Makale

BİR MİSYONERİN EBU HUREYRE HAKKINDAKİ BAZI İDDİALARI

BİR MİSYONERİN EBU HUREYRE HAKKINDAKİ BAZI İDDİALARI*
Muhammed Reşit RIZA
Ter. Doç. Dr. Mücteba UĞUR**
Ehl-i Kitab’ın İslam’a itiraz kapısının bir süre için kapandığını sanıyor­duk. Ne var ki, misyonerlerin Arapça neşrettikleri es-Şark ve’l-Garb der­gisi geçen Nisan ayı başlarında es-Sunnetu ve Sıhhatuhâ (Sünnet ve Sıh­hati) başlıklı bir makale yayınlandı. Bu makalede Hz. Peygamber’in sün­netine hücum edildi. Sünnet tenkidinin İslâm Şeriatında şüphe meydana getirece­ği, İslâm hukuk sisteminin aslında bir kıymetinin olmadığı o yüzden de hükümle­riyle amelin terkedilmesi gerekeceği gibi bazı iddialar ileri sürüldü.
Söz konusu dergi bize de geldi. Ancak kapağını bile açmadık. Çok geçmedi, adı geçen makalenin yayınlandığını öğrendik. Fakat okumadık. Sonradan aynı ma­kalenin müslümanlar arasında çok kötü tesirleri olduğunu fark ettik. Dahası, der­giden naklederek çok sayıda jelatin baskı yapıp halk arasında dağıtanlar olmuş. Onun da bir nüshası elimize geçti. Pek çok kimse bize bu makaleye bir cevap yaz­mamızı söyledi. Bu durumda onların isteklerine cevap vermek dinen vacip hale geldi.
Adı geçen makalede Ehl-i Sünnetten üç yüz milyon müslümanın bu makaleye cevap verme isteğinden söz edildiğini gördük. Bu da o makaleye cevap verme gere­ğini kuvvetlendiren ayrı bir husus oldu. Misyonerlerin müslümanlara, alimleriniz­den birisi çıkıp Sünneti ve İslâm Şeriatını savunamadı. Her iki konuda ileri sürdü­ğümüz delillere cevap veremedi, demelerine inşallah imkân vermeyeceğiz. İşte o makaleye cevap veriyoruz, öyle bir cevap veriyoruz ki, bu cevabımızla misyoner­lerin kitaplarımızdan naklettikleri ibarelerde, ilim emanetine riayet etmedikleri gi­bi, okudukları ya da naklettikleri ibareleri hiç anlamadıklarını kendileri de öğrenecek, halk ta. Aynca cümle âlem bilecek ki, misyonerlerin özellikle Ebu Hureyre hakkındaki tenkitleri tamamen yanlıştır. Bilfarz bunlar doğru bile olsa, bun­dan ne Sünnet’e güven duymama; ne de (Sünnet ’ten çıkarılan) Şer’î hükümlere uymama gibi bîr sonuca varılamaz.
Böyle iddiaları ortaya atanlar, aslında dar görüşlü bağnaz kişilerdir. Kendilik­lerinden bazı şeyler tasarlamakta, bunları İslâm’a nisbet etmektedirler. Bu vesile ile de İslâm Hukuku’yla ilgili kimi itiraz denmesi bile doğru olmayan iddialar ileri sürmektedirler.
Bahis konusu makalede misyonerlerin söylediklerini tüm ifade bozuklukları­na, asılsız sözlere, te’lif zayıflıklarına ve bazı ifadeleri bizim kullandığımız mana­sından zıt manalarda kullanışlarına kadar aynen nakletmeyi uygun gördük. Bu­nunla birlikte onlarla ne doğrudan doğruya lafızlar, ne de ibarelerinin zayıflığı üze­rinde münakaşa edecek değiliz. Aksine, meseleler ve manalar üzerinde tartışaca­ğız. Kullandıkları ibarelerle ele aldıkları meseleleri özetlemeksizin aynen naklet­tik. Bunu yaparken tek maksadımız, onlardan birinin veya bir başkasının, İfade etmek İstedikleri manayı bozacak şekilde tarafımızdan kısaltmalar yapıldı, yahut- ta aksini İleri sürerek veya tenkit yoluyla cevaplandırılması mümkün olmayan şey­lerin hazfedildiği vehmine düşmemesini sağlamaktır. Bunun ardından ise bu gru­bun İslâmi ibareleri nakled işleri ne olduğu kadar bunları anlamalarına da güvenilemeyeceğini gösterme hedefimiz gelecektir.
Kesinlikle bilinen bir gerçektir ki misyonerler, meseleleri sırf gerçeği açığa çı­karmak maksadıyla araştıran bir kısım felsefeciler gibi değildirler. Onlar araştır­malarında sadece tenkit ve itiraza elverişli gördükleri noktalarla şüphe ve tereddü­de düşürecekleri alanlar ararlar. Bunun böyle olduğu aşağıda da anlaşılacaktır.
Misyoner tenkitçi makalesine birkaç iddiaya birden yer veren bir cümleyle baş­lıyor ve şunları söylüyor:
1- "İslâm Şeriatının Sıhhati her müslümanın vazgeçemeyeceği bir konudur. Bu da her şeyden önce Sünnet ’in sıhhatine bağlıdır. Buna göre bir müslüman Sün­netin sıhhatinden şüpheye düşerse İslâm Hukuku’nun hükümlerine uyması için hiçbir mantıki sebep kalmaz; zira bu hükümlerin pek azı Kur’an’a dayanır. Büyük bir kısmı hadislerde toplanan Sünnet’e dayanmıştır. Şu hale göre (Sünneti aksetti­ren) hadislerde şüphe sabit olursa İslâm Hukuku’nun temelleri sarsılır. Bunun gi­bi Hanefi, Mâliki, Şâfi’i ve Hanbeli sayılan üç yüz milyondan hiç de az olmayan müslümanların o hukuka güvenleri kalmaz.”
Bu ifadeleri üç iddia olarak özetleyecek; her biri hakkında ayrı ayrı açıklama­lar yapacağız:
1. Bir müslüman Sünnet ’ten şüphelenirse, ortada şer’i hükümlere itaat diye bir şey kalmaz!
Böyle bir iddianın batıl olduğu açıktır; çünkü “eğer müslüman fertlerden biri Sünnet ‘in sıhhatinde şüpheye düşerse” gibi bir şart bütün fertlerin İslâm Hukuku’ na riayeti ortadan kaldırmayı icap ettirir manasına alınmıştır. Oysa akla yakın; mantığa uygun olanı budur; Bir kişinin bir şeyden şüphelenmesi, zannı veya bilgisi sadece kendi hakkında gerekli olan şeyle ilgilidir. Onun gibi şüphe etmeyen veya sahip olduğu bilginin benzerine sahip olmayan başkalarını etkilemez. Aynı şekilde fertlerin şüpheleri çoğunluğa tesir etmez. Söz gelimi, bazı hür düşünceye sahip Avrupa âlimleri Hz. İsa (a.s.) m varlığından şüphelenmişler ve onun hayali ve uydurma bir şahsiyet olduğunu; böyle birinin dünyaya gelmediğini İddia etmiş­lerdir. Kimi tarih yazarları da Yunan Destan Şairi Homeros hakkında benzer iddi­alar ileri sürmüşlerdir. Şimdi düşünelim, bu adamların Hz. İsa (a.s.)ın varlığın­dan şüphelenmiş olmaları yüz milyonlarca müslümanın, hristiyanın ve başka din­den İnsanın onun varlığından şüpheye düşmelerini gerektirir mi? Elbette hayır!
2. İslâmî hükümlerin büyük çoğunluğu hadislere dayanır..
Bu hüküm doğru değildir; zira kanaatimizce İslâmi hükümler genellikle akaide şamildir. Bunların te’vili ancak kesin delâletle olur. İslâm’ın Sıhhatini sağlayan bütün akait esasları ise Kur’an-ı Kerim naslarının yanında fiili ve İslâm alimleri­nin icmâi ile sabittir. Bunlar arasında ulûhiyetin işbu, nübüvvet gibi kimi konu­lar İse ayrıca akli delillerle de desteklenmiştir. İçlerinde, şüphe mümkün olan “âhad haber’’lerle hiçbir ilgisi yoktur. Hadis İlimlerinin üzerinde birleşmedikleri “âhad haberler” le sabit olan fer’î ibadet hükümleri ise bizatihi sahih olsalar bile İslâm’­ın sıhhati bunlara bağlı değildir. Bunlar ancak Sünnet hakkındaki tamamlayıcı zi­yade bilgiye girerler. .
Mu’âmelatı ilgilendiren şer’i hükümlere gelince, bunların çoğu Kur’ân-ı Kerim’ de gerek nasla gerekse nassın veya manasının delâletiyle vârid olan kaide, usul ve fürûdan, bir de hanefîlerle şafi’îlerin geniş ölçüde kullandıkları kıyasdan; mâliki ve hanbelîlerin büyük önem verdikleri umumi maslahat delillerinden alınmışlar­dır. Pek azı “âhad hadis”ten çıkmıştır.
İslâm’ın temel hükümlerinden akait ve amelî hükümlerden sonra geriye sade­ce ahlak ve âdâb kalır. Hadislerde vârid olan hikmet, fedail ve âdâbjn (görgü ku­rallarının) tümü Kur’ân-ı Kerim’den kaynaklanır ve onun açıklaması niteliğinde­dir. Dahası Sünnet, şu ayet-i kerimeye göre tamamen Kur’an-ı Kerim’in açıklama­sından ibarettir: “Biz sana insanlara indirileni açıklayasın diye Zikr’i indirdik(1). Sahih-i Müslim’de sabit olduğu üzere Hz. Aişe Hz. Peygamber (s.a.s) i “Onun ah­lakı Kur’an idi” sözleriyle nitelemiştir.(2)
İslâm alimleri Kur’ân-ı Kerim’den herhangi bir nassa dayanmayan Sünnet hü­kümlerinde ihtilaf etmişlerdir. Bu konuda, “böyle hükümler Allah’ın vahyi iledir. Vahiy yalnızca Kur’ân’a münhasır değildir,” denilmiştir. Şu da var ki Kur’an-ı Kerim’in başka vahiylerde olmayan özellikleri vardır. Bu özelliklerin en önemlisi icazı ve okunarak ibadet edilişidir..
Öte yandan Allah’ın, peygamberlerine kendi rey ve içtihadıyla hükmetmesi ve hükümler koyması hususunda izin verdiği de söylenmiştir. Buna göre yalnızca Sünnet ‘ten çıkan hükümlerin çoğu üzerinde düşünenler bunların Kur’ân-ı Kerimde kay­nakları bulunduğunu görecektir. Söz gelişi erkeğin karısı ile karısının halasını veya teyzesini birlikte nikâhlamasının, altın ve gümüş kaplardan yeme içmenin haram kılınması böyledir. Bütün bunları el-Menâr’da açıkladığımız gibi, Kur’ân-ı Kerim’in mana derinliklerine dalındığında değişik anlaşılabileceğini de açıkladık. Bunları Hz. Peygamber’in anlaması nerede, bütün insanların anlaması nerede? Bununla bir­likte Hz. Peygamber (s.a.s)’İn siyasi ve idari konularda kendi İçtihadıyla hüküm­ler verdiği; yerine göre ashabıyla istişarelerde bulunduğu sabittir.
