Makale

Oruçla Yakınlaşmak

DİN DÜŞÜNCE YORUM

Oruçla Yakınlaşmak

Muhammet Emin GÜRDAMUR

Oruç bir yandan açlığı hatırlatmak suretiyle yeryüzünde aç kalanların ahlaki sorumluluğunu Müslümanların önüne koyar, diğer yandan Müslümanların biyolojik güdülerini kontrollü bir terbiyeye tabi tutar. Bu terbiye, bedenle sınırlı kalmaz; insanın fizikötesi alanla rabıtasını sağlayan ruhsal gözeneklerini temizler.

İNSAN dünyada gurbettedir. Vahyin sesi her şeyden önce bu gurbete, bu firaka şifadır.
Âdemoğlu, halife kılındığı mekânda gurbettedir. Hem o gurbeti mamur kılmakla vazifelendirilmiş, hem de çok derinlerde bir bağ ile asıl vatanına raptedilmiştir. Bu bağ, gurbetin geçici heveslerine kapılmaması için ona Halik’ı tarafından lütfedilmiş ruhudur. Mutasavvıflar, dünyadaki ontolojik huzursuzluğu, sahibinden ayrı düşen ruhun kanat çırpışına benzetirler. Dünyaya meyleden bedendir. Bedensel arzuların müşterek ve sembolik kaynağı nefistir. Gurbette olan, asıl vatanını özleyen ise ruhtur. Bu sebepten gurbet, mekân veya zamanla alakalı bir uzaklıktan ziyade, irili ufaklı derelerin ummana erişmek için gayriihtiyari çırpınışını andıran bir huzursuzluğu, bir yalnızlığı da ima eder.
Gurbet duygusu, tarihin derin yatağında ağır ağır ilerleyen beşeriyet için hem yara, hem merhemdir. Yaradır, çünkü bu gurbetlik, asıl vatanından ayrı düşen ruhu, daima garipliğin kıyılarına çeker; merhemdir, yeryüzünün halifesi olmakla şereflendirilen Âdemoğlu ne yaparsa yapsın dünyada nihai bir huzura, mutlak bir felaha eremez ve hakiki vatan fikrine yaslanmak zorunda kalır.
Arapça ‘garp’ kökünden türeyen ‘gurbet’, vatandan ayrı düşmek anlamına geldiği gibi ‘güneşin battığı taraf’, ‘atıldıktan sonra bulunmayan ok’, ‘yürüyen at’, ‘gözyaşının geldiği damar’ gibi anlamlara da şamildir. Gurbetin en belirgin hissiyatı elbette kaygıdır. Kaygı korkudan derin bir kökene sahiptir. Kierkegaard bu ayrımın altını çizer. O, korkunun belirli bir şeye yönelik olduğunu, nesneye bağlı bulunduğunu söyler ve fakat kaygının ise belirsizlik taşıdığını, herhangi bir yönelimi olan ‘duygu’ değil, nesnesi olmayan ‘ruhsal durum’ olduğunu vurgular. Kısaca korkuya ontik, kaygıya ontolojik bir izah getirir.
İnsan tedirginliğin toprağında büyür. Diğer canlılarla insan arasındaki temel fark tam da burada billurlaşır. Diğer canlılar da ölümlüdür, lakin onlar ölümü ancak maruz kaldıkları anda, en doğru ifadesiyle tattıkları anda bilirler. Ölümün şuurunda olan insandır. İnsanı diğer canlılardan ayıran, onu müstakil bir mertebeye oturtan hususiyet bu şuur ve tedirginlikle yakından ilintilidir. Varlık, yokluk, zaman gibi ontolojik meseleler sadece insanın ufkunda kızıl bir gün batımına dönüşür. Bu durumda denilebilir ki, insanı ruhundan kıskıvrak yakalayarak gökyüzüne bağlayan kaygılar iken, onu bedensel olarak yeryüzüne bağlayan korkulardır. Bu gerilim hattında ilk nefesinden son nefesine kadar sınanmakta olan da insandır.
