Makale

İSLÂM HUKUKUNDA GEBELİĞİN KASITLI SONLANDIRILMASI

İSLÂM HUKUKUNDA GEBELİĞİN KASITLI SONLANDIRILMASI

Hilâl Duman*

Özet:

Gebeliğin kasıtlı sonlandırılması, çok eski dönemlerden itibaren sık sık karşılaşılan, dinî, hukukî ve ahlakî yönü üzerinde önemle durulan ve tartışılan sosyal bir olgudur. Kürtaj (çocuk aldırma) ile kasıtlı çocuk düşürme şeklinde iki durumla meydana gelmektedir. Konuyla ilgili açık bir nassın bulunmaması nedeniyle İslâm hukukçuları bu konuda, sperm ve yumurtanın hangi aşamadan itibaren cenin sayılacağı ve dinen-hukuken koruma altına alınacağı hakkında ceninin bulunduğu safhaya göre farklı görüşler ileri sürmüşlerdir.

Bu araştırmada, bu görüşlerin değerlendirmesi yapılarak isabetli bir sonuca varılmaya çalışılmıştır.

Anahtar Kelimeler: Gebelik, Kürtaj

Abstract:

Ending Pregnancy Intentionally in Islamic Law

Ending pregnancy intentionally is a frequently encountered social fact nearly in every society from the very old periods the religious, legal and moral aspects of which are focused and talked over significantly. It takes place in two ways as curettage and abortion intentionally. As there is no direct clear proof related to the subject, experts of Islamic law put forward different view points about from which phase sperm and spawn (egg) are considered to be an embryo and will be taken under protection according to the phase that the embryo exists in. In this study, we have tried to make the evaluation of these views and to reach a true and consistent conclusion.

Key Words: Pregnancy, Abortion

GİRİŞ

Hikmeti ve gayesi bakımından, insanoğlunun yaratılışı diğer canlılardan farklılık arz etmektedir. İnsanın akıllan hayrete düşüren yaratılış mucizesi, annelerin bedenlerinde gerçekleşmektedir. Bebekler gibi anneler de canlı birer mucizedir. Bebek ve anne arasındaki ilişki her an Allah’ın sonsuz ilmini, hikmetini, kudretini ve rahmetini hatırlatmaktadır.

Kadın ve erkek, çocuk sevgisini de içine alan bir vasıfla yaratılmışlardır. Onlara, çocuk doğurma, büyütme, yetiştirme, ona sevgi ve şefkat gösterme, onunla ciddi olarak ilgilenme gibi duygular verilmiştir. Yaratılıştan sahip olunan bu duygular olmasaydı herhalde anneler çocuk yetiştirmenin gerektirdiği sabır ve tahammülü gösteremez, kendi beden ve ruh ihtiyaçlarından fedakârlık ederek onların sıkıntılarını çekemez, ihtiyaçlarım karşılayamaz, terbiyeleri ile meşgul olamazlardı.

Kadının annelik kimliği, İslâm toplumunda onun saygınlığını artıran bir durum olmuştur. Çocuğu yetiştirme, büyütme, eğitme gibi konularda, annenin yerini hiç kimse alamadığından ve kimse onun kadar ve o derece nefsinden feragat edemediğinden, bu vasfı dolayısıyla, Resullullah (s.a.v)’in iltifatına mazhar olmuş ve cennet o annelerin ayaklan altına serilmiştir.1 İşte İslâmiyet, kadının başına annelik tacını giydirerek ona, bu vasfıyla eşref-i mahlûkat olma İmkanı vermiş, onu cennetle müjdelemiştir.

Bu vasıf İnsana çok güzel ve özel duygular tattırmasına rağmen beraberinde çok ağır sorumlulukları da getirmektedir. Bu sorumluluk, sevgi, şefkat, hoşgörü, fedekârlık, sabır, yol gösterme, destek olma vb. bütün meziyetlerin kazanılmış olmasını ve birlikte kullanılmasını gerektiren bir sorumluluktur.

Bütün bunlara rağmen, hemen hemen her insan çocuk sahibi olmak istemektedir. Çünkü her insanda, bu dünyada kendi İsmini ve neslini sürdürecek, sevgi ve neşe kaynağı olan hayırlı ve iyi çocuklara sahip olma arzusu, fıtrî olarak vardır. Hayırlı ve İyi çocuklara sahip olmak, inanan insan nazarında dünya hayatı İçin bir mutluluk kaynağı olduğu gibi, ahiret hayatı için de sevap vesilesidir.

Bİr hadislerinde Hz. Peygamber (s.a.v.), kişinin ölümünden sonra da amel defterine sevap yazılmasına devam edilmesini sağlayan üç şeyden birinin;

"kendisine dua eden hayırlı bir evlat’’2 olduğunu bildirmektedir. Bu yüzden Kur’ân’m pek çok ayetinde Peygamberlerin Allah’tan hayırlı çocuklar ve temiz ’ nesiller diledikleri belirtilmektedir.3

Ünlü Türk mutasavvıfı Yunus Emre, bu güzel, ama meşekkatli annelik duygusunu şu şekilde dile getirerek özetlemiştir. ,

“Ana başta tâc İmiş,
Her derde ilaç imiş,
Bir evlad pîr olsa da
Anaya muhtaç imiş. ”

Bu tespitlerden sonra, araştırma konusunu ve sınırlarını belirlemek için öncelikle gebeliğin sonlandınlması, kürtaj ve düşüğün açıklanmasına ihtiyaç vardır. ,

A. Gebeliğin sonlandırılmasnın (Kürtajın ve Düşüğün) Tanımı

Gebeliği sonlandırma, çocuğu aldırma (kürtaj) veya düşük şeklinde

olmaktadır. Bu iki kavram zaman zaman karıştırılmakta ve birbirinin yerine kullanılmaktadır.

