnü’l-Münzir gibi bir cema­ate göre farz-ı ayındır. Atâ, Evzâî ve Ebû Sevr de bu görüştedir. Ahmed b. Hanbel’e göre de bu görüş sahihtir. İmam Şafiî’den de böyle bir görüş rivayet ediliyor, Ahmed b. Hanbel’den cemaatin şart değilde vacib olduğuna dair de bir rivayet bu­lunmaktadır.

Hanefîlerin bazısına göre vacib, bazısına göre ise sünnet-i müekkededir.25

Rasulüllah’ın (sav) cemaate gelmeyenler için yaptıkları teşbih de, bu işin ne kadar büyük bir günah olduğunu gösteriyor, önce onların evlerini başlarına yıkmayı teklif ediyorlar. Sonra da onların neyin peşinde olduklarını kinayeli bir şekilde ifade edi­yorlar.

Tirmizi, bu hadisi verdikten sonra, şu rivayetleri de kaydediyor: Rasulullah (sav) in sahabesinden birçoğunun şöyle dedikleri rivayet edilmiştir: “Kim ezam işitir de, ona icabet etmezse, onun namazı yoktur, kabul edilmez”.

Bazı ehl-i ilim de şöyle dediler: “Bu hadis cemaate devam hususundaki önemi gösteriyor. Bir kimsenin cemaati terkine ruhsat verilmemiştir. Ancak bir özür bu­lunursa, cemaatin terki caizdir”.

Mücahit Rivayet ediyor: “tbn Abbâs’a bir adamdan soruldu ki bu kimse gün­düzleri oruç tutuyor, geceleri de ihya ediyordu. Ancak cumaya ve cemaate gelmi­yordu. İbn Abbas “cehennemliktir” buyurdular. Bu hadisin manası şudur: Böyle yapan kimse, cemaati ve cumayı hafife alıyor demektir”26.

Cemaat meselesinde fukahânın görüşlerine gelince: Hanefî fukahasının bazısı­na göre cemaat vacib, bazısına göre ise sünnet-i müekkededir. Cemaat vacibdir, çünkü Rasulullah (sav) cemaate devam ettiler. Rasulullah ’tan (s.a.v.) sonra da gü­nümüze kadar Müslümanlar cemaate devam ettiler. Cemaati terk edeni ise iyi gör­meyip kötülediler. Bu da ancak vacibin terkinde olur.

Cemaat, cemaate bir güçlük bulunmadan gidebilen herkese vacibdir. Ancak bir özrü bulunursa, vücübiyet düşer27.

Haleb-i Kebir’de, fukahanın ekseriyetine göre vacib olduğu, sünnet denilmesinin ise, vücûbiyetinin hadisle sabit olmasından kaynaklandığı belirtiliyor. 27

İbn Abidin’de de, cemaatin erkekler İçin bir görüşe göre sünnet-i müekkede, bir başka görüşe göre de vacib olduğu kaydediliyor. Aslında vacibdir, fakat vücübiyet hadisle sabit olduğu için sünnet denilmiştir, özürsüz olarak bir defa terki, günahı gerektirir. Bunlardan başka hanefîlerden farz-ı ayn ve farz-ı kifâye olduğunu söyleyenler de bulunmaktadır29.

Hanbelî mezhebinde namazın cemaatle kılınması ittifakla vacibdir. Fakat ce­maat namazın sıhhatinin şartlarından değildir. Yani bir kimse bir özrü sebebiyle iek başına namaz kılsa, bu namazı sahih olur. 30

3- “CEMAATTEN AYRILANI KURT YER” 31

Müslümanların bir araya gelip namazlarını cemaatle edâ etmeleri emredilmiş­tir. Bu vesile ile müslümanlar bir araya gelip farzları isleyip haramlardan kaçın­mada birbirlerine destek olurlar. Bir cemiyetteki müslümanlar sayılan ne kadar az olursa olsun, bir cemaat teşkil ederek namazlarını bir arada kılmağa devam eder­lerse, umulmadık feyizli neticeler elde ederler. Aynı zamanda cemiyetteki kötü­lüklerin daha az tesirinde kalırlar. Bunun İçin müslümanların sayısı ne kadar az olsa da, namazları cemaatle kılmaları tavsiye edilmiştir:

Ebû’d-Derdâ (r.a.) anlatıyor: Rasulullah (s.a.v.)’i şöyle derken işittim: "Bir köyde veya bir çölde üç kişi bulunur da, namaz (cemaatle) ile olunmazsa, onlara şeytan musallat olur. Cemaate devam edin. Cemaate« ayrılıp tek başına kalanı kurt yer” 32.

Ebû Davud ve Neseinin kaydına göre, bu hadısdeki cemaattan maksad, na­mazı cemaatla kılmaktır. Sindinin açıklamasına göre de, namazım tek başına kıl­mayı adet haline getiren kimseye şeytan musallat olur.

Hz. Ömer’in (ra) söyle dediği rivayet ediliyor: "...Cemaate tabi olunuz, tefri­kadan kaçınınız. Muhakkak şeytan tek başına kalanla beraberdir. Şeytan iki kişi­den daha uzaktır. Kim Cennetin ortasında bulanmak isterse, cemaate tabi olsun...”33.

İbn Ömer (r.a.) rivayet ediyor: "Ümmetim dalâlet Üzerine birleşmez. Allah’ın gücü cemaatle beraberdir...”34.

4- CEMAATLE KILINAN NAMAZ, YİRMİYEDİ DERECE DAHA

FAZİLETLİDİR

Abdullah b. Ömer (ra), Hz.Peygamber’den (s.a.v.) şu hadisi rivayet ediyor: “Cemaatle kılınan namaz, yalnız kılınan namazdan yirmi yedi derece daha faziletlidir*’31.

Bu babda yer alan Ebu Hureyre’nin rivayet ettiği diğer bir hadis de şöyledir: "İnsanın cemaatle kıldığı namazı, evinde ve çarşıda tek başına kıldığı namazdan yirmi beş derece daha fazladır. Çünkü sizden birisi, güzelce abdest alıp namazdan başka bir kastı olmaksızın mescide gittiği zaman, ta mescide girinceye kadar hiç* bir adun atmaz ki, Allahüteâlâ o adımdan dolayı oan bir derece daha yükseltmenin ve bir günahını da affetmesin. Mescide girince de, mescidde kaldığı müddetçe namazda imiş gibi sevaba nail olur. Namaz kıldığı yerden ayrılmadığı ve kendisin­den hades vaki olmadığı müddetçe, yanındaki melekler: “Ya İlahi onu affeyle, ona merhamet eyle” diyerek ona duâ ve istiğfar ederler” 36.

Cemaatle namazın tek olarak kılınan namazdan ne kadar daha faziletti oldu­ğuna dair değişik rivayetler bulunmaktadır. Bazı rivayetlerde elli derece, bazı riva­yetler de ise cemaatin sayısına göre katlanarak arttığı kaydediliyor. Rasulullah Efen­dimiz (s.a.v.) tarafından bildirilen bu sayıların mahiyetleri hakkında kesin bir şey söylemek mümkün değildir. Her halükarda cemaatle kılınan namazın kat kat da­ha faziletli olduğunu göstermektedir 37.

Yine Ebu Hureyre’nin (r.a.) bir başka rivayetinde de: “...Her namazın ilk vak­tindeki cemaatte olan fazileti bilseler, onlara yetişmek için yarış ederlerdi. Yatsı ile sabah namazlarını cemaatle kılmadaki İlâhî lütufları bilseler, emekliye emekliye de olsa, onlara giderler, terk etmezlerdi” 38 buyuruluyor.

Enes b. Mâlik (ra) rivayet ediyor: “Kim kırk gün, birinci tekbire yetişerek ce­maatle namazını kılarsa, ona iki mükafat yazılır: Birincisi cehennemden kurtuluş, İkincisi münafıklıktan kurtuluş” 39.