Yemek, barınmak ve üremek gibi bedensel ihtiyaçlar insanoğlunun tabiatına mündemiçtir. Cenab-ı Allah, vahiy aracılığıyla insanoğluna bu tabii ihtiyaçlarını karşılarken nelere dikkat etmesi gerektiğini, hangi sınırları muhafaza etmesi gerektiğini bildirmiştir. Çünkü insan, yine tabiatı itibariyle tarihsel bağlamından kopamaz. Tarih üstü veya tarih ötesi doğruları kâmil manada denk düşüremez. Hayat çok boyutludur. Her insan evren kadar kaotiktir. İnsanla insanın, insanla toplumun, tarihle toplumun münasebeti, sonu gelmez olasılıklara yaslanır. Hayatın kaotik sokaklarında beşeriyetin daima tarih üstü bir sese ihtiyacı vardır. O ses vahiydir. Vahyin sesi, her şeyden evvel yani muhtevasından müstakil olarak böylesine hayati bir fonksiyon icra eder.
Vahiy, insanın kaygılarının başını okşar. Ona yeryüzünde yalnız olmadığını, doğum ve ölüm arasına sıkışan alelade bir biyoloji olmadığını fısıldar. Hayatın solucanların karnında son bulmadığını müjdeler.
Orucun emredildiği ayette Cenab-ı Allah müminlere, büyük tevhit yürüyüşüne dâhil olmayı teklif eder: “Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz.” (Bakara, 2/183.) Bu teklif, orucu insanın yalnızlığına sunulan bir kâse şerbete dönüştürür. Oruç iklimi, mümini eski ümmetlerin semalarına baktırır. Onların kıyılarında gezdirir. Oruç tutan bilir ki, büyük bir yürüyüşe dâhil olmuştur. Bu yürüyüş alelade bir gezinti değildir. Kâinatı yoktan var eden Halik-ı Zülcelal’in razı olduğu istikamette aşkın bir seyir, kar tanelerinin yeryüzüne inerken ortaya çıkardığı muvazeneye emsal bir iştiraktir.
Oruç bir yandan açlığı hatırlatmak suretiyle yeryüzünde aç kalanların ahlaki sorumluluğunu Müslümanların önüne koyar, diğer yandan Müslümanların biyolojik güdülerini kontrollü bir terbiyeye tabi tutar. Bu terbiye, bedenle sınırlı kalmaz; insanın fizikötesi alanla rabıtasını sağlayan ruhsal gözeneklerini temizler. Çünkü dünya onu imar etmeye girişenlere karşı o en kadim silahını kullanır; bütün cerbezesiyle bu gözeneklere hücum eder ve insanı korkunç bir havasızlığa, monoton bir yalnızlığa ve içinden çıkılmaz bir sessizliğe mahkûm etmek ister.
Müberra kitabımız Kur’an, insanın arzdan yaratıldığını ve yine arzı imarla mücehhez ve mükellef kılındığını beyan eder. (Hud, 11/61.) İnsanın önündeki yol, misafir olduğu dünyayı büyüsüne kapılmadan, gerçekliğine kanmadan, ona teslim olmadan düzenlemektir. İnsanlık tarihi, yolu bir araç değil amaç olarak görenlerin savruluşlarıyla doludur. Hatta dünyayı mamur etmek bile amaç değildir. Dünya kendine meyledenlerin meylini artırmakta mahirdir. Efendimiz (s.a.s.), ümmetinin bir daha putlara tapmasından endişe etmediğini ve fakat dünyaya meyletmesinden endişe ettiğini buyurarak bizi tam da bu hususta uyarmıştır.
Dünya kendine meyledenleri yalnızlaştırır, müstağni olanlara zarar veremez. Müslüman oruçla, imar ettiği dünyaya meyletmediğini, meyletmeyeceğini, Allah (c.c.) için gerekirse dünya nimetlerine, zevklerine, saltanatlarına sırtını dönebileceğini ilan etmiş olur. Barındırdığı bu güçlü sembolik anlamla birlikte oruç, dünya ve içindekilere karşı meydan okumanın da enfes bir remzidir. Öte yandan o, kurgusal, kavramsal ve sembolik vurgusunu aşarak bizatihi insanı da içine alan performansa dönüşür. Modern ve postmodern zamanlarda gittikçe daha kalabalık yalnızlıklara hapsolan, daha sert gurbetlere maruz kalan insan için orucun anlamı ve önemi de pekâlâ artmaktadır. İslam, bu kesintisiz kaygı ve korku sağanağına karşı insanı orucun manevi şemsiyesi altına çağırır.