“Kürtaj”, Fransızca bir kelime (curetage) olup vücutta boşluklar içinde bulunan yabancı cisimleri, hasta ve zararlı sayılan dokuları kazıyarak alma, kazıma ve döl yatağının içinin kazıyıp dölütü (cenini) alma işi anlamına gelmektedir.4 “Düşük", kelimesi de kürtaj anlamında kullanılmaktadır. Ancak bu kelimeler tıbbî açıdan farklı anlamları ifade etmektedir.

Tıp literatüründe “düşük” İçin “abartus” kelimesi kullanılmaktadır. Abaıtus (düşük), 1977 yılında Dünya Sağlık Teşkilatı (WHO) gebelik ürününün (embriyo veya fetus) ağırlığı ve gebelik sürecini kriter alarak “20 gebelik haftasından önce, 500 gr.dan az ağırlıktaki embriyo veya fetus ve eklerinin tamamının veya bir kısmının uterus kaviyesi dışına atılması” şeklinde tanımı yapılmıştır. Abartuslar (düşükler) oluş şekillerine göre iki gruba ayrılmıştır.5:

1. Spontan abartuslar: Hiçbir zorlama veya girişim (cerrahi veya medikal) olmaksızın istenen bir gebeliğin düşükle sonlanmasıdır.

2. Proveke, İnduced abortuslar: Bu olguda kendi içerisinde ikiye ayrılır.

a. Terapötik abartuslar: Bir gebelik olgusu annenin veya bebeğin sağlığını tehdit ederek veya her ikisine de kötü etkiler yaparak seyir gösteriyor ise bu tür olguların 20. gebelik haftasından önce zorunlu bir şekilde sonlandınlmasıdır.

b. Krıminal, Elektif abartuslar: Ortada anne veya fetus açısından hiçbir tıbbî sorun yok iken, sadece istenmeyen bir gebelik olgusunun 20. haftadan önce sonlandınlmasıdır.

Araştırmanın konusunu bu son tür olgular yani “kürtaj (çocuk aldırma)” ve “kasıtlı çocuk düşürme” oluşturmaktadır. Birinci şekilde, hiçbir zorlama veya girişim (cerrahi veya medikal) olmaksızın istenen bir gebeliğin düşükle sonlanması, tamamen kendiliğinden olduğundan kimse bundan sorumlu değildir. İkinci şekildeki düşüğün birinci kısmı, anne veya bebeğin sağlığı İçin tehdit oluşturduğunda 20. gebelik haftasından önce zorunlu bir şekilde sonlandırılması, halinde bazı fakihler ihtilaf etmişse de genel olarak bu durumda müdahaleye cevaz verilmiştir.

Çeşitli toplumlarda, çok eski dönemlerden itibaren sık sık karşılaşılan, dinî, hukukî, ve ahlakî yönü üzerinde önemle durulan bu sosyal olgu, klasik fıkıh kitaplarında “iskat-ı cenin”6, modem Arapça’da “içhad”7 tabirleriyle karşılanmaktadır. İslâm hukukçularının çoğu “içhad” anlamında “İlga, tarh, ve imlas” kelimelerini de kullanmaktadır.8 Klasik Fıkıh kitaplarında “iskat-ı cenin” başlığı, “cinayetler” bölümü altında yer almaktadır ve bu başlık altında daha çok ceninin düşürülmesinin cezası üzerinde durulmaktadır.

Konunun açığa kavuşmasında, anahtar kelimelerden biri olduğunu düşündüğümüz “cenin” kelimesinin de tam olarak neyi ifade ettiğinin belirlenmesi gerekmektedir.

“Cenin” kelimesi sözlükte “ana rahminde doğma zamanını tamamlayamamış veya vaktinden önce düşmüş çocuk” şeklinde tanımı yapılmıştır.9

İslâm hukuku literatüründe cenin, “henüz annesinin rahminde bulunan çocuk” demektir. Cenin kelimesinin çoğulu “ecinne”dir. Ceninler, annelerinin rahminde canlı olup olmamaları itibariyie”zi hayat cenin”, “gayrı zİ hayat cenin” şeklinde ikiye ayrılır. Başı, tırnaklan, tüyleri belli olan bir cenin, “tammü’l-hilka (organları tamamiyle teşekkül etmiş olan)” cenin hükmündedir.10 İslâm hukukunda insanın yaratılış aşamalanna farklı isimler verilmemiş, İnsanın döllenmeden doğuma kadar olan dönemdeki yani İnsanın anne karnındaki haline “cenin” denmiştir.

Kur’ân-ı Kerim’de çocuğun doğmamış, anne karnındaki hali için “cenin, ecinne”11 kelimesi; doğmuş hali için çocuk (veled, evlad)l2, oğul (ibn, zeker) ve kız (bint, ünsa)<3 kelimeler kullanılmıştır. Cenin, kız veya erkek çocuğun anne karnındaki ismidir. Çocuk ondan ayrı ve farklı değil onun gelişmesi ve olgunlaşması neticesinde kız veya erkek çocuk haline gelir.

İslâm hukukuna göre cenin doğuncaya kadar bazı bakımlardan anneye bağlı ise de cenin olarak teşekkülü anından İtibaren ayrı bir varlık olarak kabul edildiğinden kendisine eksik bir kişilik ve eksik bir vücûb ehliyeti tanınmış, doğum zamanına kadar zayi olması muhtemel birtakım hakların onun için saklı tutulması kabul edilmiştir. Ceninin düşürülmesi ve aldırılması fillerinin sonuçlarıyla ilgili olarak bu fiillerin cezası, ceninin yıkanması, namazı, kefenlenmesi ve defnedilmesi, nesebi, annesinin iddetİ, talakı, lohusalığı, guslü, cenin için olan miras, vakıf, vasiyet, gibi bazı dinî ve hukukî hükümler söz konusudur.14 Ancak araştırmanın kapsamına girmediğinden bu konulardan bahsedilmeyecektir.