Cemaatle namazın fazileti İle ilgili diğer bahislerde de zaman zaman bilgiler vereceğimiz için, Ebu Hureyre’nin rivayet ettiği ve Buhari’nin aynı babında yer alan şu hadisle bu konuya son vermek istiyoruz:

“Yedi sınıf insan vardır ki, Allah Arş-ı İlahi’den başka bir gölgenin olmadığı kıyamet gününde Arş’ının gölgesinde gölgelendirecektir 1) Adil devlet başkanı 2) Rabbine ibadet ederek (emiz bir hayat içinde büyüyen genç, 3) Gönlü mescitlere takılı olan kimse, 4) Allah için sevişen ve bu muhabbetle birleşip bu sevgi ile ayrılan iki kimse, 5) Güzel ve mevki sahibi bîr kadın tarafından davet olunup arz-ı nefis edildiğinde “Ben Allah’tan korkarım” şeklinde cevap veren er kişi, 6) Sağ elinin verdiğini sol eli duymayacak derecede gizli sadaka veren zengin, 7) Tenha­larda Allah’ı zikredip de gözü yaşla dolup taşan kimse” 40.

5- BİLHASSA SABAH VE YATSI NAMAZLARINDA CEMAATE DEVAM

EDİLMESİ

Günde beş vakit olarak kılınan farz namazların hepsinin de cemaatle kılınması teşvik edilmekle birlikte, hadislerde yatsı ve sabah namazlarına ayn bir ehemmi­yet verildiğini görmekteyiz.

Ebu Hureyre (ra) rivayet ediyor: “Münafıklara sabah ve yatsı namazlarından daha ağır gelen bir namaz yoktur. Şayet bu iki namazda olan fazileti bilselerdi, emekleyerek te olsa, mutlaka bu ikisine gelirlerdi...”41.

Nitekim Kur’an’da da münafıkların namaza tembel tembel kalktıkları ve sade­ce insanlara gösteriş için kıldıkları kaydediliyor. 42

Müslim’de kaydedilen bir hadis de şöyledir: Abdurrahman b. Ebî Amra riva­yet ediyor; Osman b. Affan, akşam namazından sonra mescide girerek yalnız ba­şına oturdu Ben de yanına oturdum. Dediki: “Ey kardeşim oğlu, ben Rasulüllah’ın (sav) dediğini işittim: Her kim yatsıyı cemaatle kılarsa, gecenin yarısını na­mazla geçirmiş olur. Kim sabah namazını cemaatla kılarsa, bütün gece namaz kıl­mış gibi olur” 43

Cündeb b. Kasri’nin rivayet ettiği şu hadisde de, sabah namazım cemaatle kı­lanın Allah’ın zimmeti altında olduğu haber veriliyor: “Kim sabah namazım ce­maatle kılarsa, o kimse Allah’ın zimmetindedir. Allah, zimmetine ait bir şeyden dolayı sizden bir şey istemesin. Çünkü Allah İrimi kendi zimmetine ait bir şeyden dolayı hesaba çeker bir şey isterse, onu elde eder. Sonra da onu yüzüstü cehennem ateşine atar" 44.

Hz. Ömer’den (r.a.) gelen su rivayet, sahabe-i kiramın cemaate devam mesele­sinde birbirlerini nasıl murakabe ettiklerini gösteriyor: Hz. Ömer (ra), Süleyman b. Ebu Hasme’yi (ra) bir sabah namazında göremedi. Ertesi gün Hz. Ömer (ra) çarşıya gitti. Süleyman’ın (r.a.) evi de çarşı ile Mescid-i Nebevi arasında idi. Sü­leyman’ın (ra) annesine uğradı ve dediki: “Süleyman’ı sabah namazında mescidde göremedim.” Annesi söyle cevap verdi: “O sabaha kadar namaz kıldı ve sonra da uyuyakaldı”. Hz. Ömer (r.a.) şöyle cevap verdi: “Sabah namazım cemaatle kıl­mam benim için geceyi ihya etmekten daha iyidir” 45

Zamanımızda da bazı geceleri bu şekilde nafile ibadetlerle ihya edip de, camiye gelmek şöyle dursun, sabah namazına kalkamayanlanmız pek çoktur. Gecenin geç vaktine kadar sohbet ve nafile ibadetler yapılır. Sonra da uyku bastırır. Geç vakit­te uyuyan kimsenin de sabah namazına kalkması, hele camiye gitmesi, oldukça zor­dur. Nafile ibadet yapalım geceyi ihya edelim derken, mübarek bir gecede en mühim bir idabet olan farzı terk ederiz. Dolayısıyla zararımız kârımızdan çok olur. Böyle durumlarda uyanık olup en azından yatsı ve sabah namazını cemaatle kılmağa gayret etmeli. Vakit kalırsa, nafile ibadetlerle meşgul olunmalıdır.

Hz. Ömer’den (r.a.) gelen bir başka rivayet te şöyledir : “Bir kimse, ilk tedbiri kaçırmaksam kırk gün yatsı namazını cemaatle kılarsa, Allah onu bu’ İbadeti se­bebiyle cehennemden azad olanlardan yazar” 46.

Hz. Ömer’in (r.a.) oğlu Abdullah b. Ömer (ra) de şöyle buyuruyor: “Biz sa­bah ve yatsı namazlarında bir adamı mesddde göremediğimiz zaman, onun hak­kında kötü zanda bulunurduk” 47.

Yani onun hakikaten inanmış olup olmadığından, münafık olmasından şüphe ederdik. Günümüzde ise büyük bir ekseriyet yatsı ve sabah namazlarına gitmediği için, kimse kimseden şüphelenme ihtiyacını bile duymuyor. İşte namaz ‘meselesin­de Sahabe-i Kiramın hassasiyeti ve bizlerin lakayıdlığı ve vurdumduymazlığı.

6- CEMAATİN TERKİNE KESİNLİKLE CEVAZ VERİLMEMİŞTİR

Abdullah b. Mes’ud (r.a.) rivayet ettiği hadisde şöyle buyuruluyor: “Kim ya­rın Allah’a müslüman olarak kavuşmak isterse, şu namazlarını ezan okunan yerde (cemaatle kılmağa) devam etsin. Çünkü Allah, Peygamberinize (s.a.v.) sünen hüda yı meşru kılmıştır. Bu namazlar da sünen-i büdâdandır. Şayet cemaati terkedlp, namazı evinde kılanın yaptığı gibi siz de evlerinizde kılarsanız, Peygamberinizin sünnetini terketmiş olursunuz. Peygamberinizin sünnetini terk ederseniz, muhak­kak dalalete düşersiniz. Hiç bir kimse yoktur ki tertemiz abdestini alsın, sonra şu mescitlerden birine girsin de, Allah ona, attığı her adım mukabilinde bir sevab yazmasın, her adım karşılığında onu bir derece yükseltmesin ve onun bir günahım affetmesin. Vallahi ben öyle günlerinize yetiştim ki, nifakı malum münafıktan başka hiç birimiz cemaati terk etmiyordu. Vallahi İnsan iki kişi arasında bacakları yerde sürünerek (mescide) getirilir de safa durdurulurdu” 48.

Bu rivayet gösteriyor ki, münafıkların haricindeki herkes, cemaate devam edi­yordu. Hasta olanların bile iki kikinin kollan arasında getirilip cemaate iştirak et­tiriliyordu. Bu da Rasulullah (s.a.v.) zamanında cemaate devam hususunda ne kadar titizlik gösterildiğini gözlerimizin önüne seriyor.

Yine hadisde “Sünneti ter kederseniz, dalâlete düşersiniz” buyuruluyor. Ebû Davud’daki rivayette dalâlet yerine “küfür” zikredilmiştir. Bu da gösteriyor ki, “ce­maate devam” çok ciddi bir meseledir. Onu terk etmenin sonu dalâlet, hatta bazan küfür de olabilir. Zira cemaate devamda gevşeklik gösteren Şeriata karşı da lâübâli olur. Birçok şeyi terk ede ede, neticede kendisini İslam’ın haricinde bulur. Bu da neticede küfre kadar varabilir. 49

Her halükarda cemaatin terkedilemeyeceğine delil olarak şu hadisi de kaydede­biliriz:

Ebu Hureyre (ra) rivayet ediyor: “Rasulüllah’a (s.a.v.) âmâ bir zat geldi ve “Ya Rasulallah, gerçekten beni mescide götürecek bir yardımcım yok” diyerek Rasulullah ‘tan (s.a.v.) evinde kılmak için ruhsat istedi. Rasulullah ta (sav) ona ruhsat verdi. Amâ dönüp gittikten sonra Rasulullah (s.a.v.) onu çağırarak şöyle sordu: “Sen namaz için okunan ezanı işitiyor masun?” Amâ “Evet” dedi. O zaman Ra­sulullah (s.a.v.) “Öyle ise ezana icabet et” buyurdular 50.