3. Hadislerde şüphe sabit olursa İslâm Hukuku’nun temelleri sarsılır.
Bu varsayım da doğru değildir. Ayrıca müphemdir. Şöyle ki, bu satırları yazan misyoner, hadislerde şüphenin sabit olması ile ilk cümlesindeki bir kişi bile olsa bazılarının şüpheye düşmesini kasdediyorsa böyle bir şüphenin ancak şüpheleneni ilgilendireceğini yukarıda açıkladık. Bu ifadesiyle şayet bütün insanların yahut tüm müslümanlann hadislerin hepsinden işkillenmesini kasdediyorsa bilmiş olsun ki, bu hiçbir zaman olmamıştır; asla olmayacaktır. Olması akla yakın da değildir. Ni­tekim bunu bütün açıklığıyla ilerde izah edeceğiz. Burada şu kadarını söyleyelim ki, sırf tartışma açmış olmak için böyle bir şüphenin vaki olabileceğini farz etsek, o zaman dinde Kur’ân-ı Kerim’deki hükümlerle namazın nasıl kılınacağı, nasıl oruç tutulacağı, haccın ne şekilde yapılacağı gibi birinci hicri asırdan beri yüzbinlerce, milyonlarca müslümanın tatbikiyle naklolun gelen ameli sünnet, tatbikat, icma ve sahih kıyas yoluyla sabit olmuş amellerle yetinmek gerekirdi. O vakit de Fıkıh ki­tapları yukarıda ikinci fıkrada açıkladığımız gibi sadece Fıkıh kitapları yukarıda ikinci fıkrada açıkladığımız gibi sadece “âhad haber” lerle sabit olan hükümler ve hikemiyatla dolardı. Bütün bunlarla açığa çıkıyor ki, İslâm Hukuku’nun ve müs­lümanlann dayandıkları temeller sarsılır sözünün batıl bir söz olmaktan öte hiçbir kıymeti yoktur.
Şu da var. Misyoner yazar “İslâm Hukuku’nun temelleri” derken akait esas­ları ile iman prensiplerini kasdediyorsa -ki kişi ancak bunlara inanmakla mü’min olur-bunlardan hiçbirinin “âhad hadis”e dayanmadığı bilinmektedir. Yok eğer İs­lâm’ın beş esasını kasdediyorsa bunların hiçbiri “âhad haber” e dayanmaz. Bu esasların bilinmesi, konusunda vârid olan hadislerin sabit oluşuna bağlı değildir. Hepsinin, her biri hakkındaki hadisler sahih olsun veya olmasın, hepsinin zaruri dini bilgiler olduğunda icma vardır. Kaldı ki, hamdolsun, hepsi de sahihtir.
Misyoner yazar “İslâm Hukuku’nun hükümleri” sözüyle eğer dört mezhep ima­mının dayandıkları delilleri kastediyorsa İddiası daha da çürüktür; çünkü bu hü­kümler Kur’ân, Sünnet, İcma ve Kıyas olmak üzere dörttür. Kimi mezhepler bun­lara ihsân ve umûmî maslahat delillerini de eklerler. Hadisler, bu dört delilden biri olan Sünnet’in bir bölümüdür, öyle olunca bu bölümden şüphe etmek, içle­rinde amelî yahut kavtî tevâtür yoluyla sabit olanların da bulunduğu diğer bölüm­lerden şüpheye düşmeyi gerektirmez. Buna göre lafız ve mana yönünden tamamen mütevâtir olan Kur’ân’dan; icmâ ve Kıyas’tan nasıl şüphe etmek gerekebilir? Ahad” yolla gelmiş olsalar bile bütün insanların, yahut ta tüm müslümanlann hadislerin bütününden şüphelenmesi vaki olmamıştır. Asla olmayacaktır. Olması akla yakın da değildir, dedik. Bu şöyle açıklanabilir; Bilinen bir gerçektir ki insanlar her zamanı ve her yerde muhbir {haber veren) de şüpheyi gerektiren bir sebep bulunmadığı; haber akla aykırı düşmediği, veya haber veren yalancılıkla tanınmış bir kimse olmadığı takdirde bir muhbirin haberini tasdik ederler. Bunun sebebi, insanlar tarafından verilen haberlerde asıl olanın daha çok doğruluk oluşudur. Bu cümleden olarak İnsanların, siyasi gazetelerin ve telgraf şirketlerinin verdikleri ha­berleri daha çok yalan yanlış haberler yaydıklarım, sahiplerinin siyasi ihtirasları olduğunu ve bu yüzden haberleri doğru yanlış kuvvetlendirmek isteyeceklerini bil­dikleri halde doğru kabul ettiklerini görürüz. Bizzat kendisi veya ravisi şüpheli ! bu kabil haberlere karşı insanın tutumu böyle olunca, hadis alimlerinin bir yan­dan metin tenkidi, diğer taraftan ravilerinden her biri için cerh ve ta’dil esasları uy­gulamak suretiyle sahih olduklarını açığa çıkardıktan hadislerin sıhhatinden şüp­he etmeleri nasıl akla uygun gelebilir? Diğer taraftan mezhep imamlarının isnadi munkatı’(kopuk) bir hadisi hüküm çıkarmakla kullanmadıkları gibi ravileri arasında mechfil (kim olduğu veya güvenilir olup olmadığı bilinmeyen) veya yalancılığı açığa çıkmış, yahut sü’u’l-hıfz (kötü ezberleme) veyahut unutkanlık, yahutta rivayetinde sika (güvenilir) ravilere muhalefeti ortaya çıkan herhangi bir ravinin hadisini de kullanmadıkları bilinen gerçektir.
O misyoner yazara şunu söylemek isteriz. Sîzler, dört İncilinize ve öteki kitap­larınıza inanıyorsunuz. Oysa bunların hiçbirinin muttasıl (kesiksiz) bir tek senedi bile yoktur. Üstelik alimleriniz ve tarihçileriniz bunların yazılışında, yazıldığı dil­de ve tarihte ihtilaf halindedirler. Elinizde bizdeki hadis nakil metotlarına benzer tenkit ve araştırma metotları da yoktur. Bununla birlikte biz müslümanlann in­sanlığın eski ve yeni tarihlerinde benzeri görülmemiş dikkat ve itina ile rivayet edi­len bütün hadisleri kabul etmekte şüpheye düştüğümüzü biliyor musunuz? Biliyor­sunuz sizler, kendinizin ve diğer insanların senetsiz, ravileri araştırılıp tenkide tabi tutulmadan rivayet edilen pek çok şeylere, hatta telgrafçılar ve gazete muhabirleri gibi yalancılığı bir değil birkaç kere açığa çıkmış kişilerin haberlerine daha çok ina­nıyorsunuz!
II - Misyoner tenkitçi devamla şunları söylüyor
“Aşağıdaki bölümlerde bu hadislerdeki şüpheli noktaları kolayca tesbit edece­ğiz. Bu bölümde ayrıca İslâm Hukuku’nun temelini oluşturan ve Sünnet’i aksetti­ren yüzlerce hadis şahitliğine dayanan bazı sahabilere güvenilemeyeceğini göstere­ceğiz. Meselâ, hadis ravilerini tenkitle tanınmış bir alim olan Buhari, sahabenin doğruluğundan şüphe etmeyi hatırına getirmemiştir; Zira ona göre sahabe yalan söylemekten uzaktır. Bu ise onun delilinin ne kadar zayıf olduğuna delalet eder. Nitekim Ebu Hureyre ile İbn Abbas’ın her İkisinin de hadis rivayetinde masum (yalandan uzak) olmadıkları şüphe götürmez şekilde sabit olmuştur! İmdi maksa­dımız bilhassa Ebu Hureyre’nin rivayet ettiği hadislerde çağdaşlarının ve tabiile­rin zihinlerini hayli meşgul eden şüpheli noktalar bulunduğunu; buna rağmen Buhari’ nin ondan yüzlerce hadis naklettiğini; dört mezhebi kuran müctehillerin şer’i nizamlarını bu hadisleri te’vil ederek kurduklarını açığa çıkarmaktır!”
Bu cümleleri yukarıdaki iddiaları takip eden iddialar olarak özetleyecek, hata­larını ve batıl taraflarını açıklamaya çalışacağız.
4. Ebu Hureyre gibi yüzlerce hadis rivayet eden sahabilere güvenin yersiz olduğu iddiası
Bu iddia da batıldır; çünkü okuyucuda ilk bakışta yazarın, bu kısımda yüzler­ce hadis rivayet eden birkaç sahabenin adaletini zedeleyecek tenkit noktalan tesbit ettiği izlenimi vermektedir. Ne var ki tamamı okunduğunda bu sahabelerden biri olan Ebu Hureyre hakkında birkaç rivayetten başka bir şey bulunmadığım, o riva­yetlerin de aşağıda üzerinde etraflıca duracağımız gibi, onu adaletten düşürmeye­ceğini görecektir. Bu ise “bu adamlar anlamadıkları şeyler yazıyorlar. Düşünme­den ve anlamadan tenkitte cüreti adet haline getirmişlerdir. Böylece farkına var­madan bindikleri dalı kesiyorlar” sözümüzü haklı çıkaracak hususlardandır.
5. Buhârî, masam olduklarına inandığı için sahabeden şüphe etmeyi hatırına getirmemiştir iddiası
Diğerleri gibi bu İddia da batıldır ve kalbe ait, ancak Allah’ın bileceği bir ko­nuda umumi inkâr yoluyla verilmiş bir hükümden ibarettir. Aslında yazar gibileri hiçbir zaman bu ve benzeri tabirler üzerinde tartışmaya girmezler; zira böyle bir tabirle "Buhârî sahabe ravilerinden hiçbirini ne yalanla ne de rivayetle ilgili bir başka kâdih illetle itham etmemiştir” kanaati arasında herhangi bir fark görmezler.
Sözün burasında önce bu misyoner yazarın sadece "Buhârî, sahabe ravilerin masum oldukları görüşündeydi” iddiasının batıl olduğunu açıklamak istiyoruz. Bu­nun doğrusu şudur: Buhârî, sahabenin masum değil; adaletli ve sadık oldukları kanaatindeydi ve bunu söylerdi. O ve öteki hadis tenkitçileri bu kanıya ancak di­ğer raviler gibi sahabenin de hayatlarını etraflıca inceledikten sonra varmışlardır. Oysa misyoner yazar Buhari’den, sadece Ebu Hureyre ‘yi adaletten düşüreceğini san­dığı birkaç kelime ile rivayetleri hakkındaki incelemelerinden bazı şeyler nakletmiştir. Halbuki Buhari, Ebu Hureyre ve rivayetleri hakkında söylenenlerin hepsi­ni bu yazardan çok daha iyi biliyordu. Böyle iken onu adalet vasfını yitirmiş bir kimse saymamıştır. Eğer onu adalet özelliğini kaybetmiş bir ravi olarak görseydi Sahihinde ondan herhangi bir şey rivayet etmezdi. Kaldı ki Buhârî, peygamberler­den başka kimsenin yalan söylemekten masum olamayacağını kabul etmeyen biri de değildir. Rivayetin doğruluğu masumiyeti de gerektirmez, öyle olmasaydı hiç kimse peygamberlerin vahyi tebliğ edişinden sonra, kimsenin sözünü kabul etmezdi.
Rivayetin tasdiki için revişinin adaletli, rivayet ettiği hadisleri belleyip koruma (hıfz ve dabt) yeteneğinin parlak olduğunun bilinmesi yeterlidir. İnsanlığın yetiş­tirdiği tarihçilerle haber ravilerinin hiçbirinden Buhârî’nîn el-Cami’u’s-Sahihini ter­tip ederken yaptığı sıkı araştırma konusunda naklolunan haberlerin benzerini nak­ledebilmiş değildir. O halde bu tenkitçi bize kendi âlimlerinden sıhhat açısından Buhârî’nin el-Câmi’u’s-Sahihine denk olan veya ona yaklaşan kitaplar getirsin! Kut­sal kitapları peygamberlerine yalan ve diğer bazı büyük günahlar İsnat ederken bunu nasıl yapabilir? Misyonerler ve onlarla aynı görüşü paylaşanlar değil kitap­larını kesiksiz bir İsnatla nakledenlerin, peygamberlerin bile masum olduklarına kani değillerdir. Bununla birlikte onlara ait olduğu söylenenleri olduğu gibi kabul ederler. Biz bu makalemizde inşallah müslüman ravilerle onların ravileri arasında ilerde bir karşılaştırma yapacağız. Misyoner yazarın, Buhârî’nin sahabeyi kabul ettiği iddiası üzerine kurduğu görüşünü ise çürütmeye gerek yoktur; zira o görüş dayanağından da zayıftır.