Döllenme öncesi aşamaya Kur’ân-ı Kerim’in bir çok ayetinde değinilmiş ve bu ayetlerde "meni’15, “main dafık (fışkıran su)”16 ve “main mehin (değersiz, dayanıksız ve hakir bir su)"11 ifadeleri kullanılmıştır.

Kur’ân-ı Kerim’de insanın anne rahminde geçirdiği safhalar da şu şekilde geçmektedir: “Andolsun biz insanı, çamurdan (süzülüp çıkarılmış) bir özden yarattık. Sonra onu sağlam bir karargahta nutfe haline getirdik. Sonra nutfeyi alaka yaptık. Peşinden alakayı, bir parçacık et (mudga) haline soktuk; bu bir parçacık eti, kemikleri (iskeleti) etle (lahm) kapladık. Sonra onu başka bir yaratılışla insan haline getirdik. Yapıp yaratanların en güzeli olan Allah pek yücedir.”13

Ayette cenin dönemi, “nutfe, alaka, mudga" sırasına göre zikredilmiştir. Kur’ân-ı Kerim’de anlatılan bu yaratılış safhaları, modem İlimlerin verileriyle de Örtüşmektedir. Şöyle ki;

Birinci aşama; spermin yumurtanın (ovum) fallop tüplerinde (rahim İle ovaryum arasındaki kanalda) içine girerek döllenmenin (fertilizasyon) meydana gelmesidir. Bu döllenmiş yumurtaya “zigot” denmektedir. İkinci aşama; Zigotun önce rahme tutunması, sonra da ö.ıncı günden İtibaren rahmin İçine gömüldüğü (implantasyon) dönemdir. Bu dönemden itibaren “embriyo” terimi kullanılır. Büyümenin fértil iz as yon sonrası 3-8. haftalarını İçine alan bu dönemde bazı özel doku ve organlar gelişir. Üçüncü aşama; “fetus” adını aldığı, 3. ayın başından doğuma kadar olan, bedenin hızlı büyüdüğü, doku ve organların olgunlaştığı dönemdir.19

Görüldüğü üzere iki canlı varlık olan sperm ile yumurtanın döllenmesiyle yeni ve farklı bîr canlı varlık olan zigot meydana gelmektedir. Bu döllenmiş hücrenin kromozomlarındaki genlerde doğacak bebeğin özellikleri mevcuttur. Daha sonra bu döllenmiş yumurta (zigot), her gün mesafe katederek geçirdiği aşamalara göre; embriyo, fetus, bebek, çocuk, genç, yetişkin ve yaşlı haline gelir.

Bütün bu dönemler birbirinden ayrı ve bağımsız düşünülemez. Hepsi insan olan varlığın kapsamındadır. Ne Kur’ân-ı Kerim ne de tıbbî bilgiler arasında İnsanın herhangi bir yaratılış aşamasında cansız olduğu bir dönemden bahsedilmiştir.

B. Gebeliğin Kasıtlı Sonlandırılmasının (Kürtajın ve Kasıtlı Düşüğün) Hükmü

Fakİhler, sperm ve yumurtanın hangi safhadan itibaren cenin sayılacağı ve dinen-hukuken koruma altına alınacağı, ceninin bulunduğu safhaya göre çocuk düşürmenin hükmünde farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bunun nedeni, doğrudan konuyla ilgili açık bir nassın bulunmaması ve bu konuyla İlgili olduğu düşünülen hadislerde geçen “ruhun üflenmesi” ve ceninin teşekkül zamanını farklı yorumlamalarıdır.

İslâm hukukçuları gerek annenin gerekse başka birisinin, hamile bir kadının kamındaki çocuğu düşürme, aldırma gibi yollarla anneliğe engel olmanın, hükmü konusunda iki ana gruba ayrılmışlardır:20

Çoğunluğun yer aldığı birinci gruba göre; hamileliğin hiçbir döneminde meşru sebep olmaksızın çocuk düşürmek caiz değildir. Allah’ın yarattığı ceninin hayatına İnsan tarafından son verilmesi meşru olamaz. Bu fakihler, “ruhun üflenmesi” ile ilgili rivayetleri hiç dikkate almamışlardır.

Ruhun üflenmesiyle gebeliğin sonlandırılması arasında bir ilgi kurmamışlar ve bu rivayetlerin cenininin canlı olmadığına ve öldürülmesine işaret etmediğini; sadece insanın yaratılma aşamaları ve kaderi hakkında bilgi verdiğini söylemişlerdir.

İkinci grupta yer alan hukukçulara göre İse; hamileliğin ilk dönemlerinde çocuğun düşürülmesi haram değildir. Bunlardan bazılarına göre böyle bir fiil mekruh, bazılarına göre mübahtır.

Fakat bu fakihler, hangi süre içerisinde çocuğun düşürülebileceği hususunda çok farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bu sürenin tespiti konusunda, “ruhun üflenmesi” ile ilgili hadisleri baz almışlardır. Ruhun üflenmesinden Önce, ceninin cansız, kan, et olduğu, İnsan olmadığı gibi görüşler öne sürmüşlerdir. Ancak ruh üflendikten sonra ceninin, vücut yapısının tamamlayarak insan olma vasfını bu safhadan sonra kazanacağı varsayımından hareket ederek bu durumda hamileliğe son vermenin çocuk Öldürme anlamına geldiği kanaatine varmışlardır.