Hadiste geçen âmâ zat, Abdullah İbni Ümmi Mektum (r.a.) dır. Rasulullah (s.a.v.) cemaate devam etmeyenlerin evlerini tepelerine cayır cayır yakmak istedi­ğini söylediğinde, Abdullah İbni Mektum, “Ya Rasulallah (s.a.v.), Medine’nin ze­hirli haşeratı ile yırtıcıları çok...” diyerek evde kalmak için izin istemişti. Hadisde görüldüğü gibi yardımcısı olmadığı için mescide gitmekte güçlük çektiğini söyleye­rek evde kılmasına ruhsat verilmesini istemişti. Fakat Rasulullah (s.a.v.) kendisi­ne ruhsat vermemiştir 51.

Bu hadisle ilgili olarak Ebû Davud şârihi Hattâbî şöyle diyor: “Cemaatin vacib olduğuna bu hadis delildir. Şayet mendub olmuş olmsaydı, İbnü Ümmi Mektum da olduğu gibi özürlü ve zayıf olanların cemaate iştirak etmemeleri daha evla olurdu”.

Ata b. Ebî Rebâh şöyle diyor: “Allah’ın yarattığı kullardan hiçbir kimseye, ezanı işittiği zaman, ister şehirde İster köyde olsun, cemaatle namazı terk etmesine ruhsat yoktur”.

Ebu Sevr, cemaati vacib kabul ediyordu, O ve cemaati vacib sayan diğer ule­mâ, havf halinde bile namazın cemaatle kılınmasının emredilmiş olmasını ve onu terke ruhsat verilmemesini delil olarak getirdiler. Bu da gösteriyor ki, emniyet ha­linde evleviyetle vacibdir. 52

Buhari, Kitabü’l-Ezân’da, “Hastanın cemaate iştirak etmesinin hangi hadde kadar şart olduğunu” göstermek için açtığı babda, Rasulullahın (s.a.v.) hastalığı ile ilgili olarak şu hadisi kaydediyor: Esved b. Yezid Rivayet ediyor: “Biz bir gün Hz.Aişe’nin (r.a.) yanında idik. Namaza devam ve tazimden söz açıldı da Hz. Aişe (r.a.) şöyle dedi: “Rasulullah (s.a.v.) vefatıyla neticelenen hastalığa tutulduğu zaman bir kere namaz vakti gelmiş, ezan da okunmuştu. Rasulullah (s.a.v.): “Ebû Bekr’e söyleyin, cemaate namazı kıldırsın” buyurdular. Hz. Ebu Bekir pek yufka yürekli olduğu ve Rasulüllah’ın (s.a.v.) makamına durupta namaz kıldırtamayacağını söylediyse de, Rasulullah (s.a.v.) tekrar yine aynı şeyi buyurdular. Bu hadise üç defa cereyan etti. Neticede Hz. Ebû Bekir cemaate namazı kıldırdı. Bu namazla­rın birinde Rasulullah (s.a.v.) kendilerinde bir hafiflik hissedip iki kimseye daya­narak namaza iştirak ettiler. “Hz. Aişe validemiz sözlerine şöyle devam ediyorlar: “...Tâkatsızlığından dolayı yürürken mübarek ayaklarını yerlerde sürüdüğü hala gözümün önündedir”. Hz. Ebû Bekir (r.a.) çekilmek İstediyse de, Rasulullah(s.a.v.) buna müsaade etmediler ve Hz. Ebu Bekir’in (r.a.) yanı başına oturdular. 53

Bizim Peygamberimiz Hz.Muhammed (s.a.v ,)in namaz ve cemaat meselesin­deki tavrı bu idi. Çok hasta, mecalsiz ve sıkıntılı anlarında bile iki kişinin kolları arasında mübarek ayakları yerlerde sürünerek cemaate katılmaları, biz ümmetle­rine de bir şeyler vermeli, bizleri de harekete geçirmelidir. Bunları okuyup dinle­yip de namaz ve cemaat meselesinde içimizde bir kıvılcım parlamaz, lakayıdlığımız hala devam ederse, başımızın çaresine bakmalı, durumumuzu yeniden gözden ge­çirmeliyiz.

7- HANGİ HALLERDE CEMAAT TERK EDİLEBİLİR?

Bedir gazasına iştirak eden sahabelerden ve Ensar’dan olan Utbân b. Mâlik (r.a.), Rasulallah’a (s.a.v.) gelerek şöyle dedi: “Ya Rasulallah (s.a.v.), gözlerim görmez oldu. Kavmime namaz kıldıran benim. Yağmurlar yağdığı zaman onlarla aramız­da bulunan dereden sel akıyor, ben de mescide gidip kendilerine namaz kıldıramıyorum. Ya Rasulallah (s.a.v.) evime gelip bir yerde namaz kılmanızı İstiyorum. Ben de o yeri namazgah yapayım” 54.

Ertesi gün Rasulullah (s.a.v.) Hz. Ebu Bekir’le (r.a.) beraber bu sahabenin evine gelmişler ve gösterilen yerde iki rekat namaz kılmışlardır.

Bu hadis, yağmur, şiddetli karanlık ve can korkusu gibi özürler bulunduğun­da, cemaati terk etmenin cevazına delil olarak getirilmiştir 55.

Buhari, “Yağmur ve hastalıktan dolayı herkesin namazını bulunduğu yerde edâ etmesine ruhsatları altında açtığı bir babda da şu hadisi kaydediyor:

Abdullah b. Ömer.(r.a.) rivayet ediyor: “Rasulullah (s.a.v.), seferde iken so­ğuk, yahut yağmurlu gecede müezzine ezan okumasını ve ardından da “Haberiniz olsun namazlarınızı olduğunuz yerlerde kılınız” diye nida etmesini emrederdi” 56.

İbn Abbas (r.a.) rivayet ediyor: “Kim ezan okuyanı İşitir de, cemaate iştirake mani bir özrü de bulunmazsa, tek başına kıldığı namaz kabul olunmaz. “Özür ne­dir?” diye sordular. Rasulullah (s.a.v.): “Korku veya hastalık” buyurdular 57.

Bu hadisleri verdikten sonra, cemaati terk etmede şeri bir özür olarak kabul edilen manileri sayacak olursak, ana hatları ile şunları verebiliriz:

a) Hastalık ve hastaya refakatçiliği,

b) Yatalak ve ya felçli olmak,

c) Gözleri görmeyip âmâ olmak. Ancak imâmeyne göre âmâyı ve yatalak olanı mescide götürüp getirecek birileri bulunursa, yine cemaate iştirak etmesi gerekir.

d) Eli ayağı kesik olmak;

e) Yağmur, çamur, sel, şiddetli soğuk veya karanlık, gece şiddetli rüzgar olur­sa, bu durumda aynen âmâlık gibidir.

f) Malına veya canına bir zarar gelmesinden korkmak,

Cemaate ıştıfak ettiğinde. Kafile veya otobüsü kaçırmaktan endişe etmek. 58

8—RASULULLAHIN (s.a.v.) CEMAATE GELMEYENLERİ KONTROL ETMESİ

Fahri Kâinat Efendimiz (s.a.v,), cemaate iştirak etmeyen sahabeleri takip eder­ler ve bir problemlerinin olup olmadığını sorarlardı. Şayet hasta olan varsa, ziya­ret ederler, bir başka derdi olan varsa, onunla da ilgilenirlerdi. Geçerli mazeretlerinin dışında herkesin sabah ve yatsı namazlarında hazır bulunmalarını islerlerdi. Diğer vakitlerde herkesin-değişik bir meşgalesi olabilir. Fakat bu İki vakitte genellikle herkes evindedir. Ubayy b. Ka’b’ın (r.a.) rivayet ettiği şu hadisde bu meseleye te­mas ediliyor:

“Bir gün Rasulullah (s.a.v.) bizimle sabah namazını kıldı ve buyurdu ki "Filan (cemaatte) hazır mı idi?” Sahabeler “Hayır” dediler. Yine “Filan şahıs var mı idi?" diye sordular. Sahabeler, “Hayır” dediler. Devamla buyurdular ki: “Muhakkak bu iki namaz (sabah ve yatsı namazları), münafıklara en ağır gelen namazlardır. Siz bu ikisinde olan (fazileti) bilmiş olsaydınız, emekleyerek te olsa, bu ikisine ge­lirdiniz. Muhakkak birinci saf, (fazilet yönünden) meleklerin saffı gibidir. Onun faziletini bilseydiniz, onun için kur’a çekişirdiniz. Bir kimsenin bir başkasıyla ce­maatle kıldığı namaz, tek başına kıldığı namazdan daha üstündür. İki kişi ile ce­maatle kıldığı da bir kişi ile cemaatten daha faziletlidir. Daha fazla olan da Allah katında daha değerlidir” 59.