6. Dört Mezhep imamı mezheplerini Buhârî’nin Ebu Hureyre’den rivayetleri üzerine kurmuşlardır iddiası
Bu batıl iddia, böyle bir makaleyi yayınlayan misyonerlerin bilgi ve araştırma seviyesini, bir de söz ve nakillerinde ne ölçüde dürüst olduklarını açıkça göster­mektedir. Şöyle ki Buhârî, dört İmamdan da sonradır. Bunlardan dördüncüsüne, Ahmed b. Hanbel’e yetişmiş; ondan hadis almıştır. Tehzîbu’t-Tehzîb’de el- Ukaylî’den nakledildiğine göre Buhârî, Sahihini yazıp bitirdiği zaman Ali İbnu’l- Medînî Yahya b. Ma’în, Ahmed b. Hanbel ki hepsi de Buhârî’nin önde gelen şeyhlerindendir- ve başka birkaç âlime göstermiştir. Bu âlimler Sahihi incelemiş­ler, hepsi de “içindeki dört hadis hariç” sahih olduğunu söylemişlerdir. el-Ukaylî "bu dört hadis hakkında da son söz Buhârînindir. Onlar da sahihtir” demiştir.(3)
Bu alıntı da gösterir kİ Buhârî, dört mezhep imamından sadece yetiştiği biri­sinden hadis almıştır. Buna karşılık onlardan hiçbiri Buhari’den rivayette bulun­mamıştır.
Aslında müçtehit imamların hiçbiri ne rivayet, ne de dirayet yönünden kimse­yi taklit etmiş değildir. Hepsi de yalnızca kendisine göre sahih olan rivayetleri al­mış ve onlarla amel etmiştir.
İmam Ebu Hanife hicri 80 yılında doğmuş; 150 de ölmüştür. İmam Mâlik 93-179; İmam Şâfi’i 150-204; Ahmed b. Hanbel İse 162-241 tarihleri arasında ya­şamışlardır. Buhari’ye gelince 194 yılında doğmuş; 256 da ölmüştür. Hadis öğren­mek maksadıyla ilk defa 210 da, yani İmam Şâfi’nin ölümünden birkaç yıl, İmam Mâlik’in ölümünden 31; Ebu Hanife’ninkinden ise 60 yıl sonra vatanından ayrıla­rak ilim yolculuğuna çıkmıştır. Buna göre bu tenkitçi misyonerin dini ve aklı Sün­net ve İslâm Hukuku hakkında ‘‘dört imam da Buhârî’nin Ebu Hureyre’den riva­yet ettiği hadisleri aldılar. Hukuk sistemlerim bunlar üzerine kurdular” demesini nasıl caiz görebilir? Nasıl olur da yalçın dağlar gibi sağlam İslâm Hukuku’nu sar­sacak bilgiler verdiği kuruntusuna kapılabilir? Böyle düzme iddialarla sabit ger­çekler sarsılabilir mi?
III. Ebu Hureyre Hakkında Şüpheler.
I. Tenkitçi misyoner şöyle diyor: “Ebu Hureyre hakkında genel şüphe kendi şahitliği iledir. Şöyle demiştir: “Herkes” Ebu Hureyre çok hadis rivayet ediyor” diyor. Eğer Kur’ân-ı Kerim’deki İki ayet olmasaydı bir tek hadis bile rivayet et­mezdim... Muhacir kardeşlerimiz çarşıda pazarda alışveriş etmekle meşgul oluyorlar. Ensâr kardeşlerimizi de mallarıyla uğraşmak oyalıyor. Ebu Hureyre ise karnı doy­sun diye Hz. Peygamber’in yanından ayrılmıyordu. Onların bulunmadığı yerlerde bulunuyor, öğrenemediklerini Öğreniyordu”(4).
Daha sonra da bir dipnot düşerek şunları yazıyor: “İbn Hacer’in el-İsâbesinde Ebu Hureyre ’ye ait” Siz Ebu Hureyre’nin Hz. Peygamber (s.a.s) den fazla hadis rivayet ettiğini ileri sürüyorsunuz” sözü için şu açıklama yapılmıştır: “Ebu Hu­reyre böyle çok hadis rivayet edişine garip bir sebep göstermiştir”(5)
Misyoner yazar bu İki rivayeti Ebu Hureyre hakkında genel şüphe dediği itha­ma delil olarak kullanmıştır. Anlaşıldığına göre yazar, makalesini okuyan okuyu­cuda Ebu Hureyre ‘ye çağdaş olanların tümünün ya da çoğunun onun rivayetlerin­den şüphe eder oldukları vehmini uyandırmak kuşkusuz bu batıl bir iddiadır. Şöy­le ki, Ebu Hureyre’nin sözündeki “ennâs” deyişi azlık için de kullanılır; çokluk İçin de. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur:
“Onlar öyle kimselerdir ki, adamın biri kendilerine (düşmanınız) olan insanlar size karşı (ordu) topladılar. O Halde onlardan çekinin” dedi de...”(6) Rivayet tef­sirlerinde bu sözü söyleyenin bir tek kişi, Nuaym b. Mes’ud olduğu nakledilmiştir. “Ebu Süfyân size karşı bir ordu hazırladı” demiştir. Söyleyenlerin birkaç kişiden ibaret Abdu’l-Kays birliği olduğu da söylenmiştir. Şu hale göre “en-Nâs” sözcüğü tek kişi için de kullanılabilen bir cins isimdir. Nitekim bir kişi ata binse tek ata bindiği halde çoğul sigasıyla “fulânnn yerkebu’l-hayle” denir ve çoğa ıtlak edilir.
Misyoner yazarın Buhâri’ den kısaltarak verdiği yukarıda nakledilen hadiste açık­ça görüldüğü gibi kimi sahâbîler Ebu Hureyre’nin fazla hadis rivayet etmesini ya­dırgamalardır. Ona ait bir diğer rivayette bu husus “Diyorlar ki, Muhacirlerle Ensâr’a ne oluyor da onlar Ebu Hureyre gibi fazla hadis rivayet etmiyorlar”(7) ziya­desiyle açıklanmıştır. Ebu Hureyre’nin çok hadis rivayet edişinin yadırganmasına sebep, onun geç müslüman olan sahabelerden oluşudur. Buna göre (Hz. Peygam­berden) diğer sahabilere nispetle daha az hadis işitmiş olması gerekirdi.
Açıkça bilinen gerçeklerdendir ki, bir şeyi yadırgamak veya tuhaf bulmak hiç­bir zaman onu yapanı yalanla itham etmeyi gerektirmez. Bunun gibi sadece itham etmek de adalet vasfını gidermeyi icap ettirmez; zira itham içinde burada olduğu gibi gerçekle ilgili bulunmayıp şüphe ve evham üzerine kurulardan da vardır.
Bununla birlikte Ebu Hureyre çok hadis rivayet edişinin sebebini burada da Hz. Peygamber (s.a.s.) le devamlı olarak bir arada bulunmakla açıklamıştır. Ger­çekten onun Muhacirler gibi kendisini meşgul eden ticaret, veya Ensâr gibi bağ bahçe işleri olmadığından devamlı olarak. Hz. Peygamber’le bir arada bulunmuş; âdeta ondan hiç ayrılmamıştır. Onunla devamlı olarak bir arada bulunuşu yüzün­den diğer sahabilerin duymadıklarını duymuş; öğrenmediklerini öğrenmiştir. İşit­tikleriyle birlikte (başka sahabelerden) naklettiklerini rivayet edişi, bir de ileri de açık­laması gelecek öteki bazı sebepler bu açıklamasına katılabilir. Öte yandan o, duy­duğu ve öğrendiği hadisleri rivayet edişinin asıl sebebi olarak ilmi yaymak gerekti­ğine, ilmi gizlemenin haram olduğuna delâlet eden iki ayetten söz etmiştir:
"Biz Kitap’ta İnsanlara aşikâr bir şekilde bildirdikten sonra, indirdiğimiz açık seçik ayetlerimizi ve doğruyu gizleyenler yok mu? İşte onlar (a) hem Allah lânet eder; hem de lânet etmek şanından olanlar lânet ederler”
“Ancak tevbe edenler, kendilerini ve hareketlerini düzeltenler ve (gerçekleri gizlemeyip) açıklayanlar başka. Ben artık onların günahlarından geçerim. Ben, tövbeyi en çok kabul edenim; en çok esirgeyenim.”(8)
Ne var ki tenkitçi misyoner söz konusu ayetleri yazısına almamıştır. Tenkitçinin dipnotunda tbn Hacer’in el-İsâhe isimli eserinden naklettiği ikinci rivayete gelince, o rivayet, üzerinde durduğumuz haberin bir başka şeklidir. Bu­hârî her ikisini de el-A’rec (Abdurrahman b. Hurmuz) -Ebu Hureyre isnadıyla ri­vayet etmiştir.(9) Tenkitçi bu rivayeti andıktan sonra “Ebu Hureyre fazla hadis ri­vayet edişine tuhaf bir sebep göstermiştir” diyor. Bunun anlamı, Ebu Hureyre’- nin fazla hadis rivayet edişine gösterdiği sebep gariptir. Tabii yazara göre. Ancak o, bu garip sebebin ne olduğunu söylememiştir. Halbuki bu sebep, Hz. Peygam­ber (s.a.s.) in mucizelerinden ve peygamberlik alâmetlerinden sayılan ve bir diğer rivayette ziyâdesiyle birlikte gösterilen sebebin aynıdır. Ancak peygamberlik alâ­meti bir mucizeye yer vermediğinden yazar tarafından anılmamıştır. Sözü edilen diğer rivayet şöyledir: “Ebu Hureyre anlatmıştır: “Allah Resulü (s.a.s.) in bir mec­lisinde bulunuyordum. “Kim ben sözümü bitirinceye kadar ridasını (belden yukarîsına alınan örtüsünü) serer; sonra da dürüp toplarsa benden İşittiklerinden hiç­bir şey unutmaz” buyurdu. Bu söz üzerine ben hemen atıldım. O henüz sözlerini bitirmeden üzerimdeki örtüyü yere yaydım. Sonra kendime doğru dürüp topladım. Canım Kudreti altında olan Allah’a yemin ederim ki, bundan sonra ondan işitti­ğim şeylerin hiçbirini unutmadım.” Bu hâdisi Müslim, Nese’î, Ahmed b. Hanbel ve diğer bazı hadis âlimleri değişik yollardan rivayet etmişlerdir(10).