Mezheplerin konu hakkındaki görüşleri şu şekildedir:

1. Hanefî Mezhebi

Hanefi hukukçuları, kürtaj konusunda dört ana görüşe sahiptirler.

a. Sperm, yumurtayla birleştikten sonra her türlü müdahaleyi haram kabul eden görüş: Bu görüşe göre döllenme olduktan sonra, buna müdahale edilmesine cevaz verilemez, özürsüz olarak bunu yaptıran kadın da Allah’ın yanında mesuldür.21

b. Döllenmeyle beraber İlk kırk gün içinde kürtajı caiz görenler.22 Bu görüşte olan fakihler ruhun, gebeliğin 40.mcı gününde üflendiği İle İlgili rivayetleri esas alarak bu kanaate varmışlardır.

c. Hamileliğin başından itibaren 120 güne kadar çocuğun uzuvları oluşmadığından ve ruh da üflenmediği için ceninin düşürülebileceği kanaatini taşımaktadırlar.

Hilkatin belli olması ancak 120 gün sonra gerçekleşmektedir. Bundan önceki cenin İse henüz bir insan değildir.23

d. Hanelilerde bir görüşe göre de, bunun özürsüz olarak yapılması mekruhtur. Eğer, annenin sağlığı, süt emen başka bir çocuğun korunması gibi nedenler bulunursa, henüz uzuvları teşekkül etmeyen ceninin düşürülmesi caizdir.24

2. Mâliki Mezhebi

Kırk günden sonra çocuk düşürmek haramdır. Bu süreden önce düşürülmesinin mubah veya mekruh olduğunu söyleyenler varsa da çoğunluk bu durumda da haramdır demiştir.25

3. Şafiî Mezhebi

Bu mezhepte, çocuk düşürmenin, ruh üflenmeden önce bunun caiz olup olmadığı konusunda iki farklı görüş mevcuttur. İmam Gazali, ne zaman olursa olsun çocuk düşürmenin cinayet olduğunu söylerken, bazı Şafiî alimler bunun haram değil mekruh olduğu, ancak ilk günlerden ruh üfleme vaktine doğru gidildikçe tenzihen mekruhtan harama doğru bir hüküm farklılığı göstereceği, çocuğun yüz yirmi güne yaklaştığı sırada düşürülmesinin İse haram hükmü İçinde değerlendirilmesinin kuvvet kazanacağı tarzında bir izah getirmişlerdir.26 Şâfiî mezhebi hukukçularından Remli (1004/1596)’nin görüşü de Hanefîlerİn görüşü gibi; ruhun üflenmesinden önce düşürmenin caiz olduğu ve ruhun üflenmesinden sonra da mutlak olarak haram olması görüşünü tercih etmiştir.27

4. Hanbelî Mezhebi .

Bazı alimler, ruh üflenmesinden önce yani ilk dört aylık dönem içerisinde çocuk düşürmenin mübah olduğuna dair görüş belirtmekle birlikte, mezhepte hâkim olan görüş, çocuk düşürmenin bu dönemde de haram olduğu şeklindedir.28

Görüldüğü gibi, ruh üflendikten sonra çocuk düşürmenin veya aldırmanın haram olduğunda ve bu davranışın cinâyet telâkki edileceği konusunda, İslâm hukukçuları görüş birliği içindedir. Ancak klasik fıkıh kaynaklarında, bu konudaki ifadelerin mutlak olarak zikredildiği dikkate alınınca, bu hükmün anne sağlığı için tehlike söz konusu olduğu durumlarda da geçerliliğini koruduğu düşünülebilir.39 Nitekim, bazı kaynaklarda bu husus açıkça belirtilmiştir.30 İbn Âbidîn’e göre, cenin canlı ise annenin hayatından endişe duyulacak olsa bile alınması caiz değildir. Çünkü annenin bu sebeple ölmesi bir İhtimaldir. İhtimalden hareketle herhangi bir insanın Öldürülmesi ise câiz olmaz.3’ Ancak Kuveyt’te yayınlanmakta olan fıkıh ansiklopedisinin ilim heyeti, ceninin alınmaması halinde annenin hayatının kesin olarak tehlikeye girmesi tıbben söz konusu ise, çocuğun varlığının temelde annenin varlığına dayanması ve sağ olarak doğmasının kesin olmamasına karşılık, annenin hayatta oluşunun kesin olması sebebiyle, anne hayatının dikkate alınmasının daha doğru olacağı görüşüne varmıştır.

İbn Âbidîn’İn söylediği gibi bir ihtimalden hareketle herhangi bir insanın öldürülmesi uygun olmaz. Ancak bu konuda, İbn Âbidîn’in bu hükme, döneminin tıbbî bilgileri ışığında vardığı ve fakihlerin ceninin düşürülmesi konusundaki görüşleri göz önünde bulundurularak ikinci görüşün daha İsabetli olduğu söylenebilir. Çünkü, çocuğun alınmaması sebebiyle annenin ölmesi halinde, çocuğun yaşayacağı da kesin değildir.

Konuyla ilgili olan ve üzerinde yorumlar yapılan hadisler, başta Buhârî olmak üzere, bir çok hadis kaynağında sahih olarak rivayet edilmiştir. Bir hadise göre; ana rahmindeki cenine üçüncü kırk gün bitiminde ruh üflenir ve eceliyle kaderi belirlenir.37 Ruhun üflenmesinden söz etmemekle birlikte insanın eceliyle kaderinin belirlenmesinden bahseden başka hadislerde kırk veya bunun küsurları gibi daha az sayıda günlerin verildiği de görülmektedir.*4 Ancak çok sayıda fıkıh eserinde, muhtemel ikinci grup hadislerde ruhun üflenmesinden açıkça bahsedilmemesi sebebiyle, çocuk düşürmeyle İlgili görüşlerin ilk hadise dayandırıldığı ve bundan hareketle cenine ruhun, İlk yüz yirmi günden sonra üflendiği hususunda genel bir kanaate varılmıştır. Bu anlayışta, ceninin anne karnındaki yaratılışı safhasından bahseden ayetin*3 dolaylı İfadesinin de önemli bir payı vardır, ikinci grup hadislerde de ruhun üflenmesinin kastedildiği ve bunun ilk kırk günden sonra vuku bulduğu tarzında farklı bir yorum vardır.36 Araştırma İçin önemli olan noktalardan birisi de “ruh ve ruhun üflenmesinden”