Görüldüğü gibi hadisde aynı zamanda, birinci saffın fazileti ve cemaat artıkça sevabın da artacağı hususuna temas edilmiştir. Bu hadis karşısında, sabah namaz­larında imamla müezzini baş başa bırakan bazılarımızın durumumuzu gözden geçirmemiz gerekiyor. Bu halimizle bizler, Rasulullah (s.a.v.) zamanındaki cemanı anlayışından re kadar uzaklardayız.

Cemaate iştirak etmeyenlerle ilgili olarak Müslüman Türklerin bir tatbikatını burada misal olarak kaydetmek istiyoruz, İbn Batuta, Seyahatnamesinde Harezm şehrine geldiğini ve burasının Türklerin en büyük, bakımlı ve güzel şehirlerinden birisi olduğunu kaydettikten sonra, orada cemaate iştirak etmeyenlerle ilgili örfle­rini şöyle açıklıyor;

“Onların namaz kılarken yaptıkları pek güzel bir adetleri vardır ki, başka yer­de görmedim. O da şöyledir: Müezzinler, kendi mescitleri çevresindeki evleri, na­maz vaktinin geldiğini bildirmek için bir bir dolaşırlar. Eğer namaza çağırılanlardan biri cemaatle namaz kılmağa gelmezse, imam onu cemaatin ortasında döver. Bu­nun İçin de her mescitte duvara asılı bir kamçı vardır. Yahut da mescit masrafları, ya da fakirleri doyurmak için beş dinar ceza öder. Derler ki bu adet pek eski za­manlardan beri ülkemizde geçerlidir” 60.

Bazı hanefî ulemasına göre, özürsüz cemaati terketmek te’zir cezasını gerekti­rir. Cemaate gitmeyen kimseye ses çıkarmayan komşuları da günahkar olurlar. Bav- zılanna göre ise şehâdeti dahi kabul olunmaz. Bir yerin ahalisi topluca cemaati ter kederlerse, onlara karşı silahla harp olunur 61.

9—CEMAATE İŞTİRAK İÇİN YÜRÜMENİN FAZİLETİ

Cemaate İştirakte tembellik gösteren biz müslümanların kendimize göre bazı bahanelerimiz vardır. Bunların başında da evlerimizin mescide uzaklığı gelir. Hele büyük şehirlerde yaşayanlar için ilk anda bu geçerli bir özür olarak sayılabilir. Fa­kat hadislere baktığımızda, evlerimizin mescide uzak olması kolay kolay geçerli bir mazeret olarak kabul edilmiyor. Aksine sahabe-i kiram, evleri uzak olduğun­da sevabları daha da arttığı için memnun oluyorlardı. Çünkü Müslüman dünyaya Allah’ın rızasını kazanmak için gelmiştir. Bu bakımdan ahiret açısından karlı olan cihet tercih edilmelidir.

Ubeyy b. Ka’b (r.a.) anlatıyor: ‘‘Bir adam vardı ki, mescide ondan daha uzak­ta olan hiç bir kimse bilmiyorum. Bu zat hiçbir cemaati kaçırmıyordu. Ona şöyle dediler: (Veya ben ona şöyle dedim): “Keşke bir merkeb satın alsan da karanlıkta ve sıcakta ona binsen”. O zat şöyle cevap verdi: “Evimin mescidin yanı başında olması beni memnun etmez. Çünkü ben mescide gidişimin ve evime dönüşümün kendi lehime yazılmasını isterim". Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) söyle buyur­dular: “Allah senin İçin bunların hepsini bir araya topladı” 62.

Büreyde (r.a.)m rivayet ettiği bir hadisde de şöyle buyuruluyor: “Karanlıkta mescide yürüyenleri, kıyamet günü tam bir nurla müjdele” 63.

Said b. el-Müseyyeb’in rivayetine göre, Ensardan bir zat vefat etmek üzere iken dediki: Size bir hadis rivayet ediyorum. Bunun sevabını ancak Allah’tan bekliyo­rum. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdular: “Sizden biriniz abdest aldığı zaman ab- destin! güzelce alır, sonra da namaz için çıkarsa, henüz daha sağ ayağını kaldırmadan Allah onun için bir sevab yazar. Sol ayağını koymadan Allah onun bir günahını siler. Sizden biliniz ister yakın isterse uzakta olsun, şayet mescide ge­lir, cemaatle namaz kılarsa, (günahları) affedilir. Mescide geldiğinde bir kısmı kalkmış namaz kılıyor olur da, onlarla birlikte tamamlarsa, yine aynıdır. Mescide geldiğinde samız kılınmış olur, o da namazını tamamlarsa, yine böyledir” 64.

Bir kimsenin cemaatle namaz kılmak niyeti ile mescide gelipde, cemaate yetişemese, yine cemaat sevabı alacağına dair Ebû Hureyre (r.a.) hadisi şöyledir: “Kim güzelce abdest alır, sonra mescide yürür, birde bakar ki cemaat namazı kılmış. Allahüteâlâ, o cemaate iştirak edipte namaz kılanın sevabı kadar ona da verir. Bu durum onun sevabından bir şey eksiltmez”61

Ebû Musa’nın (r.a.) rivayet ettiği bir hadisde de, “Namazda insanların en çok ecre nail olanı, derece derece mescide en uzak olanlarıdır...”44 buyuruluyor.

Diğer taraftan Rasulullah (s.a.v.) evleri mescide uzakta olan bazı sahabelerin, evlerini satıp mescidin yakınında bir ev edinme arzularına mani olmuştur,

Câbir b. Abdullah (r.a.) ve bir gurup sahabe, evleri mescide uzak olduğu için, evlerini satarak mescide yaklaşmak İstediler. Rasulullah (s.a.v.) onlara mani oldu ve şöyle buyurdu: “Muhakkak sizin için her adımda bir derece sevab vardır” 61.

Yine Ümmü Seleme kabilesi, mescidin yakınındaki boş arsalara taşınmak iste­diler, Rasulullah (s.a.v.) onların bu niyetlerine karşılık şöyle buyurdular: “Ey Be­ni Seleme, yurdunuzda kalınız ki, adımlarınız yazılsın, yurdunuzda kalınız ki adımlarınız yazılsın” 62.

Herkes mescidin yanı başına gelmek istese, Medine’nin bir kısmı boşalacak, bazı mahalleler sahipsiz kalacaktı. Bunun için de Rasulullah (s.a.v.) mescidin yakınına taşınmak isteyen sahabeleri muvafakat etmemişlerdir.

Namaza giderken vakar ve sükunetle gidilmesi tavsiye edilmiştir. Ebu Hureyre (r.a.) rivayet ediyor: “Kameti işittiğinizde, namaza yürüyerek gidin. Vakar ve sü­kuneti muhafaza edin, koşmayın. Yetiştiğiniz yerde namaza iştirak edin. Kaçırdı­ğınızı da tamamlayın” 69

Bunun hikmeti de şu şekilde izah edilmiştir: Namaza koşarak giden kimse yo­rulur ve namaza da böyle başlar. Yorgun ve bitkin bir halde kılınan namazda ise, beklenilen huşu hasıl olmaz. Fakat vaktinde huşu ve vakarla giden kimsede böyle bir durum olmaz. Dolayısıyla namaza da huşu ve huzurla başlar 70.

