Makale

Sıkılliyye’den Sicilya’ya-1 PALERMO NOTLARI

GEZİ-YORUM

Sıkılliyye’den Sicilya’ya-1
PALERMO NOTLARI

Doç. Dr. Fatih ERKOÇOĞLU
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi
İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi


“Hep beraber başlayalım Ayva turunç aşlayalım
Biz bu işi işleyelim
helessa ya lessa
helessa ya lessa
helessa ya lessa


Helessa ya lessa
Heya mola yessa yessa hop
Mola heya mo
ya mo heya mo
Ya mo heya mo
Hele sallim yessa”

(Sarı Recep’ten alına bu türkü, 09.10.1942 tarihinde derlenmiştir.)

MUZAFFER Sarısözen’in İnebolu/Kastamonu’dan derlediği bu türkü, gemici/denizci türküsü olarak bilinmektedir. Çocukluğumdan beri bu türküyü dinlerken “Heya Mola Hey” ifadeleri hep garibime gitmiş ve ne anlama geldiğini hep merak etmişimdir. Sözlükte “gemicilerin demir çekerken, ağır bir yük kaldırırken hareket birliğini sağlamak için hep birden yüksek sesle söyledikleri söz” olarak geçen bu ifadenin ne anlama geldiği eminim ki sizin de merakınızı celbetmiştir.
Birlikte yapılan bir iş esnasında, daha uyumlu olabilmek için ortak söylenmiş kelimeler olarak ifade ettik heya mola’yı, fakat ne anlama geliyordu bu kelimeler! Rast gele söylenmiş ifadeler mi? Yoksa zaman içerisinde harflerin yer değiştirilmesi ile anlamsız kelimelere dönüşmüş sözcükler mi idi?
Türk halk musikisinde bunun gibi birçok kelime bulunmaktadır. Annelerimizin yıllardır çocuklarını uyutmaya çalışırken, tekrar ettikleri, hicaz makamındaki, “Dandini dandini dastana” isimli ninninin başındaki bu kelime ile yine Kerkük gelin türküsü, “Hel hele verin geline, deste gül verin eline” isimli türküdeki helhele kelimesi gibi.
Emin olun ki bunlar rastgele söylenmiş kelimeler değiller. Arapça’da dendene ez-zubâb ev gayruhu: sinek vs. vızıldamak, sözü vızırtı gibi söyleyip işittirip anlaştırmak, homurdanmak anlamında kullanılırken, helhele es-savt ise nakarat yapmak anlamlarına gelmektedir. Zaten bu ifadenin arkasından da zılgıtlar çekilmektedir.
İşte heya mola da böyle! Sicilyalı denizciler denize açıldıklarında ve balık tutmak için ağlarını attıktan sonra bunları toplarken hep birlikte “Hayya mevlaya (Haydi Rabbim)” derlermiş? Sicilyalı denizcilerin toplu hâlde söyledikleri bu ifadeler zamanla Akdeniz ve Karadeniz’de Müslüman ve gayrimüslim halkların türkü ve şarkılarında zikredilmiş ve bizde de heya molaya dönüşmüştür.
Sicilya denilince aklımıza mafya ve bilhassa son dönemlerde meşhur olan Godfather isimli mafya filminin serisi geliyor. (Bu arada Sicilyalıların mafya ile ünlenmelerinden rahatsızlık duyduklarını belirtmeliyiz) Aslında sadece bunlar akla gelmemelidir. Zira burası bir zamanlar Endülüs gibi Müslümanların uzun yıllar hakimiyet kurdukları, muhteşem eserler verdikleri ve Avrupa’yı bilim ve teknik bakımından aydınlattıkları önemli bir coğrafyadır. İşte bu yazımızda sizlerle Sicilya’ya gideceğiz.
Müslüman Arapların Sıkılliye dedikleri Sicilya’ya ilk sefer 31/652 yılında Suriye valisi Muaviye’nin gönderdiği küçük bir donanmayla gerçekleştirildi. Ne var ki bu seferde başarı kazanılamadı. Amr b. el-Âs’ın vefatıyla birlikte Mısır’a vali olarak tayin edilen Muaviye b. Hudeyc, 50/670 yılına kadar olan valiliği müddetince Tunus bölgesinde fetihlerde bulunmuş ve bu arada Sicilya’ya 200 gemilik bir donanmayla sefer düzenlemiştir. Bu seferde de ada ele geçirilememiş, sadece büyük çapta ganimet alınmıştır. Sicilya