Makale

Gönülden Kopan Beyitler

KÜLTÜR-SANAT-EDEBİYAT

Gönülden Kopan Beyitler

Yrd. Doç. Dr. Mehmet Şamil BAŞ
Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Bir nefes didâr içün bin can fedâ etsem n’ola
Nice demlerdir esîr-i iştiyâkıdır gönül
Nef’î

İNSANIN hissiyat merkezi, yüreğin manevi cihetinin adıdır gönül. Kalp, dil, can, sadr, lüb ve fuad gibi kelimelerin karşısında Türkçedir gönül. Bizden, içimizdendir. Eskiler kâf-ı Türki ile söyleyip yazardı gönül kelimesini. Gerek şiirimizde gerekse halk dilinde pek çok atasözü, deyim ve terkiple birlikte yaşayıp kendini hem beşerî aşkın hem de ilahî aşkın mekânı bilmiştir gönül. Bu yüzden şiirin doğduğu yere de gönül denir ki aşkın ve ateşin bir sada ile gönülden çıkar şiir.
Edebiyatımızda Ahmet Paşa’nın meşhur, “Vay gönül vay bu gönül vay gönül ey vay gönül” nakaratlı murabbası başta olmak üzere gönülle ilgili beyitleri incelediğimizde atasözü, deyim ve terkiplerin seçkin örneklerine rastlamaktayız. Örneğin, “Gönül çocuğa benzer her gördüğünü ister” atasözü Levni’nin şu beytinde yer etmiştir:
Gözlerim cemâl-i cânâne hayrân
Gönül ma’sûmdur umar dimişler
“Gönül kalsın yol kalmasın” atasözümüzün güzel bir örneğini ise Misali Hasan’ın şu beytinde görmekteyiz:
Koyun kûyünde gönlüm râh-ı gurbet ihtiyâr itdim
Gönül kalsun begim yol kalmasun dirler meseldir bu
“Gönül sultandır”. Ona söz geçirilmez. Zati’nin dediği gibi:
İşiğinde gâh sekbân ü gehî derbân olur
Hoş dimişler bunu ey dil kim gönül sultan olur.
Güzellik görecelidir ama güzelin farkına varan gönüldür. Ki “gönül kimi severse güzel odur”. Gönlün güzel dediğine gayrısı çirkin dese ne gam. Kalender de öyle demiyor mu:
Güzel görünür işbu gönül her kimi sevse
Tahkîk budur özge haberler dimesünler.
Öyle ki sevmek için göz değil gönül gereklidir. Bu yüzdendir ki “göz gördü, gönül sevdi” denir. Bütün mesele âşığın bir gönle sahip olmasıdır. Çünkü acıyı çekecek olan da vuslata erecek olan da gönüldür. Taşlıcalı Yahya ne güzel dile getirmiş:
Göz görür gönül sever cevr ü cefâya sabr ider
Göz hemân ayn-ı ınâ gönül belâdır âşıka
Gönül bu bağlamda gözle temaşa eyler. Gönlü haberdar etmekte olan gözden ırak bir gönle sabır gerektir. Bu nedenle “göz görmeyince gönül katlanır” denir. Atayi bu manayı şu beytinde dile döker:
Dîdedir aşka veren neşv ü nemâ
Katlanur göremeyicek dîde gönül
İnsanın yıllar geçtikçe vücudu ihtiyarlar. Ancak, beden ne kadar yaşlanırsa yaşlansın “gönül kocamaz”. Bu, gönlün her dem gençlik ateşiyle yandığına delildir. Pertev Efendi’nin şu beyti buna güzel bir örnektir:
Sıfat kocar amma gönül kocamaz
Hevâ-yı aşkda fark-ı şebâb ü şeyb itmem.
Beşerî aşkın yurdu olmakla birlikte gönlün asıl işlevi ilahî aşka mekân oluşudur. Kendisine şahdamarından daha yakın olan Allah’ı arayan insan onu gönlünde bulacaktır. Ancak gönlünden masivayı çıkarmayanların kalbi kararmıştır. Şemseddin Sivasi’nin meşhur ifadesi ile “Sür çıkar ağyarı dilden tâ tecelli ide Hak / Padişah konmaz saraya hâne ma’mûr olmadan”. “Gönül Tanrının evidir” atasözümüz bu bağlamda değerlendirilmelidir. O yüzdendir ki bu evi imar etmek gerekir. Allah bedenlerimize, elimize ayağımıza değil kalbimize bakacaktır. Kaygusul Abdal’ın dediği gibi:
Hacce varan kişinün gönül yapmak işüdür
Gönül Hakkun beytidür pek sakın emmâreden
Benzer ifadeleri Yunus Emre’nin Divan’ında sıklıkla görmekle birlikte Yunus Emre’nin gönül mü Kâbe mi sorusuna Hak durağı şeklinde gönül cevabını verdiğini görmekteyiz:
Sorun bana aklı eren gönül mü yeğ Kâbe mi yeğ
Ben aydıram gönül yeğdir gönüldedir Hak durağı
Âşık Paşa da gönül yıkanların doğru yoldan uzaklaşacağını “gönül yıkan Tanrıya ermez” atasözünü işleyen şu beytinde dile getirmektedir:
Kim ki bu könli helâk eyler yıkar
Ol sebebden yol eri yoldan çıkar.
Çünkü gönül kıranlar hata içindedirler. “Gönül yarası onulmaz”dır. Bu yara diğer yaralara benzemez. Bu yarayı saracak, ona merhem olacak bir çare varsa o da gönül yapmaya çalışmaktır. Emrah bu hususu Müslüman kardeşinin gönlünü kırmamak üzerine söylediği şu beyitte dile getirir:
Tut bu nasîhatim elden bırakma
Gönül beytullahdır taş urub yıkma
Hakkın tecelligâhı olan gönül imar edilmemişse ya da başkasının nazargâhını yıkmak ne kadar kötü ise bir gönlü yapmak da o kadar iyidir. Ömer Hulusi, “nazargâh-ı ilahî” denilen gönle sahip kişilere yakın olmayı ve bekâya ulaşmayı şöyle nazmediyor:
Hoş gönülden fâriğ olma Hakk nazâr-gāh eylesün
Sen bekâyı bul fenâda dilde dergâh eylesün
Nitekim “gönül yapmak Kâbe yapmaktır” sözü buradan gelmektedir. Fedayi Dede’nin şu dörtlüğü mevzuya başka bir derinlik katmaktadır:
Ömür akar su gibidir fi’l-mesel
Cismin o su üzre yüzer bir hesâb
Yapsa gönül hânesini ol sanem
Kâbeye varmış kadar eyler sevâb
Gönül yapmanın önemi üzerine “Hışm eyledin yüreciğim kopardın / Hatırcığım yapsan Kâbe yapardın” diyen Kul Mustafa ile Nevres’in gönül yapmanın önemine dair söylediği şu beyit, Yunus’un çağlar aşan “Dostun evi gönüllerdir, gönüller yapmağa geldim” ifadesi ile örtüşen zarafettedir:
Bekâ-yı nâmdır üftâdegâne dest-gîr olmak
Gönül yapmaklığı mû’tâd iden mü’min harâb olmaz
Peki, bir gönlü yapmak nicedir. Bu sorunun cevabı “gönülden gönüle yol vardır” atasözümüzde saklıdır. Dadaloğlu’nun ifadesiyle “Gönülden gönüle yol gider dirler / Onu sürmeğe bir hoş can gerek”. Bu yol zorlu bir yoldur. Dervişlik gerektirir. Ancak dervişlik de ne hırka ne de taç iledir. Yunus’un dediği üzere: “Gönlün derviş eyleyen hırkaya muhtaç değil”dir. İnsanlara sıkıntı ve zarar veren şeylerden azat olmuş bir gönüldür ancak gönülden gönüle varacak yolu yürüyecek olan. Şeyh Galip’in diliyle işte o zaman bir aynada görür gibi sırları keşf ediş başlayacaktır:
Almada vermede mir’ât-ı mukâbil gibidür
Keşf olur sırr-ı azîzân gönülden gönüle
Edebiyatımızda hiçbir şairimiz, mutasavvıfımız yoktur ki gönülle ilgili bir beyti olmasın. Gönle dair yüzlerce müelliften binlerce örnek beyit bulmamız mümkün. Bütün mesele kişinin bir gönle sahip olmanın farkına varabilmesinde ve kendini tanıyarak Rabbini bilmesinde gizlidir. O hâlde Niyazi-i Mısri’nin konuyu özetleyen beytiyle noktalayalım:
Anladınsa sen seni, bildinse cân u teni,
Gayri ne var ey gönül cân u canân sendedir