Ebu Hureyre Hz. Peygamber’in söylediklerini, hadisin lafzından her ne kadar ridâyı yayma anında söylenenlerin anlaşılması ihtimal dahilinde ise de genel “selb” manasında anlamıştır. (Yani Hz. Peygamber’in ridâyı yayma anında söyledikleri­ni değil, ondan söyleyeceklerini de unutmayacağı şeklinde anlamıştır). Bu da onu haklı çıkmıştır. İlerde (kılı kırk yaran) tenkit zihniyetine sahip hadis imamları­nın Ebu Hureyre’nin hafızası (veya hadisleri hıfzetmesi) konusunda söyledikleri­nin bir kısmını zikredeceğiz. Şimdilik şu kadar söyleyelim ki Ebu Hureyre’den, ri­vayet ettiği hadisleri unuttuğuna dair herhangi bir sahih rivayet nakledilmemiştir. Sadece “lâ âdvâ...” (hastalığın kendiliğinden hastadan sağlama geçmesi olmaz) hadisi bunun dışındadır. Şöyle ki o, hastalığın hastadan sağlama geçmesinin ola­ğan olduğuna delâlet eden hadisleri rivayetinin ardından bu hadisi inkâr etmiştir. O hadis belki de kendi İşittiklerinden değil, mürsellerinden biridir. Bu takdirde rida yayma olayından sonra İşittiklerini unutmadığı sözüne zıt düşmez. Yahutta o rivayet ridasını sermeden önce işitmiş olduğu hadislerden birisidir.
2. Tenkitçi yazar diyor ki: “Ebu Hureyre’nin yalanla itham edilişi (kendi şehadeti üzerinedir). “Ebu-r-Rezîn’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: “Ebu Hureyre bir keresinde yanımıza geldi. Elini alnına vurarak şunları söyledi: “Farkında mısınız, sizler doğru yolu bulasınız, Ebu Hureyre sapıtsın diye benim Hz. Pey­gamber (s.a.s.) üzerine yalan uydurduğumu söylüyorsunuz, (Şimdi beni İyi dinle­yin). Şehadet ederim ki, Hz. Peygamber (s.a.s.) in "birinizin ayakkabısının bağı koparsa odu tamir etmedikçe diğer tekiyle yürümesin’’ dediğini kulağımla duydum(ll) (Bu rivayetin zayıf olduğu açıkça bellidir.)
3. İbn Hacer, Ahmed b. Hanbel’den, Ebu Hureyre’nin “bize fazla hadis riva­yet ediyor” yollu bir şikâyet üzerine söylediği şu sözlerini nakletmiştir: “Eğer her işittiğimi söyleseydim beni kırbaçla düğerdiniz.”
4. Yine İbn Hacer Hz. Âişe’den şöyle bir haber nakleder: “Hz. Aişe Ebu Hureyre ‘ye “kuşkusuz İşitmediğin şeyleri rivayet ediyorsun” dedi. Bunun üzerine Ebu Hureyre ona, aynı manada ve kendisinin o ziynetiyle uğraşırken işitmediklerini ken­disinin işittiğini söyleyerek cevap verdi.”
5. el-Ezrakî ’nin Ahbâru Mekke isimli kitabında şöyle bir rivayet vardır: “Ubeydullah b. Sa’d. Abdullah b, Anır İbni’l-Âs’la birlikte Mescid-i Haram’a girdi. Ka’be, el-Husayri b. Numeyr ordusu geri çekildiği sırada yanmıştı. Taşlan dökülüyordu. Derken Anır, yanında kalabalık bir grup olduğu halde geldi. Ka’be önünde dur­du. Öyle ağladı ki, baktım, gözlerinden akan yaşlar sürmesini silmişti. Arkasın­dan şöyle dedi: “Ey insanlar! Eğer Ebu Hureyre size Peygamberinizin ardından onu evlatlarıyla savaşacağınız; Rabbimiz Allah’ın evi (Ka’be)yi yakacağınızı ha­ber verseydi kesinlikle “Ebu Hureyre’den yalancı kimse yoktur” derdiniz(12).
6. Tirmizî ’de şöyle bîr hadis vardır: “Bize İbn Ömer anlattı... Dedi ki “Hz. Peygamber (s.a.s.) av yahut çoban köpeği hariç köpeklerin öldürülmelerini emret­ti.” Bunun üzerine İbn Ömer’e Ebu Hureyre’nin “... yada ekini bekleyen köpek...” dediğini söylediler. İbn Ömer “Ebu Hureyre’nin dedi; ekini vardır (da o sözü onun için öyle söylemiştir). (Burada güzel bir serzeniş olduğu açıktır).
7. İbn Hacer’in el-İsâbe isimli kitabından: “Ebu Hureyre namaz hakkında bir hadis rivayet etti. Bu Hadis Mervan’ın hoşuna gitmediğinden Abdullah b. Ömer’e sordu. Abdullah “Ebu Hureyre çok hadis rivayet ediyor” dedi. “Hakkında söyle­nenlerden inkâr ettiğin var mı?” diye sorduklarında ise “hayır cevabını verdi; Lâ­kin o cesaret etti. Bizse çekindik.” Bu sözler Ebu Hureyre’ye ulaşınca” Onlar unut­muşlar. Ben hıfzetmişsem günahım ne?” dedi(13).
İbn Ömer’in “O cesaret etti. Bizse çekindik” sözünün hakaret kabilinden bir söz olduğunu sanmıyoruz; zira İbn Ömer bu sözüyle kendisine korkaklık nisbet etmemiştir. Ebu Hureyre’ye nisbet ettiği cesaretin manası ise saldırı ve meydan oku­madır. Öyle ümit ediyoruz ki bununla bizim için hadis kaynakları üzerindeki per­de kalkmıyor; çünkü bizce ince eleyip sık dokumayan hadis ravilerine önemli öl­çüde uyulduğunun delilini vermektedir. Açıkçası, Abdullah b. Ömer, Ebu Hurey­re’ye karşı çıkmaya cesaret edememiş; onun hakkındaki görüşünü ancak ayıplayıcı bir üslupla açığa vurmuştur.
8. Yine İbn Hacer’in el-İsâbe isimli eserinde geçtiğine göre Mervân, Ebu Hureyre’nin söylediği bir söze üzülmüş, bu yüzden onu fazla rivayette bulunmakla suçlamıştır. Sonra da şunları söylemiştir: “Ebu Hureyre Hz. Peygamber’in vefa­tından... kısa bir süre önce geldi.” (Bunu İşiten) Ebu Hureyre “Allah Resulü... Hayber’de iken Medine’ye geldim. O günlerde otuz yaşımı henüz geride bırakmış­tım. Hz. Peygamber ölünceye kadar (orada) kaldım.”
(Not: Muhammed yedinci hicrî yılda, yani ölümünden yaklaşık dört yıl kadar önce Hayber’deydi. Burada anılan olay açığa çıkarır ki, bizzat Ebu Hureyre’nin çağdaşları (onun Hz. Peygamber’le birlikte olduğu) müddeti her istediğinde çokça şahit getirdiği hadisleri rivayet edişine sebep olamayacak kadar kısa bir süre oldu­ğu görüşünde idiler.”
Tenkitçi misyoner yazarın sözleri harfi harfine; işaretleri, rumuzları, rivayet­lerde atladığı yerleri ve hatalarıyla ki pek çoktur bunlardır. Eklemek gerekirse naklettiği “e tunkiru şey’en mimmâ yekülün” ibaresi yanlıştır. Doğrusu “mimmâ yekûlu” dur. Bunun manası “Ebu Hureyre’nin söylediklerinden bir şey inkâr edi­yor musun” demektir. “Ecre’e ve cubnâ”da doğru nakledilmemiştir. Doğrusu “ictere’e ve cubnâ” dır. Bu, nakledenin tahrifi değil, baskı hatası da olabilir. Fakat Ahmed b. Hanbel’e nisbet ettiği “bunun ardından başka şikâyetler ekledi’’sözü gibi bazı hatalar yanlış anlamadan kaynaklanmıştır; Bunun sebebi, Ahmed b. Hanbel’in hadisinde bahsi edilen ziyadeliğin olmayışıdır. İbn Ömer’in sözlerinden an­ladıkları da öyledir.
Şimdi bu şüphelere cevap verelim:
1. Tenkitçi misyoner yazarın naklettiği ibarelerin hiç birisinde Ebu Hureyre’nin yalancılığının sabit olduğuna dair herhangi bir açıklama yoktur.
2. Hukuk sistemlerinin, kanunların, aklı başında ve adalet duygusuna sahip bütün insanların örflerinin İttifakıyla bellidir ki, herhangi bir şeyle itham ancak beyyine ve delille sabit olur. Böyle iken hiç kimse Ebu Hureyre’nin yalan söyledi­ğine dair herhangi bir beyyine veya delil ileri sürebilmiş değildir. Yalnızca kimi sahâbîler rivayetleri hakkında kimi şüpheler ortaya atmışlardır. Hakkındaki bu şüp­heler tutalım sabit veya meçhul olsaydı o zaman sebebi gizli kalırdı. Bu da ona ait rivayetleri ihtiyaten sahih derecesine çıkarmamak için geçerli bir sebep olabilir­di. Oysa hakkındaki şüphenin sebebi bellidir ve Ebu Hureyre’nin adaletten düş­mesini ve rivayetlerine güvenilmemesini gerektirecek cinsten değildir.
3. Ebu Hureyre’nin yalan söylediği iddiasının ileri sürülüşünün iki sebebi var­dır. Bunlardan birincisi, özellikle çok rivayette bulunmasına dairdir. Rivayetlerin çoğu aslında bu konuda vârid olmuştur, özü şudur: Hz. Peygamber’le sohbet müd­deti üç yıl birkaç aydır. Böyle kısa bir süre, rivayet ettiği böylesine çok hadis için yeterli değildir. İkincisi ise bazı hadislerinin metinleriyle ilgilidir. Ebu Hureyre’­nin, rivayet ettiği takdirde yalancılıkla İtham edilmek, işkence görmek veya öldü­rülmek beklentileri de bunlardır; çünkü Hz. Peygamber’in vuku bulmasından ön­ce ona haber verdikleridir. Hristiyanların en-Nübüvvet dedikleri de budur.
Hadis âlimleri Ebu Hureyre hakkındaki bu şüphenin sebebini bildiklerinden bunların onun adaletine en küçük bir zarar bile vermeyeceğine kani olmuşlardır. Bunun İzahı birkaç yönden yapılabilir.
Ebu Hureyre’nin Fazla Hadis Rivayet Edişinin Sebepleri
Ebu Hureyre’nin diğer sahâbîlere nispetle fazla hadis rivayet edişinin birkaç rivayetten çıkardığımız birtakım sebepleri vardır:
1. Ebu Hureyre, hem kendisini faydalanmak, hem de başkalarının faydalan­masını sağlamak maksadıyla Hz. Peygamber (s.a.s.) in söz ve davranışlarını öğ­renmek gayesi gütmüştür. Bu sebeple Hz. Peygamber’den hemen hiç ayrılmamış; ona sorular sormuştur. Oysa öteki sahabilerin çoğu bir zaruret olmadıkça Hz. Pey­gamber’e som sormaya cesaret edemiyorlardı. Bazı bedevilerin uzak yerlerden müs­lüman olarak Medine’ye geldikleri zaman Allah Resul’üne sorular sordukları; bun­dan öteki sahabilerin memnun oldukları ve birinin gelmesi için gözleri yolda bek­ledikleri bilinmektedir.
Buhârî’nin Ebu Hureyre’den; Ahmed b. Hanbel’in Ubey b. Ka’b’dan rivayet ettikleri şu iki hadis bu sebebe işaret eden delillerdendir:
“Yâ Rasûlallah! dedim; (Kıyamet Günü) insanların şefaatinle en çok mutlu ola­cak olanı kimdir?” Şu cevabı verdi: “Hadise olan düşkünlüğünü bildiğim için bu sözü bana senden önce kimsenin söylemiyeceğini biliyordum yâ Ebâ Hureyre..."(14).
“Ebu Hureyre, Hz. Peygamber (s.a.s.)’e kimsenin sormadığı şeyleri cesaretle sorardı.”