ne kastedildiğidir. İnsan ruhunun mahiyeti konusunda, din alimleri, filozoflar ve tıp uzmanlan binlerce yıldır çalışmalar yapmışlardır. Bunlardan kimisi ruha hayat, kimisi nefis demiştir. Oysa söz konusu edilen ayet ve hadislerden ruhun hayat anlamına gelmediği açıkça anlaşılabilir. İnsanın anne kamındaki (ayet ve hadislerde geçen) ruhun üflenmesinden önceki halinin ve ruhun üflendiğinden hiç bahsedilmeyen bitki ve hayvanların canlılığı konusunda, bugünkü modem İlimlerin araştırmaları neticesinde herhangi bir şüphe kalmamıştır. Nefsin de hayattan farklı olduğunu şu ayetten çıkarabiliriz: “Allah, ölenin ölüm zamanı gelince, ölmeyeninde uykusunda İken canlarını (enfüs) alır da ölümüne hükmettiği canı tutar(ahr) ötekini muayyen bir vakte kadar bırakır.”1,1 Bu ayette “enfüs (nefsin çoğulu)” hayat, canlılık anlamında kullanılamaz. Çünkü uyuyan birisinin hayatta olduğu ve canlılığı kesindir. Dolayısıyla “ruh”, “hayat(canlılık)” ve “nefis” birbirinden farklı ve birbirine karıştırıl maması gereken kavramlardır. Ruh üflemenin mana ve mahiyeti tıpkı ruhun kendisi gibi bilinmediğinden; cenin ruh üflenmeden önceki ile sonraki hali ve ruhun üflenmesinin ona canlılık dışında ne kattığı bilinmemektedir.

Allah Teâlâ, “Sana ruhu sorarlar. De ki: Rabbimin emrindedir. Size az bir ilimden başkası verilmemiştir”’’5 ayetiyle ruhun mahiyetinin insanlar için meçhul olduğunu ve ancak kendisinin açıkladığı kadar bilinebileceğini ifade etmiştir. Ruh kelimesi Kur’ân-ı Kerİm’İn pek çok ayetinde çeşitli anlamlarda geçmektedir. Kur’ân-ı Kerim,39 Cebrail,40 vahiy, 41 İsa, 42 kuvvet 43 ve anne karnındaki insana üflenen ruh44 anlamlarında kullanılmıştır.

Cenine ruhun üflenmesi ayetlerde bulunmakla beraber, bunun zamanı ile İlgili bir açıklama yer almamaktadır. Hz. Peygamberin ruhun üflenmesi hakkındaki açıklamalarına45 dikkat edilecek olursa; birinci rivayette, önce insanın anne karnında 120 gün içerisindeki yaratılışından sonra da ruhun üflendiğinden bahsedilmiştir; ikinci rivayetlerde, ruhun üflenmesi ile ilgili bir İfadenin açıkça yer almadığı görülür. Burada sadece ceninin yaratılma safhalarından ve kader ile İlgili hususlar zikredilmektedir. Her iki rivayette de ilgili açıklamalar, daha çok insanın yaratılış aşamaları İle kaderinin, ecelinin ve rızkının belirlendiğine dikkat çekme amacına yöneliktir.

Kur’ân- Kerim ve hadisler, çocuğun anne karnında geçen hayatını insanların anlayabileceği şekilde açıklamıştır. İnsanların diğer açıklamalarda olduğu gibi bunlardan da ibret almaları ve Allah’ın varlığım, birliğini, irade ve kudretini görmeleri, ayrıca insanların konuyla alakalı araştırmalar yapmaları istenmiş olabilir.

Ruhun üflenmesinden önce (gebeliğin 40. veya 120. gününden önce), çocuk düşürmeyi mübah kabul edenler görüşlerini bu rivayetlere dayandırmaktadırlar. Söz konusu hukukçuların, böyle farklı düşünmeleri, ceninin anne kamında geçirdiği safhaları, döllenme ve çocuğun oluşumu konusunda, dönemlerinin tabiî icabı olarak yeterli tıbbî ve teknik bilgiden yoksun olmalarından kaynaklanmaktadır. Halbuki günümüzde ulaşılan tıbbî bilgiler, yumurta ve spermin döllenmesiyle ayrı bir canlı varlık oluştuğunu ortaya koymaktadır. Bugün, embriyonik döneme (ceninin anne kamındaki İlk sekiz haftalık döneme) bakıldığında ilk günden itibaren devam eden bir gelişmenin olduğu ve henüz on iki haftalıkken kalbinin atmaya başladığı ve yedinci haftadan itibaren de tamamen bir insan şeklini aldığı görülmektedir. Böyle olunca da meşru bir sebep olmaksızın gebeliğin ilk 40. veya 120. gününden önce gebeliğin sonlandırılması, cinayet ve günah olan çocuk düşürme fiillerinin kapsamı dışında tutmak mümkün görünmemektedir.