10- NAMAZDAN SONRA BİR MÜDDET MESCİDDE KALINMASI

Camiler, müslümanlar için hem birer ibadet yeri, hem de birer eğitim müessesesidir. Camiye devam eden müslüman, cemaat sevabım aldığı gibi, aym zamanda birçok yeni bilgiler öğrenir, eksiklerim tamamlar. İmamın umumi vaazlarından baş­ka, cemaatte birbirlerinin eksik ve yanlışlarım usulü dairesinde düzeltirler. Böyle- ce devamlı cemaate gelen müslüman, yavaş yavaş bütün noksanlarını tamamlar. Bu tatbikatın bizzat Rasulullah (s.a.v.) tarafından da yapıldığını görüyoruz:

Hz. Cabir’in (r.a.) rivayetine göre, Rasulullah (s.a.v.) sabah namazım kıldık­tan sonra, güneş doğuncaya kadar bir müddet mescidde oturur, sahabe-î kiramla sohbet ederdi 71.

Ebu Musa (r.a.) anlatıyor: “Rasulullah (s.a.v.) sabah namazını kıldırdıktan sonra, biz gelir onun yakınına otururduk. Bîr kısmımız Kur’an’la ilgili, bir kısmımız mirasla ilgili, bir kısmımız da gördüğü rüya ile ilgili somlar sorardık” 72.

İlim öğrenmenin bir yolunun da soru sormak olduğu unutulmamalıdır. Nite­kim Kur’an’da da “Eğer bilmiyorsanız, zikir diline sorunuz” 73 buyuruluyor.

Böylece sabah namazından sonraki kerahet vakti de çıkmış olur. Nafile namaz kılmak isteyen kılar ve herkes işine dağılırdı.

Rasulüllah’ın (s.a.v.) akşam ile yatsı namazı arasını da mescidde sahabelerle geçirdiğini görüyoruz. Evi mescide uzak olanlar, akşam namazına geldikleri za­man, namazdan sonra evlerine dönmeyip mescidde otururlar ve yatsı namazını bek­lerlerdi. Bu arayı ibadet ve sohbetle geçirirlerdi.

Abdullah b. Ömer (r.a.) anlatıyor: "Rasulullah (s.a.v.) akşam namazım kıldırdı. Cemaatin bir kısmı evine gitti. Bir kısmı da mescidde kaldı. Biraz sonra Rasulullah (s.a.v.) nefes nefese mescide girdi. Dizleri üzerine oturup şöyle buyurdu: "Size müjdeler olsun. Rabbim sema kapılarından birini açtı. Sizinle meleklere karşı iftihar ediyor. “Kullanma bakınız, onlar bir vaktin namazını kıldılar, şimdi de di­ğer vakti bekliyorlar” 74.

Bu iki vaktin arasını mescidde geçirip ibadet ve ilmî sohbetlerle meşgul olmak ta müslüman cemaatin yetişmesini temin eden bir sünneti seniyyedir. Bilindiği gi­bi, Mescid-i Nebî ve bitişiğindeki Suffa, İslam’ın ilk eğitim ve öğretim müessesesidir. Burada bizzat Rasulullah (s.a.v.) ve ileri gelen diğer sahabeler dersler veriyorlardı 75.

11—KADINLARIN CAMİYE GİTMESİ

Rasulullah (s.a.v.) zamanına baktığımızda, bazı şartlara riayet edilmesi kaydı ile, prensip olarak kadınların mescite gitmelerine müsade edildiğini görmekteyiz:

Buhari ve Müslim’de yer alan hadisde şöyle buyuruluyor: "Birinizin zevcesi mescidde gitmek için izin isterse, onu menetmeyin”. Bir başka rivayette de “Al­lah’ın cariyelerini, Allah’ın mescitlerinden menetmeyin”76 buyuruluyor.

Abdullah b. Ömer’den (r.a.) gelen bir rivayette de "Kadınları geceleyin mescitlere çıkmaktan menetmeyin” buyuruluyor. Bunun Üzerine Abdullah b. Ömer’­in (r.a.) oğlu, “Biz onların çıkıp da fitne ve fesada vesile olmalarına müsade edemeyiz” dedi. İbn Ömer bu sözden dolayı oğlunu azarladı ve dediki: ’‘Ben Ra­sulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu diyorum. Sen hala biz onlara müsade edemeyiz diyorsun”77.

Dikkat edilirse, bu rivayetteki izin mutlak olmayıp “gece” ile kayıtlanmıştır. tik olarak verdiğimiz hadislerin Ebu Davud’daki rivayetleri ise "Ancak koku sürünmeksizin çıksınlar"78 şeklindedir. Müslim’deki bir başka rivayette de "Kadınlar, sizden biriniz yatsı namazına çıkarsa, o gece koku sürünmesin”79 buyurulmuştur. Bu hadislere göre, mescide gidecek kadınların koku sürünmemeleri gerekir.

Kadınların mescide geliş ve gidişlerinde yabancı erkeklere görünmemek için bazı tedbirler aldıklarını da görmekteyiz: Hz. Aişe validemiz (r.a.) anlatıyor: "(şuna yemin ederim ki,) Rasulullah (s.a.v.) sabah namazını kıldırdığı zaman mü’min ka­dınlar (başlarını ve bedenlerini) Örtüleri ile örterek hazır bulunurlar, sonra evleri­ne dönerlerdi ki, (henüz ağarmamış ve kendileri iyice örtünmüş olduktan İçin) onları kimse tanıyamazdı”80.

Diğer taraftan kadınların mescitten erkeklerden önce ve çabucak çıktıklarını görüyoruz. Ümmü Seleme validemiz (r.a.) anlatıyor: "Rasulullah (s.a.v.) namaz* dan selam verip, namazı bitirir kalkmadan evvel biraz oturur ve beklerlerdi”81.

Bu hadisin devamında, hadisin ravilerinden Zührî’ye ait olduğu belirtilen su rivayet te kaydediliyor: "öyle zannediyorum ki, Rasulullah’ın (s.a.v.) bu bekle­meleri, erkekler onlara yetişmeden önce kadınların savuşup gitmeleri içindi”82.

Bu rivayetlerden anlaşılıyor ki, Rasulullah (s.a.v.), kadınların mescidden çıkıp evlerine varmaları için biraz ağırdan alıyorlardı. Hatta Ümmü Seleme validemizin (r.a.) bir başka rivayetine göre, Rasulullah (s.a.v.) mihrabı terketmeden önce, ka­dınlar mescidden çıkıp evlerine girmiş olurlardı. Nitekim Neseî’de geçen bir başka rivayette bu hususa daha tafsilatlı bir şekilde temas edilmiştir83.

Rasulullah’ın (s.a.v.) vefatından sonra, şartların biraz daha değiştiğini görü­yoruz. Hz. Aişe validemiz (r.a.) kadınların mescide gitmeleri hususunda şöyle bu­yuruyorlar: "Eğer Rasulullah (s.a.v.), kadınların kendisinden sonra neler yaptıklarını görmüş olsaydı, Beni İsrail kadınlarının men edildikleri gibi, mescide gitmekten mutlaka menederdi” 84. Hz. Ömer’in (r.a.) de kadınların mescide gidi­şini hoş görmediğine dair rivayetler vardır 85.

Bu sözlerin, Hz. Aişe (r.a.) validemiz gibi, çok hadis rivayet eden, Kur’an ve Sünneti çok iyi bilen ve Rasulullah Efendimizin (s.a.v.) en yakını bir annemizden çıkmış olması da oldukça manidardır. Kur’an ve Sünnetin çizdiği şeri ölçüleri bi­len Hz. Aişe validemizin (r.a.) böyle söylemesi gösteriyor ki, bazı kadınlar, Rasu­lullah (s.a.v.) zamanında olmayan gayri İslâmî birtakım adetler edinmişlerdi. Yaşayışları, mescide geliş ve gidişleri, İslâmî değildi. Bu çözülme hemen Rasulullah ’tan (s.a.v.) sonra, sahabe asrında başlamıştı. Nitekim bu dönemde, birçok sa­habenin müslümanlann içine düştükleri lüks ve şaşalı hayattan rahatsız olduklarını ve şikayetlerde bulunduklarım biliyoruz86.