2. Ebu Hureyre, Hz. Peygamber (s.a.s.) in daima yanında bulunur; ondan he­men hiç ayrılmazdı. Ailelerini ve ashabını ziyarete giderken veya yolda bile olsa faydalanmak için onun peşinden giderdi. Onun Hz. Peygamberle birkaç yıl devam eden sohbeti, ilerde göreceğiz, Emevî Halifesi Mervan’a da açıkladığı gibi, Allah Resulünü ancak namaz vakti veya bir iş için çağırıldığında, yahutta ihtiyaçlarını gidermek Üzere yardımını istemek maksadıyla yanına gittiklerinde bir araya gele­rek gören diğer bir çok sahibinin uzun yıllar süren sohbetleri gibi olmuştur.
Bununla birlikte el-Beğavî’nin İbn Hacer’in söylediğine bakılırsa ceyyid bir isnatla İbn Ömer’den rivayet ettiğine göre İbn Ömer Ebu Hureyre’ye, “Sen bi­zim Allah Resulü ile en fazla bir arada bulunanımız; onun hadislerini en çok bilenimizsîniz” demiştir. Ayrıca el-İsâbe’ de yine Ibn Ömer’in “Ebu Hureyre biz­den üstündür. Rivayet ettiği hadisleri iyi bilir” Talha b, Ubeydüllah’ın ise “Ebu Hureyre Hz. Peygamber (s.a.s.) den bizim işitmediğimiz hadisleri işitti” dediği varid olmuştur(15).
3. Kuşkusuz Ebu Hureyre’nin hafızası kuvvetli, hıfzı sağlamdı. Bu, bedevî ha­yat yaşanan devirlerde olduğu gibi Ebu Hureyre’ye yakın devrede de pek çok kişi­nin ayrıcalık kazandığı üstün bir meziyetti. Hepsi de hafızalarına güvenirlerdi.
Eski Yunanda pek kişinin yazmayı iyi tutmayıp “insan yazdığına güvenir; bu yüzden hafızası zayıflar. Oysa biz, hafızalarımızla bütün milletlere karşı iftihar ediyoruz” dedikleri tarihin bize naklettikleri arasındadır, öyle olduğu içindir ki, Yunan tarihi mahfuz kalmıştır.
İmam Şâfi’i, “Ebu Hureyre zamanının hadis rivayet edenleri arasında hıfzı en kuvvetli olanıdır” der. Buhârî de buna benzer sözler söyler ve ekler: “Ebu Hurey­re’nin asrı yaşadığı zamana delâlet eder”. Tirmizî’nin şu rivayeti daha da Önemli­dir: “Hz. Ömer Ebu Hureyre’ye “Sen, demiştir; Allah Resulü ile hepimizden da­ha fazla bir arada bulundun. Hadislerini daha çok Hıfzettin.”
4. Yukarıda geçen Ebu Hureyre’nin örtüsünü yaymasına dair hadiste görüldü­ğü gibi Hz. Peygamber (s.a.s.) onu (işittiklerini) unutmamakla müjdelemiştir. Bu hadis sahih hadis kitaplarıyla sünenlerde birkaç yoldan rivayet edilmiştir.
5. Büyük bir âlim olan sahabi Zeyd b. Sabit’in, Nese’î ’nin rivayet ettiği bir ha­disinde sabit olduğu üzere Hz. Peygamber (s.a.s.) Ebu Hureyre’ye dua etmiştir. Şöyle ki, “Bir gün adamın biri Zeyd b. Sabit’e geldi; Bir şeyler sordu. Zeyd ona “Ebu Hureyre’ye git, dedi; çünkü bir keresinde ben, Ebu Hureyre ve falanca Mescitte oturmuş Allah’a dua ediyor, zikirde bulunuyorduk. Derken Hz, Peygamber (s.a.s.) çıkageldi. Gelip yanımıza oturdu ve “işinize devam edin” dedi. Ben ve ar­kadaşım duamıza devam ettik. Allah Resulü “âmîn” demeye başladı. Ebu Hurey­re de “Yâ Rabbi! Senden iki arkadaşımın istediklerini, bir de unutulmayacak ilim istiyorum” diye dua etti. Hz. Peygamber bu duaya da “âmin” dedi. Bunun üzeri­ne biz “Yâ Resulullah, dedik; biz de unutulmayacak ilim istiyoruz.” O zaman “Bu Devsli genç sizden önce davrandı” buyurdu.”
6. Ebu Hureyre, hadis rivayetine bir gaye uğruna girişmiştir; zira hadislerini neşretmek için öğreniyordu. Halbuki diğer sahabilerin çoğu öğrendikleri hadisleri ya bir hüküm veya fetva vermek, yahut istidlalde bulunmak için anılmasına ihti­yaç duyulduğunda neşrediyorlardı. Kuşkusuz bir şeye bir gaye uğruna giren kişi onu daha sağlam öğrenir. Münasebet olsun, olmasın anmak ister. Bunda maksadı sadece onu öğrenmektir. Ebu Hureyre’nin çok hadis rivayet edişinin ilk sebebi bu­na bağlıdır.
7. Yukarıda da geçtiğimiz gibi Ebu Hureyre, kendi işittiği hadislerin yansıra başka sahabelerden öğrendiklerini de rivayet ediyordu. Bu cümleden olarak Ebu Bekr, Ömer, el-Fadl İbnu’l-Abbâs, Ubey b. Ka’b, Usâme b. zeyd, Â’işe ve Basratu’l- Gıfârî’den rivayette bulunmuştur. Bu demektir ki, bu sahâbilerden rivayetlerini açıklamıştır.
Bir başka sahâbî ismini söylediği kimi hadislerinin İslâm olmasından Önceki olaylarla ilgili olduklarından mürsel sayıldıkları kesindir. Ancak, sahabî mürselleri cumhure göre hüccettirler.
Ebu Hureyre Hz. Ebu Bekr veya Hz. Ömer zamanında müslüman olan Yahu­di âlimlerden Ka’bu’l-Ahbâr’dan da rivayette bulunmuştur. Ka’b, Muhaddislere göre sikadır. Ne var ki Buhârî, Sahihinde Ka’b’dan bir şey rivayet etmemiş; Hz. Mu’aviye’nin Ka’b hakkındaki şu sözünü nakletmiştir: “Ehl-i Kitaptan rivayette bulunan şu hadisçilerin en sadıkıdır. Yalancılığını denemiş değiliz.”
Hz. Mu’âviye’nin Ka’b hakkındaki söylediklerini görmeden önce içimde riva­yetlerine karşı bir tereddüt vardı. Çok kişinin onu yalanla itham ettiklerini biliyor­dum. Sonra bu konuda Hafız tbn Kesîr’e ait sözler gördüm.”
Bütün bu sebepleri etraflıca düşünenler Ebu Hureyre’nin fazla Hadis rivayet edişinde garipsenecek bir taraf bulamazlar. Çağdaşlarından birkaç kişinin rivayet­lerini beğenmemiş olmalarını onun adalet ve sadakatinden şüpheyi gerektirir göre­mezler; çünkü bilirler ki söz konusu beğenmezlik, doğrudan doğruya bu sebepleri bilmemekten kaynaklanmaktadır.
Buhârî’nin Sahihinde Ebu Hureyre’den rivayet ettiği hadislerin hepsi 446 tane­dir. Bunlardan bir kısmı kendi işittikleri; bir kısmı ise bazı sahabelerden rivayet ettikleridir. Hepsi de bir araya toplansa bir mecliste okunması mümkündür; zira çoğu özlü cümlelerden ibarettir. Buna göre aklı başında biri bu miktar hadis riva­yetini değil Ebu Hureyre gibi birine, hıfz ve hadis öğrenip başkalarına öğretmek azmi açısından ondan daha aşağı derecelerdeki birine bile çok görebilir mi?
Bu tenkitçi misyonerin naklettiği ibareleri doğru dürüst naklettiğine, onları doğru anladığına, gerçeği açıklamak maksadı taşıdığına güvenilemezken bu nasıl müm­kün olabilir. Yakinen biliyoruz ki o, sadece zihinlere şüphe sokmak ve İslâm! de­ğerlere gölge düşürmek istemektedir. Aslında işi budur. Bunun için ve bununla ya­sıyor.
Ebu Hureyre’nin Bazı Hadislerinin Beğenilmeme Sebepleri
Yazar, Ebu Hureyre hakkındaki ithamlarının ikinci delili olarak onun “Sîzler Hz. Peygamber (s.a.s.) üzerine yalan söylediğimden söz ediyorsunuz” dediğini Ebu Rezîn’den nakletmiştir. Bu naklin kaynağını (cüz 4; s. 440) şeklinde göstermiş; ki­tap ismini vermemiştir. Bir önceki nakline Buhârî’yi kaynak gösterdiğine bakılırsa bu şekilde kaynak göstermekle bu haber de Buhari’de mevcuttur demek istemiştir. Oysa o rivayet Müslim’in rivayeti olarak bilinir.
Üçüncü delilinde Ebu Hureyre’nin “işittiklerimi rivayet edersem kamçı ile üs­tüme yürürdünüz” dediğini nakletmiştir. Bu rivayetin doğrusu “Hz. Peygamber’den işittiklerimin hepsini” olacaktır.
Beşinci delilinde ise el-Ezrakî’nin Ahbâru Mekke adlı eserinden Ebu Hureyre’nin el-Husayn b. Numeyr’in askerleri çekildikten sonra Ka’be’yi yapmış görence “Ey nas! Eğer Ebu Hureyre, Peygamberimizin ardından torunlarıyla harbedeceksiniz, Rabbimiz Allah’ın evini yakacaksınız" deseydi, muhakkak ki Ebu Hureyre kadar yalancı yoktur” derdiniz” dediğini nakletmiştir. Bunun manası, Ebu Hu­reyre bu sözleri Emevîlerin Kabe’yi yakışından önce söyleseydi yalan söylemekle itham edilirdi, demektir. O zaman böyle bir haber inanılmayacak bir haber olur­du. Ebu Hureyre’nin ifadesinden bu sözü Hz. Peygamber (s.a.s.)den işittiği için olmasından önce bildiği anlaşılır. Bunun delili şudur: Ebu Hureyre insanlardan çoğunun bizatihi mümkün bile olsa, olmasına akıl erdiremedikleri rivayetleri onaylamayacaklarını biliyordu. Böyle bir olaydan bahsettiği takdirde kendisine yalancı diyeceklerini, inanılması için de Resulullah’a nisbet ettiğini sanacaklarım bekliyordu. İnanıyordu ki, Hz. Peygamber (s.a.s.) den iki kap dolusu ilim öğrendim ve muha­faza ettim. Ancak bunlardan birini açıkladım. Diğerine gelince, eğer onu açığa çıkarsaydım şu boynum kesilirdi,,(16) sözüyle kastettiği budur. Bu hadisin yorumun­da Hafız İbn Hacer şöyle diyor: “Ebu Hureyre’nin açıklamadığı ilmi, İslâm âlim­leri kötü idarecileri, davranışlarını ve zamanlarım açıklayan hadislere hamletmiştedir. Ebu Hureyre kendisine bir zarar gelmesinden korktuğu için böyle hadisle­rin bir kısımını açıklamamış; sadece ima etmekle yetinmiştir. “60 yılı başlarındaki fitneden ve çoluk çocuğun idareyi ele geçirmesinden Allah’a sığınırım” sözü buna örnektir. Bu sözle hicretin 60. yılı başlarındaki Yezîd b. Mu’âviye’nin halifeliğine işaret etmiştir. Allah Ebu Hureyre’nin duasını kabul etmiş olacak ki Yezîd’in hila­fetinden bir yıl önce ölmüştür. Buna benzer hadislere Kitâbu’l-Fiten kısmında işa­ret edilecektir..,” (l7).