Ayet ve hadislerde yer alan genel prensipler ve insanın döllenmeden İtibaren canlı olduğundan ve aşama aşama gelişerek doğmasından bahseden ayetlerden46 ve insanın öldürülmesinin yasaklandığını ve büyük günah sayıldığını ifade eden ayetlerden,47 Hz. Peygamber’in kasden çocuk düşürmeyi cinâyet olarak adlandırıp bunu işleyen veya sebep olanın maddi tazminat ödemesine hükmetmesinden,48 rızık, kader ve tevekkülle ilgili dinî telkin ve emirlerden hareketle ceninin hiçbir aşamada dinen meşru sayılan haklı bir gerekçe olmadan düşürülmesine ve alınmasına, aldırılmasına miisaade edilmemesi, cevaz verilmemesi sonucuna varılabilir. Ayet ve hadisler kürtaja cevaz verilmesine kaynak teşkil etmesinin aksine anne karnındaki çocuğun hayat hakkım güvence altına almaktadır.

Bu itibarla İslâm hukukunda, tıbbî ve dinî bir zaruret bulunmadıkça anne kamındaki çocuğun düşürülmesi ve aldırılması -anne ve baba tarafından yapılmış veya yaptırılmış olsa bile- cinâyet (suç) olarak adlandırılıp haram sayılmıştır. Ayrıca hayat ve ölümü yaratan Allah’tır. Anne ve baba insan hayatı ve neslin devamı için sadece bir vasıtadır. Çünkü cenin, yaşama hakkını anne- babasından değil, doğrudan Yaratan’dan alır. Anne babaların başlangıçta çocuk sahibi olup olmamakta İradeleri ve seçme hakları bulunsa da, gebeliği Önleyici tedbir ve yöntemleri kullanmalarına dinen izin verilmişse de, artık gebelik teşekkül ettikten sonra doğacak çocuğun hayatına son verme haklan yoktur.49 Ayrıca düşük veya kürtaj, sadece bebeğe zarar vermez, aynı zamanda anneye de pek çok zarar verir.

Şöyle ki; fazla kan kaybı sonucu şok, böbrek fonksiyon bozuklukları karaciğer yetmezliği, damar içi hastalıkları olabilir. Enfeksiyon eklenirse karın zan İltihaplanması, enfeksiyona bağlı şok, tedavi amacıyla kürtaj işlemleri rahim ve komşu organ delinmelerine (İdrar kesesi, kalın bağırsak, İnce bağırsak) sebep olabilir. Kanama ve kansızlık, damar iltihabı, damar tıkanıklığı olabilir. Hafif enfeksiyonlar yumurtalık iltihabı, rahim İçinde yapışıklıklar ve buna bağlı kısırlık olabilir. Bir başka komplikasyonu koriskar sinoma denilen kanser gelişmesidir. En ağır komlikasyon ise anne ölümüdür.50 Dolayısıyla bu açıdan da düşük ve kürtaj İslâmın temel ilkelerine aykırıdır. Nitekim Allah Teâlâ: “...kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın...”51 ve “...kendinizi öldürmeyin...”52 şeklindeki ayetleriyle insanları uyarmıştır.

Bütün bunlara rağmen birtakım meşru nedenlerden dolayı cenin aldınlabilir.53 Ancak bu nedenler, konunun uzmanı tarafından belirlenmelidir.

Uzmanlar tedavi amaçlı düşüğün (terapötikabortis), tıbbî açıdan .şu nedenle yapılabileceğini söylemektedir: Bir gebelik olgusu annenin veya ceninin sağlığını tehdit ederek veya her İkisine de kötü etki yaparak seyir gösteriyorsa, bu tür olgular yirminci gebelik haftasından önce zorunlu bir şekilde sonlandırılmalıdır.54

SONUÇ

İslâm dinine göre insan, yaratılanların en şereflisi, en mükerremi ve en güzelidir. Allah’ın lütfuyla, mükemmel olarak dünyaya gelen, yaratılanlar İçinde İradesi eline verilen, akılla donanan en şerefli varlık İnsandır. Alem insanlık İçin yaratılmış, her şey onun hizmetine sunulmuştur. İnsan kâinatın özüdür, göz bebeğidir. Bütün düzenlemeler onun hayatını ve hakkını korumaya yöneliktir. Bütün bunlar, beraberinde insana bazı yükümlülükler de getirmiştir. İslâm hukukunda insana ait bu hak ve yükümlülükler, öncelikle onun İnsan olmasına, sonra kadın ve erkek olarak cinsiyetine, daha sonra da yaşamı boyunca üstlendiği rollere göre titiz bir şekilde düzenlenmiştir.

İslâm dinine göre hayat hakkı herkes için müsavidir ve her can muhteremdir. İnsan hayatının dokunulmazlığı, korunması, saygınlığı İslâm dininin beş temel ilke ve amacından birisidir. İnsanın yaşama hakkı, sperm ile yumurtanın birleşip döllenmesinden itibaren Allah tarafından verilmiş temel bir haktır. Artık bu aşamadan sonra onun dünyaya gelmesine vesile olan anne ve babası dahil hiç kimse bu hakkı ondan alamaz.

Fakihler, gebeliğin 120. gününden sonra annenin hayatını kurtarmak için yapılan dışında kürtajın yasaklığı konusunda ittifak etmişlerdir. Konunun tartışma merkezini, söz konusu edilen sürelerden Önce ceninin canlı ve İnsan kabul edilip edilmemesi hakkındaki görüşler oluşturmaktadır. Ceninin canlı ve insan olduğu sabit olduğu taktirde hiçbir fıkıhçımn, meşru bir sebep olmaksızın onun alınmasına veya düşürülmesine cevaz verebileceği düşünülemez. Çünkü İslâm dini insan hayatına çok önem verir, bir insanın hayatına yapılan cinayeti en büyük günah kabul eder ve ağır bir cezayı gerekli kılar.

* Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora öğrencisi

1 İbn Hanbeİ, el-Miisned, V, 198; SuyÛtî, et-Cânüu ‘l-Ehddîs, 1, 150; Deyleınî, el Firdevs b< Me’sur el* Hitâb; el Firdtvsü’l-Ahbûr, II, 116.