Fukahadan bazıları fitneden emin olunması şartı ile kadınların cemaate gitme­sine cevaz vermişlerdir. Bazılarına göre ise ihtiyaten genç olanların gitmesi mekruhtur. Ebu Hanife’ye göre, öğle ve ikindinin haricindeki diğer vakitlere yaşlılar gidebilir. Ebu Yusuf ve İmam Muhammed’e göre ise, kocakarıların beş vakitte de gitmeleri caizdir.

Fakat müteehhinn fukahası, zamanın fesadı ve kötülüklerin âleniyet kazanma­sından dolayı, İster genç ister yaşlı olsun, kadınların camiye gitmelerine cevaz vermemişlerdir87. Buhârî şârihi Aynî’ye göre, zamanımızda fesat zâhir ve fitne umûm olduğundan genç ihtiyar bütün kadınların mescide gitmeleri mekruhtur 87.

Nitekim günümüzde de, Ramazan aylarında teravih namazı kılmak için cami­ye gelen kadınların kılık kıyafetlerine pek dikkat etmediklerine şâhid olmaktayız. Bunun için bu hususa çok dikkat edilmeli, fitne ve fesada vesile olunmamalıdır. Ca­miye gelen kadınların, camide ve yolda erkeklerden uzak durmağa, onlara görün­memeğe azami şekilde dikkat etmeleri gerekir. Aksi halde sevab kazanmak için gelinilen camiden birçok günah kazanmış olarak gidilebilir.

12- CAMİ VE CEMAATİN SOSYAL HAYATIMIZDAKİ YERİ

Cami, Asrı Saadetten başlayarak on dört asır bütün İslam diyarında müslüman­ların ibadet, ilim ve meşveret durağı olmuştur. İbadet için toplanan cemaat, din ilmini de orada öğrenir, dünya işlerini de orada görüşür, hallederdi. Dünya işleri çoğalıp dağıldıkça, cami ancak ibâdet ve ilim merkezi olarak kalmış ve bu durum günümüze kadar devam etmiştir.

Cami, İslam cemiyetinin ayrılmaz bir parçası ve en önemli birimlerinden biri­sidir. Rasulullah (s.a.v.) Medine’ye vardıkları zaman ilk işleri, bir cami inşa edip, ensar, muhacir, köle, efendi, siyah, beyaz bütün müslümanların bir çatı altında bir­leştirip bir araya getirmek olmuştur. Fethedilen veya yeni kurulan bir yerleşim mer­kezine ilk önce yapılan camidir.

İslam Dini, cemiyet dinidir. İnsanın kendisini cemiyetten koparıp dağ başla­rında uzlette kalması pek hoş karşılanmamıştır. Müslüman cemiyet içerisinde yaşayacak, gerektiğinde bir din kardeşinin elinden tutacak, emr-i bi’l-ma’ruf nehy-i ani’l-münker yapacaktır. Namazların cemaatle edâ edilmesi hususunda hassasiyetle durulmasının sebebi de budur.

Cemaatten gaye nedir? Bir semtte bulunan mü’minlerin beş vakitte birbirleri­nin ahvalinden haberdar olması, herhangi bir sıkıntısı varsa, elbirliği ile gideril­mesi, hasta varsa, yardımına koşulması içindir. Cemaate gelemeyenin mutlaka meşru bir mazereti olduğu göz önüne alınarak evine gidilip yoklanılır ve müşkili gideril­meğe çalışılır. Bu gün bu gaye kaybolmuş ve yalnız şahsî sevab kazanma endişesi hakim olmuştur. Sadece nefsini düşünüp te, iştirak ettiği cemaatin dertleriyle ilgi­lenmeyen, elinden geldiğince onlara İslam’ı tebliğ etmeyen ve eksiklerini giderme­ğe çalışlayan bir kimse, bu yirmiyedi derecelik sevaba nail olabilir mi?89.

Cemaat, müslümanlar arasındaki birlik ve dayanışmayı temin eder. Saf siste­miyle zengin, fakir, köle, efendi arasındaki fark ortadan kalkar. Herkes bir safta Allah’ın huzurunda rükûya vanr, secdeye kapanır. Aynı safta yanyana Allah’a secde eden insanlar arasında kin ve buğz kalkar. Kalbden kalbe bir yakınlaşma meyda­na gelir.

Camiye Önce gelen, ilk safta yerini alır. Geç kalanların bütün safları yararak öne geçmeleri hiç hoş karşılanmamıştır. Kim olursa olsun, hiç kimse bir başkasını kaldırıp da onun yerine oturamaz. Aynı zamanda camide hiç kimsenin özel bir ye­ri de yoktur. Herkes boş bulduğu bir yere oturacaktır.

Şu hadislerin sim en güzel bir şekilde camide tecelli eder: “Birbirlerini sevmekte» birbirlerine acımakta ve birbirlerine şefkat hususunda mü’minler sanki bir ceset gibidirler. Ondan bir uzuv şikayet ederse, uykusuzluk ve ateşle cesedin diğer uzuv­ları da ona İştirak ederler”90. “Mü’minin mü’mine bağlılığı, parçalan birbirine bağlayan bir tek bina gibidir”91. Günde beş defa vakit namazlarında, haftada bir cumada ve yılda iki defa da bayramlarda mü’minler bir araya gelip kaynaşırlar.

Cemaat, aynı zamanda Müslümanlardaki cihat ruhunu da geliştirir. Camide saflardaki boş yerler doldurulur. Saflar sıklaştırılır ve İmam Efendi’nin tekbirleri ile hep birlikte namaz ikmal edilir.

Ezan, sadece mü’minleri namaza davet etmekle kalmaz, aynı zamanda o bel­denin müslüman olduğunu da gösterir. Bir kavimle savaşmak için gidildiğinde, önce sabah namazı beklenirdi. Ezan duyulursa vazgeçilir, yoksa hücum edilirdi. Bu ba­kımdan ezan, şeâir-i İslam’dan kabul edilmiştir. Ezanı işiten mü’minler bölük bö­lük mescidin yolunu tutarlar. Ezan, çocuklar üzerinde de oldukça müessirdir. Çok erken yaşlarda ezan ve cami mefhumu çocuğun zihnine yerleşir. Hele ilk olarak camide kılınan namaz, bir ömür boyu hiç unutulmaz. Ezansız ve camisiz semtler­de yetişen çocuklar, böyle bir nimetten de mahrum kalırlar.

İmam, o mahallenin en çok saygı duyulan, hal ve yaşayışı ile herkese müminleri imtisal olarak bir şahsiyetidir. Doldurduğu mihrabın Rasulullah’ın (s.a.v.) maka­mı olduğunun idraki içindedir. Cemaate sadece namaz kıldırmakla kalmaz, aynı zamanda dînî meselelerde olduğu gibi, diğer sosyal konularda da cemaatine yar­dımcı olur, onları eğitir. Camiyi bir mekteb haline getirir. Cami öyle bir mekteb- dir ki, yedi yaşından yetmiş yaşına kadar herkes oranın öğrencisidir. Cemaatin namazda, imam yanlış yapsa da ona uyması, ancak ikaz etmesi emredilmiştir. Na­mazın haricinde de imara, cemaatin önderi durumundadır. En azından haftada bir defa cuma hutbesinde, o haftanın en önemli meselelerini ele alır ve cemaatini ay­dınlatır. Tek tek cemaati ile ilgilenerek yediden yetmişe hepsinin sağlam bir dînî inanca sahib olmalarına yardımcı olur.

Bütün bu saydığımız neticelerin tahakkuku da, ancak mü’minlerin cemaate de­vam etmeleri ile temin edilebilir. Aksi halde, herkes kendi hususi dünyasında kalır ve beklenen bu faideler elde edilemez.

Bu gün İslam cemiyetinde namaz terkedildiği, kılınsa bile cemaate devam edil­mediği için, bu hikmetlerin çoğu kaybolmuştur. Cemaatten kopan insan yavaş ya­vaş namazlarını da aksatmağa başlıyor ve neticede büyük şehirlerdeki kalabalıklar onu da yutuyor. Namazı terkedenler, çok kısa bir zamanda İslam dairesinden de çıkıp kayboluyorlar. Bu da önce cemaati terk etmekle başlıyor.