Ibn Hacer Sahih-i Buhârî’nin Kitâbu’l-Fiten bölümü başlarında yer alan Ebu Hureyre’ye ait bir hadisi şerhederken bu va’dini yerine getirmiştir. Bu hadis onun Sa’îd İbnu’l-Âs ve Mervân İbnu’l-Hakem b. Ebi’l-Âs b. Umeyye’ye söylediği şu sözlerdir: "Sâdık (kendisi doğru) ve Mesdûk (doğruluğu onaylanmış) alan Hz, Pey­gamber (s.a.s.) den bizzat işittim, şöyle diyordu; “Ümmetimin helâki Kureyşli de­likanlılar eliyle olacaktır”(18). Ahmed b. Han bel ve Nese’î rivayetlerinde aynı ha­dis “Ümmetimin fesadı kureyşli sefil delikanlılar eliyle olacaktır” şeklindedir(19). Hadisin bundan sonrası şöyledir: “Mervan, “Allah o akılsız delikanlılara lanet etsin” dedi. Bunun üzerine Ebu Hureyre” eğer, demiştir; bunların kimler olduğu­nu söylemek isteseydim, falan oğullan, filan oğullan diye söylerdim”. Ebu Hureyre’nin bu sözleri şu manaya gelir: “Mervan, “o akılsız delikanlılara Allah lanet etsin” dediği zaman lanet okuduklarım kendi kabilesi ve evlatları olduklarını bil­miyordu. Fakat Ebu Hureyre bunu bilen birisiydi. Ancak açıklamamıştı.”
İbn Hacer bu hadisi şerh ederken aynı manada Ali b. Ma’bed ve Ibn Ebî Şey- be’nin Ebu Hureyre’den rivayet ettikleri, kendisine göre merfû bir başka hadis da­ha zikreder: “Çoluk çocuğun idareyi ele geçirmesinden Allah’a sığınının.” Çoluk çocuğun İdareyi ele geçirmesi ne demek, dediler. “Onlara itaat ederseniz (dinîniz) helâk olur. İsyan edersiniz onlar sizi (n dünyanızı) helâk ederler” cevabını ver­di”(20).
Bu rivayetlerden açığa çıkmaktadır kİ Ebu Hureyre’nin rivayet ettiği takdirde bazı kimselerin kendisini yalancılıkla itham etmelerini beklediği hadisler bu kabil hadislerdir. Böylece yazarın Ebu Hureyre ‘yi yalancılıkla itham ederken delil ola­rak ileri sürdüğü rivayetler, ithamını ispat edici bir mana taşımamaktadır. Yuka­rıda da açıkladığımız gibi, Ebu Rezfrı tarîkından gelen Müslim rivayeti ile yazarın Ahmed b. Hanbel’e hisbet ettiği Yezîd İbnu’l-Esari -Ebu Hureyre yoluyla gelen el-Ezıakîdeki Abdullah b. Sa’d rivayeti de açığa çıkarmıştır ki, Ebu Hureyre bazı fiten hadislerini oluşundan önce haber verdiği takdirde konularının acayip oluşla­rı yüzünden bazıları tarafından yalan söylemekle itham edileceğine inanıyor; ya da öyle zannediyordu.
Geriye yazarın dört delili kalıyor. Bunlardan birincisi, Hz. Âişe ‘nin Ebu Hu­reyre’ye söylediği “kendi işitmediklerini de rivayet ediyorsun” sözüdür. İbn Ha­cer bu rivayeti İbn Sa’d’a nisbet eder. Ancak kitabı elimizde olmadığı için söyleniş sebebini aynen anmadığını bilmiyoruz. Öte yandan Ebu Hureyre’nin verdiği cevaptan açığa çıkmıştır kİ Hz. Âişe, Ebu Hureyre’den rivayet ettiği bir hadisi, sırf kendisi Hz. Peygamber’den işitmediği için inkâr etmiştir. Benzeri, aynı sebebe bağlı olarak başka sahabelerden Hz. Âişe hakkında da varid olmuştur. Hz. Âişe’- nin Mi’râc hadîsi, Ahirette Allah’ı görme (Rü’yetullah) hakkındaki hadis, âlimle­rin ölümüyle halkın hak yoldan sapan, kendilerine uyanları da saptıran bir takım cahil kişileri rehber edinmelerine dair Abdullah b. Amr hadisi gibi rivayetlerde şüp­heye düşüşü buna örnek gösterilebilir.
Sahih-i Müslim’de varid olduğuna göre Urve İbnu’z-Zubeyr, Abdullah b. Anır’ den son hadisi işittiği zaman teyzesi Hz. Âİşe’ye haber vermiştir. Hz. Âişe hadisi yadırgamış ve yeğenine “Abdullah b. Amr sana bu hadisi bizzat Hz. Peygamber (s.a.s) söylerken işittiğini söyledi mi?" diye sormuş, ve onu hadisi tekrar alması için İbn Amr’a yollamıştır. Urve şöyle demiştir: “Âişe bana “Kardeşim oğlu! Ab­dullah b. Amr’ın hacca giderken buraya uğradığını duydum. Hemen yanına git, sor; çünkü o, Hz. Peygamber (s.a.s.) den çok ilim almıştır” dedi.
Görülüyor ki Hz. Âişe, bütün sahâbîler gibi Abdullah b. Amr’ın adalet ve verasını bildiği halde bu hadiste tereddüt etmiştir. Mü’minlerin Annesinin tereddü­dü tam bir yıl devam etmiştir. Urve devamla şöyle diyor: “Ertesi sene Âişe bana “İbn Amr gelmiş. Git de ilme dair sana söylediği hadisi sor” dedi. Gittim, sor­dum. İlk seferinde söylediğinin aynını söyledi. Dönüp durumu Hz. Âişe’ye haber verdim. “İbn Amr’ın doğru söylediğini biliyordum. Görüyorum, fazla veya nok­san bir şey söylememiş” dedi”(21).
İkincisi, köpeklerin öldürülmesine dair Abdullah b. Ömer hadisidir. Yazar bu­nu Tirmizî ’den nakletmiştir. Aynı hadis, Müslim Sahîhînde, Nese’î ve İbn Mâce’- de de mevcuttur(22). İslâm âlimleri bu Hadis konusunda şunları söylemişlerdir: “İbn Ömer’in Ebu Hureyre ekin sahibidir” sözünden kastettiği mana şudur: “Ebu Hureyre ekin sahibi olduğu için mahsulü bekleyecek köpek beslemenin hükmünü bilmek ihtiyacındadır. Bunu Hz. Peygamber’e sormuş, öğrenmiş; öğrendiğiyle amel etmiştir. Bu da yazarın, İbn Ömer’in Ebu Hureyre ‘yi kendinden üstün gördüğünü gösteren Sahih rivayetini onu yerme vesilesi yaptığı iddiasını boşa çıkarmaktadır. Bu konuda yukarıda da bazı bilgiler verilmiştir.
Aşağıda nakledeceğimiz yazarın Ebu Hureyre ‘yi yalana çıkarır sandığı, aslın­da onun adalet ve sadakatine hükmetmekten başka bir şey olmayan üçüncü delili de öyledir. Açıklamak gerekirse yazar, el-İsâbe ’den naklettiği yedinci delilin ilki yukarıda geçen üçüncü, “Mervan, Ebu Hureyre’den namaza dair hoşuna gitme­yen bir hadis işitti” haberidir tahrif ederek vermiştir. Bu rivayetin asıl metni şöyledir: “el-Fevâ’idu’l-Muzekkâ isimli eserde ed-Dârekutnî’nin tahrici, Abdulvâhid b. Ziyâd tarîki ve A’meş -Ebu Sâlih İsnadıyla şöyle bir merfû rivayet nakletti: “Siz­den biriniz sabah namazının iki rekat (farz) ını kılınca sağ yanı üzerine uzanıp yat­sın.” Bunun üzerine Mervan “Birimize Mescit’e kadar yürümek yetmiyor mu ki sağ yanı üzerine yatacak” dedi. Ebu Hureyre “Hayır” diye cevap verdi. Rivayet İbn Ömer’e ulaşınca “Ebu Hureyre çok hadis rivayet eder’.’ dedi. “Söylediklerin­den inkâr ettiğin var mı?” diye sordular. “Hayır, cevabını verdi; O, (Hz. Peygam­ber’e soru sormakta) cesurdu. Bizse çekinirdik ”(23).
Tenkitçi misyonerin İfadeleri, naklettiği ibarelerin el-İsâ’bedeki ibarelerin ta ken­disi olduğu izlenimini vermektedir. Yazar belki de “Mervan’ın hoşuna gitmeyen” ifadesi ile okuyucuya hadis konusunun çirkin ve edebe aykırı bir şey olduğu veh­mini vermek istemiştir. Sonra da ibn Ömer’in Ebu Hureyre’yi nitelediği cesareti saldırı ve haddi aşma şeklinde açıklamıştır. Oysa en büyük cesaret bilmediği bir konuda konuşmaktır. Saldın ve haddi aşma (tahattî) ye gelince, bunun manası kavga ve döğüştür. Bu mananın konuyla en küçük bir ilgisi yoktur. Tenkitçi yazar bura­da hayalinden doğru olmayan manalar çıkardığı gibi, doğru manaları da olumsuz yöne çekmiştir. Söz gelimi İbn Ömer ona göre kendisini çekingenlikle nitelemiştir. Halbuki rivayetteki çekingenlikten maksat, yukarıda Ebu Hureyre’nin fazla hadis rivayet edişinin sebepleri arasında birinci sırada gördüğümüz gibi, sahâbeden ço­ğunun Hz. Peygamber (s.a.s.) e bir şey sormaktan çekinerek, ancak zaruret halin­de soru sordukları yerde Ebu Hureyre’nin cesaretli davranmasıdır. İbn Ömer’in “O cesaretli idi. Halbuki biz çekinirdik ’’sözünün manası budur. Ayrıca İbn Ömer burada Ebu Hureyre’nin rivayetlerinden hiçbirini İnkâr etmediğini açıkça söyle­miştir. Bütün bu açıklıklara rağmen bu misyoner papaz bizleri İbn Ömer’in Ebu Hureyre’nin sözlerin inkâr ettiğin» ve onu yalanladığına ikna etmek istemiştir. Ni­tekim İbn Esîr de söz konusu “o cesaretli idi; oysa biz çekinirdik” sözlerini “İbn ömer bu sözüyle Ebu Hureyre Hz. Peygamber (s.a.s.) den çok hadis rivayet eden­lerin başında geliyordu. Halbuki bizler hadis rivayetinden çekinirdik. Böylece onun hadisi çoğaldı. Bizim ki ise azaldı demek istemiştir” şeklinde açıklamıştır.
Bununla birlikte Ebu Hureyre’den rivayet edilen “Sizden biriniz...” hadisi se­nedi yönünden tenkit edilmiştir. Şöyle ki Abdulvâhid b. Ziyâd, A’meş Ebu Sâlih tankından rivayetlerinde sika değildir. Nitekim ez-Zehebî, Mizânu’l- itidâl isimli eserinde bu Husus açıklamış; söz konusu rivayeti Abdulvâhid’in A’meş’ten riva­yet ettiği münker hadisler arasında saymıştır(24).