hâlen denizlerde güçlü olan Bizans’ın kotrolünde idi ve Müslümanlar için büyük tehlike arz ediyordu. Abdülmelik’in Ifrikiyye Valisi Hassan b. Numan, Tunus’ta oluşturduğu tersanede ilk gemileri inşa ettirmiş, görevlendirdiği tabiinden Haneş b. Abdullah es-San’ani yönetimindeki bir İslam donanması da Sicilya’nın Sarakosa şehrini ele geçirmişti. Haneş’in burada bir cami inşa ettirdiği belirtilmektedir. Bu dönemde Sicilya’ya yakın bir ada olan günümüzde Pantelleria adası olarak bilinen Kavsara adasının İslam hakimiyetine girdiğini belirtelim. Ne var ki bu arada Bizanslılar, Rum ateşi ve güçlü donanmaları sayesinde denizlerde üstünlüklerini sürdürüyorlardı.
Abbasiler döneminde ise Ağlebilerin kurucusu İbrahim b. Ağleb ile Sicilya’ya yönelik askerî faaliyetler başladı. Müslümanlar 827’de Mazere, 831’de Palermo, 842 Platani, Caltabellota ve Corleone’yi ele geçirdiler. Ertesi yıl ise stratejik öneme sahip Messine boğazı fethedildi. 845’ten 902 yılına kadar adanın tamamının fethi gerçekleştirildi. Ağlebiler kurdukları güçlü filolarla Fransa, Sardunya ve Korsika sahillerini de tehdit etmeye başladılar. 846’da Roma’nın limanı Ostia’yı ele geçirdikten sonra Roma’ya yürüdüler, ancak sağlam sur duvarlarını aşamadıkları için Saint Peter ve Saint Paul katedrallerini yağmalamakla yetindiler. 909’da Fatimiler Ağlebileri ortadan kaldırınca, Palermo’daki Arap kabileleri Şii yönetime isyan ettiler ve İbn Kurhub adında bir zat, Sünni bir yönetim kurarak Abbasi halifesi adına hutbe okuttu. 915’te Fatımiler adayı tamamen ele geçirdiler. Şii yönetime karşı peş peşe isyanlar vuku buldu. İsyanları bastırması için görevlendirilen Hasan b. Ali el-Kelbi ile birlikte adada doksan yıl yarı bağımsız olarak hüküm sürecek olan Kelbiler dönemi başladı.
Kelbiler’in 1053’te yıkılması ile İslam hakimiyeti zayıfladı ve mahalli beylikler ortaya çıktı. Güney İtalya’da hüküm süren Roberto Guiscardo’nun kardeşi I. Roger, 1061’de Messina, 1071’de Katanya, 1072’de Palermo’yu ele geçirdi. 1091 yılında Noto’nun zaptıyla da adadaki İslam hakimiyeti sona erdi. Norman yönetimi adadaki Müslümanlara karşı ilk zamanlar hoşgörülü davrandı, onların vatandaşlıklarını tanıdı, İslami yasa ve uygulamaları tatbike devam etti. Bu dönemde Sicilya güçlü ve müreffeh bir adaya dönüştü. 1194’de krallığın evlilik yolu ile Alman Hohenstaufen hanedanına geçmesiyle, adada bir dizi isyan vuku buldu. Mezarı Palermo’daki katedralde bulunan Alman imparatoru ve Sicilya kralı II. Friedrich isyanları bastırmak maksadıyla dağlık bölgelerdeki Müslümanları sürdü. XIII. yüzyıla gelindiğinde ise İslam ülkelerine göç edemeyen Müslümanların tamamı, Endülüs’te olduğu gibi asimile edilmişti. Bu kısa tarihî süreci verdikten sonra gezimize dönelim.
Sicilya bir İslam tarihçisi için önemli bir yerdi. Ne zamandır buraya gitmeyi düşünüyordum. Türk Hava Yollarının promosyon biletini sadece birkaç ay öncesinden almıştım. Bu gezide bana İslam tarihi hocası Prof. Dr. Mehmet Azimli ve mahdumu, tarih öğrencisi Musa Kazım eşlik ediyordu. Uçağımız Sicilya’nın turistik bölgesi olan Katanya’ya inmişti. Buradan hiç beklemeden trenle Palermo’ya gitmeyi planlamış ve tren biletlerimizi de önceden almıştık. Üç saatlik bir yolculuk sonrasında adanın başkenti Palermo’daydık. Akşam karanlığında pek fark edememiştik, fakat ertesi günü şehir merkezinin bakımsız olduğu hemen anlaşılıyordu. Halkı İngilizce bilmiyordu. Tabii olarak bu bizim için bir miktar sorun oluşturmuştu. Bir saat beklememize rağmen Palermo’da şehir turu yapacağımız otobüs gelmemişti. Palermo’da vakte riayet herhalde yoktu. Bir buçuk saat süren gezi boyunca şehirde ziyaret edebileceğimiz yerleri tespit etmiş -ki zaten daha önce de okumuştuk- olduk. M. Azimli hocamın adanın tarihine dair bir çalışma yapmış olmasından dolayı şanslıydım. Onun bilgilerinden gezi boyunca istifade ettim.