Mahallelerde cemaate devam edilip irtibat sallanmadığı için kimsenin kimse­den haberi olmuyor. Aynı apartmanda oturan komşular, bayramlarda bile birbir­lerine gelip gidemiyorlar. Neticede tamamen ferdi ve egoist bir cemiyet hayatı başlıyor. Herkes, birbirine yardıma olmak şöyle dursun, bir din kardeşini faka bastırıp kandırmanın yollarını arıyor. Dolaysıyla kimsenin kimseye güveni kalmı­yor. Bunun neticesinde de herkesin birbirine şüphe ile baktığı bir cemiyet hayatı karşımıza çıkıyor.

Namaz ve cemaatin terki veya hakkıyle edâ edilmemesi, İslam cemiyetinin çö­küş sebeplerinin en başta gelenlerinden birisidir. Namazı terkedenler bir tarafa, namazı kılanlarda bile, birçok manevi hastalıklar ve kötülükler nüksediyor. Dolayısıyla bu da gösteriyor ki, hakkıyle edâ edildiğinde mü’minleri kötülüklerden me­netmesi gereken namaz, fonksiyonunu tam olarak icra edemiyor. Haşa Allah’ın Kelamı Kur’an’da bir nakise söz konusu olmadığına göre, demek ki bizim namaz­larımız namaz olmuyor.

Bugün bazı çevrelerce namaz ve cemaate devam hernekadar bir hamsofuluk ve tembellik olarak sayılırsa sayılsın, kanaatimizce İslam Cemiyetinin kurtuluşu yine bu İbadetin hakkıyla edasına bağlıdır. Çünkü Müslümanların dinlerini ferdî olarak değil, bir cemiyet ve hayat nizamı olarak anlayıp yaşamaları gerekmekte­dir. Biz müslümanlar ancak bu sayede Allah’ın nusret ve teyidine mazhar olabiliriz.

Müslümanlar, namaz ve cami etrafında birleşerek Alemlerin Rabbi olan Al­lah’ın huzurunda rukû ve secdeye vardıkları, kendilerine imam olan âlim ve zâhid insanların önderliğinde kulluklarını kemâle erdirdikleri zaman, halihazırdaki bu zilletten kurtulup dünya ve ahirette felaha erebilirler.