Tenkitçi misyonerin anlamaksızın yazdığı saldırı ve haddi aşma iddiasına ge­lince, bu iddia el-isâ’be’de bulunan İbn Ömer’e ait bir haberden tahrif edilerek çıkarılmıştır. Açıklayalım: “Ravi dedi ki: “İbn Ömer, Ebu Hureyre’yi konuşur­ken dinledi, “Söylediklerini biz de biliyoruz ama rivayetten çekiniyoruz. Halbuki sen cesaretlisin” dedi.” Bu sözlerin manası açıktır: Biz çok hadis rivayet etmekten çekiniyoruz. Oysa sen bu işi cesaretle yapıyorsun. Bu mana Abdulvâhid rivayeti­nin İbnu’l-Esîr’in açıkladığı manasına da uygundur.. Bu mana Abdulvâhid riva­yetinin İbnu’l-Esîr’in açıkladığı manasına da uygundur. Şu var ki metindeki “Neden” sözcüğü el-İsâbe ‘nin Hindistan baskısında “nahtezî” şeklinde tashife uğramıştır. Belki de tenkitçi yazar ibareyi Mısır baskısında da değişik şekliyle ve “tahaddî” veya ona yakın şekilde görmüştür. Aslını nereden bilecek ki...
Yukarıdan beri yazdıklarımız “yazar, anlamadığını yazıyor. Naklinde ve anla­yışında dürüst değildir” sözümüzü doğrulayan hususlardır. Gariptir ki, münker bir rivayetteki tahrif edilmiş bir kelimenin batıl bir tefsirini sırf Ebu Hureyre’yi yalancılıkla-itham etmek için kendisine dayanak yapmakla kalmamış, hadislerin tümünü tenkit etmek sevdasıyla işi şunları söylemeye kadar vardırmıştır: “Belki de bu, hadislerin kaynağındaki örtüyü bizlere açacak olan şeydir; çünkü tenkide
tabi tutulmayan hadîs ravilerine ne büyük ölçüde uyulduğuna delâlet etmektedir. Tercih edilen şudur: Abdullah b. Ömer Ebu Hureyre’ye karşı koymaya cesaret ede­memiş; alaylı bir üslupla görüşünü gizlemiştir” Artık müslümanlar dinlerini böyle döküntüler, ahmakça şeyler, tahrifler ve gülünç iddialarla tenkit ettiği için bu ya­zan kutlamalıdırlar! Bu misyonerin Mü’minlerin Emiri Ömer İbnul Hattâb’ın Oğlu Abdullah’ın, kimsesiz Devsli Ebu Hureyre’ye hatasını söylemeye cesaret edemediği iddiasına kim gülmez?
Müslümanlar a dinlerinden şüpheye düşürmek, şeriatlarına alabildiğine tenkit­lerle saldırmadan önce biraz olsun İslâm Tarihi üzerinde durmanız gerekirdi. Bizler biliyoruz. Arap ülkelerinde yaşayan tüm hristiyanlar, tenkit ve fikir hürriyeti­nin sahâbîlere zirveye ulaştığını bilirler. İngiltere gibi hürriyet konusunda Avru­pa’nın en ileri ülkeleri bile bu hususta onlar derecesine ulaşabilmiş değillerdir. Yeryüzünün bütün hükümdarlarının çekindiği Halife Ömer İbnu’l-Hattab Mescitteki minber üzerinde halka hitap ederken bir kadın ya da bedevî Arap kalkarak sözle­rinden dolayı kendisini sorguya çekebilirdi. O da eğer hatalı İse derhal hatasını iti­raf ederdi, öyle olunca böyle kimseler hakkında, ilim ve mevki itibariyle yüksek bir mevkide bulunan biri, zayıf olan diğerinin hatasını açıklamaya cesaret edeme­di denilebilir mi?
Dördüncüsü ki yazarın sekizinci delilidir- de bir öncesi gibi, yine el-İsabe ’den noksan ve tahrif ederek naklettiği bir rivayettir. Okuyucunun, verilen metinle kar­şılaştırarak yazarın emanet derecesini anlaması için o rivayeti aynen veriyoruz: “Ha­fız İbn Hacer diyor ki, “İbn Sa’d Velîd b. Rabâh tarikıyla tahric etmiştir: Velîd şöyle demiştir: “Ebu Hureyre’nin, Hz. Hasan’ı Dedesi (Hz. Peygamberdin yanı­na defnetmek istediklerinde Mervan’a “Faydasız bir işe giriyorsun” dediğini işit­tim. Halife o zaman başkası idi. Mervan buna kızdı ve “Halk Ebu Hureyre Hz. Peygamber (s.a.s.) in vefatına yakın Medine’ye geldiği halde çok hadis rivayet ediyor diyorlar” dedi. Bunun üzerine Ebu Hureyre şu cevabı verdi: “Hz. Peygamber Hayber’de bulunuyorken Medine’ye geldim. O günlerde otuzumu henüz geride bırak­mıştım. Vefatına kadar Hz. Peygamber (s.a.s.) in yanında kaldım. Onunla birlik­te ailelerinin yanma gider; işlerini görürdüm. Onunla birlikte gazaya giderdim. Be­raberce haccettim. Onun hizmetinde bulundum. Böylece sahabe arasında hadisle­rini en iyi bilen ben oldum. Allah’a yemin ederim ki, onunla sohbette pek çok kimse beni geçti. Hepsi de Allah Resulü’nün peşini bırakmadığımı biliyorlardı. Bu yüz­den benden hadis sorarlardı. Ömer, Osman, Ali, Talha ve ez-Zubeyr bunlardan­dır. Yine yemin ederim ki, Allah Resulü’nün Medine’de varid olan hadislerinden hiçbiri bana gizli kalmadı, onun yanında itibarı olanlarla Medine’den sürgün etti­ği kimselerde bana gizli kalmış değildir” dedi. Ravi “Vallahi, demiştir; ondan sonra Mervan Ebu Hureyre’den elini çekli ”(25).
Bu rivayettin özü şudur: Mervan İbnu’l-Hakem, ailesinin (Emevîlerin) siyase­tine uygun bir işi inkâr ettiği için Ebu Hureyre’ye kızmıştır. O zaman devlet, onla­rın devletidir. Kızgınlığını giderecek başka söz bulamamış; bazı sahabilerin söyle­dikleri “Ebu Hureyre fazla hadis rivayet ediyor” sözünü söylemiştir. Ancak, Ebu Hureyre’nin, rivayet ettiği hadislerin fazla oluş sebebini açıklaması üzerine ona hak vermiş; bir daha benzer bir söz söylemlere veya harekette bulunmaya kalkışma- mıştır. Bu misyoner papazın bu rivayete dayanarak Ebu Hureyre’nin yalan söyle­diğine yahut halkın onu yalan söylemekle İtham ettiklerine delil olacak şekilde kul­lanmak Üzere tahrife kalkışması tuhaf değil midir? Aslında o rivayet Ebu Hurey­re’nin fazla hadis rivayet edişi üzerinden her türlü şüpheyi giderdiğinin hikâyesin­den başka bir şey değildir.
Öte yandan onun Mervan’a verdiği cevap cesaretine olduğu kadar Hz. Muaviye devrinde bile araplar arasında geniş bir hürriyet olduğuna delildir; çünkü o ce­vapta Hz. Peygamber (s.a) İn Mervân’ın babası el-Hakem’i Medine’den sürdüğü­nü zikretmiştir. Nitekim açıklaması birazdan gelecektir.
Ebu Hureyre Hakkında Diğer Şüpheler
Tenkitçi misyoner daha sonra sözlerine devamla şöyle diyor:
1. “Gazali’nin Mecmu’atu’r-Resâ’il’indeki Kitâbu’l-Mu’emmel fi’r-Reddi ile Emri’l-Evvel kitabının 30. sayfasında şöyle bir söz nakledilir: “Bütün sahabeyi taklit ederim. Onlara aykırı olarak reyimle (fetva vermeyi) caiz görmem. Ancak üç sahâbî, Enes b. Mâlik, Ebu Hureyre ve Semure b. Cündeb Müstesna... Bunlardan Ebu Hureyre (rivayet ettiklerin) manasını düşünmeden, nasîlü ve mensuhunu bil­meden her işittikçe rivayet ederdi.” 1. Goldziher bu sözü (Zahiriye) kitabına (s.79) aynen almıştır. Buna göre Ebu Hanîfe Ebu Hureyre’nin mevsukiyetinden değil, İslâm Şeriatının esasları olusu itibariyle hadislerin kıymetinden şüphe etmiştir.
2. Ebu Hanîfe ve ona tabi olanların Ebu Hureyre’nin sözlerini kabul etme ko­nusundaki şüpheleri onun güvenilir olduğundan şüphe etmelerine dayanmıştır, ed-Demiri’ nin Kitâbu’l-Hayavân’ında naklettiğine göre Bağdat’taki camilerden birinde (bir gün) birkaç müçtehit arasında İhtilaf meydana gelmiştir. Hanefîler, doğrulu­ğundan şüphe ettiklerinden Ebu Hureyre’nin hadislerini şahit getirmeyi inkâr et­mişlerdir. Halîfe Hârûn er-Reşîd de ondan şüphe edenler tarafındandır.”
Yazarın söyledikleri, yanlışları, tahrifleri ve müphem bıraktığı noktalarla bir­likte kelimesi kelimesine bunlardır.
1. Mecmû’atu’r-Resâ’il, Gazâlî’nin değildir. Ondan önce ve sonra yaşayan pek çok kimsenin bu isimde eseri vardır.
2. el-Muemmel kitabı da Gazâlî’nin eseri değildir. Oysa yazarın ibareleri bu vehmi uyandırmaktadır.
3. Bütün sahâbeyi taklit ederim... Sözü Kitâbu’l-Mu’emmelde Ebu Hanife’den nakledilmiştir. Oysa yazann ifadelerine göre bu sözler İmam Gazâlî’ye aittir; zira İlk defa bu yazar tarafından onun sözleri arasında anılmıştır.
4. Asıl ibare “her işittikçe rivayet ederdi” değil; “her işittiğim rivayet ederdi” şeklindedir, etkisi arasındaki fark, Arapça bilen herkese malumdur.
5. Yazısının başlığına birkaç şüphe olarak anlaşılacak başlık koymuş; fakat tek bir şüphe zikretmiştir. Bu şüpheyi de iki kısma ayırmıştır. Bunlardan birincisi, Ebu Hanife’nin Ebu Hureyre’nin rivayet ettiği hadisleri delil olarak kullanmadığı; İkincisi ise Ebu Hanife’ye tabi olanların da aynı şekilde hareket ettikleridir.
Burada Hayâtu’l-Hayavân kitabının ibarelerine bakacak olursak yazarın çıkar­mak istediği manada yanıldığını, hatta tahrifler yaptığım görürüz. Bunu söylemekten maksadımız, ibare naklinde misyoner yazara asla güvenilemeyeceğini; naklettiği iba­releri anlamadığım, bunun yanısıra gerçeği araştırmak yerine müslümanları İslâm’ dan soğutmak için yersiz tenkitlere yöneldiğini kesinlikle ortaya çıkarmaktır.