2 Müslim, el-Cûııun ’.t-Sahttr. Vasiyet, 3.

3 Örnek olarak bkz: Bakara, 2/ 128; Ai-înırâıı, 3/ 36; İbrahim, W 35; Furkan, 25/ 74.

4 Komisyon, Meydan Larousse Büyük Lügat ve Ansiklopedi, XII, 7285; Eren, Haşan ve Diğerleri, TDK Türkçe Sözlük, II, 950; Erdoğan, Mehmet, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, 255.

5 Bozkaya, Haşan, “Abortuslar”, Temel Kadın Hastalıkları ve Doğum Bilgisi, 575.

6 İbn Âbidîn, ReıMü ’İ-Muhtûr ale’d-Dûrri ’!-Multtâr, M, 176; Bilmen, Isıtlahat-ı Ftkluyye, III, 147,

7 Harman, Ömer Faruk, "Çocuk Düşürme” maddesi, DİA, VIII, 363.

8 Mevstuııü’l-Fıkhtyye. “içhad" maddesi, II, 56.

9 Eren, Haşan ve Diğerleri, Türkçe Sözlük. I, 252,

10 İbn Manzur, Lisanü’l-Anıb, “cenin’md., XIII, 93; Yazır, Elmalılı Hamdi, Alfabetik İşitim Hukuku ve Fıkıh Istılahları Kamusu, (Haz: Sıtkı Gülle), I, 230; Bilmen, Ömer Nasuhi, Hukuk-1 Islâmiyye ve Istıhİhât-t Fıkhıyye Kamusu, III, 145; Erdoğan, Fıkıh Terimleri Siniiiğü, 53.

11 Necat, 53/32.

12 isrâ, 17/31; En’am, 6/151. ,

13 Al-i İmrân, 3/36, Necm, 53/21; Leyi, 92/3; Talin m, 66/12; Hûd, 11/42,

14 Ayrıntılı bilgi için bkı: Şafiî, et-Ünm, IX, 264, Sehıtûn, el-Müdevvenetü ’İ-Kübra, IV, 630; Şîrazi, et- Mithezzeb fi Fıkhı’id mam eş-Şaftî, III, 213; İbn RÛşd, Bıdâyelü ’l-Müçtehui ve Nihâyetiil-Muktesid, II, 347; Kâsâni, Bedâıu’s-Sanûi fi Tertibi’ş-Şerâi, X, 455; Merginârtî, el-Htdâye Şer/ıtt Bidâyeti’l- Mübtedî. II, 474; İbn Kudâme, et-Mtığnî ve ’ş-Şerlm 7-Kebîr ala Metni’l-Mukni, IX, 551, VIII, 204, VII, 198, IX, 543, 558; Mevziî, el-lhliyür H taTıli’I- Muhtar, II, 504; Şiıtiinî, Muğnî’l-Mubtâc. V, 368-374; Behûtî, Kefşâfıı’l-Ktnâ’ an Meim’l-lkn/t, VI, 23; Derdîr, ef-$erhtt’.ı-Sağtı akı Akrtıbi’l-Mesu’ık, IV, 716, 581, 407.377. 574. 542, 533: el-Fetevâ’l-Htndıyye, VI, 385; İbn Âbıdîn, Rcddıl’l-Mtıhsâr, Vi, 587-592; Cezîrî, nl-Fıkh ale’l-Mezâhıbi’l Erbaa, V, 372*377; Bilmen, Istılâiıût-ı Fıklııyye Konuısa ılf, 150-156; Zuhaylî, Vehbe, el-Fıkhıı’l-htânu ve EdtUeuthu, Dımaşk, 1996, III, 667, IV, II, 362; Mevsuatu ’l-Fıkhıyye, "cenin” mil, XVI, 117; Uzunpostalcı, Mustafa, "Cenin” rııd. DİA Islâm Ansiklopedisi, VII, 369.

15 Kıyame, 75/36; Vâkıa. 56/58.

16 Tink, 86/6.

17 Secde, 32/8, Mürselât, 77/20. _

18MÜ’minÛn, 23/12, 13, 14; İnsanın yaratılışı ile ilgili diğer ayetler; Haec, 22/5; Âl-i lınrân, 3/6; Nisâ, 4/1; A’râf, 7/11, 189; Hıcr, 15/26, 28, 29; ; Fâtır, 35/11; Sâd, 38/71-74; Mü’min, 40/67; Rahman, 55/15; Meûric, 70/39; Fussüet, 41/47; Mürselât, 77/21; Kıyamet, 75/37-39, Zümer, 39/6; İnşân, 76/1; Alak, 96/2. .

19 Örs, Rahmi ve Dil inen. Uğur, “Feral Fıyoloji”, Temel Kadın Hastalıkları ve Doğum Bilgisi, 205,206.

20 Çeker, Orhan, ‘’Çocuk Düşürme” md.. D/A, VIII, 364.

21 İbn Âbidin, Redtiii’l-Atuhtâr, 111, 176; Udeh, Abdulkadir, et-Tefriıt ’l-Cinâıyyı l-lstâmi, II, 295; Bilmen, lstılalıat-1 Ftkhtyye, III, 149, 150; Döndüren, Haindi, “Cenin” md., Şamil İslâm Ansiklopedisi, l, 34; Döndüren, Delilleriyle Aile İlmihali, l, 379; Çeker, Orhan, ist&m Hukukunda Çocuk, 149-150.

22- İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhrâr, 111, J 76,

23 İbn Âbidîn, Reddu l-Muhtâr, III, 176; Udeh, et-Tefriu’l-Cmâı,.il, 295; Zuhaylî, el-Fıkhu’l-Mîmî, III, 557; Mevsûa, “içhad” md , II, 57; Çeker, “Çocuk Düşürme’’ ınd„ DİA, VIII, 364; Saraç, Hüseyin, Ekonomik ve Sosyal Boyutuyla tslânıda Nüfus Politikası. 160-161; Omran Adel Rahmi, İslâm Kültüründe Aile Planlaması, (Tre: Komisyon), 215.