Otobüsümüzle eski şehirde iki tur atmıştık. İlkinde Porta Nuova kapısından eski şehre girdik. Tunus’u 1535 yılında zapteden Palermo Kralı V. Karl’ın zafer girişi törenleri için 1583 yılında yaptırılan bu kemerli kapının girişinde yer alan, 4 esir Faslı’nın (ki bunlar Türk’tür) çektiği, kemerli ve üzeri üçgen bir fenerle örtülü bir yapı bulunuyordu. Aracımız kapının altından geçerek, Palermo Katedrali yanından merkeze doğru gitmişti. İkinci turumuzda ise Mercato del Capo’da indik. Eski binaların arasında kurulan ve doğuyu hatırlatan bu mahalli pazardan alışverişler yaparak ve ara sokaklardan geçerek merkezdeki görkemli katedrale ulaştık. Eski katedralin ilk Hristiyanlık zamanlarında yapıldığı, İslam hakimiyetinde ise camiye dönüştürüldüğü ve 1072’deki Hristiyanlar’ın zaptıyla da tekrar kiliseye çevrildiği belirtilmektedir. XII. yüzyılda Normanlar’ın yaptırdığı apsis (bizdeki mihrabın karşılığı) kısmında, eski caminin mukarnaslı süslemeleri fark edilmektedir. Önümüzü kapatan demir parmaklık nedeniyle çok zor fotoğraf alabildik. Bu katedralde Sicilya krallarından VI. Haçlı Seferi’ne komuta eden Frederick II, Roger II, Henry VI, Altavillalı Constance, Aragonlu Constance ve William II’nin mezarları bulunuyordu.
İkinci ziyaret yerimiz ise ara sokaktan görülen kubbeleri ve çevresindeki palmiye ağaçları ile bir cami silüetini taşıyan San Giovanni Degli Eremiti Kilisesi idi. İslami dönemde bazı değişiklikler ile cami olarak kullanılan bu yapı 1142-1148 arasında tekrar kiliseye dünüştürülmüştü. Hoş ve latif bir bahçe içinden kemerler arasından geçerek girdiğimiz caminin, -hâlen cami görünümü daha belirgindir- içerisi sessiz ve dinlendiriciydi. Mihrap üstünde fenerli bir kubbesi bulunuyordu. Caminin içinde kimsecikler yoktu, sessizdi ve bana oldukça mahzun göründü. Yüzlerce yıldır minarelerinde ezan okunmadığından şikayetçi gibiydi. Ben de önce bir ezan, ardından şehitlerimizin ruhları için ihlas ve fatihalar okudum. Palermo’daki önemli yapılardan birisi de Castello de Zisa isimli saraydı. Zisa, Aziz’in İtalyanca ifadesi. Aziz Kalesi ya da Sarayı. Eski şehrin duvarlarının dışında, geniş bir bahçe içerisinde inşa edilen bu üç katlı saray, Palermo krallarının ava çıktıkları ve dinlendikleri bir yer olarak kullanılmıştır. Saray 1164-1180 yılları arasında Mağripli ustalar tarafından yaptırılmıştır. Zemin kattaki, üç tarafı mukarnaslarla örtülü eyvanın yer aldığı kısımda, Mardin Kasımıye Medresesi’nde olduğu gibi, Anadolu motiflerinin yer aldığı duvardaki çeşmeden eskiden suyun aktığı ve de küçük bir dereye dönüşerek bahçedeki havuza karıştığı anlaşılmaktadır. Yapının diğer kısımlarında İslami dönemlere ait muhtelif sütunlar, sütun başlıkları, kap ve kacaklar ile üst katlarda ise bir kabul salonu çevresinde Memlüklü ve Osmanlı dönemlerine ait meşrebiyyeler (evlerde bulunan ışığı perdeleyen, fakat hava akımına izin veren, ahşap kafesler) sergileniyordu.