İleri sürdüğü İddiaya cevap vermek üzere diyebiliriz ki Ebu Hanîfe, Ebu Hu­reyre tarafından rivayet edilen hadisleri ne bu şekilde ne de başka bir tarzda tenkit etmediği gibi ona yalancılık isnadında bulunmuş da değildir. Tenkitçi yazann, he- va ve hevesine uygun olarak yorumladığı ibare ona delil olmak bir yana, aksine, aleyhine olmaktadır; zira taklit, Islâm âlimlerine göre taklit edilen kimsenin riva­yetiyle değil, reyiyle amel etmeye denir. Bu konuda mezhepler arasında herhangi bir ihtilaf yoktur. Ebu Hanîfe, bahis konusu rivayette, üçü hariç sahâbilerin reyi­ni Kitap ve Sünnet’ ten Kıyas yoluyla çıkardığı kendi reyine tercih ettiğini söyle­miştir. Bunun sebebini ise şöyle açıklamıştır: Enes, ömrünün sonunda ihtilata ma­ruz kalmıştır. Aynı zamanda aklıyla fetva verirdi. Ben İse onun aklıyla verdiği fet­vayı taklit edemem. Ebu Hureyre’ye gelince o, her İşittiğini manasını düşünme­den, nasih ve mensûhunu bilmeden rivayet eden bir kimse olduğunu" açıklamış­tır. Bu ise onun yalancılıkla itham edilmesinden farklı ve ona tamamen zıt bir şey­dir. Ebu Hanîfe ifadesinde ayrıca Ebu Hureyre’nin rivayetlerinde hadislerin ma­nasını düşünmek, tearuz halinde nâsihi tercih etmek için nâsih ve mensûhu tetkik ederek hüküm çıkarmak gibi bir maksadının olmadığını da açıklamıştır. Ona göre Ebu Hureyre sadece bîr ravidir; müctehid değildir. Bu yüzden reyi ve anlayışı de­ğil, rivayeti önemlidir. O da sahihtir. Bunun sebebi vardır. Ebu Hureyre hadis öğ­renirken ilk planda rivayeti ve rivayet ettikleriyle amel etmeyi, ikinci olarak da Sün­netin yayılmasını ve Hz. Peygamber (s.a.s.) in Veda Haccı Hutbesindeki tavsiyesi­ne uyarak içtihatlarına göre amel etmeleri İçin insanlara ulaşmasını hedef almıştır. Allah Resulü o hutbede şöyle buyurmuştu: “Sözlerimi, burada bulunanların, bu­lunmayanlarınıza ulaştırsın. Çünkü burada olan biri, olur ki sözlerimi kendisin­den daha anlayışlı birine ulaştırır”. Bir diğer rivayette ise “Kendisine bir haber ulaşan nice insan vardır ki, bizzat kulağıyla duyandan daha anlayışlıdır” buyur­muştur. Her İki rivayet de Sahih-i Buhârîde ve Öteki kimi hadis kaynaklarında mev­cuttur. et-Tirmizî ve Ziyâ’u’l-Makdisî’nin rivayet ettikleri Zeyd b. Sabit’in merfû bir hadisi de aynı manayadır: "Bizden bir Hadis İşiten, sonra onu İyice belleyip başkasına ulaştırıncaya kadar hıfzeden kimsenin Allah yüzünü ak etsin. Zira nice kimseler vardır ki, yüklendikleri fıkhı kendilerinden daha fakih olan birine ulaştı­rırlar. Nice fıkıh yüklenenler vardır kİ fakih değillerdir.”
Ebu Hanife’den bir başka rivayet daha vardır. O daha meşhurdur; “Sahabe­nin Ebu Bekr, Ömer, Osman, Ali ve üç Abdullah (Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Mes’ûd ve Abdullah b. Abbâs) gibi fetva verenlerin hükümlerini taklit ederim. Üç kişi hariç, sahabe reyinin aksine hareket etmeyi caiz görmem”. Daha sonra isim­leri anılan üç sahâbeyi saymıştır. Yazar, bizim açıkladığımız manaya uygun, ken­di iddia ettiği tahrif edilmiş manadan uzak olduğundan bu rivayeti Kitabu’l- Mu’emmelden nakletmemiştir. Onun Hayâtu’l-Hayavân kitabındaki tahrif edil­miş hikâyeye dayanarak ileri sürdüğü, Hanefilerin, rivayetinin doğruluğundan şüphe ettikleri için Ebu Hureyre’nin hadislerini delil olarak kullanmayı reddettikleri id­diası da batıldır. İşte Hanefilerin hadis ve fıkıh kitapları... Bu iddianın yalan oldu­ğunu ortaya koymaktadır. Aslında bazı müctehid fakihler, ister hüküm çıkarma yeteneğine sahip fakih, isterse yalnızca ravi olsun, sahâbî reyinin dinde öncelikle hüccet olmadığı görüşündedirler.
Sonuç olarak misyoner yazarın Ebu Hureyre hakkında ileri sürdüğü tenkitler Uç ana kısımda özetlenebilir:
1. Rivayetlerini kimi sahabilerin fazla bulması. Bunun sebeplerini etraflıca açıkladık.
2. Hz. Peygamber (s.a.s.)’den bütün işittiklerini açıkladığı takdirde bazıları­nın kendisini yalan söylemekle itham edeceğinden çekinmesi. Yukarıda izah etme­ye çalıştığımız gibi, onun açıklamadıkları, daha çok Hz. Peygamber’in kendisine sır olarak söylediği fiten haberleri etrafındadır.
Aynı konuda Huzeyfe İbnu’l-Yemân da Ebu Hureyre gibidir. Her ikisi de bazı şeyler söylemiştir. Bunları Hz. Peygamber (s.a.s.)den işittiklerini ya açıkça belirt­miş; ya da ima etmişlerdir. Hadise, söyledikleri gibi olmuştur. Bu şekilde bir olayı olmasından önce haber vermek, açık peygamberlik alâmetlerindendir.
3. Hanefilerin, rivayetlerini delil olarak kullanmadıkları; onun yalancılığına inandıkları...
Bu iddia, Hanefilerin binlerce kitabının ve milyonlarca mensubunun yalan ol­duğunu açığa çıkardığı batıl bir iddiadır. Şu da var. Böyle iddialar, içlerinde fıkıh meselelerinde Ebu Hureyre’nin sahih hadislerini delil olarak kullanan dört mez­hep imamının da bulunduğu âlimlerin icmaına ters düşer. Ayrıca bu, sahabeden ve daha sonraki nesillerden pek çok kimsenin onun hıfzını ve zabt kuvvetini öv­melerine de aykırıdır.
Gariptir ki Ebu Hureyre, sonradan Mü’minlerin Emiri olan Medîne Valisi Mervân Îbnü’l-Hakem el-Umevî’yi kızdırmış; onun huzurunda müslümanlar arasında karışıklık çıkaranlarını kendi kavminden olduğunu söyleyerek neredeyse söz bu­lamayıp “Ebu Hureyre çok hadis rivayet ediyor diyorlar” sözünü söyleyebilmiş­tir. O da Mervan’a Hz. Peygamber (s.a.s.) in babası el-Hakem’i Medine’den sür­düğünü yüzüne karşı hatırlatınca ise ağzından bir şey çıkmamıştır. Mervan şayet Ebu Hureyre’de tenkit edilecek herhangi bir taraf bulsaydı, elbette sesini kesmez­di. Rivayete göre Mervan, bir açığım yakalamak maksadıyla Ebu Hureyre’yi İmti­hana da çekmiştir. Nitekim ibn Hacer’in el-lsâbe’de kaybettiğine göre Mervan’ı kâtibi ez-Zu’ayza’a şöyle demiştir: “Mervan Ebu Hureyre’ye haber gönderdi. Gel­diğinde onunla konuşmaya başladı. Beni de konuştuklarını yazayım diye oturttu­ğu sedirin arkasına oturttu. Ertesi yılın başında yine haber saldı. Ebu Hureyre gel­di. Mervan ona sorular sordu. Sonra bana, bir yıl önce söylediklerine bakmamı söyledi. Baktım; söylediklerinden bir harf bile değiştirmemişti.”
Şimdi Mervan’ın Kâtibi “Ebu Hureyre Mervan’ın söylediklerini değiştirdi” de­seydi, yahutta fazla veya noksan naklettiğini ileri sürseydi acaba tenkitçi misyoner neler derdi, bilmek isterdik, Zaten böyle olsaydı Mervan yaptığını yüzüne vurur, kimse hadisini kabul etmesin diye uyarırdı.
Bütün bu yazdıklarımızdan anlaşılmıştır ki Ebu Hureyre, sika (güvenilir ve ada­letli bir ravidir. Hıfz, ezberlediklerini zabtetme ve hafıza gücü bakımından insan­lığın ulularındandır. Yine anlaşılmıştır ki, fıten hadisleri ile Hz. Peygamber (s.a.s.) in haber verip sonradan vuku bulan gayb haberleri gibi kimi rivayetlerinde yalnız kalmıştır. Böyle rivayetlerinin bir kısmı konuları açısından inkâr edilmiştir. Bir kıs­mının metinlerinin garib oluşu da buna eklenebilir. Buna benzer metinlerin riva­yetinde sahâbîden başka nesilden bir ravi tek başına kalsa, hadis tenkitçileri ile cerh ve ta’dil âlimlerince malul olduğu üzere bu, rivayette sabit bir illet sayılır. Bu yüz­den günümüzde de Ebu Hureyre’nin rivayetlerine dil uzatanlar olmuştur. Halbuki onun hayatını etraflı bir şekilde bilenlerle adaletine güvenenler onun, değil “Be­nim üzerime bilerek yalan söyleyenler Cehennem’deki yerlerine hazırlansınlar” bu­yuran Hz. Peygamber üzerine; sıradan bir kimse üstüne bile yalan söylemeyeceğine kolayca hükmederler.
Tenkitçi misyoner yazar, bütün bu yazdıklarından sonra, İslâm Hukuku’nun bizatihi ve rivayet yönünden hiçbir kıymeti olmadığı (!) sonucuna varmış ve “İbn Abbâs’la birlikte İslâm Hukuku’nun temellerini atan adam, işte budur. Fakat İs­lâm Hukuku’nun kıymeti nedir? Bu soru cidden çok mühimdir. Yeryüzünde yaşa­yan üçyüz milyon sünnî müslümanın cevap beklediği sorudur” demiştir. Böyle bir soru yeryüzünün her tarafında yaşayan ve onlara göre değişik diller konuşan Ehl-i Sünnet camiasından her bir ferde yönelmiştir.
Soru neden önemlidir? Çünkü, böyle bir soru, aklı fikri bu çok mühim soruya cevap veremeyen bir müslümanı hristiyan yapmakta olan bunun gibi bir misyo­ner papazın gözünde elbette mühimdir! Bak sen hele...
Bu iddia da ötekiler gibi müslümanlar ile İslâm Hukuk sistemine karşı en kü­çük bir gönül bağı olanların gözünde bâtıl olduğu açık iddiadan başka bir şey de­ğildir.
Dört defa Muhammed
1. Nahl Sûresi, 44.
2. Salâtu’l-Musâfîrîn, 18.
3. Tehzibu’l-Tehzib, 9/54.
4. Buhari, ilm: 1/37, 8.
5. Krş., el-İsabe, 7/467.
6. Âl-i İmrân, 173
7. Hars ve’l-Muzâr’a 21: 3/74. Krş., Müslim Feda’ün Sahabe, 35.
8. Bakara Sûresi, 159, 160.
9. 4. ve 7, dipnotlarda kaynağı gösterilen rivayetler kastediliyor. (Çeviren).
10. Müslim, Feda’ilu’s-Sahâbe 15; Müsned, 3/240, 274, 354.437. Değişik bir şekli için bk. Buhari ilm 42; I/38
11. Müslim, Libâs vc’z-Zine, 19 t. 2098: Hadis itfa bk. Ebu Davud, Libâs 41; Nese’l. Zine 116; Müsned, 2/245, 253, 314. 424, 443, 477, 480, 52«; 3/293 , 327.
12. Ahbaru Mekke, 135
13. Krş., El-İsabe, 7/441.
14. Buhari, İlm: 1/33.
15. Krş., el-İsabe, 7/447.
16. İlm, 42: 1/38.
17. Fethu’l-Bari, 1/193.
18. Fiten 2: 8/88; Fetbu’l-Bari, 13/7 vd.
19. Krş., Müsned, 2/299, 304, 485.
20. Fetbu’l-Bari, 13/8.21.
21. Müslim, ilm 5.
22. Müslim, müşakası 10; Tirmizi, sayd 17; Neşet, Tahare, 1/47
23. Krş., el- İsabe 7/443.
24. Kahire 1382/1962 baskısı, 2/672.
25. el-İsabe, 7/441,