Dipnotlar

1. Mevlana Şiblî, Asrı, Saadet, İstanbul, 1978, IV, 249, 251, 252.
2. Bkz. Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, U, 31, H. No: 1621.
3. Bakara (2): 238,
4. Buhârî, Mevâkit, 5, 1, 134, Müslim, İman, 137, H. No: 85.
5. Tirmizi, Salat, 305, H. No: 413, II. 269.
6. Ankebut (29): 45.
7. Gümüşhanevî, Râmuzu’l-Ehâdis, İstanbul, 1275, s. 27, H. No: 5326.
8. Elmalılı, Hak Dini, V, 3781.
9. Buhârî, Mevâkît, 6. I, 134, Tecrid-i Sarih, II, 475.
10. Hûd, (11): 114.
11. Müslim, Tahâret, 14, H. No: 233, Tirmizî, Salat, 160, H. No: 214, 1, 418.
12. Tevbe (9): i.
13. Kıyâme (75): 31.
14. Müslim, imân, 134, H. No: 82, Ebû Davud, Sünnet, 15, H. No: 4678, IV, 58, Tirmizî, İmân, 9, H. No: 2618, V, 13, İbn Mâce İkmeti’s-Salah, 77, H. No: 1078.
15. Tirmizi, İmân, 9, H. No: 2621‘, V. 14.
16. Tirmizî, İmân. 9, H. No: 2621 V, 14.
17. Bakara (2): 43.
18. Cessâs, Ahkâmi’l-Kur’ân, !. 32; Kurtubî, el*Câmi, i, 348, AlûsîRuhu’l-Maânî, 1,247, Sâbû- nî, Safvetu’ı-Tefâsir, I, 53.
19. Nisa (4): 102.
20. Kurtubî, V, 364, Muhtasaru İbn’ Kesir, I. 431, Sâbûttî, I, 301.
21. Suyûlî, el-tkiîl, s. 81.
22. Buhlri, Ezin. 29, J. 158.
23 . Aynî, Umdetü’l-Kiri, V, 159.
24 . Buhar!, Ezân, 29,1, 158, Tecrid, II, 603, Müslim, Mesâcid, 251, 252, H. No: 651, Ebû Davud, Salat, 47, H. No: 548, 549,1, 371, Tir m izi, Salât, 162, H. No: 217,1, 422, İbn Mâce, Mesâcid, 7. H, No: 791,
25 .Aynî, Umdetu’l-Kârî, V, 161.
26. Tirmızî, Salat, 162. I, 423, 424.
27. Semerkandî, Tuhferü’l-Fukahâ, 1, 430.
28. İbrahim Hale Gunyetu’l-Mümtelî (Halebi Kebîr), s. 508.
29. İbn Abidin, Reddu’l-Muhtâr, 1, 552.
30. İbn Kudâmc, el-Mugnî, II, 178, 179.
31. Ebû Davud. Salat, 47, H. No: 547, I, 371, Neseî, İmame, II, 106.
32. Ebu Davud, Salat, 47, H. No: 547, 1, 371, Neseî, İmame, II, 106.
33. Tirmizî, Fiden, 7, H. No: 2165.
34. Tirmizî, Fiden, 7, H No: 2167.
35. Buhârî, Ezân, 30,1, 158, Tecrid, II, 606, Müslim, Mesâcid, 249, H. No: 650, Tirmizi, Salat, 161, H. No: 215, 1,420. İbn Mace, Mesâcid, 16, H. No: 789, Ahmed b. Hanbel, I, 370, 382, Neseî, II, 103.
36. Buhari, Ezan, 30,1, 158, 159, Tecrid, II, 424, Müslim, Mesâcid, 242, 272, H. No: 649, Ebu Davud. Salat, 49, H. No; 559, 1, 378.
37. Tecrid-i Sarih, 11,424, 425.
38. Buhari, Ezan. 32, I 159, Tecrid, II, 577.
39. Tirmizi, Salat. 178, H. No: 241, II, 7.
40. Buhari, Ezan, 36, I, 161, Tecrid, II, 618, V, 174.
41. Buhari, Ezan, 34,1,160, Müslim, Mesâcid, 252, H. No: 651, ibn Mace, Mesâcid, 18, H. No: 797.
42. Nisa (4): 142.
43. Müslim, Mesacit, 260, H, No: 656, Ebu Davud, Salat, 48, H. No: 555, 1,476, Tirmizi, Salat, 165, H. No: 221, I, 433, Ahmed b. Hanbel, I, 58, 68.
44. Müslim, Mesâcid, 262, H. No: 657, Tirmizi, Salat, 165, H. No: 222, 1, 434.
45. Malik, Muvatta, Salatü’l-Cemâ’a, 7, I, 131, et-Terğîb, I, 271.
46. ibn Mace, Mesâcid, 18, H. No: 798.
47. el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, (Beyrut, 1967), II, 40, et-Terğîb, 1, 268.
48. Müslim, Mesâcid, 257, H. No: 654, Ebu Davud, Salat, 47, H. No: 550, I, 373.
49. Hattâbî, Meâlim, I, 373, Davudoglu, Müslim Şerhi, III, 681.
50. Müslim, Mesâcid, 255, H. No: 653, Ebu Davud, Salat, 47, H. No: 552, I, 374. İbn Mace, Mesacid, 17, H. No. 792.
51. Davudoglu, Ahmed, Müslim Şerhi, III, 678.
52. Hattâbî, Meâlim, 1, 374.
53. Buhari, Ezan, 39, I, 161, 162, Tecrid, II, 629 v.d.
54. Buhari, Ezan, 40, I, 162, Müslim, Mesacid, 263, H. No: 33.
55. Davudoğlu, Ahmed, Müslim Şerhi, IV, 15.
56. Buhari, Ezan, 40, I, 162, Tecrid, II, 595.
57. Ebu Davud, Salat, 47, H. No: 551, 1, 373, tbn Mace, Mesacid, 17, H. No: 793.
58. Daha fazla bilgi için bkz. Semerkandî, Tuhffe, 1,430, Haleb-i Kebîr, s. 509, 510, İbn Abidin, Reddu’l-Muhtâr, I, 555, 566.
59. Ebu Davud, Salat, 48, H. No: 554, l, 376, et-Tergîb, I, 264.
60. İbn Batuta, Seyahatnameden Seçmeler, s, 199.
61. Davudoğlu, Ahmed, Müslim Şerhi, III, 674.
62. Müslim, Mesacid, 278, H. No: 663, Ebu Davud, salat, 49, H. No: 556, I, 377, İbn Mace, Mesârid, 15, H. No: 783.
63. Ebu Davud, Salat, 50, H. No: 561,1,379, Tirmizi, Salat, 165, H. No: 223,1,43,1,435, İbn Mace, Mesacid, 14, H. No: 281.
64. Ebu Davud, Salat, 51, H. No: 563, I, 380.
65. Ebu Davud, Salat, 52, H. No: 564, I, 381.
66. Buhari, Ezan, 31, I, 119, Müslim, Mesacid, 277, H. No: 662.
67. Muslim, Mesacid, 279, H. No: 664,
68. Müslim, Mesacid, 280, H. No: 665, Tecrid, II, 614.
69. Buhari, Ezan, 21,1, 156, Müslim, Mesacid, 151, A. No: 602, Ebu Davud, Salat, 55, H. No: 384, Tirmizi, Salat, 242, H. No: 326, İbn Mace, Mesacid, 14, H. No: 775.
70. Davudoğlu, A., III, İSİ.
71. Müslim, Mesacid, 286, H. No: 270.
72. Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, i, 159,
73. Nahl (16): 43.
74. İbn Mace, Mesacid, 19, H. No: 801.
75. Daha fazla bilgi için bkz. Mustafa Baktır, İslâm’da İlk Eğitim Müessesesi Suffa Ashabı, İs­tanbul, 1984.
76. Buhari, Cum’a, 13,1, 216, Müslim, Salat, 136, H. No: 442.
77. Müslim, Salat, 138, H. No: 442, Ebu Davud, Salat, 53, H. No: 568, I, 382, Tirmizi, Salat, 400, H. No: 570, II, 459.
78. Ebu Davud, Salat, 53, H. No: 565.
79. Muslim, Salat, 141, H. No: 443.
80. Buharı, Salat, 13, I, 98, Müslim, Mesacid, 230, H. No: 645,‘Tecrid, II, 311.
81. Buhari, Ezan, 164, 1, 211, Tecrid, II, 890.
82. Buhari, Ezan, 164, I, 211, Tecrid, II, 891.
83. Neseî, Sehv, 77, III, 67, Tecrid, II, 891, 892.
84. Müslim, Salat, 144, H. No: 445, Ebu Davud, Salat, 54, H. No: 569, I, 383.
85. Buhari, Cum’a, 13, I, 216, Zeyleî, Tebyînü’l-Hakâyık, I, 140.
86. 92. Bkz. Buhârî, Rikâk, 16, 17, VIII, 178, 179.
87. Mevsilî, el-ihtiyar, I, 59, Zeyleî, Tebyîn, 1, 139, 140.
88. Aynî, Umdetü’l-Kârî, VI, 157, 156, Tecrid, II, 314.
89. Bkz. İz. Mahir, Din ve Cemiyet, s. 32, 86, 109, 110.
90. Buhâri, Salat, 88,1, 123, Mezâlim, I, III, 98, Tecrid-XII, 134, Müslim, Birr, 65, H. No: 2585, Tirmizi, Birr, 18, H. No: 198, IV, 325.
91. Müslim, Birr, 66, H, No: 2586.
BİBLİYOGRAFYA
ACLUNİ, İsmail b. Muhammed, Keşfu’l-Hafâ, Beyrut, 1391.
AĞIRMAN, Mustafa, Hz. Peygamber Zamanında Mescidin Fonksiyonu, Yüksek Lisans Tezi, daktilo metin, Erzurum, 1986.
AHMED, b. Hanbel, Müsned, Beyrut 1969.
AHMED NAİM, Kamil miras, Tecrid-İ Sarih Tercümesi, Ankara, 19069.
ALUSİ, Şihabuddin Mahmud, Ruhu’l-Maânî, Mısır, 1353.
AYDINLI, Abdullah, Hadis Istılahları Sözlüğü, İstanbul, 1987.
AYNI, Bedrüddîn Mahmud b. Ahmed, Utndetıl’l-Kârî Şerhu Sahihi’l-Buhârî, Beyrut, tsz. BAKTIR, Mustafa, İslam’da İlk Eğitim Müessesesi Suffa Ashabı, İstanbul, 1984.
BUHARİ, Muhammed b. İsmail, Sahih, Istanbul, 1979.
CESSAS, Ebû Bekir Ahmed b. Ali, Ahkâm u’l-Kur’ân, İstanbul, 133Î.
DAVUDOĞLU, Ahmed, Sahihi Müslim Tercüme ve Şerhi, İstanbul, 1973.
EBU DAVUD, Süleyman b. el. Eş’âs, Sünen, Humus, 1970.
ELMALI LI, Hamdı Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, İstanbul, 1960,
GÜMÜŞHANEVİ, Ahmed Ziyâüddîn, Râmuzü’l-Ehâdis, İstanbul, 127!.
HATTABİ, Ahmed b. Muhammed b. İbrahim, MeâlimU’s-Sünen (Ebû Davud’un Sünen’inin Kenarında), Humus, 1970.
HEYSEMİ, Nureddin Ali b. Ebî Bekr, Mecmeu’z-Zevlid, Beyrut, 1967,
İBN ABİDİN, Muhammed Emîn, Reddü’l-Muhtâr, Mısır, 1966.
İBN BATUTA- tbn Batuta Seyahatnamesinden Seçmeler, Haz. İsmet Parmak sı zoğlu, Ankara, 198!. İBN KUDAME- Abdullah b. Ahmed, el-Muğnî, Mısır, tsz.
İBN MACE, Muhammed b. Yezîd, Sünen, Mısır, 1952.
İBRAHİM Halebî, Gunyetü’l-Mtimtelî (Haleb-i Kebir), İstanbul, 1320.
İZ, MAHtR, Din ve Cemiyet, İstanbul, 1973.
KURTUBİ, Muhammed b. Ahmed, el-Câmi’li Ahkâmi’l-Kur’ân, Beyrut, tsz.
MALİK b, Enes, el-Muvatta’, Mısır, tsz.
MEVLANA Şiblî, Asr-ı Saadet, ter. ö. Rıza Doğrul, İstanbul, 1977.
MEVStLİ, Abdullah b. Mahmud, el-İhtiyat, Mısır, tsz,
MÜNZİRİ, Zekiyüddîn Abdülazîm, et-Terğîb ve’t-Terhîb, Beyrut, 1968.
MÜSLlM, Ebu’l-Hüseyin Müslim b. Haccâc, Sahih, Beyrut, 1956.
NESEt, Ahmed b. Alî, Sünen, Mısır, tsz.
SABUN 1, Muhammed Ali, Safvetii’t-Tefâsir, Beyrut, 1981.
Muhtasaru Tefsîr-İ İbn Kesîr, Beyrut, 198i,
SEMERKANDİ, Alâüddîn Muhammed b. Ahmed, Tuhfetü’l-Fukaha, Dımışk, tsz.
SUYUTİ, Celilüddîn, el-İklîl, Dârü’l-Ahdİ’l-Cedîd Neşri, 1373.
TİRMİZİ, Ebu İsa Muhammed b. Sevr, el-Câmîu’s-Sahîh, Kahire, 1937.
TURABİ, Haşan, Namaz, ter. Saim Eminoğlu, İstanbul, 1987.
ZEYLEl, Fahrüddin Osman b. Ali, Tebyînü’l-Hakâyık, Beyrut, tzs.
18. Ey İnananlar!Allahtan sakının; herkes yarına ne hazırladığına baksın; Allahtan sakının, çünkü Allah işlediklerinizden haberdardır. 19. Allah’ı unutup da, Allah İn da kendilerini kendilerine unutturduğu kimseler gibi olmayın; onlar, yoldan çıkmış kimselerdir. 20. Cehennemliklerle cennetlikler bir değildin Kurtuluşa ermiş kimseler cennetliklerdir.
(Kur’an-ı Kerim, Haşr Sûresi 18-19-20)