24 Hindiyye, XII, 126; İbn Âbidîn, Reddttl-Muhtctr, III, 176; Mevsûa, “içhad” md., II, 58, Zuhaylî, el- Ftkhu’t- İslâmî, III, 557, Döndüren, İlmihal, 1,379; Omran, Aile Planlaması, 215

25’ Udeh, eı-Tefrîu’l-Cınâi, II, 295; Zuhaylî, el-Ftkluı’l-lnltlıııî, İli, 557; Mevsûa, “içhad" md., 11, 57; Çeker, "Çocuk Düşürme” md., DİA, Viil, 364. .

26 Reııılî, Niiıâvı’tit’l-Mttlıtıic ilâ Şerlıi’l-Minhâc, VI, 205; Zuhaylî. el-Ftkhu’i-isiân», III, 558.

27 Mevsûa, “içhad” md., 11, 57, 58; Zuhaylî, el-Ftkha’l-İslâmi, fil, 558; Oııının, Aile Planlaması, 216,

28 İbn Kudâme, Muğni, VII, 816; Zuhaylî. el-Fıktıu’l-klâım, III, 558; Mevsûa, “ıçhad” md, II, 57, Çeker, “ÇocukDuşürnıe” md , DİA, VIII, 364.

29 Çeker, “Çocuk Düşürme” md, DİA, VI», 364.

30 Turî, Tekmtletü’l-Bahrı’r-Rûik, Vlll, 233, ibn Âbıdîn, Rcddu’l-Muhtâr, 1,602.

31 İbn Âbıdin, Reddi, l-Muhıâr, 1.602.

32 Mevsûa, “içhad" ınd, II, 57

33 Buhârî, el-Cûıntu ’s-Saltîh, Bed’û’l-Hutk, 6; Müslîm, Kader, l; Ebû Dâvüd, Sünenü Ebî Dâvud, Sünnet, 16.

34 Ahmed b Hanbel, IV, 7; Müslîm. Kader, 2,4,

35 Mü’minûn, 23/ 12-14. (Ayette zikredilen süreçte “ay” ifadesi geçmemek redir. Sadece süreç ifade edilmektedir. Dört safhayı 40‘ar günlük dilimler olarak kabul etmek ve ayeti, hadise delil olarak zikretmek yanlıştır. Böyle bir yorum yani ayeti bu hadise göre yorumlamak, ayeti ınüsbeı ilimlere zıtmış gibi gösterir. Bu son derece sakıncalıdır, Bkz: Yıldırım, Enbiya, Geleneksel Hadis Yorumculuğu, 53).

36 Çeker, “Çocuk Düşürme" md„ DİA, 1993, VIII, 364.

37 Züıner, 39/42.

38 lsı£i, 17/85 ’

391 Şu râ, 42/52,

40 Şuarâ, 26/193-195; Meâric, 70/4; Nebe\ 78/38.

41 Mü’min, 40/15.

42 Nisa, 4/171

’43 v Mücâdele, 5S/22.

44 Secde, 32/9, (“Sonra onu düzeltti ve ona kendi ruhundan üfledi,,.’1), Hıcr, 15/29; Sâd, 38/72, (“Ona şekil verdiğim ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın”)

45 “Şuphesu her birinizin yaratılışı ana rahminde 40 gün toplanır, Sonnt o maddeler (nutfe) a kadar zamanda (40 günde) alaka otur Daha sonra yine o kadar bir zamanda (40 günde) mudga haline dtmer. Bundan sonra Allah. Bir melek gönderir. Ona diirt şeyi; v kimsenin rızkını, ecelini, amelini, şaki mi said nu olacağını (yazması) emreder. Sonra ona ruh üflenir, "(Buhân, BedVl-Halk, 6; Ebû Dâvûd,Süne nü Ebî Dâvûd, Sünnet, 16, Müslim, Kader, I.), "Nutfe rahme yerleştikten 40 yahut 45 gece sonra nutfe Üzerine melek gelir ve der ki Ey Rabbtm! (Bu ) şaki mi? Said mi? Daiuı sonra yaztlır. Yine melek der. Ey Rabbtm! Erkek jjii kız mı ? Bunun iızerine yazdır. Ameli, eseri, eceli ve rızkı dıı yazılır Sonra sayfalar dürülür. Bundan sonra ne artış nede azalış <>!ar. " (Ahmed b. Hanlıel, IV, 7; Müslîm, Kader, 2,4.) .

46 Mu’minim, 23/12-14; Hac, 22/5.

47 En’âm 6/151 (...fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin...); Isrâ 17/31 (Haklı bîr sebep

olmadıkça Allah’uı muhterem kıldığı cana kıymayın.-); diğerleri içir bkz: Nisâ, 4/92. 93; Mâide, 5/32; Mümtenine, 60/12.

48 Müslim, Kasâme, 34; Ebû Dâvûd, Diyât, 3!;Tirmizî, Sütıenü’t-Tirmizî, Diyât, 15.

49 Kıl içer, Esat, “Çocuk Düşürme" ıtıd., İslâm’da inanç İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi. I, 378; Komisyon, İlmihal II Ulam ve Toplum, 137.

50 Boikaya, a.g.b., Kadın Hastalıkları ve Doğam Bilgisi, 581,582,590.

51 Bakara, 2/195.

52 Nisi, 4/29

53 Zuhaylî, ebFMu’t-İslâ»ıî, İH, 557.

54 Bozkaya, a.g.b., Kadın Hastalıkları ve Doğum Bilgist, 575. 62.